30 Haziran 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

30 Haziran 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

€ bu olan- mek- m Kİ ime Türk lys ların kâfi- en de 30 Haziran 1938 İGNE Hangisi Faydalı? Muallim sordu: —Güneş mi fay- dalıdır, ay mı? Talebe cevap verdi: — Ay! — Neye? — Ay bize gece karanlıkta ışık ve- Tir, Halbuki güneş, her taraf aydınlık iken lüzumsuz ye- re ortaya çıkar. Otomobil kazası Yüzü gözü sarılıydı, bir otomobil kazası geçirdiğini iddin ediyordu: — Otomobil kazası diyorsun amma, senin otomobilin yok! | — Bu kaza bir taksi otomobili yü- zünden başıma geldi. — Taksiye bindin de, taksi bir yere mi çarptı? — Hayız oyda değil, karım taksiye binelim, dedi, ben de tramvaya bine- Um, dedim. Sonunda bu hale geldim! Yemin — Beni sevdiğine yemin et. — Yemin ederim! la kıymet verdiğin bir şeyin yemin eti, Dalmış gazetesini ökuyordu. — Babanın giyinmesi bitti mi? | | — Zannetmem, biraz evvel, kol | düğmesini azarlıyordu. Şark — Kızımla evlenmek | istiyorsunuz | öyle mi delikanlı? | — Evet bay. — Pek âlâ ben de kızımı size veriyo- rum; yalnız bir şartla... — Şartınız? Anasını da beraber götüreceksi- niz! Cok kalmamış On senedir hukukta idi. Babası sordu Sen bu hukuku ne 7“uan biti- recek: , — Çok kalmadı baba — Yani çok kalmı maksadın ne? dı demekten - Sınıf arkadaşlarım yakın za manda müderris olacaki Her halde bana iyilikleri dokunur. Kolay- İ anlatıyordu: ca imtihanımı veririm. Radyo — Saat şimdi yirmi üçü otuz geçiyor. Erkek — Gene karım kızacak ben ona on bir buçukta eve döneceğimi söylemiştim. Sakın Bu adam benden beş lira ödünç is- tedi, kendisini tanır misin? — Seni ne kadar iyi tanırsam, onu da o kadar iyi tanırım. Sakın parajı verme, bir daha geri alamazsın! Uymayınca işkülpesent bayan, arkadaşına Onunla evlenecektim, fakat güz- lerinin rengi yatak odamın takımının rengine uymadı, Bu yüzden evlene- medik! Kesiyordu Bay traş oluyordu: Ne fena bicak, dedi, hiç kesmi- Bayan itiraz etti: — Sen de hiç bir şeyi beğenmezsin; mükemmel bıcak biraz evvel ben ço- | cukların kurşun kalemlerini yonttum fevkalâde kesiyordu. Avukat — (Nikâh memuruna) be- nim itiyadım böyledir bayım, yirmi- den aşağı şahidle ortaya çıkmam! Düşündüm Balayı seyaha - tinden dönüyor. lardı. Vapur ma yanaşmak ü: re idi — Bak kocacı- dım artık balayı yahati bitti. Bun- dan sonra hayat mücadelesine baş uyacağız — Evet, kayna- namı rıhtımda gö- rür görmez, ben de bunu düşündüm Yeni Yenicamiden müstamel elbise alı- yordu: — İki lira bu elbiseye fazla değil mi? Sekiz yerinde yama var — Yama var amma yamelara dik- kat ettiniz mi? Yepyeni kumaştan yapılmış, Korkulur mu? Müşteri yorgana baktı: Bunlar hep pire mi? Oteici güldü: — Pireden de korkulur mu? Küçü- cük bir hayvan! İşin kolayı Karısı söyledi: — Ben piyano çalayım sen dinle.. Kocası yüzünü buruşturdu. — İşin kolayını hep kendine ayırır | zorunu bana bırakırsın!. | Kazazede — İşte, bundan sonra bü hali adada yapayalnız yaşamağa | mahkümum? | | Yazık Çirkin kadın kızından bahsediyor- du: — Şimdi daha küçük, hele biraz büyüsün tıpkı tıpkı annesinin modeli olacak Dinleyenlerden biri kendini madı tuta- Ne yazık! Kârlı iş Dilenel peşimi bırakmıyordu: Allâh vi Dedim gitmedi — Defol! Dedim, gitmedi, Kızdım, bağırdım: — Dileneceğine başka bir iş tut- aydın! Bu sefer o kızdı: — Bundan daha iyi, daha rahat, kârli bir iş varsa söyle de tu- Yataktaki kadın — Kocacığım sen mi geldin? Erkek — Bu benim karım olmasa gerek, acaba sar- boşlukla apartımam mı şaşırdım? Bayi — Bayan pi lira, öbür biletimize de amerti çıktı. ngodan bir biletinize yüz bin Soğukkanlı — Amorti kaç liradır? rıhtı- ! | yalnız şahısta kalmaz, bütün bir mlii- Gençlerle Perşembe müsahabeleri Sahife 9 baş başa Cemiyet hayatında lâubalilik Yazan: Selim Çok kimseler lâubaliliği demokrat- | lıkla karıştırırlar ve âdabı muaşeret kaidelerine riayet etmemeği bir ma- rifet sayarlar, Hürriyeti teklifsizlik zan- nederek «Ben hür değil miyim? Ha reketlerimden kimseye hesab verme- ğe bir mecburiyetim yok. Beğenen görüşsün, beğenmiyen görüşmesin> derler. Halbuki garb medeniyeti bazı âda- bı muaşeret kaidelerini o kadar esas- land ır ki onlara riayet etmi- yenler pek iyi gözle görülmezler, hat- | lâ o gibliere yaşama ilmini, sosyete | hayatını bilmiyor nazarile bakarlar, Eğer dağ başında veya medeni âlem- de uzak bir iptidai köyde yaşanacak | olsa, bunda bir beis olmuyabilir. Fa- kat rabıtaların beynelmilel olduğu bir devirde bu gibi mübalâisızlıklar letin izzeti nefsini rencide eder, İste- | diğiniz kadar âlim, fazıl olunuz ge- | ne herkes notunu verir: Bak şu Türk ne kadar geri! Yemek yemesini bil- miyor! Selâm vermesini bilmiyor! Kadınlari? konuşmasını bilmiyor, giyinmesini bilmiyor! derler ve o ku- suru bütün bir millete teşmil eder- ler ki, vatandaşlarını böyle bir isna- da uğrülmak kimsenin hakkı değil dir. Umumi harbin başlangıcında idi. Hükümette mevki sahibi bir zat ta- nırdım. Ara sıra ziyaretine gider ken- disile tenis oynardım, Çok nazik, çok kibar birkaç ecnebi dili bilir, Avru- pada çok yaşamış, bütün mânasile bir centilmen idi. Yalnız her neden- se rahatına biraz fazla düşkündü. Öğleden evvel ekseriya Şam entarisi ve ipekli hırkası İle konağının selâm- lığında bizleri kabul ederdi. Kimse bir şey söylemediği için ben de uka- lâyık edip niçin giyinmediğini sormaz” dım. Bir sabah öğleye doğru bir sefi- rin kendisini ziyarete geleceğin! ha- ber verdiler. — Pekâlâ buyursun! dedi. Ve bizlerle konuşmağa devam et- ti Benim yüreğim hopluyurdu. Ya misafir gelir de kendisini bu hal- de görürse! Belki bundan bir haka- ret mânası da çıkarabilir. Nihayet cesaret aldım, daha doğrusu cüret ettim ve kendisine: — Müsaade buyurun biz çekilelim siz de giyininiz! Belki Oozat nere- deyse gelir, dedim. — Hayır, hayır! Oturunuz. Ken- disini bu kıyafetle kabul edeceğim. Şarkta bu resmi kıyafettir, Biraz da onlar bizim âdetlerimize alışsınlar! dedi. Çok geçmeden sefir geldi, Sa- Tona aldılar, Muhterem nazır da en- tarisi ve Şam hırkasile yanına girdi. Bunun gibi daha bin türlü ufak tefek mübalâtsızlıklar vardır ki ehem- miyetsiz zannedildiği halde insanı müşkül mevkide bırakır. Meselâ bir resmi kütüphanede sükünet içinde herkes önündeki kitabı veya (mec- muayı okumakla meşgul iken ses musikisinde bir gam yapar gibi geniş bir esneme sesi bütün başları o tara- Sırı Tarcan fa çevirir! Kimse ses çıkarmaz âmma, aşnalar birbirinin yüzüne gülümsi- yerek bakarlar. Bir vagon restoran da herkes yemişini yemiş tam kah- velerini içerken, bir kuvvetli hopur- tu başları bilâihtiyar arkaya çevirir. Siz aldırış etmezsiniz amma, mânal bakışlar sizin notunuzu verir Birkaç arksdaş bir salonda otüru- yorsunuz. Kadınlar da var, Muttasıl | elinizi burnunuzdan ayırmıyorsunuz veya bir kâğıdı bükerek kulâğınızı karıştırıyorsunuz. Bunun ne iğrenç ne çirkin, ne mide bulandırıcı bir ha- | reket olduğunun belki farkına var | mazsınız. Fakat karşınızdakilerin hakkınızda verdiği hüküm çok ağır- dır. Yüzünüze bir şey söylemek ne- zaketsizliğinde bulunmazlar amma, içlerinden hiç'de İyi bir şey söylemez- ler ve notunuzu verirler. Lâubaliliklerimizden biri de tıraş olmayı unutmak veya ihmal etmek- tir, Sakalı çıkan her erkek her gün tıraş olmak meeburiyetindedir. Tıraş olmak yüz yıkamak kadar elzemdir. Hiç bir yere, bilhassa kadınların bu- Tundukları bir cemiyete velev bir gün- lük sakalla bile gidilemez. Garb s0s- yetesinde bir iki günlük sakal yalnız ayıb değil, karşısındakine hürmetsiz- Hik telâkki edilir. Size bir şey söyle mezler amma, notunuzu verirler. Madem ki Avrupalıyız, her hususla onlardan geri olmadığımızı isbat et- mek mecburiyetindeyiz. Şapka nasil giyilir? El nasıl sıkılır? Yemek nas yenir? Likör ması içilir? Kadınlar: nasil muamele edilir? Bir toplantıda nasıl konuşulur? Bir süarede, bir zi- yafetie ne gibi şeylere rlayet edil Bütün bunların âdabını daha küçük yaşta talim etmek her medeni insan için bir vazife olduğu gibi, her türlü teklifsizliklerden, lâubaliliklerden Ka- çınmak da bir insanlık borcudur. Ben hürüm! Ben demokralım! Be- nim işime kimse karışmaz demek ben bir medeni cemiyetin vazettiği ka- nunları ayak-altına alırım! demekle müsavidir. (Clemencesu) OKlemansonun şu sözleri meşhurdur: «Hürriyet başkaları tarafından di- sipline sokulmak mecburiyetinde kal- mamak için kendi kendini disipline tabi kılmaktır.» diyor. (Waldek Row sseu) Valdek Ruso da «Bir hürriyet ilmi vardır ki ancak büyük tecrübe- lerle elde edilir. İnsan medeniyete yükselebilmek için uzun zaman hür yaşamış olmalıdır» diyor. (Auguste Comte) Ogüst Kont ise «Şuurlu bir vatandaş için en mukad- des hak vazifesini yapmaktır. Hür riyet kanunun müsaade ettiği şeyleri yapmak hakkıdır., der. Bunlardan da anlıyoruz ki hürriyet her istediğini yapmak değil, içinde yaşanan medeni âlemin gidişine ayak uydurmaktır. Yabancı milletlere nasıl Türk gibi kuvvetli sözünü darbimesel gibi söy- lettikse, Türk gibi terbiyeli tabirini de söz temsili haline getirmeliyiz. Selim Sırrı Tarcan Kastamonuda sancak verme resmi reddi sancı yermek töreninde bulunan erkân görün Kastamonu (Akşam) — Orgeneral Fah- in Altay tarafından alayımıza merasimle ak verilmiştir. Bu merasime ait iki resim gönderiyorum. Birinci resimde Orgeneral z Fahreddin Altay ve vali Avni Doğan geçid res mİ takib ederlerken, ikinci resimde sancak YOL, vü 4 4 ann tiren imama

Bu sayıdan diğer sayfalar: