Bahife 12 HER AKŞAM BİR HİKÂYE Cevad tavla zarlarını avucunun içlude sallıyarak karşısında oturan Belime sordu: — Şöyle güzel bir ipekli gömleği- ne benimle beş oyun tavla oynar mi- sın? Selim gülümsedi: — Kabul... Tavlanın pullarını dizdiler, oyna- mağa başladılar. Biz meraklılar bu heyocanlı maçı seyretmek için masa- nın otrafına biraz dah yaklaştık. Cevad ilk oyunda Selimi mars etti. Zavalh Selimin fena halde cani sıkıl- mıştı, Çünkü işin ucunda pahalı bir ipekli gömlek vardı. Lâkin ilk oyun- da rakibini mars eden Cevad da su- ralını asmıştı. Onun bu halini gö- renler soruyorlardı: v — Yahu niçin suratını astın... İş te ilk oyunda mars ettin, Memnun olacağın yerde surat asıyorsun... Cevad canı sıkılmış bir tavırla; — Bırakın Allah aşkına, dedi, işi- me karışmaymız... Pulları tekrar dizdiler. Oyuna baş-” ladılar. İkinci defa Cevad gene Selimi mars etmez mi? Selimin burnundan düşen bin parça olacak... Fakat kar- şısındakini üstüste İki kere mars eden Cevad, Selimden ziyade hiddetli idi, Rakibine sert sert çıkıştı; — Selim, bu senin yaptığın rezalet amma... İnsan üstüste iki kere mars olur mu?.. Hayatında hiç tavla mı oynamadın yahu... Mademki tav- ladan anlamıyordün karşıma geçip neden benimle oyun oynamağa kalk- tın? Selim Cevadın bu hiddetine şaş- malşta: Tuhaf şey, diyordu, bu ne hid- det birader... Üstüste iki kere mars olduğum için ben kızacağım yerde sen küplere biniyorsun... — Canım insan karşısında da mü- kemmel bir oyuncu istiyor. Yoksa karşısındaki oyuncuyu öyle çabucak yenince oyunun zevki kalmıyor ki... Tekrar oyuna başladılar, Cevad üçüncü bir mars daha yaptı, Oyun bitmiş, Selim yenilmişti. Fakat bir hamlede rakibini yenen Cevad büyük bir hiddet içinde tavlayı kapadı: — Bende aptallık ki sizin gibi ace- mileri karşıma alıyorum da tavla oy- nuyorum... diye söylenmeğe başladı. Onun bu hali hepimizi güldür. müştü. Herkes: — Böyle garib bir vaziyete de ilk defa rastlıyoruz. Yenilen değil de yenen kızıyor. Tuhaf şey... diyordu. Gazinodan Ceradla beraber çıktık. Rakibini üstüste üç marsla yenen Cevad koluma girdi. Fena halde ca- nı sıkılıyordu: — Birader, dedi, gene rakibimi yendim, gene kazandım... Buhal beni çıldırtacak... Güldüm: — Sen delirdin mi kuzum?... Fena mı işte, tavlada kazandın. Sen kay- betmek için mi oynuyordun... Hararetle cevap verdi: — Tabii kaybetmek için oynuyor- dum ya... Sen ne zannettin?... Durdum. Dikkatle yüzüne baktım. Arkadaşım acaba hakikaten kaçır- mış mı İdi? Cevad benim kendisine şaşkın şaşkın baktığımı görünce dane hat verdi: — Beni deli zannetme, aklım G şımda... Fakat meşhur bir söz'vardır. “Her halde bilirsin. «Kumarda kaza” nan akşta kaybeder» derler, Ben de «Allı aydan beri Handana âşığım, Altı ç aydan beri hangi oyuna el atsam « Mütemadiyen kazanıyorum. Handan da bana hiç yüz vermiyor. Hani şu oynadığım oyunlarda, kumarda bir ç kaybetmeğe ( başlasam her halde Handan beni sevmeğe başlıyacak... Güldüm. Cecad iyi çötüktu. Hoş * çocuktu amma işte böyle garib ve münasebetsiz bazı fikirleri vardı. Bir takım batıl itikadlara, bi? takım mü- nasebetsiz, saçma Sözlere" inanırdı. «Kumarda kaybeden akşta kazanır» © sözüne de inanıyordu. O günden sonra Cevadı ne zaman pokerde, briçte veya başka bir oyun- da kazanirken görsem karşıdan ha- line güleceğim çıkıyordu. Çünkü «Cevad oyunda kazandıkça sinirleni- yordu. İşin tuhafı sinirlendikçe de * m a çi pi kumarda kaybeden.. Böyle, mütemadiyen kazandığı bir poker partisinden sonra beraber ev- lerimize giderken Cevad, bana, müd- hiş bir felâket içinde imiş gibi derd yanıyordu: —Ah kardeşim ah... Bu acemi oyuncular, bu acemi rakiblerim beni mahvedecekler... Karşıma geçip mü- temadiyen bana kazandırıyorlar ve mütemadiyen beni aşkları uzaklaş- tırıyorlar. Böyle hergün kumarda Ka- zanan bir adamın aşkda muvaffak olmasına imkân var mıdır?... Cevada nasihat etmeğe kalkıyo- rum, Fakat benim söylediğim sözler onun bir kulağından giriyor, öteki kulağından çıkıyordu. Bir akşam Cevadı, tanıdıklarından birinin evinde gene poker masası başında gördüm. Tuhaf şey bu ak- şam arkadaşım son derece memnun- du. Yanna oturduğum bir sırada kulağıma eğildi: — Müjde!... diye fısıldadı. Merakla sordum: © © — Ne var? Zengin arkadaşım bir sesle mırıldandı: — Kaybediyorum!... Cevadla arkadaşları gayet küçük bir parasına poker oyniyorlardı. Ni- hayet Cevad: — İki lira kaybettim... diye son derece memnun bir tavırla masadan kalktı. Beni bir köşeye çekti. — Artık, diyordu, kumarda talihim döndü. Aşkta da talihimin dönmesi yakındır. * O günden sonra Cevadın hakika- ten kumarda talihi dönmüştü. Onu hemen her zaman pokerde, briçte, yahud başka bir oyunda kaybeder- ken görüyordum. Her defasında da gayet memnun görünüyordu. Vakıa dalma az parasına oynardı. Az kay- bediyordu amma İnsanın göz göre göre, yenilmesi pek akıllı bir adam işi değildi. O bilhassa mağlüb olduğu, kaybet- tiği zamanlarda bazan ben kendisine; — Cevad bu senin yaptığın buda- lalıktır... diyordum. o omuzlarını silkiyor: — Unutma ki, diyordu, meşhur sözdür. Kumarda kaybeden akşta ka zanır... Böylece zavallı epi para kaybetti. Bu kadar zarardan sonra her halde âdeta sevinçli . aşkta kazanacağını ümid ediyordu. Onun aşkta kazanmak için kumarda bilhassa kaybetmesi arkadaşları &ra- sında en büyük dedikodu mevzuu olmuştu. İsmi «Budalas ya çıkmıştı. Nihayet bir gün arkadaşıma Kadı- köy vapurunda rasladım, Son derece müteessirdil Sordum: — Ne o Cevad?... © kadar para bir netice vermedi mi? Sanki nasırına basmışım gibi irkli- di: — Bırak Allahını seversen... dedi, birak... Handan bizim Macidle evlen- di. Hem de sevişerek. Halbuki Maci- din kumarda ne kadar kazandığını bilirsin. Handana iki ay evvel benim- le evlenmesini söyledim. Reddetti. Arkamdan da ne demiş biliyor mu- sun? «Ben öyle pokerde, briçte bile bile istiye istiye gönül rızasile yeni- len budalalarla evlenir miyim?,.. Al- lah vermesin... demiş; Görüyor mu- sun sen Şu işi... O kadar kaybettiğim paralar da havaya gitti... (Bir yıldız) Bu akşam AKŞAM 11 Mayıs 938 Çarşamba İstanbul — Öğle reğriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Plâkla Türk musikisi, 13,30: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. : Akşam neşriyatı: 17: İnimâb tarihi dersi; Üniversiteden naklen, Yusuf Ke- mal Tengirşenk, 13,30: Spor gençlik bay- rami. Konferans: Ekrem Özelmas, Yük- sek İktisad ve Ticarel mektebinden, 18/45: Piükla dans musikisi, 1015: Konferans: Eminönü Halkevi namına: Doçent DİŞ tabibi Feyzullah: (Diş ve vitaminler), 1958: Borsa haberleri, 20: Nezihe Uyar ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve balk şarkıları, 2045: Hava raporu, 20,48: Ömer Rıza larafından arabca söy lev, 21: Klâsik Türk musikisi: Nuri Ha li ve arkadaşları tarafından, (Saat ays- nm), 2145 ORKESTRA: 1 - Strava: Dansöz viyenuvaz, 2 - Bernar; Sansusl, 3 - Çaykovsky: Divertimenla, 4 - Külotta: Korşa, 22,13: Ajans haberleri, 2230: Plâk- is sololur, opera ve operet parçaları, 22,50: Son huberler ve ertesi günün proğ- ramı, 23: SON, Ankara — Öğle neşriyatı: 1230: Kari- gık plhik neşriyatı, 1250: Plâk: Türk mu- #ikidi ve halk şarkıları 13,15: Dahili ve harici haberler, 1730: Halkevinden nak- len inkılâb dersi (Hikmet Bayur). Akşam neşriyatı: 18,30: Karışık plâk neşriyatı, 1915; Türk musikişi ve halk garkıları (Leman ve arkadaşları), 20: Saat ayarı ve arapça neşriyat, 20,15: Türk musikisi ve halk şarkıları Glikmet Rıza ve arkadaşları), 21: Konferans: (Selim Duru: Gazi Terbiye Enstitüsü talebesin- den), 21,15; Stüdyo salon orkestra: 1 - Darigo: Buite de Ballet:. Esmeralda 2 - Paul Lincko: İm Walzerruusch, 3 - Michiola; Ozardas No. İ, 4 - Monti: Czar- daz No. 1, 6 - Lehar: Die Lustige Witm, 8 - Paul Lincke: Ouverturezu elner Ope- retto, 22: Ajans haberleri, 22,115: Yaşınki program, Avrupa VE ii Saat Berlin 20,10 salon mekik Dölek, 20,10 konser — Prankf. 20,10 konser — Kolonya 20,10 konser — Leipzig 20,0 konser — Viyana ve ondan naklen Münih orkestra — Athlone 2045 konser — Bmo 2030 askeri muzika — Budap. 2030 «Trarlata» operası — Riga 2015 hafif muzika — Sofya 20 oNarma» operası — Stokholm 2030 askeri mukiza. Saat *1 de Berlin 21 küçük orkestra — Breslar 21,10 dans muzikası — Deutschl, 8. 21 or- Kestra — Frankf. 21 konsere devam — ee 3110 dans — Kolonya 31 halk Königsberg 2130 senfon. , Viyana 3130 senfon. konser — Athlene 2145 or- kestra — Bari 2115 Yunanca neşriyat — Brüksel 21 konser — Budap. 21 operaya devam — Rudap. II 21 orkestra — Bük- Teş 31,18. orkestra — Droilviç 21'4Der Flirgende Hollaender. opera birinci per- de, 21.50 piyano — Florans 2130 kanser — Hilvers. 1 2155 konser — Kowo 2135 konser — Lille 2130 konser — Londra 31 dans — Nis 2130 konser — Rad. Paris 2130 askeri muzika — Paris P.T.T, Grenoble, Marsilya 2140 - 2330 orkes- tra — Rennes 2130 konser — Sofya 21 devam — Stokholm 21 askeri muzikaya devam — Strasburg 2130 or- kestra — Rad. Toulouse 31,10 hafif mu- zika — Varşova 2i halk muzikası, Saat 22 de Berlin 22 senfon. konser — Danzig 20,20 keman — Deutsehi 5. 2215 fanfar — Frankf. 22 konser — Hambg. 22 dansa de- vam — Kolonya 22 dans — Königeberg 22 konsere devam — Telpzig 22 Berlin- den nakil — Stutız. 28 orkesire — Viya- na 22 konsere devam — Athlone 22 kon- sere devam — Belgrad 2230 orkestra — Berom. 22,45 orkestra — Brtiksel 22 kan- sere devam — Budap. 22 Gla de- vam — Bükreş 22 konsere devam — Droitviç 22.20 konser — Florans 22.10 pi- 11 Mayıs 1938 <p KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan; İskender F. Sertelli .. Tefrika No. 226 “Kaptan paşa artık ihtiyarladı, kanburu çıktı. Sen Adileyi | köşkten kaçırmağa çalış! ,, bu sözleri söyliyen kimdi ? Bu yorucu çalışmalar kaplan pa- Şayı vücudden düşürmüştü. Gene bir gün yalının önünden geçen he- kimbaşı Feyzullah efendi paşayı zi- Yüret ederek, kendisini çok yorgun ve Üzgün görmüş: «— Ah devletlim, bu işlerin sonu gelmez, demşiti, biraz da kendinize bakınız! Can, her şeyden azizdir!> Kılıç Ali paşa bu sözlere ehemmi- yet vermiyordu. İstanbulda el altın- dan tahrikât yaptığı duyulan Vene- dikliler de kaptan paşanın uykusu nu kaçırıyordu. Akdenizde bir gezinii yapmak, düşmana bir gözdağı vermek gerekti, Fakat, bu kış nası! olsa böyle goçe- / cekti, Paşanın denize çıkmağa meo- cali yoktu. «Senden Adileyi istiyorum!» Kaptan paşanın rahatsızlığı ve meşguliyeti devam edip dururken, Çamlıca eteklerinde geniş bahçeli bir evin önünde başbaşa veren iki kişi- nin gizli konuşmalarını dinliyelim: — Hatırlar mısın, Şaban? Seni Eyübde bir canavarın pençesinden kurtarmıştım. Aranıza girmeseydim, hasmın seni palasile ikiye bölecekti. O zaman bana: «Hayatımı kazandır. dın. bundan sonra ömrümü sana borçluyum! demiştin... — O meşum günü unutur muyum, aslanım? Şimdi bile gözümün önüne geliyor da tüylerim ürperiyor. Canı- mı kurtardındı o gün sen! — O halde şimdi sen de beni kur- taracaksın, Şaban! Bana sadece ufak bir iyilik yapacaksın! — Emret, aslanım! Canımı yolun- da feda etmeğe hazırım. — Canını fedaya lüzum yok! Sen- den Adileyi istiyorum, — Adileyi mi? — Evet... Kaptan paşanın yeni gözdesini... Üç gecedir rüyama giriyor. Ya- lının önünden geçerken görenler de medhettiler. Çok güzelmiş, değil mi? — Güzel demek te lâf mı? Ülke- mizde değil, belki yeryüzünde eşi na- dir bulunur güzellerden. — İşte onu sen kaçıracaksın, Şa- ban! Eğer bana bu fedakârlığı gös- terirsen, vaktile sana yaptığım iyili- ği unutmadığına inanacağım! — İyi amma, Adile şimdi Yalı köş- künün taş odalarında yatıyor. — Kaçırmak için bundan daha gü- zel bir fırsat ele geçer mi? Bir gece odanın anahtarını bulur, kapıyı açar- , sın! Yalının civarma da akşamdan bir kayık çekersin! Gece onunla be- raber kayığa atlayıp Üsküdara ge- çersiniz! Ondan ötesi kolay. Doğru- ca buraya gelirsiniz! Hem o kurtu- lur, Hem de ben... -— Fakat, ertesi gün Adilenin ka: çırıldığı meydana çıkınca benim 'ha- lim nice olur? — Adam sen de. Kaptan paşanın |. yanında bahçıvanlık yapıp ta zengin olacak değilsin ya. Kaç yıldır ora- da çalışıyorsun, kaç kese akçen var? — Ne kesesi? Bir akçe bile birik- tiremedim. — Görüyorsun ya, burada çalış- makla orada çalışmak arasında bir fark yok. Bundan sonra benim bah- çemde çalışırsın! — Fena değil. Ayni zamanda da- yaktan da kutrulurum. — Ne dayağı?! — Senin haberin yok... Kaptan paşanın sekseninden sonra aşkı ka- bardı. Adileyi o kadar çok seviyor ki... Hareme bakıyoruz diye bize mütemadiyen sopa atıyorlar. İki üç haftadır harem pencerelerine arka- mızı dönerek çalışıyoruz. — Tuhaf şey! Adileyi bu kadar se- viyor da neden taş odalara hapset- tirdi acaba?... ” — Bunu anlamıyacak ne var, gö- zümün nuru? Paşa artık ihtiyarladı, kanburu çıktı. Fakat, hâlâ gözü gü- Demek razı oldun Bu işi yapmağa! O halde al şu keseyi... Paralâzım olursa, harcamaktan çekinmezsinl, Seni Çamlıcada bekliyeceğim, Sakın onu almadan uğrama buraya... ” “ Kaptan paşanın gözdesini kaçıracaklar mı? Hekimbaşı Feyzullah efendi Yalı köşküne her gün uğramağa başla- mıştı. Kiliç Ali paşanın rahatsızlığı artmıştı. Üçüncü Murad, hekimbaşıya * «— Kılıç Aliyi iyi edesin! Onun devlete büyük hizmetleri vardır. Vali- deme gösterdiğin ihtimam ve haza- katini ona da göstercecksiniş Demişti. Padişahın iradesi üzeri- ne Kılıç Aliyi tedaviye başlıyan Fey- zullah efendi son günlerde «kaptan paşadan umud yok!» demeğe lar miuştı. Fakat, hekimbaşı bu sözü Yalı köşkü haricinde söylüyordu. Kıhç All paşayı tedavi ederken kendisini dal- ma teselli eder ve: — Yarın, öbürgün Allahın inaye- file kalkacaksınız, devletlim! derdi, Feyzullah efendi padişaha bile ümidsizliğinden bahsedememişti. Bu arada Adile Giray taş odalar- da yalıyordu. Artık kaptan paşa kendi canını düşünüyor, başka bir kimse ile meşgul olmağa vakit bula- mıyordu. Kaptan paşanın, harem halkı bu vaziyetten çok memnundu. Paşanın hastalığının devamı, Adilenin mah- pusiyetinin uzaması demekti. Kılıç Ali paşanın günün birinde ölüverme- sile bütün yalının hayatı ve debde- besi bir anda sönüp gideceğini hiç kimse düşünmüyor, yahut düşün- mek istemiyordu. Odalıkların gözünü ihtiras ve kıskançlık bürümüş, bü- tün kadınlar Adileye düşman olmuş- tu. Hattâ sön günlerde İkbalin de sihnini çelmişlerdi. O da artık Adi- le Giraya hizmet etmiyor, sadakat göslermiyordu: Adilenin yemeğini, bir mandıra köpeğinin önüne yem atar gibi, zindanın kapısında bırakıp gidiyorlardı. Adilenin kapısı daima dışardan ki- litlenir, anahtar kâhya efedinin ya- nında saklanırdı. Bahçıvan Şaban, Çamlıcadan dön- düğü gündneberi taş odaların etra- fında sık sık dolaşmağa başlamıştı. Şaban ne yapıp yapacak, kaptan paşanın hastalığından istifade ede rek Adile Girayı Üsküdara kaçırma» ğa çahşacaktı. Bir gece Feyzullah efendi kaptan paşanın başıucunda oturuyordu. Pa şanın nefesi darlaşmıştı. Üçüncü Murad sık sık kaptan pa- şanın hatırını sorduruyor, hastalığı- nın süratle tedavisi için hekimbaşıyı sıkıştıryordu. Kılıç All paşa o göte: — Bu rahatsızlığı da atlatırsam, bütün kış istirahat edeceğim. Fakat, gelecek baharda bir Akdeniz seferi yapmadan Allah canımı almasın. Diyordu. Hekimbaşı Feyzullah efendi bu yaştan sonra gelen nefes darlığı has- talığının kolay kolay geçmiyeceğini bildiği için, paşayı sudan tesellilerle Aavutmağa çalışıyordu: — Sizi en çok rahatsız eden heye- candır, devletlim! Diyor ve kadınlarla temasını kes- mesini açıkça değilse bile ima sureti- le anlatıyordu. Kılıç Ali paşa çok asabi bir erkekti. Bir şeye çabuk kızar, bağırıp çağırır, ondan sonra nefesi darlaşır; — Fenalaşıyorum... > Diyerek bir sedirin üstüne yıkı- lırdı. O gece de hasta olduğu halde gene böyle inci çekirdeği doldurmıyan bir meseleye hiddetlenerek bağırmıştı. (Arkası var) PES Yakında ERA, BİZANS KAPILARINDA DİŞİ KORSAN