30 Mart 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

30 Mart 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

£ 8 g “" N “7 TEEYEN a” Napolyonun işled Angen Dükası 1792 de, Ren kıyılarında Konde or- dusunu kuran Konde prensinin ordu- sunda genç bir zabit var; sevimli ve çalımlı bir asker: Angen dükası, Daha © zaman prenses Şarlot dö Roan - Rö- zölora göz koyan dükanın bir gözü de Fransada, Nupolyondaydı. Arzusu ya- bancılardan mürekkeb bir orduda ça- ışmak değil, Fransız ordusunun başı- na geçmek, Napolyonu devirmekti. Konde ordusu terhis edildikten sonra İngiltere ordusunda vazife aldi ve ni- hayet 29 eylül 1801 de Ştrazburg civa- Tında, Ettenhaym köyünde Şarlotun yanına gitti, orada yerleşti Konde prensi ile Burbon dükası İn- gütereye hicret ettiler ve İngilizlerin yardımile Napolyona sulkasd hazırla- mak üzere çalışmağa başladılar, Angen dükası Kara ormanda avla- narak, sevgilisi Şarlotla başbaşa me- Sud günler geçirerek, gezip eğlenerek sakin bir hayat sürüyordu ama, bu esnada Fransaya hücum edeceği, Na- onla açıktan açığa çarpışacağı za- mayı da bekliyordu. Ümidi kırılma- mojşlı, Nasıl olsa o gün gelecek ve Na- Polyon devrilecek, Burbonlar Fransa tahtına oturacaktı. Şübat 1803 de Napolyon 18 imei Luiye Fransa krallığından resmen vazgeçmesini teklif etti, Buna muka- bil kendisini Polonya kralı nasbede- cek, maddi sarar olarak da büyük bir servet hediye edecekti, 18 inci Lüli bu teklifi şiddetle red- detti ve bu teklifi protesto eden Ar- tua kontımun, Angulem, Bery, An- gen dükalarının da protestolarını Na- polyona gönderdi Bundan sonra Napolyon Angen dü- kasını göz hapsine aldırdı. Angen dükası sabırsızlıkla Napolyo- nun ölümünü bekliyordu. Napolyon ölür ölmez Alsasa girecekti!.. O devir-, de böyle bir şeyi akla getirmek bile hiyaneti vataniye sayılırdı, Pariste de sık sık Napolyona suikasd yapılıyordu. Birinci Konsülün rahatı huzuru kaçmıştı. Nihayet İngiltere ile Barbe girişip te Angen dükası İngiliz ordusunda hizmet kabül'edirice Na- polyön Tüillöri sarayında bir encü- men topladı, Bu encümende Taleyran; Füşe de vardı. Karar verdiler: Düka- yı kaçıracaklar, Fransaya getirip mu- hakeme edeceklerdi. Martın on beşinci günü Ettenhaym köyü bin askerle sarıldı. Dükayı $traz- burg kalesine hapsettiler, Üç gün son- ra Paristen gelen bir emirle düka yo- la çıkarıldı, 20 martta Vensan şatosu- na geldi. Yol müddetince kendisine yiyecek ve içecek vermemişlerdi. Açlıktan, 80- Fuktân, uykusuzluktan bitkindi. Şatoya girer girmez yemek istedi, verdiler, Karnını doyurdu; yatıp uyu- mak istedi, yatırdılar, Tam uyuyacağı sırada silâh, davul ve araba gürültü- Jerile uyandı. Bir kumandanın riyase- tinde divanıharb teşkil edilmişti. An- gen dükası saat 12 de bu divanıhar- bin huzuruna çıkarıldı. Reis sordu: — Adınız, babanızın adı, kaç yaşın- dasınız?.. Düka cevap verdi: * —Lul - Antuani - Hanri dö Burbon. 1772 de doğdum. Konde prensi Lul - Hanri - Jozetin oğluyum. İngiltereden Aylık alıyorum. Sulkastlerle hiç bir &lâkam yoktur. Sizlere söyliyeceklerim &e bündan Ibafettir. Sörguva çekile- ceksem bizzat Napolyon çeksin, An- cak onunla konuşabilirim. Adımın, mevkiimin, şerefimin hatırını sayarak bü ricamı reddetmez sanıyorum. Reis kızdı: — Bize boyuna babanızdan, büyük babanızdan, büyük babanızın babasın- dan bahsetmeğe kalkışmayınız. Sor- duklarımıza cevap veriniz, Düka haykırdı: — Söyliyecek sözüm yoktur, Ben Sulkasdei değilim, Ben açıktan açığa Napolyonla harb edecektim!., Divanıharb müzakere etti ve kara- ri verdi: İydam!.. ve. Sabaha karşı... Hafif hafif yağmur çiseliyor... Önde Angen dükası, arka- da kendisini kurşuna dizecek olan jandarma müfrezesi, ağır ağır bir du- varın dibine geldiler... Dükanın gömü- leceği çukur kazılmış. Angen dükası bu çukurun önünde durdu... Jandar- malar tüfeklerin tetiklerini açtılar... Bir ses duyuldu. Subaylardan biri biz- zat Napolyonun yazdırdığı iydam ka- rarını bir fener ışığında okudu... An- gen dükası dinledi. Kararın okunma- sı bitince sordular: — Son bir diyeceğiniz var mı? — Var, Dediklerimi kim yapacak? Genç bir subay sıradan çıktı: «Ben» dedi. Angen dükası subaya bir tutam saçını, altın yüzüğünü ve bir de zarf uzattı: «Bunları Şarlot dö Roana ve- riniz» dedi, Sonra tekrar rica etti; — Bir kere Napolyonla konuşamı- yacak miyim? — Hayır. İşaret verildi. Silâhlar atıldı, An- gen dükası çukura yuvarlandı. 21 martta Konde hanedanmın son evlâdı ortadan kaldırıldı. rn Bütün cihan müverrihleri bu ida- mı Napolyonun cinayeti diye anlatı- yorlar, Bu haksızlık değil midir?, Di- yorlâr ki: Angen dükasının Napolyo- o. Igı Angen Dükasının iydamı na yapılan suikasdierle alâkadar ol- madığı meydana çıkmıştı, Napolyon da dükanın süikasd ve #hikasdellerle ilgisizliğini biliyordu. Buna rağmen dükayı öldürtmesi cinayettir, Napolyon muazzam bir ihtilâlden sonra bir inkılâb yaptı, Cihanı altüst eden, Avrupaya yeni bir nizam Ve- ren bu adamın karşısında en bü- yük düşmanı İngiltere idi, Angen dükası da Fransa ile, yani memleke- ti ile harbe tutuşan, vatanma hücum eden bir orduda vazife almıştı, Napol- yonla açıktan açığu harb edeceğini divanıharbde itiraf etmişti, İsveç kralı e Rusya çarı dükayı müdafaa edi- yardu, Rusya dükanın yasını resmen tuttu. Petersburgda milli matem ilân edildi. Şimdi her şeyi bir tarafa bıraka- hm, vatanıma kalşı silâh kullanan bir adamın iydamını çinayet telâkki etme- nin mânasını kolay kolay kavramak kebil değildir. SİS. Bakkal Hüseyin aklından hasta olduğunda ısrar ediyor Ağır ceza mahkemesi şahitlerin dinlenmesine karar verdi Kürüçeşmede bakkallık yapan Hü- seyin adında biri Fatma Aliye adında bir kadını tehdid cürmünden gayri mevkuf olarak muhakeme edilirken kadını tabanca ile yaralamak suçun. dan dolayı tevkif edilmişti, Ağır ceza mahkemesinde Hüseyin kendisinin âkıl hastalığına müptelâ olduğunu ileri sürdüğünden mahkeme kararile Tıb- hı adlide müşahede altına alınmıştı Dün Hüseyinin muhakemesine devam edildi. Tıbbi adiiden gelen müşahede raporu okundu. Raporda, Hüseyin her ne kadar devamlı hezeyan süsü veri- yorsa da Sözlerine ve Haline nazaran, iddia ettiği hasteliğiri temarüzden iba- ret olduğu, suç işlemesinde marazi bir hali bulunmadığı ve cezai ehliyete sahip bulunduğu bildiriliyordu. Maz. nun Hüseyin, reisin suallerine karşı: — Benim kafam hastadır. İyi mua- yene etmemişler. Benne yaptığımı bilimiyarum, Hiç bir şey hatırlamıyo- rum, hastayım, Diyordu. Hazırlık tahkikatındaki Ifa- desi okundu. Burada da: — Fatma Aliyeye tabanca çektiğimi hatırlamıyorum. Sersem gibi geziyo- Tum, Aklım başımda değildir. O günkü yakayı hiç hatırlamıyorum. Yalnız, kazaen denize düştüğümü biliyorum, Demişti, Bundan sonra, zabıtada verdiği ifade okundu, Hüseyin bu ifa- desini daha açık vermiş ve» — Fatma Aliyeyi tanırım, Benim bakkal dükkânımdan veresiye alış ve- riş yapardı. Bu yüzden bana üçyüz 1i- ra borçlanmıştı, Benden yirmi beş li- ra isetdi. Vermedim, kızdı bir gün ge- ne Fatma Aliyenin evine gittim. Ka- pıdan iki erkek çıktı, Buna sinirlen- dim, kavga ettik. Tabancamı çekmişim Fakat ne yaptığımı bilmyiorum, Son- ra Kuruçeşme antreposunun önüne geldim. Orada kazaen denize düştüm. Kurtardılar, Evde elbiselerimi değiş- likten sonra Kurüçeşmenin üze- rindeki ormanlığa girdim, Akşama ka- dar orada uyuyup kalmışım. Akşam eve gelince polisler yakaladılar, Prens Sabahaddinin evine gittiğimi bilmiyo- Tum, demişti, Hüseyin, bu İfadelerine karşı da; — Hiç birşey bilmiyorum. Böyle ifa- de verdiğimi de hatırlamıyorum. Cevabını verdi, İddin makamı, Hü- geyinin ilk yaralama suçundan açılan davası ile bu davanın birleştirilmesi- ni istedi. Mahkeme, evvelâ şahidlerin dinlenmesine ve birleştirme meselesi- nin bilâhare düşünülmesine karar ve- rerek muhâkemeyi başka güne birak- tı. Kadının yüzünü parçaladı Kasımpaşada kanlı bir vaka Kasımpaşada Hüseyin adında biri, Naime adında bir kadını ustura ile yaralamışlır. Hüseyin ve Naime bir müddettenberi beraber yaşıyorlardı. Son zamanlarda araları açıldığından, * Naime ayrılmak istediğini söylemiş- tir. Evvelki akşam Hüseyin eve gelmiş, Naimeyi kaşları çatılmış görünce, se- bebini sormuştur. Kadın cevap verme- yince, buna müğber olarak, yanında taşıdığı bir ustura ile üzerine alık mış ve: — Yüzünü, gözünü parçalıyayım da bari kimseye hayrın olmasın! Diyerek kadın yüzüne birkaç us- tura darbesi sallamıştır. Evde bulu- nan diğer bir kiracı hâdiseyi öğrenin- ce zabıtayı haberdar etmiştir. Polisler, yaralı kadını Beyoğlu has- tanesine kaldırmışlar, Hüseyini de yakalıyarak hakkında kanuni taki- bata girişmişlerdir. | boylu düşünüp taşınmışlar, bula bula Tefrika N NANEMOLLA Kara kitâb ortaya konmuş, sakallı- | lar, aralarında müzakere, müşavere, | saatlerce kafa kırdıktan sonra şu sa- | tırları, çızıktırmışlardı: «Zevcei menkühaslle cariyesinin firaşından hasıl bir veledi züküru olan | ve veledi mezburu filhal sinni rüşde gayrivasil bulunan müteveffa. zeydin, sinni adidedenberi marazi şeyhubati malüm ve eyyamı ahirette atehi meş- hud ve işbu keyfiyat ledelhâce beyyi- nei tevatürle kabili ispat ve işbu iki nefer kimesneden başka varisi namev- cud ise, zeydi merkumun metrukâti- na bir vasli mansub nasbı caiz midir?» Kavuklular bu kâğıdı Hasibenin eli- ne verip: — Al, muska gibi sakla; paşaya emri hak vaki olur olmaz getir bizel. akıl hocaliği ettiğini, beraber kumpas- lar kurduklarını İrfan sezmemiş de- gildi. Muhakkakdolaplar dönüyor, gidi- şaf ta bunu icab ettiriyor. Zirh babası bugünlük, yafınlık, N Bü tarafa da bir akıl hocası lâzım, Kim olabilir bu adam? gelenler arasında rütbeli, mevkili, aklı, dirayeti, dostluğu şüp- hesiz zatlar çoktu; fakat bunlar kim- lerdir, isimleri nedir, İrfan ne bilsin. Haremden çıktığı var mi ki? Kimseye duyurmadan, işi yalniz dadısına ve Jalasma çıtlatmış, uzun Şu iki kişiyi bulmuşlardı. Çocukluk arkadaşı Fahrinin baba- sile Galibin dedesini... Fahrinin babası Gıyas efendi Babi- âli tuğrakeşlerinden, Galibin dedesi Hilmi efendi de Feshanel âmire ruz- namçecisi idi, İkisi de paşanın nân ve nimetile perverdelerden, hak hukuk tanır, iti- roada lâyık adamlar... Vakıâ, Gıyas efendi, beşer hali bu, her akşam tep- siyi önüne koyup bir kaç kadeh rakı içer, Hilmi efendi de tavla ve iskam- bilden hoşlanır ama her ikisi de Allah- tan korkar, tuz, ekmek hâkkı gözetir kimseler... Lala ağa İrfandan haberi salınca hemen koşmuşlar, yukarıda dolaplar döndürüldüğünü duyunca: — Gözünü aç, paşazadem! demiş- lerdi. Rabbim geçinden versin, baba- cığına bir hal oldu mu, Etyemezlilerin soy sop başıma çorab öreceklerinin resmidir, Dakika fevt etme ve kimse- ye bir şey sızdırma; işimize bakalım! Teklitleri şu yolda: Dercengi evvel o gece yahud ertesi gece, herkes uykuya vardıktan sonra, selâmlık misafir salonundaki mineli iki saatin birini, gümüş dört şamda- nm ikisini, sedefli - sehpaların keza İkisini, miderlerin önündeki Buhara setcüdelerinin bir kaçını, bitişik oda- daki tomar perdelerin tek kanadlarile Lâhur şalı masa örtüsünü gizlice di- şarı uğratıvermek. Durup'durup atılıyorlardı: — Senin'tikiü&'lâzım, oralarını bibi bırak a beştiğim! Hemi efendim, Kis min ne demeğe -salâhiyeti var, İki günlük dörtlüğün esamisi mi okurlür? Velinimetin yegâne evlâdısın, hep- sinin sahibi sensin. Oraja da varma, bunca senelik bir vezir oğlunun eşya: yi zatisi, nefsine ait öteberisi ölmaz mi?. Kim karışır senin mâlına? Lala ağa: ı — Ağzımı öpeyim beyler, tövbe oi- sun dedikleriniz. doğru!.. diye tasdik etmiş, kapı dışındaki dadı kalfa; — Okumuş, yazmış kimiselersiniz. Sizler elbette bizlerden âlâ bilirsiniz! diyip el uğuşturmuş, İrfan ise avucu alnında, bir türlü (olur) diyememişti. Efendiler, nefes tüketmedeler: — Bizl dinle beycağızım, dediğimizi yapalım, hüdaylâlim kimsenin ruhu duymaz. Bir tecrübesini et, daha da devam edeceksin; bizlere de (eksik olmayın, hakiki baba dostu sizlermiş- siniz) diyeceksin!., Gıyas efendi, yaşça daha genç oldu- ğu için şeytaneti fazla ve tertibatı da başka. — İrfan bey, demişti, bunlar konak- tan nasıl mı çıkar merakındasın? On- dan kolay ne var? Geç vakit, Fatihten bir deve kömür alırım, Deveyi bahçe- ye çektirip çuvalları kömürlüğe bo- şalttırırım. Deveciye: (Bir iki pil pır- tı götüreceksin) diyip, ön kuruşu da toka edip, ayırdıklarımızı bir iki ha- sıra sardım ni, gece karanlığında de- veye yükledim mi, oldu bitti... İrfanın gene avucu kafasmda, (Pe- ki) demesinin imkânı yok, Akıbet, kendini meydana vermiş, Abdülmennan paşa kuş gibi pırradak cennetine uçm Hasibe Şeyhislâm kapısında soluğu alıp muskayı koynundan çıkarmıştı: — Buyrun!.. Kâğıd, haydi Fetvahaneye, Ertesi günü geri gelince, satırların altında şu iki kelime: «Elcevap, caizdir!» Bu işlerde-en fazla yardımı doku-. nan, en çok yorulan, Mahreç mevali- lerinden, Havası Refia bab naibi Edir- heviMehmed Kasım efendi ismindeki yobazdı. Hasibeye deli divanelerden, Böylesi uğruna değil bir miktar yorulmak, (mal mülk, samur kürk feda) lerden, Sakalıni dört renk ettiği halde hâlâ aynagöz bir papuldak. Maaihafih, pir aşkıma, yalnız Hasi- benin kara gözler işin didinip uğraş. tığına pek te inanmayın. — Bu dünyada sulbünden geldiğin babana, liebeveyn karmdaşına dahi emniyet etme, Arada taze bir dulla boynu bükük bir yetim mevcud. Hak- ları heder olursa arşıâlâ titrer. Vasi olacak kimesnenin ahlâkı hamide sahi- bi, adil ve ihsan İle muttasıl, ezheri cihet şayanı itimad olması meşrut- tur!.. diye telkinleri verip dururken salkımı yutmuş, ne yapıp ne ederek vasi diye de kendisini tayin ettirmişti. Paşanın cenazesi kapıdan çıktığı- nın üçüncü günü, Kasım efendi, ya- nında Kassamlıktan iki kâtib ve imam, muhtar, bekçi, konağa damlamıştı: — Destur, esselâmü aleyküm!. Biz- ler ehli şerlatteniz; kıbeli şer'den ge- Tiyoruz. Bir nebze gezip dolaşalım ete Taf ve eknafi!,, Ağalara, kalialara: — Ehlen ve şehlen ya mümin ve müminat!. diyerek içeri dalmış, (fani dünya hoştur ama akıbet mevt olma- sa), (bakı kalan bu kubbede bir hoş sada imiş), (bugün ona, yarın bize; güvercinliktir bu felek) sözlerile ah of ede ede her tarafı gezdikten sonra, (şeriatin kestiği parmak acımaz) di- yip bütün kapıları mühürlemiş, yatma dört odu açık birakmıştı. Haremde menkühanın Odası, yeti. min odası, scariyelerin odası; selâm- hkta da ağaların kahve ocağı. İçlerine fare düşse başı yarılacak. Hepsi tamtakır, velâ bakır. Menküha- nın ve yetimin odasında birer yastık, birer yorgan, birer şilte; ötekilerde bir kaç ot minder, İrfan beyin tepesine topuz inmiş, fena sersemledikten sonra aklı başı- na gelmişti, İki baba dostu meğerse Keramet sa- hibi imişler, Dedikleri oldu, beni de harfi harfine, « Lala ağa-tarafından hâdiseyi du- uyan Giyas'Ye Elirhi #föndiler, kanter siçinde konağa gelip Çarpınmışlardı" - Gördün mü paşacığım, söylediği- miz çıkmadı mf?.. Sakalımız belâğan mabelâğ mevcudken sözümüzü dinle- medin. : Bizimi, velinimet : zademize garez ve ivazımız olabilir mi? Sırf se- nin menfaatini 'gözetiyorduk ” Hayf, hayf, sadhezar hayf!.. Kuru tahtadayatak üstüne bağdaş kurmuş olan genç, o kadar içler acı- sı bir haldeki yürekler hun olmamak kabil değil. Biliyoruz.a, tuğrakeş efendi erbab- lardan ve Melaknecden, Bıyıklarını Tuğrakeş Gıyas, senin bütün müş küllerine çaresaz olacak! dan çıkan bir gülle gibi kapı dışarı e e Siki dahâ konükta... Aldığı sıkı sıkı öğüt mucibince, tereke işleri bi- tinciye ve üç ay on gün iddet müdde- ti tamamlanıncıya kadar, tamtakır odadan çıkmıyacak, Ablası Hasibe gündüzleri kapı baca dolaşıyor, gete- leri kız kârdeşini bırakmıyor, pide gi- bi şiltede koynunda yatıyorlar, (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: