11 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

11 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

IR xa olan bus r bu Bus nane 11 Mayıs 1938 k. AKŞAM an içinde Monpelye asıl- #adelerinden biri, Nansi valisinin kı- inu almıştı; bu izdiyaçtan dokuz ay ön gün sonra dünyaya bir çocuk gel- Ül; adını Massov koydular, Massov, Arşidüka Leopoldun ben- Beleri arasında büyüdü. 13 üncü Lü Mrdusunda binbaşılığa kadar yüksel- Ül; yükseldi ama, kumanda ettiği ta- burun ayniyatını satıp parasını ken- Hi cebine atmağa başladı. Nihayet şi- kâyet ettiler. Bir müfettiş tabur ku- mandanının hırsızlığını tesbit etti, Krala rapor vereceğini söyledi. Massov hiddetle tüfeğini kaptı, müfettişe dip- tiğile vurdu: «Al dedi, bunu da krala veri.» © Mesele bütün bütün çatallaşmışta. Massov farkına vardı, müfettişin şaş- Kınlığından istifade ederek kendini dişarı attı, bir ata bindi, hududu aştı, Kölonyada soluk aldı. 1638 dayız... © devirde Kolonyada 6 ncı Şarl kar Targâh kurmuş, on senedir Fransa İle Mücadele ediyordu; Fransa elinden ğini almış, onu serseri bir kabile Telsine döndürmüştü. 6 ncı Şari, gas- bedilen dukalığını ele geçirmeğe uğra- Şiyordu. Massov gibi hem açıkgöz, hem &sker, hem de Fransayı tanıyan bir âdam kendisine çok yararlı olabilirdi. #ovu iyi karşıladı. Kısa zamands Sov; 6 ncı Şarlın en yakın, en sa Mimi dostları arasına girdi, Massov, #ehede elli bin lira tahsisatla piyade fırkası kumandanlığına tayin edildi. Gci Şarl onu Kolonya asılzadeleri ile ştırdı, ... Massov, Kont İssemburg ile de ah- bâb oldu, Kont İssemburg, Lüksem- burg kumandanı, topçu generali idi, mdisine Tuazon d'Or nişanı veril Mişti, Bu'asılzade ilk karısı öldükten Sonra, Hohenzolern kontu Jan » Jon fun kızı, Mari - An - dö Hohenzolernle #rlenmişti, Mari 1614 de doğmuştu. Yirmi iki Yaşında dünya güzeli bir kızdı. Koca» Shin nüfuzuna inzimam eden bu gü- Zellikle, İssemburglar, Kolonyanin bütün asılzadelerini etraflarına topla- Büşlardı. Massov kendini bu karı ko- irdi, Sevimli ve güzel de dans ediyor, mü- or, biraz da resim yapir burgun maiyetindeki Massovun etrafında dönmeğe başladılar, emburg, karısından otuz Yaş büyüktü. Mari musikiyi çok sever- d. Mi: İlüt çalar mısınız? ricasını Mari sık tekrarlamağa başladı. Massov fitit Şâlarken Marinin kalbini de çaldı... Ve günlerden bir gün, Mari sevgili- boynuna sarıldı; — Ben artık sensiz yaşıyamam, be- Ri kaçırı dedi, at sevişmeleri için bundan baş- Ya çare yoktu, Kont çok kıskanç bir İlk karısını da kıskançlık yü- Münden öldürmüştü, Kadın İki saat İçinde esrarengiz bir hastalıktan ölü- €sine başka mâna veremiyorlar» Massov Mariye sordu: — Nereye kaçalım? — Fransaya, Massovda şafak attı. Fransadan fi- YAT Gttiğini, bir daha oraya gidemiye- i sevgiliye söylememişti, söyle- te istemiyordu. O zaman kralm olan Sen - Simona bir mektup 1. Kendini krala affettirmeğe mu- Vaftak oldu. Ama bir şartla: Müfetti- e tarziye verecekti. Massov ka- i, Nan ik u anlaştı. msiye gitti, küçük kardeşi- , .” 4, Pİ gün, bir öğle üstü Massov kar girin arabası İssemburgların kona- önünden geçti, O gün at panayırı di. Şehir kalabalıktı. Hiç kimse, m İki kadın bulunan arabaya dik- etmedi. Mari ne kadar elması, ne T parası varfa yanına almıştı.. e kapısına kadar rahat geldiler. hâR halk arabanın etrafını çevir- Mİ Mari kisa bir n geçirdi. Mas- aybetmedi, bar ilip arabaya yol Genç Fransız zabiti, güpegün- » halkın gözö önünde Hohenzolern esini böyle kaçırdı... Hai Yerdi, düz Firarllerin arabası şehirden uzak- | Jaştıklan sonra peşlerine bir Fransız müfrezesi takıldı. Fakat arkadan kon- tun askerleri de yetiştiler. Vuruşma inip kavgaya karıştı, Ağabeysi, sevgi- Msile uzaklaşırken küçük Massov yâr ralandı, esir düştü. Kolonyaya götü- rüldü ve idam edildi, Bu facıa Massovun umurunda bile olmadı. Sevgilisi (le beraber, başbaşa Parise vardılar, yerleştiler. vakit geçirmiş, menlerile bir arada görünüyor. ai ğruna sefalete düşen prenses Kont İssemburg kıskançlıktan ve hiddetten kuduruyordu, Karısının Pa- riste olduğunu haber alınca yeğeni Kont Bomonu Parise gönderdi, 18 ün- cü Lülden karısını kaçıranın tecziyesi- ni, karısının da geri gönderilmesini is- tedi. 13 üncü Lül taş gibi bir adamdı. Aşkın ne olduğunu bilmediği gibi, se- vişenlerin de düşmanıydı. Kontun İs- teğini kabul etti, Bereket versin Rişö- yö araya girdi, meseleyi yatıştırdı. Fakat sevgililerin rahatı kaçmıştı. Overnyaya gittiler ve orada bay ve ba- yan Meple adını alıp yerleştiler... Sevgililer üç dört sene herkesten uzak, rahat bir ömür sürdü. Artık her- kes onları unutmuştu. Kimse asılları- ni tanımıyordu... Yeryüzünde kimse uzun zaman râ- hat edemezmiş derler, Massov bir gün uşaklarından birine kızdı, kovdu. Adam soluğu doğru Tuluz kumanda- nında aldı, ve Meple ismi altında ya- şıyanın kralın hafiyesi Massov oldu- ğunu haber verdi. Massovu tevkif etti- ler ve hâdiseyi, o zaman Rişöliyönün yerine geçen Mazarene yazdılar... Mazarenden şu cevab geldi: «Massovun bir Alman prensesini kaçırmaktan başka suçu yoktur, sdam- cağızı rahat bırakınız.» Bu cevab gelir gelmez Tuluz kuman- danı bizzat hapishaneye gidip Masso- vu tahliye etti, özür diledi... Marinin hüviyeti anlaşılınca, hayat- larını değiştirmek mecburiyetinde kal- dılar, Konak tuttular, hizmetçi uşak sayısını arttırdılar, arabalar atlar al- Ve nihayet günün birinde paralar suyu çekti, Longen köyüne hicret etti- ler, bir barakaya yerleştiler, Mari ça- maşırını, bulaşığını kendi yıkıyor ve bir kaç para kazanmak için başkaları- nin da çamaşırlarını yıkıyordu... Ka- dın, bu aşk macerasına atıldığına piş- mandı, pişmandı ama, son pişmanlık para etmiyordu. Masşov nihayet kendine orduda bir Sseylslikwazifesi buldu. Mari - An dö Hohenzolem de bir manastıra kapan- dı, 1670 de orada öldü. S.İ.S. — İzmir (Akşam) — İzmir Halkevi Köycülük Komitesi, sk sık köylere gezin- tiler tertib etmekte, köylünün derdlerile ehemmiyelle alâkadar olmaktadır. Komite ile birlikte köylere giden doktorlar hasta köylüleri, baytarlar, köy hay» vanlarihı muayene etmekte, hastalara ilâçlar parasız temin edilmektedir. Hâ- tibler tarafından verilen konferanslaris devrim köylü arasında 0 kökleştiritmele tedir, Yukarıdaki resimde Halkevi köycülük komitesi üyeleri bir arada görür < Yazan: Sermed Muhtar Alus NANEMOLLA İrfan çoktan atlamıştı paraşuldan, | Tufan arabanın içinde ayakta: — Seninkini görebilir miyim diye bakıyorum aslanım. Halbuki Atlı Hasası aramada... Bu mahşerin içinde Küçük, Atlı hasas kolay kolay bulunur mu? Meydana yaklaştılar. Söküp ilerile- mek imkânsız. Yarılacak saflar üç, beş, sekiz değil ki. Yirmi mi, oluz mu, kimbilir? Peki, geridekiler ne mi görüyor?. Hava civa... Tufan çare düşünüyordu. Önünde boş bir kira faytonu var, Arabacı, ya- nına iki ahbabını almış, arabacı yerin- den ayakta meydanı seyirdeler, — Efendi biraderler, dedi. Âdile sul- tan hazretlerinin landoları ne taraf- ta?.. Müşarünileyhanın ikinci ağası- yım. Arkamızdan düğün meydanına yetişin diye emrettilerdi. Arabacı yerindekiler aşağı atladılar: — Sultan efendilerimiz çok ağacı- gım. Çık, bakl., Tufan arabacı yerine sıçradı, Meydanın karşı tarafında boylu bo- yunca konak arabaları, Arkalarında kiralıklar, paraşoller, çekçekler... Sol yanda da sıra ile öküz arabaları... İrfan duramıyor ki: — Görebildin mi? — Bakıyorum Mehmed ağa... Kurnazlığını bir daha deneyin, Güzelim, beyim, vezirzadem diyip he- rifleri şüpheye düşürmüyor... Sultanı arıyan ağafendinin yanındaki bu gü- zel, bu bey, bu vezirzade ne oluyor de- mezler mi?.. Boşboğazlık etsinler de başa derd mi çıksın? Tufan, aşağı hopladıktan sonra, (teşekkür ederim biraderler) diyip" İrfanı geriye çekti: — Meydanın karşı tarafı araba par zarı, Oraya ayak basabilmenin çaresi- ne bakalım; Küçüğü elimizle koymuş gibi bulalım.. Şimdi bir yol keşfi lâzımdı. Sağa yürüyorlar, Gittiler gittiler. Kalaba- lık bir çite dayandılar, İçerisi bostan, — Tufan efendi, paralar emin ye- rinde ya?.. — Göğsümdeki torbada, gözüm. — Sana us bahası olmamış. Bostan- dan mı geçeceğiz? Evet, bostandan geçip meydanın ar- kasına dolanıverecek; köpek möpek düşündüğü yok ve lâkin bahçıranların köteğini yemek var... Çitten içeri atlayınca, bunları hır- sız diye yakalamazlar mı? Geri döndüler, Solu tuttular. Gene gittiler gittiler, Ötesi çıkmıyor. Şimdi dayanan bir köşk bahçesi, — Peşimi bırakma, paşazadem... — Nereye gidiyoruz? — Nene lâzım, peşim sıra geli Caddeye indiler. Sağa döndüler, Tu- fan, tahta parmaklıklı bir kapının çen- gelini kaldırdı; sellemehüsselâm bah- çeye girdi. Köşkün kapısını vurdu. — Ne yapıyorsun azizim? — Bana bırak! Küöşktekilerin hepsi öbür taraftaki pencerelerde, meydanı seyirdeler ola- cak ki duyan yok. Vuruşların daha kuvvetleşmesi üzerine, balkondan or- ta yaşlı bir hanım uzandı: — Kim 6? — Bir şey istirham edeceğim hanfen- diciğim! — Buyrun! — Bendeniz we refikim, Âdile sul- tanı aliyetüşşan hazretlerinin hizmet devletlerinde müstahdemiz, Müşarün- Mleyha, köy düğününde teşrif ederlerken arkalarından yetişmemizi emir ve irâ- de ettilerdi. Malümu seniyeleri karşı- ya gidebilmenin imkânı mefkud. Der- lethaneniz bahçesinin geride kapısı mevcudsa, müsaade de buyrulursa ge- İrfan görülecek halde, Şanjan ku- maş, onun yüzü tahta parmaklıklı kar pıya tutunmasa yıkılacak, Meyva ağaçları, üzüm kütükleri, sebzs tarhları arasındaki yoldan yü- rüyorlardı. O sene bahar erken bastır. dığından, dallar yakut gibi kirazlarla, sümrüd gibi caneriklerile, kehribar gibi zerdalilerle, kayısılarla pıtraktı. Tufan ağız şapırdatıyordu: — Rakı mezelerini gördün mü?, yemişle içmeğe can veririm. Çene kavaflığında: — Çocukluğum hatırıma geliyor el- masım, Hasekide, Çavuşhamamında otururduk, Mahallede bostan say, Sa- ğımız, solumüz, arkamız bostan, Bir ikimiz dalardı kapıdan: (Dimitri, Ni- koli, Pandeli!.. On paak taze soğanla on paak taze sarmısak kopar). Bahçı- van soğan, sarmısak tarlasına gitti mi, sekizimiz, onumuz, haydindi hop- Ja da gel, şalvarı topla da gel, yallah duvardan bostanın içine, Hazırlığımız tamam, pantalonların paçalarını bağ- lamışız. Kirazları, erikleri, kayısıları yol bire yol; mintanın, pantalonun içine doldur bire doldur. — Aman ha, çocukluğun tutmasın, burada da koparmağa moparmağa kalkışma... — Daha Toptaşılık olmadım... Bahçenin nihayetine geldiler. Şim- di de öbek öbek, kıvırcık yeşil salata» lar; teki bir kucak dolduracak maruk lar. “ — Oturt beni buracığl, yanıma da yarım okkalığı koy, karşıdan seyrine bak nurum. Gence zihni meşgul, dünyasından haberi yok diyorsak alıkemeti de de- medik ya, Bastibacak istediği kadar azı dişinin domuzluğundan, Boğaziçi poyrazının hınzırlığından tutturuğ çenesini, ayaklarını göstersin, o, işin farkında fakat oralı olmuyor, vurdum. duymazlığa geliyor. Köşkün arka kapısından çıktılar. Sağa dön, meydanlık, Tufan geriledi: — Sen yürümene bak, ben şimdi yetişirim aslanım!, Kuzu kuzu giderek, bahçenin aralık kapısından kayıp bir marul koparır koparmaz, hemen dışarıyı buldu. Du- varın kenarına çömelip rakı şişesini ağızladı; üstüne de, marulun göbeği- nin yarısını tıkıp yarısını cebine koy- du ve koştu İrfan, cebinden aynasını çıkarmış; fesini, platron böyunbağısını, yakasi- nı, üstünü başını yola koymakla meş- gul... Müşterileri inip ileriye, meydanın kenarına gitmiş boş çekçeklerin, tan- gırların, paraşolların arasından; — Dayı, beygirin ısırmaz ya?.. — Ağam, senin doru huysuza ben- ziyor, okşa şunu... —Hemşerim, sevabına bir karış öne çek!., diyerek geçtiler ileri, Tufan içinden gene küfürlerde, Ha» sibe kaltağı buralarda ne arar?. Ka labalığa karışıp itlerle omuz omuza, göğüs göğüse gelmek varken... Nanemollada şu hükümde: Küçük, aklına esince ne derece Zif« deli, mor keraki olursa olsun, bu ara» balara binmez, buralarda durmaz, Bu» na imkân ve ihtimal mutasavver des gil. Zirzopluğu yaparsa bile yolile ya» par o. : Landoların sırasına yaklaştılar, Sos Kulurlarken, burnu sikılanların bağrı« şına benzer bir ses: — Ulek hereye gidiyorsunuz, gözü nüz kor mu, burda Madiya sultan afandının arabası duruyo... Gökten yıldız toplıyacak bir hârem- ağası, patlak gözlerini, koca dudaklar rını açmış, elinde kırbac, karşılarına dikildi; — Şabuk şekilin geri, defolun bur- dan! — Vallahi, kuranıkerim çarpsın ki dik?.. Emrin baş üstüne, derhal çekile- Um!.. Biraz daha öteden geçecek oldular, Deminkinden daha azılı, gene eli kım baçlı bir arab göğüslerine dayandı; — Burda kımı arayorsunuz, ne İşi» niz var kopoğluları, Âdile sultan afan- dının arabasının yanında?., Şimdi ke- miklerinizi kırayım mı hayvan şapkın- lar? Oradan da sıvıştılar. İrfan mahvo- Tuyordu. Aarabından, çorabından bile zılgıt yemek, bahtta buda mı vardı?.. Tufan çene işletmede: — Hiç aldırma, keyfini kaçırmağa deymez beyciğim. İleri yürüdüler. Gene katarın ara» sından geçeceklerdi. — Yasak! basın geril... ÇArkası var) |

Bu sayıdan diğer sayfalar: