pi emi lam AŞ ii AŞK ve MACERA NUVELİ Ben sizi severim, fem! Abdülkadir efendi, başı ucundaki Yâmbayı yaktı. Sonra rahat koltuğu- na yerleşerek, sebebsiz yere: — Dinini imanını, kızını kısrağınıl... » diye söylendi. Bu, onun en nezih ve en saf küfür- lerinden biriydi. Sokak kapısının açılıp içeri bazı kimselerin girdiğini duydise de yerin- den bile kımıldamadı. — Baba... — Baba... Sana Vahide hanımı ge- hanımmış,.. Sana itina ile bakacak- tır... Onunla konuşmak ister misin?.. Eminim Ki... Abdülkadir efendi, patlak gözlerini kızının arkasında duran ihtiyar kadı- na çevirdi; sert bir bakışla süzdü. İki üç kelimede bir, - denizde yüzer gibi - pofuyarak, ağır ağır: — Eh... Hanımcağızım... Seni göre- yim diye Üstüme düştüler, işte gör- düm... Pek te surataızsın yahu... Hay- di bakalım, oldu oldu, yallah... Tekrar koltuğuna gömüldü. ... Sabiha ihtiyar kadına mahcubiyet- le, yavaşça: — Dışarı çıkalım! «- dedi. Kapıyı kapadılar; arkalarından ku- Jaklarına kaba ve müstehzi bir kahka- ha çalındı. Yan taraftaki odaya geçer geçmez, Abdülkadir efendinin kızı bir koltuğa çökerek ağlamağa başladı. Vahide hanımın soluk yanakları da bu sahneden sonra parça parça kı- zarmıştı. Kısa cüssesini kabartarak, ağlıyan genç kadını muhakkir bir na- zarla süzdü: Neye müteessir oluyorsunuz, Sa- biha hanım!.. Göz yaşından ne çi- kar?.. Ben hayatımda ağlamam, güze- lim! -dedi. Tükürüğünü yuttu; ve bu hareketle sıska boynundaki damarlar kabardı. —... Bilseydim böyle bir muamele- ye maruz kalacağımı, katiyen gelmez- dim, fem... Ben, terbiyeli bir efendinin evine geliyorum sandımdı... Doğrusu sözlerimden hiç alınmayınız gözüm ama, pederiniz de hiç muamele bilmi- yor hani... Bugün el ekmeğine muh- tacım, fakat ne şekilde yetiştiğimi, nası! bir ailenin kızı olduğumu siz de pek âlâ bilirsiniz... Bu şerait tahtın- da burada bir saniye bile kalamam... Beni mazur görün, güzelim... Sabiha, yalvarırken: — Yok, yok... Şimdi hemen gitme- yin... Yemek yiyelim de öyle... Ben si- Zİ istasyona kadar teşyi ederim... Bar bamın yaptığı hareketten dolayı, bil- seniz ne kadar mahcubum... — Niçin üzülüyorsunuz?.. Yapan o, fem! — Vah vah... Sizi buralara kadar ” getirdim... Rahat edebileceksiniz san- mıştım... Şimdi ne yapacaksınız?.. — Kader... Elden ne gelir fem?.. Bir iş buluncıya kadat gene Naciye hanımefendinin yanında otururum... O, çok merhametlidir, güzelim... Sabiha biran tereddüdden sonra, mahcub bir sesle: — Size bir yardınıda bulunsam ka- bul eder misiniz? Vahide hanım, mağrur bir eda (le: — Hayır hayır, gözüm... Ne müna- sebet?... Hak etmeğiğim parayı ak mam... Genç kadın tahkire uğrıyan mlsa- firinin ne suretle gönlünü alacağını bilemiyordu. ik — Efendim... - dedi, - Size, babamın yanına gelmeniz için rica ettiğim za- man, bu teklifi bütün hüsnü niyetim» “bu bunamış adamı idare edeceğinizi sanmıştım... Yerinden kalktı; ihtiyar kadının © elini öperek: — Kuzum! Kusura bükmayin... Bi- © zi'aftedini Babam, hem hasta, hem k ibtiyardır.. — Estağfirullah, (em... Hem müs- Tüman kalbi de kin tutmaz, güzelim... kötü tersledim galiba... İçinden şöyle demişsindir, hanımcığım: «Amma da aksi ihtiyar.. Kızını da hiç saymı- yor...» Benim maksadım o değildi. Bastonile yere vurarak: — Kendimi sana tanıtmak, bunak olmadığımı isbat etmek istedim... Bu evde benim hükmüm geçer... Herkes beni saymağa mecburdur!.. Mademki bu hissiz kız beni terkediyor, ihtiyar yaşımda yalnız bırakıyor, Vehibe ha- nım mısın, Vahide hanım mısın, her kimsen sen yanımda otur... Kal bura- dal. Yok sofuymuşsun, yok beş vakit namaz kılarmışsın, o cihetler bana vis gelir... Böyle söylenmelerime, dırlan- malarıma bakmaz da beni çekersen geçinir gideriz!,. Kararını verdin mi? Ha... Düşünmek mi istiyorsun?.. Pek âlâ... O da hakkın... Fakat çok bekle- meği sevmem... İşte ana kadar sayaca- ğım... «Onl» dedim miydi cevabını v8- receksin!.. Bir, iki, üç... Vahide hanım, birdenbire; — Kabul ediyorum! - dedi, Sabiha, hayretle, gayriihtiyari geri- ledi. İki delinin ortasında yu bulunu- yordu?.. Gözleri Vahide hanımın azimkâr bakışile karşılaşınca, bir şey söyliyecekken sustu. Abdülkadir efen- di, memnuniyetle: — Hah şöyle, yola gel... Anlaşılan gen pek akülı hatunsun.. — Hayatta müşkülâtla pençeleşme- ğI severim fem!.. Bir şey gözümü yıl- dırmaz... Eminim ki ben vazifemi yap- tıktan sonra siz de memnun kalacak- SnıZ... — Mükemmel... Ben, azgın bir kurt değilim... Senin de bön bir yin ol madığın MY Sabiha on sekiz yaşmdayken, baba- sının emrile, kendisinden yirmi yaş büyük bir adamla evlenmişti. Kocası Ahmed Kemal bey muktedir bir mü- hendisti. İstanbulda güzel bir apar- tımanları vardı. Fakat karı kocanın arasında ne hissi, ne fikri biç bir ra- bıta teessüs edememişti. Erkek, karı- sını bir oyuncak, bir ev süsü telâkki eder; kadınsa, bomboş günlerini nasıl geçireceğini bilemezdi. Düğün olup fa İstanbula gidecekleri zaman, kız, babasına: — Haydi sen de gel... Köşkü kapat... Bir başıma burada ne yapacaksın, bâ- ba?.. - demişti, Fakat aksi Abdülkadir efendi ho- murdanarak: — Ben yerimden memnunum... İs- tanbul (***) Jerle ve (***) lerledolu... Onlarm arasında benim işim yok! - di- ye cevab vermişti. oturarak genç kızlık günlerini hatır- lardı. O, bu evde doğmuş; bu evde bü- yümüştü. Vahide hanımı getirdikten iki gün sonra idi ki gene odasına çıktı, Anne- sinin duvarda asılı resmini uzun uzun seyretti. Gözleri yaşla doldu. Henüz on yaşındayken onun vefkatir- den mahrum kalmıştı. Yazı masası- nin çekmesini çekti. Kurdeleyle bağ- Yanmış bir deste mektubu muhabbetle okşadı ve çantasından aynı renkte başka bir zarf çıkararak bunu onlara ilâve etti, O sırada merdiven gıcırdadı ve oda- nin kapısı vuruldu. Genç kadın ürke- rek yerinden fırladı: — Kim 0?.. Ne var?. - diye seslen- di. Vahide hanım, kapıyı açarak; — Bir şey değil, fem!., Benim... Si- zin bey, otomobili yollamış, İstanbula sizi istiyormuş, güzelim! Sonra, genç kadını süzerek ilâve etti; — .. Aman şekerim... Benziniz ne kadar uçmuş... .. Sabiha hazırlanıp evdekilere veda ettikten sonra büyük kapalı otomobi- le bindi. Biraz uzaklaşınca, şoför, ha- nımına gizlice bir tezkere uzatıp: — Bunu Bedri bey verdi efendim! » dedi. Genç kadın, yanakları kızararak: — Bizim bey yazıhanede değil mi?.. Eve geç gelecek her halde... — Öyle efendim... Zaten ehanıme- fendiyi akşam üstü gelir!» demişti. Fakat Bedri bey tezkereyi verince ben erkenden geldim. — O halde her seferki yere çek... Otomobil durur durmaz, uzun boy- lu, sevimli bir genç iki kolunu uzata- Bae — Bedriciğimi. Bak gördün ya.. 'Tezkerende verdiğin izahata göre ha» reket ettim... Dosdoğru sana koğ- tum... Fakat bu şoföre böyle emniyet etmek doğru mu? — Nasıl etmem?... O benim eski adamlarımdandır... Son derece sadık- tır... Onu ne dolablarla sizin eve yer- leştirmeğe muvaffak oldum, bilmi- yor musun? Tekrar öpüştüler, — İki senedir böyle sevişiyoruz; hakkımızda da hiç dedikodu olmuyor. Kimse işin farkında değil... Ah bu ak» şam da burada kalsan ne iyi olur... ne derim? Hem bu yalanlardan, bu dolablardan öyle bıktım Ki.. Kendi kendimden utanıyorum... — İmkânı yok, güzelim... Kocama | — Babamdan mı şikâyet edeceksi- niz? Alışamadınız mı? — Yoo, bilâkis, fem!.. Pederinizle aramız gayet-iyi... Yalnız, çok yorulu- yorum... İhtiyarlamışım... Dayanamı- — Ne'diyeyim Vahide hanımcığımı!.. Böyle işleri insan bizzat daha iyi ta- yin eder... Fakat ben kendi hisseme çok üzülüyorum; babam gene yalnız kalacak!.. Vahide hanım, keskin bakışlarile muhatabını süzdü ve ilâve etti: oturayım... Sert, aksi... Fakat doğru- su seviyorum... Beyefendi, Allah gös- termesin sıkıntıya da uğrarsa kendi- sine borç veririm, güzelim... Sebiha, ilk defa görmüş gibi, ihti- Sonra Sabiha uzun uzun düşündü. Bu muammalı sözle- re birtürlü aklı eremiyordu... ... Abdülkadir ©&« fendi Vahide ha- nıma günden gü- ne o kadar alıştı ki, ondan ayrık mak ihtimalini bir an bile havsa- lâsına, sığdıramı- yordu. İhtiyar ka- dın, evde hâkimi mutlak kesiimiş- ti. Oeski, silik, © müânasız kadınla bugünkü Vahide “5 hanım arasında biha babasını ziyare- te tekrar geldiği xw man bu müthiş değişikliği hayretle gördü. Genç ka- dın babasının romatizmalı eilerini avuçları içine alarak sordu: — Geldiğime memnun oldunuz mu?... Özlemiş miydiniz beni? İhtiyar, kızına kindar kindar ba- karak homurdandı: — Beni yemeğe bekletin... Ne di- ye bu saatlerde gelirsin, bilmem ki... Vahide hanım hemen söze ka Taştı: — İlâhi beyefendi... Küçük hanı- mi ne paylıyorsunuz?... Hem ben öy- Ie güzel yemekler hazırladım ki, da- ha iyi, Iştahanız açıldı, Afiyetle yer- siniz, fem! Sofra başına geçtiler. Sabiha, 86 nelerdenberi alışık olduğu bir şeyin noksan olduğunu farketli. Acaba neydi bu?... Sonra birdenbire hatır- ladı: Kuşlar... — A... Kuşlar ne oldu? Vahide hanım: — Beyelendiyi rahatsız ediyorlar- dı. Defettik, efemi - dedi. Sofrada, bütün muhavereyi idare eden gene oydu. Abdülkadir efendi hep onun söylediklerine kafa sallı- yor... Kadın, köskin v6 hâkim bir sesle knouşuyordu. Sabihanın gözleri önünde, yedi ay evvel gelen, ufak te- «Ben bu mürai, gizli hayatı yaşamaktan kendi , 1Zim fark vardı. Sa Sabiha: kendime utanıyorum amma, kocamdan ayrılmağa kalka. mam! Çünkü çok haşin bir erkektir!» dedi Sıska boynu üzerinde küçücük ka» fası, bir yılan başı gibi sallanıyordu. Gözleri kızamışştı... Bu, Abdülkadir edendiydi. Kadın- cağız, koşarak aşağı indi. İhtiyar âdeta onun üzerine hücum eder gi- bi öfkeyi — Dinini ,imanını... - diye baş» ladı. - abdal! Münasebetsiz! Buraya ne demeğe geldin?.. Defol. Kir boy- nunu... Sabiha, ortadaki masayı siper alâ rak sordu: — Ne var? — Ne olacak?... Vahide hanım gi diyor... Senin yüzünden! Onu tahkir etmişsin... Benimle gayri meşru münasebeti var demişsin... — Baba, ben öyle bir şey söyleme- dim... Kimseyi de tahkir etmedim... Annemin odasında yattığını görün- ce hayret ettim, İşte o kadar... — Evimin efendisi miyim, değil miyim?... Ne islersem yaparım... — 'Tabil yaparsın... Râk amma, kendini ne hale sokuyorsun?... Bü- tün kan başında... - Şimdi hastalar nacaksın... Abdülkadir efendi, yaralı bir boğa gibi soluyarak kanepeye yığıldı. Sie biha, Vahide hanımı çağırdı: —Ne var? Niçin gidiyormusus nuz?... Baksanıza, babam ne hale girdi... — Herkesin bir izzetinefsi var dır, fem!... Namusumu lekelete- mem.. . Burada kalışım sirf sadakar Sabiha ile kocası telgrafı alır el- maz hemen otomobile atlıyarak ba- balarının köşküne gittiler. Bahçıvan, güzyaşlarile onları karşıladı. Genç kadın telâşla; — Nasıl?... Babam nasıl?... — Ah... Zavallı efendimiz... Bu cevabın felâket haberi olduğu nu anladılar. — Devamı 11 inci sahifede — icdk sui