rile ER BERK iE z ? EE 3E oturmuş çene yorduk. Bir aralık Şekipin kayna Maksi içeriye girdi. Arkadaşıma: — Haydi Şekip... dedi, vakıt geldi. Şekip kaynanasına: — Peki anneceğim, dedi, sonra bana söndü: — Seni bir dakika yalnız bıraka- cağım. Kusura bakma... Şekip böyle söyliyerek ( bitişkteki salona geçti. Benim olurduğum oda İle Şekipin geçtiği salon arasındaki Kapı açıktı, Şekipi uzaktan görebili- yordum. Arkadaşım öteki salonda, büyük aynanın önünde durdu, Bir çekmece açtı. Buradan bir takım kü- çük küçük kutular çıkardı ve bundan sonra yüzünü, gözünü gayet actı Yip bir şekilde boyamağa (başladı. Burmunun tepesini kıpkırmızı yaptı. Kırmızı boya ile yanaklarına bir ta- kım garip çizgiler çizdi. Hayretler > İçinde kalmıştım. Şekip beş dakik& İçinde kendisini bir palyaçoya ben- Zelmişti. Bundan sonra arkadaşım başıma kâğıddan kocaman, sivri bir külâh geçirdi. Bitişik salondaki bü- Yük dolaptan çıkardığı de elbisesinin üzerine, sırtına giydi. Bütün bu işler olup bitince Şekip | Salonun öteki kapısını saçarak çıktı, gitti. Hayatımda bu kadar tuhaf birşey görmemiştim. Arkadaşım niçin ken- disini böyle maskaraya benzetmişti? Neden yüzünü, gözünü böyle tuhaf bir şekilde boyamış, başına külâh ge- girmiş, sırtına o acayip entariyi giy- işti? Bu kıyafetle nereye gitmişti? Biraz sonra öteki odalardan tef, Zurna Sesleri; — Oldu da bitti maşallah, oldu da bitti maşallah... Diye bağırmalar işitmeğe başladım. Meraktan çıldıracaklım. Sünnet dü- günlerinde hokkabazların «oldu da © bitti maşallah > diye bağırdıklarını bilirdim. Lâkin Şekiplerin evinde Sünnet olacak çocuk ta yoktu. Bu tef, zurna sesleri, bu «oldu da bitti i kii diye bağırmalar da ne ? Nihayet beş dakika sonra Şekip tekrar bitişik salona döndü. Yüzünü, Bözünü yıkamıştı. Fakat halâ sırtın- da entari, başında sivri külâhı vardı. Arkadaşım bu külâhı başından çıkar- di. Açtığı çekmeceye külâhı itina ile He irdi. Bundan sonra sırtındaki yi çıkarıp bir köşeye fırlattı. Dağılan saçlarını taradı ve tekrar Yanıma geldi. — Affedersin kardeşim, ( yalnız kaldın... dedi. Merakım o dereceyi bulmuştu ki, Me olursa olsun işi Şekipe sormağa karar verdim. — Kuzum Şekip, dedim, sizin evde sünnet düğünü mü var? O deminki , Zurna sesleri, «oldu da bitti ma- Şallah.> diye bağırmalar ne İdi? ra neden yüzünü, gözünü öyle Acayip bir tarzda boyandın. Arkadaşım: — Ay, dedi, bütün bunları gördün, 1, zurna seslerini işittin mi? Bundan sonra Şekip bağını dertli dertli iki tarafa sallıyarak: — Sorma, sorma birader... dedi, başımdaki dertleri anlatsam oturur, De ağlarsın... Ben Muallâ ile ev- lendiğim zaman bir çocuktu: «Şekip turnayı gözünden vurdu. Çok zengin bir kızla evlendi» diye beni kıskandı. lar. Halbuki ben Muallârın evine Veyi olarak girmiştim, Hem de DE İçgüveyi... Muallâ annesinin, ba- in bir tek evlâdı oldi *vin içinde herkes onun İmla Tiyordu. Muallâ üzülecek diys bana Böz açtırtmıyorlardı. Biraz eve geçi- <ek olsam bütün ev halkı; — Siz çıldırdınız mı?.. Bu vakıt €ve gelinir mi? Muallâyı verem mi ©deceksiniz? Diye hepsi birden üzerime yükle- Mirler, * Eve biraz yorgun gelsem, geniş bir tuğa kurulup, | gazetemi açarak #öyle kendimi biraz dinlendirmek 1s- h kaynanam içeriye girer: — Damad, damad.., Dilini kiraya 191 verdin? Nurtopu gibi karın zaten tün gün can sıkıntısından patla- di. «Kocam gelsin de, iki lâkırdı ede- Yim. Biraz eğleneyim.> diye seni bekledi durdu. Halbuki sen eve gelir bir entariyi | gelmez, bir koltuğa atılıp, gazeteni, kitabını açıyorsun, ağzından iki lâ kırdı çıkmıyor. Karşındaki insan taş- tan değil ya. onün da ağz! var şmak ister. m evvel kai 1 bilirsin, Za- bir buçuk aldı. Doktorlara ko: yıflık şimdiki kadınls makbul birşey. fakat Mual lüzumundan fazla zayıflı karar verildi; Muallâ balık; cek, Bir büyük şişe bâlıkyağı aldık. Fakat sen gel de bunu bizim bayana içir... maydl kaynanam buna bir çare buldu. — Herşeyin bir kolayı vardır. Kız- cağıza balıkyağı içerken güzel yemiş- ler, çikolatalar yedirmeliyiz. Haydi Şekip, koş, Muallâ için muz, çikolata, portakal, mandalina a)... Şaka değil, balıkyağı içecek... Koştuk. Muallâ için muz, çikolata, portakal, mandalina aldık. Fakat bu nefis şeylerle de Muallâ gene balık- yağı içmekte nazianıyordu. Kaynanam ikinci bir çare daha buldu. Bir gün: — Bu böğle olmıyacak... dedi. Ba- lıkyağı içerken Muallâyı eğlendirme- miz lâzım... Haydi Şekip... Muallâ- nın balıkyağı içmek zamanı geldi. Sen yüzünü, gözünü boya... Palyaço kıyafetine gir. Eline de bir tef al... Belki Musllâ böylece balıkyağını içe bilir, İtiraz edecek oldum: — Aman kayınvalideciğim. Bu yâş- tan sonra ben nasil palyaço olabili- rim? Hiddetle gözlerini açtı: — Ne demek? Karının sıhhati mev- zuubahis... Herkesin önünde palya- çoluk edecek değilsin ya... Alle ara- sında, samimi bir muhitte palyaço olacaksın. Bundan ne çıkar?... Karı- nın sıhhati için... Baktım, lâf anlalmak mümkün değil, buna da razı oldum. Hakikaten bu çare çok İyi bir netice verdi, Ben palyaço kıyafetine girip karşısına çıktığım zaman Muallâ en ağır ba- lıkyağlarını güle güle, eğlene eğlene içiyordu. Kaynanam da bundan memnundu; — Gördün mü, diyordu, bulduğum çare ne iyi netice verdi... Aklımla bin yaşayayım... Lâkin biraz sonra Muallâ palyaço kıyafetime, yaptığım şaklabanlıklara kanıksamadı. Artık eskisi gibi hali- me gülmüyordu. Kaynanam: — Muallânın hakkı var... diyordu. Bir tiyatroda en güzel bir piyes bile Üstüste iki Üç sene oynansa seyirci- ler bıkar. Muallâ da senin her gün tekrarladığın şaklabanlıklardan bıktı. Biraz numaralarını değiştir. Gene itiraz ettim: — Canım kaynanacığım... Ben ne artistim, ne de hakiki bir palyaço... Bir çok numaralar bilmiyorum ki bunların arasında değişiklikler ya payım... — A... Artist değiisen aklında yok değil ya... Biraz düşün, kendi kendine yeni numaralar bul ...Karı- nın sıhhati mevzuubahis kuzum... Çaresiz buna da razı olduk. Bu se- fer palyaçoluğu bıraktık. Hokkabaz- lığa başladık. Hokkabazlığın sırları- na dair bir takım yazılar okudum. Dostum Zati Sungurdan bir takım dersler aldım. Ceket cebinden güver- cin çıkarmak, elimdeki bir deste iskambili kaybetmek vesaire gibi bir çok numaralar öğrendim. Artık Mu- allâ balıkyağını içerken ben de kar- şısında hokkabazlık yapıyorum. Mu- alâ iki şişe balıkyağını bitirinceye kadar ben de hokkabazlık mesleğini iyice ilerlettim. Çünkü Muallâ yap- tığım n ralardan çabuk bıkıyor, yerine yenilerini istiyordu. Ben de mütemadiyen yeni numaralar öğre- niyor, dairede b zamanlarım: kendi kendime kkabazlıklarımın provalarını yapıy Arada Sıra- da değişiklik olsun işte bugü kü palyaçı yahut muskara kıyafet ne de giriyorum. Fakat Muallâ ana sının, babasının biri kızı, olduğu için yalnız ber değil, bütün ev halkı seferber haline girmişti. Ehhh, şaka değil, bayan ilâç içi : Bunun için ben 7 m karşı sında hokkabazlık yaparken kimi tef, kimi zurna çalıyor, Kimi de sün- net düğünlerinde olduğu gibi: Oldu da bitti maşallah!... diye bağırıyor. İşte böyle azizim, derdim son derece büyük... O günü arkadaşım Şekipten ayrıl- dım. Üç hafta sonra Şekibe Beyoğ- lunda fransızca kitaplar satan bir mağazada rasladım, Sordum: Ne o Şekip, yeni çıkan bir ro- man filân mı alcaksın? O dertli dertli başını salladı: — Ne münasebet azizim? Ne mü- nasebet? Yeni çıkan frasızca bir hok- kabazlık kitabını aryordum. Numa- ralarım bitti. Yenilerini öğrenmem lâzım... Sordum: — Peki, karın ilâç içmekte devam ediyor mu? — Ediyor, birader ediyor... Yarım kilo şişmanladı amma biz ev halkı ona balıkyağı, içireceğiz diye yaptığı- mız hokkabazlıklar vesaire yüzünden beşer kilo zayıfladık. Kaynanam da bu yüzden dört kilo zayıflamış, işin müthiş tarafına bak ki, şimdi o da balıkyağı içmeğe başlıyacak... Benim halim nice olacak bilmem... Hokka- bazlıktan dairedeki işlerimi göremi- ) Dolores Del Rio diyorki: (Baştarafı dokuzuncu sahifede) eskiler de var. Sonra ben gayet genç- ken sinema hayatına atıldım. Bir yıl dızın çabuk parlayıp, çabuk veya geç sönmesi biraz da kendi elindedir. Ben mevkilmi nasıl muhafaza et- tim?.. Her zaman değişmekle... Dik- kat ederseniz benim ilk filimlerimde oturuşum, kalkışım, giyinişim, her şeyim bugünkü halime hiç benzemez Ben her filmimde ayrı bir kadın, baş- ka bir kadın olmağa çalışırım... Hal- kın en çok sevdiği şey yeniliktir, Hal- ka kendisini beğendirmek istiyen bir artist her zaman değişmelidir. Halk değişikliklere bayılır. Bunu bana amcam öğretmişti. Amcam cenubi Amerikada gazetecilik eder. Bir gün bana: — Dolores... dedi, sen sinemaya baş- ladın. Benim sana bir nasihatim var; Oynıyacak filimlerde dalma değiş, daima yenilik göster. Biz bile'yazılar:- mızda mümkün olduğu kadar değiş- | meğe çalışıyoruz... Amcamın bu sözlerini hiç unutma- dım, Hayatımda daima bunu tatbik ettim. Parlamasile sönmesi bir olan yıldızların en büyük günahları emin olunuz ki budur. Herhalde ayni kadın olmaları.. sonra esasen kadın demek daima değişen, etrafına daima yeni bir cephesini gösteren demek değil midir?.. Bir kadının bütün hareketle- rini öğrenirseniz, bütün hareketlerini bilirseniz tekrar tekrar okuduğunuz bir kitab gibi onu bir kenara atarsınız. Halbuki size her zaman yeni bir tarz- da görünen bir kadın, bir türlü son satırları okunmamış, ne olacağı anla- şılamıyan merâklı bir roman gibidi: kıllı bir kahkaha kopardı: -- Ben böyle arasıra dalar felsefe- ler yumurtlarım... Kusura bakmayı- niz... Bir çay içersiniz değil mi?.. Hikmet Feridun Es EVROZİ Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR | Tefrika No. 222 “ Osman paşayı sakın müdâfaa etmeyin, devletlim ! Bu gece mührü hümayunun size verilmesi muhtemeldir ,, — Ya sen?... Sen de inandın ? Nasuh efendi tereddüdlie dudağını bükerek önüne baktı. Kılıç Ali pasa bü vaziyet karşısında hayretten hay rele düşüyor, Karadeniz muzaffe, yetinden sonra İstanbula gelince büy- e münasebetsiz bir haberle Karşıla- şacağını hiç de ummuyordu, Kayığa, bindiler. Saraya geliyor | lardı. | 'Tersaneemini, yeniçeri ağası ve reisülküttap efendi de arkadaki kü- yıkta idi. Hamlacılar kürekiere sarıl- mışlardı. Sahilde bir hayli asker top- Janarak Kaptan paşayı istikbal edi- yordu. Nasuh efendi karaya ayak basın- ca Kılıç Ali paşanın koluna girdi. Kaptan paşa çok yorgundu. Bu sefer onu eskisinden çok ibtiyarlatmıştı. Kiliç Ali paşanın - böyle muzaffer olarak - İstanbula yedinci gelişiydi. Nasuh efendi dayanamadı: — Devletlim, dedi, Allah rizasiçün şu Özdemir Osman paşayı fazla mü- dafaa etmeyin! — Ben hakikatı nasil gizliyebilirim, a Nesuh efendi? Güneşe balçık sürü- lür mü? — Seksen yılda bir kere sürülse, günah sayılmaz, devletlim! Eğer ku- lunuzun dediğini yaparsanız, bu ak- şam sizi tebrike geleceğimi yüzde yüz umuyorum |! Kılıç Ali paşa şaşırdı: — Ne tebriki bu?! Nasuh efendi başını sallıyarak gü- Yümsedi: — Padişahım bu akşam mührü hümayunu efendimize vermesi pek muhtemeldir. — Ya Osman paşa?... O ne olacak? — Zâti devletiniz bu meseleyi hüs- nü idare buyurursanız, Osman paşa sadaretten azledilecektir. Aman der- Jetlim, şu İnadcı adamı sakın müda- faa ve himaye etmeyin! Padişahın size herkesten fazla itimad ve tevec- cühü vardır. Bu gece devletkuşu son defa olarak başınıza konacak. Kulu- nuz da sayei devletinizde terfi ederek şu divan İşlerinden kurtulacağım! ... Kefe'den Üçüncü Murada getirilen hediye.. Kayıkta yüzü kapalı bir kadın vardı. Kılıç Ali paşanın kethüdası ham- lacılara: — Ha gayret çocuklar.. yalıya ça- buk varalım.. yolcumuz çok yorgun- dur. Diyordu. Kaptan paşanın sekiz çifte kürekli kayığı Kızkülesinden yalı köşküne doğru ilerliyordu. Bir aralık bir konuşma başladı: — Nereye gidiyoruz? — Kaptan paşanın yalısın — Çok uzak mı? — Hayır. İşte şurada.. yaklaştık. Kılıç Ali paşanın kâhyasile konu- şan bu kadın da kimdi? Kâhya merakından çatlıyordu. Yalı kâşküne çıkacakları sırada sordu: > — Nereden geliyorsunuz? Kefeden. — Oralı mısınız? — Bayır, Kırımlıyım.. — Kaç yaşındasınız? — On yedi. Kâhyanın sesi kesildi. Demek ki, demindenberi konuştuğu bu uzun boylu kadın, on yedi yaşında bir loz- cağızdı! Kaptan paşanın kâhyası çok şaka- cı bir adamdı.. kendi kendine mıri- dandı: — Paşa efendimiz, hünkâra güzel bir hediye getirmiş. Sonra yüzü kapalı kıza döndü: — Adın ne bakayım senin? — Adile Giray. — Ne dedin? Sen Giray ailesinden misin? — Evet.. fakat, Mehmed Giray han bizim ocağımızı söndürmüş, al- lemizden benden başka kimse kalma- mışta, Âdilenin yüzünü göremiyen kâh- yanın merâki gittikçe artıyordu. Aca- ba Kefeden getirilen bu körpe kız, padişaha sunulacak kader güzel miydi? Paşanın kethüdası Âdileyi karşılı- yan harem ağasının kulağına iğildi: — Bu kiziiiç kimse ile kohuştur- mıyacaksıni Yağın, hattâ belki de bu gece saray gönderilecek, Paşa efen- dimiz böyle erârettiler, dedi, Adileyi Hateme gölürüp bir odaya kapadılar. sz» Kılıç Ali paşa saraydan ünce.. O akşam kaptan paşa saraydan geç vakıt döndü. Yalı köşküne gek diği zaman çok neşesizdi. Bir taraf- tan divan kâlibi Nasuh efendiye kı- zıyor: — Bu herif beni aldattı, padişah yeni gözdesinden başka birşey dü- şünmüyor. “ Diyordu. Diğer taraftan da kendi kendine: o. — Üçüncü Muradı bu halde bula- cağımı tahmin etseydim, şu kızcağı- m yurdundan, ailesinden ayırıp bü- raya getirmezdim. Diye söyleniyordu. Köşke gelir gel- mez kâhyasına sordu: — Âileyi getirdiler mi? — Evet devletlim! Bizzat kulunuz getirdim. , — Şimdi nerede? — Kendisine bir oda hazırladılar, — Cariyelerden birini onun hiz metine veriniz, Kendisini rencide et- mesinler. — Saraya ne zaman gidecek, dev- letlim? — Henüz belli değil, Şimdilik bu- rada kalacak. Kaptan paşanın kâhyası hayretle önüne baktı. Kılıç Ali paşa dayanamadı, düşün- celerini, çok itlmad ettiği kâhyasına açtı: — Padişah yeni bir kadın bulmuş. Ondan başkasını gözü görmüyor muş. Âdileden bahsedemedim. O, Han ailesine mensuptur. Ona iyi ba- kınız. * Âdile padişahın sarayına gideceği- ni düşündükçe heyecandan heyeca- na kapılıyordu. Kefeden ayrılırken, kaplan paşa ona: — Seni padişaha hediye edeceğim. Demişti. O bu hülya ile İstanbula gelmişti. Harem ağası odasına girdiği zaman Âdile yol elbisesini çıkarmış, yeni elbiseler giymiş, eskisinden da- ha güzelleşmişti. Gece olunca Âdilenin hizmetine verilen bir cariyeyi harem ağası oda- ya getirdi: — Paşa efendimiz emretti. Bu ge len kıza hizmet edeceksin. Onu im- citmiyeceksin! Dedi. Âdile Giray kapıyı kapadı.. hizmet- çiye sordu ” — Adın ne senin? — İkbal, — Çoktanberi burada mısın? — Beş yıldır. Bu kış altıncı yla gireceğim. — Çok küçük geldin demek bura- ya? Sx — On iki yaşındaydım zaman. — Nerelisin? — Ankaralıyım. — Ben de Kırımlıyım. İstanbulu- nuz çok güzel... — Uzaktan görüyoruz. — Gezmedin mi hiç? — Hayır. Altı yılda bir kere bü” yük hanımefendile Cibaliye gittik. İşte o kadar. — Başka bir yerini bilmiyorsun de- mek İstanbulun? — Hayır bilmem. (Arkası ver) Yakında BİZANS KAPILARINDA DİŞİ KORSAN bie | a e