Sahife HER AKŞAM BİR HİKÂYE Mançunun büyük imparatoru Şum - Çe, X uncu asrın bu haşmet- 10 hükümdarı, mesud ve bahtiyar bir hayat yaşıyordu. Juğu refah ve saadet içiide yüzer- ken, kendisi de, Baykalın asil bir ai- Jesine mensup karısı Ni:- Ni - Çe'nin kolları arasında, hergün bin biriş Ne uğraşmaktan yorulan kafasını dinlendirir; onun beyâ# göğsü Üze- rinde saatlerce kalmaği büyük bir saadet bilirdi. Taç ve tahtının ver. diği gurur ve haşmet, bü”zevkin ya- nında pek küçük kalıyordü. İmparatoriçe Ni - Ni - Çede çok mesuddu. Kocasına &şkım en derin bağlarile sarılmış olan bü kadın, bu aşkı saltanatının verdiği. yalancı bir refah ile süslemek istemiyor; onu kalbinden, hissinden doğan bir arzu ile, bir istek ile sarıyor; ve kaçma- ması için kıskanç ellerile tutuyor; gider korkusu ile bırakmak bile is- temiyordu. Fakat saadeti kim cbedi tatmıştı ki o tatacaktı. Hayatta daima «me- sudum» diyebilmek mümkün olabil- seydi, siyah saçlarımızın. ağarmama- sı, dik vücudümüzün kamburlaşma» ması icap ederdi. Gençliği takip eden bir ihtiyarlık bulunduktan sonra, saadetin yalancı ve geçlel bir şey olduğunu anlamamanın imkânı var mıydı? Bu aşk ve onun getirdiği zevk te on beş senedenböti devam edi- yordu. İmparatoriçe her gün bi- raz dahâ ihtiyarlamasına rağmen Şum - Çe, erkekliğin datiz kuvvetli, daha sağlam bir devrine giriyordu Kendisinin de anlıyamadığı bir his ile, artık kollarına, sevgili karısını eskisi gibi saramıyacak kadar bir yorgunluk çökmüştü. Ve nihayet yeni bir tesadüf, ümit edilmiyen bir karşılaşma, bu kolla- rı bir daha sarmamak üzere geriye çekmişti. İmparator Baykala yaptı- ğı bir av seyahatinde, bir mabedin müganniyesini görmüş. Bu gürbüz genç kızın yakıcı güzelliği altında, her şeyi, karısı ile geçen eski aşk ha- tıralarını da unutmuş. ve hattâ se- nelerin arkasında saklanan bugün- lerini, birer efsane, masal diye telâk- ki etmeğe de başlamıştı. Beka'yı, bu genç müganniyeyi sarayına bile ge- tirmek gafletinde de bulunmuştu! Artık sevgili Ni - Ni - Çe'si onun yu- zünü ancak haftada bir defa göre- biliyordu. Sevilen imparatoriçe met- rük köşesinde, dertli günlerini, her gün biraz daha ihtiyarlamakla geçi- riyordu. Bir sabah erkenden, yatağından kalkar kalkmaz aynaya bakmış, ken- disi de korku içinde geriye çekil- mişti. Kumral saçlarının üzerinde çoktan gümüşler hasıl olmuştu. Elâ gözlerinin altı, bir daha düzelmesi- ne imkân olmuyan buruşukluklarla dolmuştu. Güzel, sevimli gerdânında, o eski toplu, müdevver şeklini muhafaza etmemek için yapılan bir isyan var- dı. Güzelliği yıkan ve yıkmakta 1s- rar eden bu inatçı musallatı dur- dürmak ne ile mümkün olabilecek- ti? İnsanların elinden, geçen saadet samanlarmı tahassürle yad etmek- ten başka ne gelebilirdi? O da öyle yapmış; derin derin içi- ni çekmekle bütün bunların cevabı- nı vermişti... iz Fakat diğer tarafta, yeni aşkın en hararetli zamanlarını yaşıyan gece- lerin, bitmek tükenmek bilmiyen cümbüşleri çınlıyor, güzel muganni- yenin çağırdığı şarkılar, güya onu daha ziyade dertli bir hale sokmak için duvarları delerek geçiyor, duy- mak istemiyen kulaklarının dibinde, gürültülü yaygaralar koparıyordu. O bu hale tahammül edemez ve yar şıyamazdı. ğ Bir gece, deli gibi yerinden fırladı. Yastığı altında muhafaza etmekte gasbedilen bir hakkı aramak sev- dasına düştü. Her ikisini birden vü- racak, böylece bir hakkı, bir adaleti yerine getirmiş olacaktı. Bir adım attı, onun bu halini perde arkasın- dan gözetliyen medimesi içeriye gir. Baş, diş, miş: — Töre, nereye? Diye sormuştu. Cevap veremedi. 2 , ” ali Büyük imparator- | şaşkın gözlerini nedimenin üzerine dikerek, sorduğu süsle kendisinin ce- vap vere: istiyordu. Dayana- mamış, ha nden düşmüş ve hüngür ağlamağa başlar Maş. Nedime onu bir mindere oturta- rak biraz sakin olmasını bekledi. Ve sonra tatlı, teselli edici bir —, Bana bak sultanım, dedi. Ulu kabilenizin ön büyük şanı hakkı tes- lim etmektir. Vurmak değil. İmparatoriçe hayretle dinliyordu: ar mevsimlere göre ye- nin İezzetle yeni ken- disine mahsus bir devri vardır. Ki- razın zamanında Şeftali, şeftalinin zamanında da kiraz aranmaz. Unu- tulan meyvanım bundan rmiğber olarak bir daha yetişmemesi mi lâ- zımdır? Hayır, gelecek sene gene çi- kar, gene aranır, gene lezzetle yenir... — Ne demek istiyorsun? — Sabrediniz, sizinde aranılacak zamanınız gelecektir. Ni - Ni - Çe bunun bir daha gel- miyeceğini pek iyi biliyordu. Bu söz- ler onun üzerinde hiç bir tesir hu- sule getirememişti. Yalnız bir tek kelime kulağında çınlıyordu, Ve onu bilmiyerek tekrar ediyordu. — Hakkı teslim etmek!... Dinç ve mağrur ayağa kalktı. Ne dimesine: — Mücevher kutumu buraya ge- tir... Dedi. Büyük bir çekmece önüne kon- muştu. Ayni sükünetle ilâve etti: — Beka'yı buraya çağır.. Genç kız böş dakıka sonra, korkak ve mütelâşi yanına girmişti. İmpa- ratoriçe ayağa kalkarak istikbal etti. Gülüyor, ve bu gülmesinde, bir mu- habbet, bir hürmet okunuyordu: — Korkma kızım, dedi. Gel yanı- ma otur... Ve mücevher. çekmecesini olduğu gibi kendisine vererek: — Sana son dakikamda söyliyece- ğim sözleri iyi dinle... Onu hiç bir zaman rahatsız ve muztarip etmiye- ceksin... Onu aşkınla avutacak, uyu- tacak, ona her türlü kederini unut- turacaksın... Ben olacak, benim ye- rimi alacaksın... Eğer bunu böyle yapmıyacak olur isen, saraydan bir türlü ayrılmıyacak olan ruhum, bil ki başın üzerinde tufanlar kopara- caktır, Al git... Ben mesud devirleri- mi sürdüm.. Sen de hissene ayrı- lan saadet günlerini yaşa... Nezle Başağrısı Kırıklık Dikkat ediniz » Akşam meştiy: plâk neşriyatı Beka hayret içinde gitmekle - git memek arasında mütereddltti. Çek- yi almak bile istemiyordu. İm- kolunun altına koy- mamış, ve kendisini kapıya kadar götürmemiş olsaydı, ne almağı, he ğı düşünecekti. i git... n arkasından bağırmı inden öptüğü Beka, hali olduğu gibi imparatora anlattı. - Şum - Çe deli gibi impara- toriç: geldi. * Yerde kan- lar içinde, hâlâ gönderdiği buseyi ve- | nnı bükmüş, | riyormuş gibi, dudaki bu aşk kahramanının, sabık sevgili cesinin ruhsuz yatan cesedini gördü. Ni-Ni-Çe i, Fakat bugün bile sö ğ ehen kahramanlığı, uyuma» n inat eden çocukları lezzet- le dinliyerek uyutturan ne tatlı bir masal oldu. Meğer aşk ve hayht, nesilleri avutan efsane, bir hikâye- den başka bir şey değilmiş! 2 Kânunuevvel 98? Perşembe İstanbul — Öğle neşriyatı; 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 1350: Plâklia Türk musikisi, 13,30: Muhtelif plâk İN, neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 19: Şan: Bayan İnci tarafın- dan, piyano ve kenam refakatile, 19,30: Spor müsahabeleri: Eşref Şefik tarafın- dan, 1955: Borsa haberleri, 20: Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafından Türk inusikisi ve halk şarkıları, 2030: Hava ra- poru, 2033: Örer Rıza tarafından arab- ca söyler, 2045: Fasıl saz heyeti: Oku- yanlar, İbrahim, Küçük Safiye, All: Ko- man Cevdet, kanun Muammer, klarinet Hamdi, tanbur Salthaddin, ut Cevdet Közan (Saat ayar),! 21,15: ORKESTRA; 1 - Bach: Hamlet uvertür, 2 - Gounod" Faust, $ - Volisted: Pröres Joysux, valse, 4 - Grleg: Huldigungemarsck, 5 - Ellen- berg: Potit bal aux Jardins, 22.15: Ajans haberleri, 2230: Plâkla snlolar, opera ve operet parçaları, 2250: Son haberler ve ertesi günün programı, 28: SON. Ankara — Öğle neşriyatı: 1230 - 1250: Muhtelif plâk neşriyatı, 1250 - 1315: Plâk: Türk mysikisi ve halk şarkıları, 13,15 - 1330: Dâhili ve harici haberler. wa: 1830 - 19: Muhtelif 9 - 1030: Türk musikisi ve halk şarkıları (Makbule Çakar ve ar- kadaşları), 1630 - 1945: Saat ayarı ve arapça neşriyat, 1945 - 20,15; Türk mu- sikisi ve halk şarkıları (Hikmet Rıza Sesgör ve arkadaşları), 20,15 - 2030: KA- sım Nami Duru: Terbiye, 2030: - 21: Plükla dans musikisi, 21 — 2115: Ajans hâberleri, 21,15 - 255: Stüdyo salon or- kestrası: 1 - Popy: Caravane Hindoue, 2 - Salnt - Saens: Samson et Dalila, 3 - Strauss: Fesche Deiter, 4 - Codard: Sur le lac 5 - Lehör: İntermezso, 2155 - 22: Yarınki program ve'İstiklâl marşı. Bu ilk tehlike alâmetlerini görür görmez derhal NEVROZIN Almak lâzımdır. 'NEVROZİN soğuk alğınlığının fena akıbetler doğurmasına mânl olmakla beraber bütün ıztırabları da dindirir. icabında günde 3 kaşe alınabilir isim ve markaya dikkat. Taklitlerinden sakınınız a a RA EN 2 MN MN VE SA 2) ar ver AMA MEAL AMIN keser, İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Taklitlerinden sakınınız ve her yerd. Elindeki hançere bakıyor, ve sonra, | il ayar | Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli smmm Tefrika No. 75 Sinan altı aydanberi yatıyordu. Onu zaganâ zehirlemiş olsaydı, ya ölecek, yahut dirilip kalkacaktı! serin bir ri göğsünü Jittikçe artan anonun ateşli başlamıştı âr okşa- Antoniyi öldür- ayakları bir türlü yor, kollarını en- inlere uzat — Beni deniz mi çeklyor?... Rüz- gâr mı çekiyort... Neden geri döne- Enginlerde beni bekli- Diye bağırıyordu, Greçyano o gün sahilde saatlerce dolaştı, . söylendi, dalgalarla, rüz- gürlarla, fırtınalara konuştu. Uzaktan bir gölge görür gibi ol- du. Soyundu, denize atladı. Greçyanonun uzaktan gördüğü bu gölge, açıktan geçen bir yolcu ge- misi miydi? Yoksa bir hayalet miy- di? Venedik şövalyesi gemiye iltica ederek adadan kurtulmuş muydu? Dalgaların koynunda boğulup gitmiş miydi? Bu muammayı &da münze- yileri anlıyamadılar. Bakalım Türk denizcileri keşfedebilecekler mi? BÖLÜM: 3 Küçük Sinan “Cerbe, limanında hastalanmış. — Bugün biraz daha iyiteyim, Ro- zita! Dizlerim tutmuyor. kollarımı kaldırmağa mecalim yok. Fakat, içimde bir sevinç var... Birdenbire ayağa kakıp yürüyecekmişim . gibi. küçük çocukların duyduğu bir se vinç, — Ben de bügün seni her günkün- den daha İyi görüyorum, Sinanci- ğım! Elbelte bir gün tamamile iyile- şeceksin! — Bunu umuyor musun, Rozita? Benim günün birinde tamamile iyi- leşip kalkacağımı, gene eskisi gibi de- nizlerde dolaşacağımı o umuyor mu- sun? — Şüphesiz. Genç bir erkeksin! Küçücük bir sineğin zehiri, senin gi- bi koskocaman bir-aslanı devirebi- lir mi? — Bir küçücük zagana beni yen- di, -Rozita! (Cerbe) ye geldiğimiz gündenberi yatakta yatıyorum, Her gün biraz daha çökerek, biraz daha eriyerek nihayet bu hale geldim. Be- ni ancak bir mucize kaldırabilir... — Ümidini kesmel Şeyh Saldin sa- na gönderdiği ilâç her halde tesiri- ni gösterecektir. Araplar zaganadan zehirlenenleri her zaman kurtarır Jar. Merak etme.. çok yakında kal- kacaksın! Sinan başını yastığa dayamış, göz- leri yerde konuşuyordu: — Senden de utanıyorum ârtık, Rozita! Altı aydanberi burada bana bakıyorsun! Benim için üzülüyor. sun! Gece uykularım unuttun... Bu fedakârlığını nasıl ödiyeceğim? Sinan konuşurken, başı yastıktan sarktı. Sinanı bu vaziyette görenler, onu birdenbire öldü sanırlardı. Oysa ki o uykuya dalmıştı. Sinanı Cezair sahillerinde nadi- ren tesadüf edilen zagana adlı ze- hirli bir sinek sokmuştu. Sinan Cer- be limanında küçük bir kulübede yatıyordu. Rozita altı aydanberi Si- nanın başı ucunda oturuyor, ona bakıyordu. Sinan, şövalye Greçyanonun kızı- ni kaçırıp donanmadan ayrıldıktan sonra Cezaire gelmiş, fakat Halkul- vaad kalesi muhafızı olan amcası Hamza beyden yüz bulamayınca Cer- beye uğramıştı. Burada bir kaç gün kaldıktan sonra ne yapacağını, ne- reye gideceğini düşünecekti, İşte bu sırada, Sinan bir akşam sahilde dolaşırken ensesinde bir si- nek gördü. Gemiye koştu ve Rozi- taya: — Sakın bu sinek (meşum zaga- na) lardan biri olmasın?... Sinan iki mışta. Rozita bir kaç gemici ile Cerbeye çıktı; limanda bir küçük kulübe bularak Sinanı buraya çıkardı, yere bir yatak serdi. İşte Sinan altı ay- danberi burada yatıyordu. Yerliler Sinana çok acıyorlardı. Vaktile bir Türk denizcisi daha za- ganadan ölmüştü burada, Uzun yıllar vardı ki, (meşum zâ- gans) lar bu sahilde hiç kimsenin canını yakmamışlardı. Yerliler Sinanın hastalığına şaşi- yorlardı: — Zaganadan zehirlenen bir in- san kırk gün içinde ya ölür, ya kur- gün sonra hastalan- tulur. Bu nasıl iş... Sinan rels altı Aydır yatakta yatıyor. Ne öldü, ne de kurtuldu! Diyerek Sinanın iyileşmesi için ne mümkünse yapmağa çalışıyorlardı. Kılıç Ali paşanın çok iyi dostu olan (Elâriş) kabilesi reisi şeyh Sald, Sinanın hastalandığını duyunca, iki kere Cerbeye gelerek Sinanı ziyaret etmiş ve ona en müessir ilâçları gön- dermişti, Son gelen ilâcı, çölden gelen arap- lar Sinana kendi ellerile içirmişlerdi. Rozita her ne kadar: — İlâcı bana verin, ben içiririm. Dediyse de, deveciler: — Şeyhimiz bize böyle emir verdi. Diyerek, ilâcı içirinceye kadar Sİ- nanın yanından ayrılmamışlardı. Ve işte, Sinan bu ilâcı içtiği gündenbe- ri gözleri açılmış, aklı başına gelmiş ve konuşmağa başlamıştı. Rozite bile: — Bu çok müessir bir ilâçi Demekten kendini alamamıştı, Cerbelilerden biri Sinanın yattığı kulübeye sık sık gelip gittiği için, hastalığın seyrini ber gün iyi bili- yordu. Hasan... Bu orta yaşlı bir kayıkçı idi. Çok fedakârdı. Temiz yürekliy- di. Sinana karşı içinde gittikçe de- rinleşen bir sevgi ve merhamet du- yuyor, ona çok acınıyordu. Hasan bir gün bir başka kayıkçı arkadaşile konuşurken, dedi ki: — Ben, Sinanı zagana soktuğuna inanmıyorum. Çünkü bütün öm- rümde dört zagana vakası gördüm. İkisi öldü, ikisi ilâçla kurtuldu. Fa- ket, ölenler bir haftada gitti. Kur- tulanlar kırkıncı günü ayağa kalk- tılar. Sinan reis altı aydır yatıyor. İnmeli bir adam gibi, vücudünün hiç bir yeri tutmuyor. Bu nasıl iş? Bu nasıl zagana zehiri böyle?... 'Hasanın arkadaşı hayretle sordu: — Ne demek istiyorsun?... Sina- nın karısından mı şüpheleniyorsun? Kayıkçı Hasan başını sallıyarak homurdandı: — Evet. Rozltadan şüpheleniyo- rum. * — Mânasız bir şüphe... — Mânasız mı? — Öyle ya. Rozita gibi fedakâr bir kadından şüphe edilir mi? Altı aydır Sinanın başı ucunda bekliyor. Bunu hangi kadın yapar? Bahusus ki, Rozita bir ecnebi kadınıdır. — Düşmanlarımızdan birinin kızı olduğunu hesaba katmıyorsun: Bu noktada biraz dursan, sen de benim gibi şüpheye düşerdin! — Düşmanlarımızdan mı dedin?!.. — Öyle ya. Hâlâ farkında değil misin? Rozita, vaktile Cerbeyi yar kan şövalye (Greçyano) nun kıl 'Tuhaf şey! Bu kız nasıl düş müş Sinanın eline?... — Burası bir sır. Bunu bende bilmiyorum. Her halde Sinan onu bir yerde görmüş; sevmiş ve kaçır mıştır. Greçyanonun - elinden başkâ türlü kız alınmaz! Kayıkçı Hasanın arkadaşı düşün” meğe başladı: — Şimdi ne demek İstiyorsun, Hasan? birinin kızı