30 Haziran 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

30 Haziran 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

slo- ire ize in rile ur. ani un ak ine ti- re 30 Haziran 1938... Hazir an 1938 AKŞAM — — —— — “Garib bir adam: Ali Baba! “ Ali Baba , denilen pehlivan ortaya çıktı, başında bir fes vardı! Sarıklı pehlivan güreş minderinin bir kenarında yalandan namaz kıldı. Ara sıra uydurma bir dille dualar okuyor, avaz, avaz bağırıyordu .. Bir müddettenberi Detroit sokak- larında koca duvar ilânları, herke- &in dikkatine çarpıyordu. Bu ilânlar- da meşhur pehlivan «Ali Baba» nın Yapacağı bir güreşten bahsediliyor- du. Bütün Amerikada kendisini «Türk pehlivanı; diye tanıtan bu garib ada- mı merak ediyordum, All Baba dâ, dünya boks şampiyonu Joe Louis gi- bi Detroitte yerleşmiş bir adamdır. Maç gününden evvel bütün biletler Satıldığı için artık Ali Babanm güre gini seyretmekten ümidimi kesmiş- #im. Fakat Amerikada gazeteciler ârasında büyük bir meslek tesanüdü Yar, Detroit News gazetesinin spor gefi bana karşı büyük bir nezaket gösterdi. Kendi koltuklarından ikisi- ni bize verdi. Maçın olacağı spor sar Yayı denilen salon o günü tıklım tık- dım dolmuştu. Nihayet müthiş bir gürültü arasında ortaya evvelâ Ali Babanın rakibi Avrupalı güreşçi Zabysky, arkasından da Ali Baba çıktı. Fakat bu adam ortada görünür, görünmez kan tepeme çıktı, Bütün “Amerikada: «Türk kadar kuvvetli!> Bözünden istifade için kendisini Türk diye satan bu damın kafasında ko- Caman püsküllü bir aziziye fesi vardı. Bu yetişmiyormuş gibi fesin etrafın- da da sarık şeklinde bir kravat dola- mıştı, Boynundan iliştirdiği bir iple Çıplak göğsüne bir sürü yalancı ni- şanlar takmıştı. Güreş minderins çıkar çıkmaz, hemen bir köşeye çö- Mmeldi. Yatıp kalkmağa başladı. Ko- ca kafasını yere değdirip kaldırıyor, değdirip kaldırıyor. Bu da nesiydi? Dayanamadım, sordum: — Ne yapıyor?... Yanımdaki Amerikalı cevab verdi: — Kendi dinince ibadet ediyor... Güreşi kazanmak için... Maçtan ev- vel böyle yapmak onun âdetidir. O zaman anladım ki Ali Baba sözüm ona namaz kılıyordu. Bağıra bağıra, arabçaya benziyen fakat uydurma bir lisanla dualar okuyordu; Ara st- ra; «Allahl.» diye bir nara atıyordu. Nihayet son bir defa daha okuyup Üüfledikten sonra güreşe başladı. Maç danışıklı bir dövüşten ibaret- ti. Daha evvelden kimin kazanacağı, kimin yenilereği kararlaştırılmıştı. Fakat Amerikalılar buna hiç aldırış etmezler, Maçın danışıklı dövüş ol- duğunu bile bile gene seyrederler. Onlara eğlence lâzım. Ali Baba rakibinin alana düştüğü zamanlar bile yüksek sesle yalancı, uydurma dualar okuyordu. Bu ada- mın hareketlerine nasıl tahammül ettiğime hâlâ şaşıyorum. Maç bitince menecerinin ve kâti- binin mâni olmak istemelerine rağ- men odasına girdim, Fakat ben ağ- zımı açmağa vakit bulamadan ar- kamdan, mavi gözlü orta yaşlı bir zat da kurşun gibi içeri girdi, Ali Babaya ilk sözü; — Ayıp değil mi sana?.. Kendini Türk pehlivanı diye ilân ediyorsun? Bu başındaki fes, sarık da ne oluyor?. diye bağırdı, Ali Baba ne adam akıllı türkçe, ne de konuşabilecek derecede İngi- lizçe biliyordu. Benim arkamdan içe- friye giren zatla tanıştık. Kendisi Ford fabrikasının ehemmiyetli bir mevkii olan İstanbullu makine mühendisi bay Malikmiş. Ali Babaya söyleme- diğimizi bırakmadık, Fakat o bizi dinlemedi bile... Ermenice bir şeyler homurdaharak giyindi. Biz de ken- disine lâf anlatamıyacağımızı anla- yınca dışarıya çıktık Meğer maçla pek çok Türkiyeli vatandaş var- mış. Derhal etrafımızı sardılar, Bay Malik Detroit Türk cemaati ve «Kı- rılay» , «Çocukları himaye» cemiyet- lerinin umumi kâtibi... Kendisinin vasıtasile tanıştığım ez BL Ali Raha tik, Fakat çıkan kanunlarına naza- ran bu adamı bu halinden vazgeçir- meğe imkân yok... diyorlardı. Bu esnada otuz senedenberi Ame- rikada bulunan Tatavlalı bay Vasil ve kardeşi İstavri ile tanıştım, On- lar da: — Utanmıyor bu adam... diyorlar- dı, Fes ne demekmiş, Şimdi fes giyen Türk var mı? Biz de kendisine söyle dik, Vazgeçiremedik, Para kazanmak için garib bir kıyafetle ortaya çıkt yor, garib haller yaparak halkın me- rakını toplamağa çalışıyor. Bütün yaptıkları para kazanmak için... di- yorlardı. Ali Babanın Detroitte Konyalı bir çok akrabaları var... Bunlarla da gö- rüştük. Hiç biri kendisile görüşmü- yor. Amcasının oğlu bana: — Hayalımda bundan hasis insan görmedim, Milyon kazanıyor, doma- tesle ekmek yiyor, beş para harcet- miyor, Halbuki Amerikalılar böyle adamlara çok kızarlar, Amerikada çok kazanmak mümkündür, Çok ka- zanıp da para sarftmemek pek ayıp şeydir. Akrabaları açlıktan ölse Ali Baba çıkarıp da beş sent vermez. Ayakkapları bile yamalıdır. dedi, Amerikada bulunduğum sekiz ay içinde bizim aleyhimize iki büyük propagandaya şahid oldum. Birisi Türk - Amerikan ticarel mu- kavelesinin müzakeresi esnasında idi. Amerika bizden külliyetli mik- darda incir almağı teahhüd ediyor- du, Kaliforniyalı bazı incireiler hü- kümete Türk - Amerikan ticaret mu- kavelesi etrafında bir protesto verdi- ler. Bu protestoda: «Türkiyeden kül- liyetli mikdarda incir alınacakmış. Biz Kaliforniyalı incirciler fena va» ziyete düşeceğiz.» dediler. Bu incir- cilerin çoğu Türkiyeden kaçmış men- fi nusurlardan ibaretti, Ve yetiştir- dikleri Kaliforniya incirlerile bizim incirlerin hiç bir mi Kaliforniyadaki incirler bizim «Çiçek inciri» dedğimiz tatsız, fındık kadar küçük ve sor derece pahalı bir mey- vadır. Halbuki bisküvit ve çıkolata iinde Amerikalıların kullandığı | bol içli, büyük, tatlı İzmir incirleri- dir. Tabii Amerikan hükümeti bu haksız protestoya kulak bile asmadı. Bunun üzerine Türkiyeden kaçan menfi unsurlar İzmir incirlerinin ve bu arsda bizim aleyhimize propa- gandaya geçtiler, Aleyhimize gördüğüm ikinci pro- paganda da bu Ali Babadır. Çünkü bu adam doğrudan doğruya Türk aleyhdarlığı yapmıyor, Hüsnüniyet sahibi gibi görünerek: «Ben Tür- küm! diyerek ve ortaya dünyanın en gülünç tipi olarak atılıyor herkesi kendine güldürüyor, Hem bizim fe na Lanınmamıza sebeb oluyor, hem de kesesini dolduruyor. Bir de Kaliforniyada, Los Anceles- te, uzun sakallı, tıpkı bunun gibi fes- le ortaya çıkan, maçtan evvel iki rekât namaz kılan «Ali Baba» adında sakallı bir yalancı pehlivan var. O da kendisini Türk diye gösteriyor. Asıl adı Karabet., * Ali Babanın maçından pek sinirli çıktığımız için buradaki Türk vatan- daşlar beni biraz gezdirmek istediler. Evvelâ sahile indik. Nehir kenarına kadar geldik. Nehrin öbür tarafına i baktım. Yanımdakiler gösterdiler : — İşte Kanada... Ne kadar yakın ; değil mi?.. Hakikaten İngiliz müstemlekesi Kanada ile Detroit birbirlerine son derece yakındı. Bir memleketten öte- * ki tarafa geçmek için birçok vasıta» lar var. Vapurlar, Amerikan arazi- sinden, İngiliz müstemlekesine ka- dar uzanan köprüler ve en son Sual- tından Amerikalıların açtığı muaz- zam <Amerikş - Kanada» tüneli, Gelecek yazımda Detroitteki büyük Türk kalabalığından ve Amerikadan | Kanadaya nasıl geçildiğinden bah- Hikmet Peridun. Es BULMACAMIZ Soldan sağa: — Tedkik etmek. 2 — Menfi edatı - Çatının üstünde bu- lunur. 3 — Silinmiş - Toprak rengi, 4 — Külhanbeyi - Fenalık. $ — Kalaylı ince demir levha, 6 — Asker - Güneşin doğduğu taraf - Öğünmüş buğday 1 — Küçük irmak - Yemin, 8 — Ziyaretçi - Menfaat, 9 — Alin oynanan değnek stma oyu- nu - Cilve, 10 — Eski - Küçük, Yukarıdan aşağı: 1 — Merhametsizce 2 — Vekil.- Raci, 3 — Sör - Canlı 4 — Zerediş - Ortak. 5 — Sıfat edalı - Eski bir saz Aleti. 9 — Erkek - Kftihar. 7 — Ayar taşı 8 — Nişane - İçine bak kendini gör, 9 — Bir nevi sandal - Bebek sarmağa mahsus eşya 10 — Ok atan Geçen bulmacamızın halli: Soldan sağa: 1 — Cimlondos, 2 — Aba, Re, Rah,3 — Matetmek, 4 — Ada, Alt, Ak, 5 — Dereke, Adi, 6 — Atak, Talâk, 7 — Ni, Samyeli, 8 — Daire, Ne, 9 — Tetkik, Eti, 10 — Âni, On. Yukarıdan aşağı: Ta, 2 — İbadeteden, 4 — Eksik, 5 — Ortak, Ariz, 6 — Nemletmek, 7 — Et, Ay, Ork, Alenen, 9 — La, Adâlet, 10 — Ha Yazan: Sermed Muhtar Alus Sahife T 'Tefrika No. 105 NANEMOLLA Çerkes Hasan yakıp yıkıyor... — Hiç asabileşme, canını üzme beyefendi oğlum. O melünda küflüler çoktur. 24 saat sabret; hakkı sarihin olan noksan meblâğı yarın akşama kadar ona tamamlatacak, habisten çatır çalır koparacak benim.. Yoksa yapacağımı bilirim ben. Onun kuyru- ğunu öyle bir tava sapına çeviririm ki sirkat ve zimmete nakdi yetim ge- çirmek töhmetile Mehterhanelerde çürür alimallah!,. İrfan, beş lira tenzilile - ki o parada kapanın elinde kalmıştı - 218 lirayı aldı. Teşekkür ederek çıktı. Şusu busu yok, kallavilerin ikisinin de ona iyili- Zi dokunmuş demekti, Gene bir arabaya bindi: — Koskaya!... Sürgünden döndüklen sonra, o Na- nemolla gilmiş, yerine taş yürekli kurdun biri gelmiş. Bambaşka bir adam!.. Mundar otel odaları kendi evinden daha az mi kalb sıkıcı? — Babam orada öldü, aylarca otur. dum. Yetmişlik dadımın yarı yaşma kadar yaşamak bana nasib olacak mı ki?.. diyordu. Ondan hiç umulmaz bir sinir kuv- vetile, en evvel Dilrüba kalfanın oda- sına girdi. Gözleri bile yaşarmadı, ruhuna okudu. Kendi odasına geçti. Yatağı, ufak tefeği olduğu gibi duruyor. Zaten kıy- metli nesi var ki aşırsınlar?.. Gene akşam ezanı sıralarıydı, Ço- cuklar sokakta, çelik çomak oyunun- da; o 14, 15 yaşlarındaki irice çocuk ta aralarında... İrfan, pencereden çağırdı: — Kardeşim, duvarm dibine gel! Küğıda sarıp üç çeyrek attı: — Bana bir fırancala, iki yumurta, bir kâse yoğurt, bir kibrit, bir de is- permeçet mumu alıver; üst tarafı sa- na kalsın! Lokantayı bırak, bir ahçı dükkânı- na bile gitmek istemiyor. Konağa o kadar ısınık ki Çocuk, ısmarladıklarını getirdi. Karnını doyurdu. yatağına uzandı. Oh, dünya varmış!. Yalakta saatlerce uyumadı; hep fikir sarfediyor: O şişman molla gayet temin edici bir lisanla bir kaç kere tekrarladı. (Vaside kalan Tiralarını çatır çalır ondan koparırım, yarın sana teslim ederim) dedi.. Fena adama benzemi- yor. Benim için bu kadar çalıştı, ça- baladı, o paraları kurtardım demek. Sonra, maaş meselesini de takib ef- meli, yoluna koymalı, birikmiş olan- ları da almalı, Rüştünü isbat ettiği ve aylığın ke. sileceği aklına gelmiyor. Hattâ Yan- gaboz Tufandan zihninde kalmış. Kaydı hayat şartile 50 altın zammı bile umuyor. Bunun için büyüklerden birini gör- mek lâzım... Kime müracaat etse?. Bolkeyfi geç, o kadar iltifatları, vald- leri kokmuş. Akâya giderken İzmir- den çektiği telgrafına bile cevab ver- medi . Halim paşa insaniyet gösterdi ama onu tanımadığı için çekiniyor. Hem şimdi belki de ikbalde değildir, Maaş meselesini de halletse gerisi- ne Allah kerim.. Bu koca konaktan hayır yok, üstesinden kim gelecek? Beş altı odalı bir ev alır, geri kalan- larla da bir iki dükkân. Bunda da aceleye lüzum yok. Tok Satıcı olarak satmak evlâ, Hem de, dedikleri gibi, Müşta Sadığın kızı da aradan çıkar. Kanemolla, o gece a o kadar rahat ve sürekli uyumuş ki gözlerini açtığı va- kit sokakta Satıcılar bile kalmamış. Öğle yaklaşıyor... Giyindi. Şimdi her şeyden evvel bir fes, bir elbise, bir çift fotin; iç çama- şırı sonraya kalsın.. Koskadaki berberlerden birinde sa- çını kestirdi, tıraş oldu. Fes te aldırt- tı, kalıplatıp getirdiler, Ismarlama esvabdarı evvel şimdilik yasak savarı kâfi. Mahmudpaşa başı- nın alt başındaki hazırcılardan 8 me- cidiyeye bir eibise aldı. Hemen giy- di; sırtındakileri bıraktı: — Bunları verin bir fakire!.. Yenicami karşısındaki ayakkabıcı- lardan da bir çift vidala iskarpin alıp Ayaklarına geçirdi, oraya da: — Atın bu partalları sokağa! dedi... Oradan Şeyhislâm kapısına, Nimeti Molla kapıdan karşıladı. Gene ikranılar tekrimler.. O ağzım açmağa kalmadan, araya kaynamış olan 260.lirayı - beş yüz kuruşluk mangıları bile kesmiyerek - avucuna saymaz mı? Anladınız tabii, göbeklinin bu de- rece kılmışlarının, didinip uğraşışla- rının, yüze gülüşlerinin hepsi sahte. Sebeb ne hakkaniyetperverlik, ne de fisebilüllah emri hayır... Can korku- su, selâmetini temin, kuyruğu kur- tarmak. Bir de yüreğini okuyun: — Ey hergele, alacağın olsun ben- den!. diyordu. Abdülâziz tahttan indikten sonra Pembeten de tabii mabeyinciliklen cüda kalmıştı. İlk ve devamlı velini- meti Nimeti Mollanın Süleymaniye- de, Tiryaki çarşısı civarındaki boydan boya, 20, 25 odalı, haremi kalabalık, selâmlığı ağalar, uşaklar, ahçılar, ay- vazlarla dopdolu konağına yerleşmiş- ti. Oranın mahdum beyi, damad beyi olsa bu kadar yan gelebilir; hizmetine bu derece canla başla bakılır. Her em- ri derhal yerine getiriliyor, yiyip içi- yor, avunsun ve eğlensin diye akşam- ları kurulan rakı meclisinden en nam- hı nekreler ve mükallidler eksik edil Şişko gene ayaklanıyor, evinde olduğu gibi düetolara, oyunla» ra girişiyor, ekseriya da: — Kalk Muhlis, tiyatroya gidiyo- ruz. Biraz da ahbarların soğuklukla- rma gülelim; Küçük Karakaşyan muhibbenin fıkırdaklarını görelimi, diyerek Gedikpaşaya yollanıyorlar, sahneye yakın birinci sınıf localar- dan birine yerleşiyorlardı. İrfan o geceyi de konakta geçirdi. Gene deliksiz uyudu. Ertesi sabah er» ken uyandı. Yatakta kurmuştu, kurmuştu: (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: