15 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

15 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

> T 9: 15 Mayıs 1938 Bahçe ve çiçek sevgisi son senelerde artmağa başladı İstanbulda 1800 çeşit Gül var bu sene daha 500 çeşit getirtilecek Avrupada turfanda flde yetiştirilen yerler ve bir ile tarlası Geçen gün üç beş arkadaş dereden len konuşurken mevzuumuz çi- Çeğe intikal etti. En yaşlımız: » — Biliyor musunuz, dedi, İstanbul- da iki bin çeşide yakın gül yetiştiren Şiçekçiler var. Ben gözlerimle gördüm Ye hayran oldum. Arkadaşın bu sözleri beni biran dü- Şürceye sevketti ve allı, beyazlı, sa- nlı, pembeli bilerce güller gözlerimin Önünde geçid resmine başladılar, Ni- hayet boş bir günümü çiçeklere has- Tetmeğe karar verdim. Tanıdık me- Taklılardan bir çok adresler aldım, bir bayli bahçeler dolaştım, “ Şimdi size «çiçeku mevzuu üzerin- de çekinmeden konuşabilecek, en sa- lâhiyetli ağızlardan topladığım malü- Matı vereyim: İstanbulda tamam 1800 Çeşid gül yetiştiriliyor. Şüphesiz bun- x Avrupa gülleridir. Meraklılar bu- ya tohum, fide idhal ediyor ve bu- ie çoğaltmasına çalışıyorlar, Hükü- n getirtilen çiçekler için T 'eşidlerin bu ka m etmiştir. madığını bildir tle sormuş: siniz? Bu güzelim çe- ettiniz yoksa? «Eğer biz her ye- iz çeşidi ilânihaye muhafa- Xa elmeğe kalksaydık çeşidler o kadar Çoğalırdı ki, buna ne bahçelerimiz ye- dü, ne de memleket dahilindeki çi- Şek meraklıları!» İşte bu muhabereden de kolayca nlaşılır ki, Avrupadaki gül çeşidi sa- işi Bilhassa gül bahçelerile meşhur Fran. 8a bütün dünyâya çiçek ihraç ediyor, İsviçre ve Almanya da onun peşini bırakmıyorlar. Çiçek meraklılarından biri sırf gül bahçelerini görmek için Avrupaya git- Miş. Tren onu şehirden şehire götü- ürken üç,dört saat süren sümbül tarlalarına; dört, beş saat devam eden renk renk gül bahçelerine raslıyor- muş. Trenden indikten sonra merak- lanıp bir anlıyandan sormuş: — Bunlar ne büyük çiçek tarlaları böyle! Acaba sahibinin gözü doyması için mi? Herhalde öyle olacak, Çünkü, müşteri bulmak şöyle dursun, bunları koparıp havadan memleket Üzerine serpseniz halk çiçeğe garkolur. Beriki gülmüş: — Siz bir kaç tarla gördünüz. Bura- da daha bunun gibi kaç tane vari. Hem hepsi de ayrı ayrıdır. Meselâ gül bahçesinde bir tek başka çeşld çiçek göremezsiniz, Her çeşid çiçeğe ayrı bi- rer bahçe tahsis edilmiştir. Şüphesiz bunlar memleket ihtiyacından fazla- dır, Fakat ihracatın seneden seneye çoğalması nisbetinde çiçek tarlası ade- dini de arttırmak mecburiyetinde ka- yoruz. Bizim çiçek meraklısı hayretten do- na kalmış ve İstanbuldaki eski aktar dükkânlarını andıran kendi bahçesini hatırlamış. Yani ne cins çiçek ve mey- vâ arasanız bulacağınız bir bahçe... sax Peşlerine bir kadın ismi takılmış olan ı mazisini hiç merak ettiniz lâ Mm, Butterflay, Mis Elizâ- bet, Kontes Sastago, ve saire... Çiçek- lere bu isimler acaba ne sebeblerle ve- rilmiştir? Zamanın en güzel kadınla- rma mı izafe edilmiştir? Filhakika bir iki çiçek vardır ki, bunlara kadın is- mi verilmesinin sebebi aşağı yukarı böyledir, Mirasyedinin biri güzelliğile meşhur bir kadına âşık oluyor ve çi- çek enstitüsüne yeni çeşid bir gül çı- karttırarak demet demet sevgilisine gönderiyor. Bu şekil tabil çok pahalı- ya mla oluyor. Bir çok güllere kadın ismi verilme- sinin asıl sebebi şudur: Avrupada ye- ni çeşid çiçekler vakit vakit mezada çıkarılıyorlar, Mezad sahası az zaman- da meraklılarla dolunca müzayede başlıyor. Nihayet en yüksek fiati kim verirse çiçek onun üzerinde kalıyor. Avrupada çiçek alıcılarının, bilhassa müzayedeye iştirak edenlerin yüzde sekseni kadın olarak tesbit edilmiş- tir. Binaenaleyh çiçekler de ekseriya kadınların üzerinde kalıp madam fa- lanca... diye isim alıyor. Erkeklerin üzerinde kalsa bile onlar da çiçeğe bir kadın ismi veriyorlar, Fransada ka- dınlar arasında yeni çeşid bir tek gü- lün müzayedede binlerce franga ka- dar çıktığı ve pek fevkalâdeden olarak bu rakamı da aştığı görülmüştür. den çok fazla kadınlar düşkündür, ass Memleketimizde çiçek merakı eski- den çok büyüktü. Umumi harbden sonra bu merak azaldı. Fakat son za- manlarda yeniden artmağa başladı. Apartımanların taraçalarında saksı dizileri, kışlık, yazlık bahçeler göze çarpıyor. Çiçek pazarında alıcı kalaha- Tığının fazlalaştığı görülüyor. İstanbuldan Ankara, Eskişehir ve diğer bir çok yerlere de çiçek ihracatı yapılmaktadır. Memleketin çeşidli çi- çek ihtiyacını İstanbul temin etmek» tedir. Bütün bu işleri gören bahçeler- de şehrin köşelerinde meydana getiril | miştir ve çok iptidaldir. Fransada, Ak manyada ve İsviçrede olduğu gibi biz- dede pek âlâ yeni güller yaratılabilir. | Fakat, çiçek alıcısı mikdarının azlığı, | fazla masraf bahçe sahiblerini böyle | bir teşebbüse girişmekten korkutuyor. | Bizde de mezadlar, sergiler vücude | getirilse, halka çiçek sevgisi aşılansa memlekette en yeni gül çeşidieri yapmak mümkün olacaktır. Bugünkü | vaziyette çiçekçiler çeşidleri Avrupa- dan getirtmeyi zaruri buluyorlar. Piyasada bir aydanberi Avrupa gül- leri görüyoruz. Yeni çıktığı için bun- lar pahalı satılıyor, Pek âdilerinin ta- nesi bir kuruş, iyicelerin 10 ve bu mev- sime göre en iyilerini ntanesi 20 ku- | ruştur. Çiçek çeşidi yetiştirme sanatinin bizde ne kadar geri kaldığını göster- meğe şu yeter: Yerli güllerimiz, yere bakan, okka, Van, Kayısı, istifi güzel ve Muhammo- diye cinslerinden ibarettir. İstiri gü- zel senede iki defa, diğerleri de birer defa açıyorlar. Bunların senede üç, dört defa açmaları burada temin edi- lememiştir. Fakat Avrupa bizden ok- ka gülünü istemiş ve kısa bir müdde sonra her zaman açanını yaratıp gön- 'dermiştir. Bizde bahçe sahiblerinin kazancı da fazla değildir. Kâr nisbeti bahçe sahi- binin çalışmasına, fazla adam kullan- masına, bahçesinin büyüklüğüne, kü- çüklüğüne göre değişiyor. Aylık ka- zanç vasati olarak 60 - 150 lira arasın- dadır; Bu rakamlar bazan azalır, ba- san çoğalır. Fakat, fırına ve şiddetli yağmurlar neticesi bahçelerin harab olduğu ve bütünbir senelik emeklerin boşa gittiği de vakidir. İstanbuldaki 1800 gül çeşidi, bu se- ne yeniden getirtilmesi düşünülen 500 yeni çeşid gülle iki bini geçecektir. Avrupadan gülle beraber lâle ve Gie- yor denilen cins çiçekler de çoklukla getirilmektedir. Bir zamanlar lâle devrinde lâle sev- gisi almış, yürümüş, saray bahçelerine harıl harıl lâleler dikilmeye başlan- mış, şairler lâlelerden ilham almışlar; sahifeler dolusu şiir yazmışlardı. Şim- di de gül devri başlamış bulunuyor. Necmi M, Erkmen Yazan: Sermed Muhtar Alus Tetika No, Tefrika Mo. 61 NANEMOLLA Çığırtkan omuzdaş ta yamanlardan ha... Tatavlalının ensesine el attı. Bir iki kere çekip herifi salladıktan sonra bir şaplak yapıştırdı: — Nasıl?.. Rüzgârı bu... — Zanimi yaktin bresi... — Rüzgârı, senin gibi ayıların canı- na okursa, asıl kendini yiyecek mâ» hallebici beylerin halini düşün. — Benim yumruk ta bosa atma. Kime vuruyorum, bir tefa daa kalkmi» yor yerinden... Zırva tevili yok, göz göre göre Na- nemollaya taş atıyorlar, Landodakilerde artık arabacı çağır- ma falan yok. Ki yerlerine, Tahatları rahat. Küçük, fınl fırıl şem- siyesini çeviriyor; hampur çeken çin- gene çocuklarımı göstererek katılıyor, Dudu ise durmadan fıstık, fındık, ka» “akçekirdeği, kiraz erik tıkınıyor.. Arabanın içini süpür, kabukla, çe- kirdekle kovayı doldur. Zebelin omuzdaş, bir ıslık daha öt- türdü: — Arabın kulakları sağır oldu ga Jiba? — Biliyorsun, bir dalavere yakala mis. — Dalaverenin de zamanı var, Şim- di sırası m? Arab Tayfur da kaldırım kabadayı" larının en namlılarından, e aşa- kilmiş olan İrfanı gösterdi, Üç çift göz o tarafa dikildi. Pembeten, gene göğsünde minyatür nişanlar, kravatındaki pırlanta iğne- yi düzelte düzelte, altın başlı bastonu- nu göstere gösetere, lâvanta kokuları içinde, baston yutmuş gibi geliyordu. Küçük Karakaşyanın ukalâlığını ve çekingenliğini biliyor. Hafif bir bebes- sümle baş kesti, Etrafın yaygaraları asümanı tutu- yor: -- Bulgurlulu Deli Reşidin kır kıs- Tağı önledi!.. — Muhacirin yağızı yetişiyor bel.. — Merdivenköylü Eüsmenin ka hepsini geçecek... — Yu, yul., Marsıvanlar da mi ya- rışıyor? Kalburun üstündekilerin bunlardan haberi var mı acaba?.. Sultan efendiler, landoların ipek İ perdelerini kaldırmışlar, tek taş pır- lantalı parmaklarını pencerelerin ke- narına koymuşlar, incili tüy yelpaze- leri sallayıp duruyorlar. Maiyetlerindeki hazinedar ustalar, İ saraylılar etekleri tutuşmacasına Çır- İ pınmada; biribirlerini ite kaka pence- relerden sarkmada; erkeklere yiyecek gibi bakmadalar... Şehzade efendilerin tüylüleri ve bu- runileri, peşlerinde hadımlar, ağalar, atlar üstünde, Tüysüz tüysüzleri, ya- nl sübyan civanbahtlar, karşılarında lalaları, araba minderlerinde ayakta- lar... Şehriyar damadlarının içinde en- der olan kurumiler, faytonlarını ko- nak kupalarının karşılarına çektir. mişler. Gayet mağrurane, ihya ediyor- muşçasına, Yanya bakışile, yani göz ucundan tatlı bir nazarla, iltifatlar bezlediyorlar, Kibirsiz, gönülsüz da- mad beyler yılışkan mı yılışkan, sırna» * şık mı sırnaşık. Konak kupalarındaki hanfendiler de mukabelede; ayni zamanda da (Bs- buke), (Milflör), (Opoponaks) lâvan- talarını yaşmaklarına, feracelerine, arabalarının içine serpiştirmedeler, Bir tarafta en kibarvari halleşmeler, öte tarafta işaretlerin en âdileri, en basmakalıbları: Gözleri bayıltarak çiçek koklama lar (kokun beni böyle mest eder mâ- nasına). Göğsünü indirip kaldırarak avucu kalbe bastırmalar (yüreğim A5- kınla çarpıyoru ifade), Ceketi ilikle- yip düğmeleri kopararak birden çöz- meler (derunumda ateş var, yanıp tür tuşuyorum). İki parmağı yanyana ge- tirip derin nefes alışlar (biribirimizin olursak bahtiyarım). Kolları kavuş- turup baş titretişler (derağuş etmeğe can atıyorum)... i Tatavlalı Koço, rels Omuzdaş, arab Tayfur Yerlerde kilimlere, portatif iskem- lelere oturmuşların, kalabalık arasın- da ayakta kalmışların hallerini, mari- fetlerini tasavvur edin artık. Pembeten, Küçük Karakaşyanın landosunun önünde, altın tabakasını gene cepten çıkardı: — 250 Mik sigaralardan alın yahu!., Omuzdaş, Arap, Tatavlalı, afice bi- Ter temennah çakıp cıgaraları aldılar, Eşrefin dudakları kıpırdadı: — Sırası geldi mi Tayfurcuğum? 'Tatavlalı ondan evvel cevap verdi; — Tam vakit simdi!., : Arabın kolunu dürttü: — İlk belâ kim sikarazak? ben, yoksam reyisaki? Arab, koca gözlerini açtı: — Ulan yavaş söyle, itoğln it anlı- yacak; hanedan arabalarının yanına Omuzdaş reis, kollarını arkaya, göğ- sünü öne vererek, gerinir gibi yaptı: — Şerefsiz olayım ki orada da bi- nerim tepesine hergelenin!.. Eşref, kaşlarını çattı: — Yavaş, acele minganis.. TTatavlalı hak verdi: — Beyimu biliyor, istaso reyisaki.., Siga siga vre.. Arab Tayfur öfkeli öfkeli bakarken, duramadı: — Lükerdacılığı bırak be kardaşim, işi çoluk çocuk oyununa çeviriyorsun. Katırın kuyruğu elimizde; raconu boz» miyalım, baksana etrafa. Pembeten şüpheye düşlü: — Yoksa aynasızlardan biri mi gö- züne çarptı? — Gö çarpan marpan yok, maksadım herkese karşı fiyakasızlık etmemek; ayılar bilmem nesile oynu- yor dedirtmemek... Mabeyinci beyin rengi attı; dili do- laşıyor: — Şey.. ne diyecektim? Galiba Deli Abdiftü gördün, — Allah Allah!., Delilerden, Abdül- lerden çekineceksem hiç yaşamayım. — Yoksa kapıcılar kâhyası Musa mi buralarda? — O da cart kaba kâğıdlardan, on- dan da korkum yok. Omuzdaş da şimdi kızdı: — Kuzum beycağam, sen bizi Ka- ragözdeki deve derisinden tuzsuz Be- kir mi sanıyorsun .. Saldırmaya, gad- dariye lüzum yok, Abdül gibileri, Mu- sa gibileri kuru yumrukla haklarız. Tatavlalı da araya karıştı, Kafasını uzatıp tos vuracakmış gibi yaptı: — Bunu, deyil adam göğsüsünde, tas duvarda vuruyorum yikiliyor o duvar... Eşrefin gönlü bulanmış bir kera Bir sual daha geçti: — Pehlivanı bugün bu taraflarda gören var mı? Üç cevap birden: — Eobyarlı Tevfik reisi mi, — Onikilerin Arab Abdullahını mu? — Çakanoz Yani soruyorsun? Eşref: — Halil paşayı, seryaveri!.. diyince dudaklar büküldü, ağızlar çarpıldı: — Ateş olsa cürmü kadar yer yar kar, . — Nihayeti o da insan... — Ne zaman bir kisi sisman, yok onda kürek (yani yürek)... Sen,

Bu sayıdan diğer sayfalar: