AKŞAM Karı koca, ikisi de sinirli Insanlar- dı. Doktor yazı sayfiyede geçirmeleri» ni tavsiye etti. Hayri karısı Noclâya: — Karıcığım, dedi, şöyle tenha bir sayfiyeye taşınırsak hakikaten rahat ederiz. Sinirlerimiz çok bozuk. Üstelik hergün evimize gelen misafirlerin he- sabı yok... Sabah misafir, akşam mi- satir, gece geç vakte Kadâr bizi uyku- suz bırakan gene misafir... Kimi ço- Yuğu ile çocuğile gelir. Gürültüden kafamız şişer. Kimi dehşetli dediko- ducudur, Çenesi açılır, Baatlerce tar nıdıklarımız hakkında sakla hayale gelmiyecek şeyler anlütir. Arkası gel- mez lâkırdılarile başımızı.davula dön- dürür. İyisi mi şöyle tenha bir sayfi- yeye taşınalım... Ki adresimizi vetmiyelim... Kendi kendimize başı- mızı dinliyelim... Hakikaten evlerine pek çok misafir gelirdi, Gelenlerin arasında da pek çok | dedikoducular vardı. Nihayet karar verdiler, İstanbulun'en uzak bir say- fiyesinin, en tenha bir'yerinde bir köşk tullular, Fakat ödleri de'patlıyordu. Çünkü sayfiyeye taşınanların hiç bir zaman misafirden kurtulmadıklarını biliyorlardı. Onun için biribirlerine: — Biz başımızı dinliyelim derken ister misin, tuttuğumuz köşke alay alay gece yatısı misafiri gelsin... di- yorlardı. Xeni köşkte ilk günler çok rahat, fakat oldukça endişeli geçti, VakıA he- nüz misafirden eser yoktu. Fakat ka- rı koca heyecan içinde idiler. Ekmekçi kapıyı çalsa: — Aman misafir!... Diye hemen seslerini kesiyorlar, meçhul misafir de evde kimse yok- muş hissini uyandırmak için hiç gü- rültü etmiyorlardı, Kapı acı acı ça- unırken onlar hiç konuşmadan endi- şeli gözlerle biribirlerine bakıyorlardı. Nihayet ekmekçi kapıdan seslenme- ğe mecbur oluyordu: — Ekmekçili!... İşte o zaman rahat bir nefes ali. yorlar, memnun bakışlarla biribirle- rine: — Ekmekçi imiş, ekmekçi imişt... diyorlardı. Bundan sonra misafirden kaçınma» larını biribirlerine mazur göstermek — Vallahi ben misafirden kaçın- mam amma bizim eş dost da pek de- dikoducu, pek gürültülü insanlar ca nım... Onların yanında başımızı din- lemeğe imkân yök... diyorlardı. | Kapıya gelen bakkalın çırağı üç dört kere bastığı zille onların yüreği- © ni ağzına getiriyordu. Acaba dediko- © ducu bir gece yatısı misafiri mi?.. © — Bazı günler sabahleyin Hayri uyan- “dığı zaman karısına: — Karıcığım... diyordu. Bu gece korkunç bir rüya gördüm. Ne kadar €ş.dost varsa hepsi çoluğunu çocuğu- — hu, sepetini, bavulunu alıp bize misa- firliğe gelmişler... Kimi bir dedikodu — anlatıyor, kimi radyoyu açmış, gürül tü ayuka çıkıyor, kimi dansediyor. Evin içinde öyle bir gürültü, öyle bir © (patırdıki, sorma gitsin... Neclâ kocasının rüyasını dinledik- » ten sonra: ç <— Hayırdır inşallah, diyordu, rü- 5 yalar aksinedir... Merak etme,., © , Mutfaktaki ocakta bir ateş ayağa kalkar gibi dikilse Neelâ çığlığı ko- © Parıyordu: — Ah Hayri, ocaktaki ateşler diki- iyor... Bize galiba misafir var... Hayri hemen cevap veriyordu: — Yatır o dikilen ateşi, yatır... © © Böylece bir hafta geçti. Bu bir haf- ta içinde boş yere endişe etmişlerdi, “Hiç bir misafir gelmemişti. k Hayri; — Oh... Dünya varmış, diyordu, meidi o eski günler... Hergün, her sa- © at misafir... Sayfiyede ikinci hafta geçti, gene misafir yok... Üçüncü hafta geçti, mi- “safir yok... Bir ay geçti, kimse gelmi- Nor... Şimdi âdeta merak etmişlerdi. Nec- m — Bunlara ne oldu böyle?. diyor- du, Hâyri kurnaz kurnaz gülüyordu; ç — Gene ben aklımla bin yaşıyan © yim... Adresi öyle bir gizli tuttum ki, — Belki de öğrenmişlerdir. Fakaf Halbuki sayfiyeye gidenlerin misafir akınına uğradıkları meşhurdur de- ğü mi? Aradan bir buçuk ay geçmişti. Hâ- lâ tek bir misafir kapılarını çalmamış- tı. Yavaş yavaş bu tenha sayfiyede camları sıkılmağa başlamıştı. Hattâ can sıkısından sık sık biribirlerile kav- gs ediyorlardı. Eskiden evlerine o kadar çok misa- fir gelirdi ki şimdi başbaşa kalınca birdenbire sigarayı bırakmış tütün tiryakilerine benzemişlerdi. Neclâ ara sıra: - A, meraktan çıldıracağım... di- yordu, bunlara ne oldu? Niçin gelmi- yorlar acaba? İkisi de açıktan açığa söylememekle beraber âdeta misafir arıyorlardı, Nihayet ağızlarından bak- layı çıkardılar. Hayri; — Bu kadarı da fazla canım... de- | di, insanların konuşmağa, sohbet et- meğe ihtiyacı vardır. Bari bir iki mi- safir gelse... Hepsi değil amma... Neclâ: — Ah diyordu, meselâ Muajlâ,..' Ne tatlı tatlı konuşan kadındır değil mi? Onu dinlemek bile bir zevktir. Halbuki sayfiyeye taşınmadan evvel Muallânın müthiş gevezeliğinden, meş- hur dedikoduculuğundan şikâyet edip dururlardı. Köşke geldiklerinin ilk günlerinde kapı çalınsa ikisi de: — Eyvah, galiba Muallâ geldi!... diye heyecanlar geçirirlerdi. Munllâ müthiş dedikoduculuğu ile onlara ne hikâyeler, tanıdıklarının ne hususi- yetlerini anlatmazdı ki.., Neclâ kocasına: — Musllâya adres gönderelim de Hayri: — Peki karıcığım... Hemen bugün bir kart yazarım... diye cevap verdi, Yalnız Muallâya değil bütün tanı- dıklarına adreslerini yazdılar, Fakat oturdukları köşk o kadar uzakta, o kadar sapa bir yerde idi ki, kimse gelmiyordu. Bu sefer her kapı çalışta karı ko- ca heyecan içinde: — Hay misafir... Misafir... Belki de Muallâdır... diyo sevinçle koşu- yorlardı. Fakat kapıda ekmekçiyi görünce ikisi de yüzlerini asıyorlar, fırıncının biçare çırağını tersliyorlardı, Bakkal kapıya gelse: — Aman müjde... Misafir... diye yerlerinden fırlıyorlardı. Fakat misafir yerine karşılarında bakkalın çırağını buluyorlardı. Böyle vakalardan sonra biribirlerine çatıyor. lardı. Neclâ: — İşte hep senin yüzünden sıkınti- dan çatlıyoruz... Misafirden kaçaca- Eım diye dağ başlarında ev tuttun... — Bilâkis... Ben gayet misafirper- ver bir insanım, Senin misafirden hoş- lanmadığını gördüğüm için burayı tuttum. — Muallâ gelseydi kimbilir ne kadaş eğlenecektik... Bize neler anlatacak- tı. Onda kimbilir ne hikâyeler vardır, ne hikâyeler... Ah hep kabahat sende... Bütün mevsim böylece bitti. Pek alıştıkları misafirler gelmeyince, can sıkıntısından hergün kavgalar ettiler, Daha sonbaharın İlk günlerinde şehre taşındılar, Şimdi apartımanları bütün eşe dosta yakındı, Tekrar o Müt» | hiş misafir akını başladı. Bu sefer de karı koca; — Ah, bu dedikoducu, gürültücü insanlar, diyorlardı, insanın bunların yanında başını dinlemesine imkân yok... TYaz gelse de uzak bir sayfiyeye taşınsak.:. Başımızı dinlesek.,, Akba müesseseleri Ankarada her dilden kitap, ga- Mazinin yükü altında | —Baştarafı 6 nci sahifede— Cedâl mektubun sonuna erişmedeh: «— Oh! - diye geniş bir nefes aldı- İşte ben de böyle düşünüyorum. Fa- kat Nazanın ayni fikirde olamıyacar ğını sanmıştım.» Aradan seneler geçti, Şimdi Celâl ve eniştesi, Atıf beyin mühim işlerini tak mamile deruhte etmiş bulunuyorlar, İki genç, gayet iyi anlaşarak müesse- seyi günden güne büyütüyörlar. Akşam yemeklerinden, üç çift ayni sofra ba- şında neşeyle birleşiyor, istikbal hak- kında, ne projeler kurmuyorlari! Bu ailenin ahengini arttıran, Naza- nun kocasile Celâlin karısının çok sevi- şen iki kardeş olmalarıydı. Bahçede de civil civil öten iki yav- rucak koşuşuyor. Biri Nazanın oğlu, öbürü de Ceiğlin kızl!.. O yaz, Lâmja iki torunu ve dadılari- 1e beraber bir gün İstanbula inmiş, ge- ri dönüyordu. Kadıköy vapurunda O- tururken, karşısına gayet acaip kı- lıklı bir kadın isabet etti. Yetmişinde | olmasına rağmen, gençlik iddiasım hâlâ bırakmamış. Oksijenli ve permâ- natlı saçları külâhvari son moda acayib bir şapkanın: kenarlarından püskürmüş... Yanaklarının buruşuk- ları arasında “pudralar lif lif yer et- miş... Kömürlük penceresi gibi sür- meli gözler... Dar kısa bir eteğin al- tından çıkan, romatizmadan şişmiş soba borusu gibi bacaklar... Kadın, Lâmlaya bakarak: — Sizin mi?.. Allah bağışlasın! « diye söz açtı, — Aman efendim... Nasıl benim olur, torunlarım... — Demindenberi bakıyorum... Si- zi gözüm ısırıyor, Kim olduğunuzu sorabilir miyim? — Mühendis Atıf Refet beyin zev- cesiyim... İhtiyar kadın, biran irkildi. — Fakat siz Şevket paşanın yeğe- nİ Lâmia hanıma benziyorsunuz. Muhatabı, gülümsiyerek: — Doğru efendim... Beni iyi tanı dınız... Fakat maalteessüf ben sizi hatırlıyamadım... — A... Evet... — Demek evlendiniz.. Oh pek mem- nun oldum.. Zaten o zamandanberi iki, nizi biribirinize pek uygun bulur ve bu izdivacı temenni ederdim... Allah 1 — Mülâhazasız. 2 — Pratik - sonuna K konürsa biş meyva olur. 3 — At yavrusu - Nota - Mutfak duva- rında üstüne kapkacak konur, 4 — Bir meyva. 5 — Boy - Hasis. 6 — Gösteriş - Ziyan. 7 — Müsterih - En alt kısmı. 8 — Usul - Tersi sıfat edatı olur, 9 — Kovuğun tersi -Kırılmaz cam. 10 — Taaccüb nidası - Kabahat, Yukardan aşağı: 1 — İmambayıldısı güzel olur. 3 — Kör - Gözcü 3 — Uyanıklık. e Cenub vilâyetlerinden Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Tefrika No. 18 Mogollar Volga kıyılarından Norveçe kaçan Ruslar için şarkıl: Grandükleri Moğol banı nasbeder- dl. Arada ihtilâf çıkar ve bu ihtilâf uzarsa, o zaman mesele Ulu hakana arzedilmek* üzere Çine , bildirilirdi. Kubilâydan gelen karar derhal. taf- bik olunurdu. Ni X Rus eyaletlerini baştanbaşa Moğol kumandanları idare ederdi. Hakan tarafırtdan Rus şehirlerine gönderilen bir elçi, o şehrin en bü- yük memuru tarafından yaya ola rak karşılanırdı. Eğer o şehirde Gran» düklerden biri oturursa, oda yaya olarak şehir dışına kadar çıkarak karşılar ve memürun atının bastığı yerde diz çökerek ilkönce (hoşgel- din!) der, sonra kendi elile bir kadehi kımız takdim ederdi. Elçi kımızı içer, ve yere inerdi, El- çinin ayağı altına bir post serilir, Moğol elçisi bu postun üstünde ha- kanın fermanını okurdu. Ferman Okunurken, Grandük ve prenslerle en büyük Rus memurları ve asliiza- deleri bir dizile yere çökmüş olduğu halde fermanı dinlerlerdi 1217 yılındanberi sürüp giden bu ihtişam ve debdebeler yavaş yavaş gevşiyor, sönüyordu. Rusların bir çoğu Norveçe hicret etmişlerdi. Norveç hükümdarı ikinci «Hokân» zamanında Norveçe iltica edenlerin sayısı on binleri geçiyordu. Kral «Hokan» Norveçe sığınanlara hem hirsitiyanlığı öğretiyor, hem de on- ları «Malanjer» körfezi kıyılarındaki geniş eraziye yerleştiriyordu. Böylece yıllardanberi Norveçte yer- leşmiş olan Ruslar ana vatanlarile âlâkalarını kesmeden ve uzaktan uzağa kendilerini ilgiliyen meseleler- — Burada yerleştiniz... rahatınız yolunda.. canınız emniyette. daha ne İstiyorsunuz? Diye sorduğu zaman, Ruslar: — Vatanımızı istiyoruz. Diye cevab vermişlerdi. Norveçte oturan Rusların, Volga kıyılarında, Moğollar tarafından düzülmüş şarkıları söylenirdi. Bu şarkılarda: «Ruslar yurdlarını terk edip kaçtılar. Onlar vatanlarını öz- lediler... Fakat, biz onlara ka- çak diyoruz. Yurdlarından ka- çanlar, ilelebed bu hasreti çe- kecekler... Volgadan Malanjere utançlarından ölecekler...» Gibi sözler vârdı. Norveçte yaşıyan Ruslar buniraı duydukça meyus olur- lar ve Rusyaya dönmek fırsatını ararlardı. Moğollar şimalde «Permls ye ka- dar bütün Rusyayı işgal etmişlerdi. Kubilây hân Moğol paytahtını Ka- râkurumdan Çine naklettikten son- ra, Rusyada Moğolların nüfuzu ve kuvveti zayıflamağa başlamıştı, Grandük Nikola: — Allah bize acıdı. Kubilây han Karikurumda kalsaydı, Rusya büs- bütün ezilecekti. Diyordu. Gerçek, Kubilây hanın paytahtı Karakurumdan Çine nak- letmesile Rusyadaki eski nüfuzu kay- bolmuştu. Bir fermanın tebliği için aradan altı ay geçiyor, bir hadisenin neticesini öğrenmek yıllara bağlı ka- Uyordu. «Saray» şehrinde (1281) den son- ra yabancılar fazlaca görülmeğe, ca- suslar sık sık dolaşmağa başlamıştı. Rusyada Moğol hâkimiyeti (1) za- yıfladıkça Norveç kralı da #ndişeye düşüyordu. Bir gün Romadan krala şöyle bir mektub gelmişti: «Moğollar şimal Rusyasını terk edip çekilirlerse, Malanjer körfezindeki Ruslar memle- ketlerine dönecekler, Fakat, haber vereyim ki, Ruslar mem- leketlerinde yeniden hâkimi. yetlerini kurdukları gün, bu hâkimiyet sizin için tehlikeli olacaktır. Gözünüzü açınız! beşinci asrın sonuna kadar sürmüştür. ar düzmüşlerdi Ruslar şimalde kuvvetlenirse, ilk hamlede şimal Norveçini işgale kalkışacaklardır.» Norveç kralı bü mektubu Papadan almıştı. Bir. hayli düşündükten son- ra, bu tehlikeyi çok uzak bulan kral <Hokan» Papanın mektubuna cevab vermedi. «Hokans» akıllı, uzağı görür, ve 80“ Bukkanlı bir hükümdardı. Vatanla- rına dönecek olan Ruslara yıllarca iyilik yapmıştı. Bu adamların şimal Norveçini işgale kalkışacaklarını hav- salasına sığdıramıyordu . Memleketi işgale uğramış millet ler, büyük izlırablardan sonra yurd- larına kavuşunca, başka milletlerin topraklarına saldrıdıkları tarihte gö- rülmemişti. Kral «Hokan; Malanjerdeki Rus- lara elden geldiği kadar iyilik yapi” yor, onları teselliya çalışıyordu. İşte böyle bir zamanda idi kl, Po- lonyada karargâh kuran Moğol or. duları başkumandanı Göktay, Rus yaya yardımcı bir fırka göndermişti. Bu tarihte Rusya prensleri - Moğol tahakkümünden kurtulmak için - el altından birbirlerile anlaşarak giz ittifaklar yapıyorlardı. Bu maksadla «Saray» şehrine gön derdikleri o hafiyeler, Moğol hanının vaziyetini yakından tedkik ediyor ve Moğolların neler düşündüğünü öğ- renmeğe çalışıyordu. Bu arada Moğollarla çarpışmağa hazırlanan Volga köylülerinden biri başına beş bin kişi toplıyarak baş- kaldırmıştı. «Ştanka» çok becerikli, inadçı ve atılgan bir adamdı. Hazer denizin- de korsanlık yapmış, bir çok köyleri yurmuş, Moğollarla fırsat buldukça «Ştankaş nın adını duyuyor ve ken- di kendine: — Saray şehrinde olup bitenleri ben burada biliyorum da bizimkiler uykuya mı daldılar kİ, bunlar gör- müyorlar? Diyerek hiddetinden çıldırıyordu. Ştankanın gittikçe kuvvetlendiği, Permi havalisini kasıp kavurmağa başladığı haberi ağızdan ağıza Ma- caristana kadar gelmişti. Rusyaya giden Moğol kumandanı Çutka kulağı delik, demir iradeli bir askerdi. Göktay ona güvenerek mü- teselli oluyordu. Göktay: —Beş bin kişilik bir kuvveti Çutka bir kaşık suda boğar.! Kanaatile Rusyadan > haber bekle- mekte idi. — Macar kralının yeni bir hilesi! Macar kralı Belâ, Moğol kuman- danının Polonya havalisinde karar. gâh kurduğunu duyunca sevindi, Ve Macaristanı tekrar Moğol istilâsın». dan kurtarmak için yeni bir hile dü- şündü. Güya Avrupa devletlerinin hepsi Ma caristana askerce yardım ediyorlardı. «Devletlerin her biri üçer, beşer bin muharib göndermiş diye balkanlar. da bir şayla çıkardız Kral bu şayl ayı Polonyanın her tarafına yaydır. mıştı, Göktay bunu duyunca telâşa düş- tü, O, Papanın, Moğollar “aleyhinde (harbi mukaddes) ilân ettiğini bili. yordu. Garb devletlerinin yardımcı göndermesi de akla ve mantığa uyar bir hadise idi, Fakat, Moğol kuman- danı her şeye ve herkese kolayca inanır bir asker değildi, Çarçabuk Macarca iyi bilen Moğollardan bir kas çını seçerek, ayrı ayrı yollardan Ma caristana gönderdi. 'Macarsitana giden casuslar garb devletlerinin gönderdiği yardımcı kuvvetlerin mikdarmı anlıyacaktı. Göktay: (Arkası var) (il Moğolların Rusyaya hükimiyeti on