Bundan iki bin üç yüz sene evvel, Türkmenistanda eski (Mero) şehri- nin bulunduğu yerde, güzel bir kra- içe vardı: Mirta. Mirta hüküm ve nüfuzunu, bütün komşu ülkelerde tanıttırıyor; küçük bir emrile yüz binlerce Türkmen süvarisini ülkeler istilâsı için göndermeğe kadir bu- Tunduğunu gösteriyordu. Mirta'nın emir ve iradesine karşı gelecek hiç kimse yoktu. O ihtiyarlar meclisinin hüküm ve kararlarına, sa- dece. ananeye sadakat için itaat eder; bunu milli bir borç, milli bir farize bilirdi. Bazan kendisine İti- raz edenlere, siyah birer inei gibi parlıyan iri gözlerini tevcih ile öyle bir bakardı, ki; böylece en cesur kalbleri bile birer kurşun gibi eriti- verir, en serkeş, en asi başları ko- yun kadar halim bir hale sokuve- rirdi. Onun en kavi silâhı gözleri, en haşmetli kuvveti güzelliği idi. Tabi- atin pek müstesna ihsan ettiği bu güzellikle; ordusu da olmasa, tek başına kaleler bile fethetmeğe muk- tedirdi. Yirmi üç yaşında olmasina rağ- men hâlâ evlenmemişti. Cesaretle iz- divacını talep edenler, delirmek, çıl- dırmak, ölmek felâketine maruz ka- ırlardı. Bu biçarelerin adetleri © kadar çoktu ki o kabirlerinin birbiri- ni takiben sıralandığı yere ' «Mirta'- nın mezarlığı denirdi. Komşu bir hakan, (Akây) da bu: nun güzeliğini duymuş, kendi gü- zelliğine mağrur, izdivacıni talep et- meğe gelmişti: Günlere Süren yal varması, Mirta'nın katı kalbinde kü- çük bir merhamet bile üyandırma- mıştı. Akay, yalvarmadan “bir ne- tice hasıl olamıyacağıni anladığı za- man; — Mita o halde gitmek icap edi- yor, değil mi?... Demişti. Genç kadın omuzlarını Kaldırdı: — Tabit değil mi ya... © Ve sonra birşey unutmuş gibi müstehzi HÂve etti: — Mezarlığımda kendinize bir yer ayırdınız mı? Akay hayretle baktı: — Hayır, dedi. Ölmiyeceğim!, Mirta güldü: — Bakalım!, Diye cevap verdi. O nekdisini sevenlerin ölmelerini görmeğe alışmış ve bundân'bir zevk duymağa başlamıştı. Akayın da ayni ükibete düçar olacağını zannediyor- du. Genç ve güzel bir hakanı uğ- rTunda öldürmekten mütevellit zev- kin vereceği neşeyi düşünerek sevini- yordu... Onun aşkı sevmemek; fa- kat ölenleri görmekti. Yalnız bu sefer günler geçtiği hal- de, kendisine bir eğlence teşkil ede- cek bu sevinmeğe bir türlü kavuşa- mamıştı. Çılgın bir asabiyet içinde merakla bekliyordu. Yazık ki mezar- ık olduğu gibi duruyor, yeni bir kabir ilâve edilmiyordu. “Yavaş yavaş bunun sebebini tah- kik etmek arzusu başgösterdi He- men her tarafa adamlar çıkarttı. Nihayet, (Akay) ın, bir.dağ tepesin- de, onun aşkını unutmak için, şarap fıçıları Arasında, gece gündüz sar- hoş yattığını öğrendi. Küplere binmişti. — Nasıl! Nasıl! diyordu. Şarap benim aşkımı yenebilecek Kadar bir kuvvete sahip midir? Hemen tutulup getirilmesini em- retti. Akay, sarhoş ve perişan huzuruna çıkarılmıştı. Mirta aşki “yüzünden perişanlığa düşen bu zâvallıyı, göz- lerini küçülterek tepeden tımağa ka- dar süzdü. Ve; — Bu halin ne? Ne yapıyorsun?!.... — Hiç, sevenin ve anlâyânın kol Yarına düşüyorum... — O şarap mı? O zehiri... — Evet... Bazan zehir diye telâkki edilen şeyler bir saadet ve refah ümit edilen dudaklardan daha ziya- de panzehir olur... Mazinin acı dert- lerini unutturmak için sinelerinde oyalarlar, avuturlar. ve hattâ unut tururlar da... Mirta çılgın gibi yerinden fırladı, MA rp beni Ml du mu? — Evet... Ve şimdi sizi değli, şara- bı.sevmeğe başladım. Mirta güzelliğine büyük bir isyan teşkil eden bu sözleri daha fazla din- Wyemezdi. Kadınlık gururu kabar- muşta. O her şeyi affederdi. Fakat unutulmağı asla... — Buraya bakın!.. Dedi, Köleler deli gibi koşmuşlar- dı, — Bir insan alacak leğen hazırla- tın... İçini şarapla doldurup bura- ya geritin. Ve bunun hazırlanmasına okadar (Akay) ı olduğu yerde bırakarak çekilip gitti. O kendisini unutmak istiyen mecnuna, bu küstahlığının ne büyük bir günah olduğunu gös terecekti. * “ İki saat sonra iradesi yerini bul- muş, lâhde benziyen bir leğen Şş8- rapla dolu olarak huzuruna getirtil- mişti. (Akay) ı göstererek ve hiç bir merhamet hissetmiyerek: — Bunu içine atın!... Dedi. Zavallı âşık şarabın içine atılmış, ve kapatılan kapağın üstüne dört tane köle de oturtulmuştu. Mirta kendisini unutmak cüretini gösteren bu sefilin şimdi içeride bo- gulurken çektiği iztırabı düşünüyor- du. Birdenbire durdu. Helecandan söz söyliyecek kuvveti bile kalmadı. — Açın, çıkarın... Diye bağırdı. Çok geçti... Kapak açılmış, fakat (Akay) çoktan boğulmuştu. Titre- ye titreye şaraptan mgarın yanma geldi. İçine dikkatle baktı. Düşme- mek için nedimesinin koluna dayan- dı. Ve orada bulunan ihtiyarlara; — Ne büyük bir cinayet yaptım. Hükmünüzü verin... Dedi. Hiç kimse cevap veremiyor- du. İsyan ile bağırdı: — Ne için susuyorsunuz?... En ihtiyarı atıldı: — Hüküm verebilmek için behe mehal bir mahkemenin vücudü şart değildir. İnsanın kendi vicdanı ka- dar doğru hükmedebilecrek bir hâ- kim tasavvur edilemez, En âdil ka- rarlar ancak yicdanlardan sudur ede- biliri... Mirta, ihtiyarın ne demek istedi- ğini anlamıştı. Nedimesinin kolun- dan ayrılarak, şarap mezarının ya nuna çöktü. Ve: — Dolabı aç, orada yeşim taşın- dan yapılmış küçük bir kutu var, onu bana ver... Dedi, Aldı içinden” bir toz çıkardı. Altın kâsesini getirtti, Güzel haka- nın ölüsünün yattığı şaraptan al dırtı. İçine tozu attı. Ayağa kalktı. Şarap mezarına doğru eğilerek: Seni öldürmekle gururumu memnun ettim, Ben de kendimi öl- dürmekle senin ruhunu şad ediyo- rum! Dedi. Ve sonra acı bir tebessüm içinde ilâve etti: — Ben öldükten sonra, beni bu- nun içine alınız... Onunla beraber şarapla gömünüz. Ve bir yudumda zehirli şarabi içti, R. Çavdarlı Beyoğlu Halkevinden: 1 — 301897 anlı günü saat 1830 da Evimizde (Türkiyede para meseleleri) hakkında profesör bay Muhlis Ete tara- Kocaeli vilâyeti mektep kitapları satış yeri, Her nevi kırtasiye çeşitleri, Nauman ve yazı makineleri, Ko- dak makine ve levazımı saire bulunur. Baş, diş, nezle, grip, romatizma ve bütün ağrılarınızı derhal keser, İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla giripin isteyiniz. A evde yalnız kalmıştı, 30 Teşrinisani 1937 a 30 Teşrinisani 937 İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Plâkla Türk musikisi, 1330: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: BON. Akşam neşriyatı: 1840: Plâkla dans musikisi, 1845: Konferans; Eminönü Halkevi neşriyat kolu namına Nusret Se- fa, 19: Çocuklara masal: Bayan Nine ta- rafından, 1930: Konferans: Bıninönü Halkevi sosyal yardım şubesi namma; Eşref (Çocuk ve gençlerin musiklde ta- hasslis kabiliyetleri), 1945: Borsa haber- leri, 20: Klâsik Türk musikisi: Okuyan Nuri Halli, keman Reşad, tanbur Dürrü, kanun Vecihe, ut Sedad, kemençe Kemal Niyazi, nisfiye Salâhaddin Candan, 2030: Hava raporu, 2043: Örer Ra tarafın- dan arabca söylev, 2048: Vedin Rıza ve arkadaşları tarafından. Türk“musikisi ve halk şarkıları (Sat ayarı), 21,15: ORKES- TRA: 1 - Greg: Peer - Oynt Sulte, 2 - : Papana vals, 3 - Pes: - Olfenbash: La Belle Höleğne $ - Tschalkowsky: Natha - valse, 22.15: Ajans haberleri, 22,30: Plâk- Ja sololar, opera ve operet parçalari, 22,50: Son haberler ve ertesi günün prog- ramı, 23: SON. Ankara — Öğle neşriyatı: 1230 - 1250: Muht plhk neğriyatı, 1250 - 138: Plâk: “Türk musikisi ve halk şarkıları, 13,15 - 1330: Dahili ve harisi haberler. Akşam neşriyatı: 1850 - 19: Muhtelif plâk neşriyatı, - 19 — 1930: Türk musikisi ve hsik şarkıları (Hüznüye ve arkadaşla” Tr), 1980 - 1945: Saat ayarı ve arapça neşriyat, 1945 - 2015: Türk musikisi ve halk şarkıları (Hikmet Rıra Sesgür ve ar- kadaşları), 20,15 - 2030: Sıhhi kanuşma: Dr. Vefik Vassaf, 2030 - 21: Plâkla dans musikisi, 21 - 2115: Ajans haberleri, 21,15 - 2158: Stüdyo salon orkestrası: 1 - Mozart: Die Sehuldighelt Gelboos, 2 - Thomas: Ta Cait, 3 - Strauss: Donaume, 4 -Lalo: Dansous, 5 - Moussorsgy: İnter- mezzo No. 2, 21,55 - 22: Yarınki program ve İstiklâl marşı, 1 Kânunmeyvel 837: Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plikla Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Plâkla Türk musikisi, 1355): Muhtelir pili | neşriyatı, 14: SON. Çektiği ıstırap- ların mes'ulü kendisidir NEVROZIN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşatan bu muannit baş ağrısından eser kalmıyacaktı. NEVROZIN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte- vellid ağrı, sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir. NEVROZIN Mideyi bozmaz, Kâlbi ve böbrekleri yormaz. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. İsim ve Markaya Dikkat Taklitlerinden sakınınız 1987, çarşamba akşamı saat 18,30 da Etib- ba odasında toplanarak tebliğlerde bu- Tunulacaktır. Muhterem (meslekdaşların teşrifleri rica olunur. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelli mam Tefrika No. 73 - Roza: “Canım dana sucuğu istiyor, baba! Neredeyse memem şişecek..,, diye yalvarıyordu... Şimdi yalnız bu ağaçlar kalmış... Şir- toları kaynatıp suyunu içersen, üzüm suyu içmiş gibi hoşuna gidecek, Zora derhal yaprakları kaynattı.. içti. — Sahi, dedi, mis gibi üzüm ko- kuyor. Allah senden razı olsun. Greçyano da karısı kadar sevin- mişti, 'Balıkçıya: — Bu yapraklardan tepede var mı? Diye sordu. Andrea: — Evet, dedi, çok vardır. Lâzım olursa gene gider getiririm, O gün Zora akşama kadar yattı, uyudu. Fakat, ertesi gün kalktığı zaman canı başka bir şey istiyordu: Dana sucuğu. Zora gözlerini açar açmaz burnu- na bu koku geldi... Kocasına; — Sinyor, dedi, mis gibi kızarmış dana sucuğu kokuyor. Aman bana biraz sucuk bul! Greçyano şaşırdı. Şirto yaprakları üzüm ihtiyacını tatmin etmişti amma. adada kö- pek etinden bile sucuk bulmak kabil değildi. Zora balıkçıya yalvardı: — Canım dana sucuğu istiyor, ba- | bal Neredeyse memem şişecek... Ba- na bir lokma olsun sucuk bulamaz mısın? Andrea ihtiyar kardinale koştu, vaziyeti anlattı: — Sinyor Ciyovaninin karısı gebe- dir, burnuna dana sucuğu kokmuş... Ne yapalım? Kardinal Antoni kulübesindeki do- Jabını açtı: — Burada geçen yıldan kalma bir Diyerek dolabın gözlerini araşlır- dı. Ve .sevinçle Andreanın yüzüne baktı: — Zoranın talihi varmış, İşte du- ruyor... Dedi. Sucuk parçasını balıkçıya uzattı: — Haydi, hemen götür bunu Z0- raya... çok * ” Günler böylece iztırap ve yoksul- luk içinde geçiyordu. Zoranın iş- tekleri bitmiyor, her gün burnuna bir başka şey kokuyor, her gün cani bir başka şey çekiyor ve hiç birisi bulunamıyordu. Sinyor Greçyano bu üzüntülü ha- yattan Ousanmıştı. Bir taraftan kızı Rozitayı hatırlıyarak ona diş bi- liyor, diğer taraftan. yirmi yıl önce karısının yaptığı ihaneti düşündük- çe fena halde sinirleniyordu. — Rozita benim kızım değilmiş. Onu yirmi yıl kendi kizim gibi sev- dimdi. Şimdi elime geçse pârçalar- dım meltinu. Diye söyleniyordu. Halbuki bu ha- disede Rozitanın ne suçu vardı? O, bir günahın, bir ihtirasın do- gurduğu çocuktu. Suçun en büyü- ğü Rozitanın anasında idi. Greçya- no bunu anlamamış değildi. Ne yap- sın ki Rozitanın anası çoktan öl- müştü. Greçyano, meydanda rahip Anto- niden başka öç alacak kimse göre- miyordu. Adada yaşıyan on altı kişinin he- men hepsi de suçlu ve mazileri ka- ranlık kimselerdi. Bu adamlar re- hip Antoniye o kadar bağlanmışlar- dı ki... Greçyano bir an için rahibi öldürmeğe karar verdiği halde, ada. Uların kendisine karşı alacağı vazi- yeti düşünerek itidalini kaybetme- meğe çalışıyordu. Bir sabah Greçyanoya: — Baba Antoni bugün Allaha yal varacak. Bu duada hepimizin bu- Tunması lâzım, Demişler ve Greçyanoyu da zorla ap kulübesine götürmüşler. Rahip Antoni — Allahın huzurunda dua eder- ken; yanımda ve karşımda dişi bir mahlük görmek istemem. Dediği için, Zorayı rahibin kulü- besine götürmem!şlerdi. Ada sakinleri rahibin . etrafını sa- Tarak, büyük bir iman ve tevekkül ile ellerini yukarı kaldırdılar, Rahip Antoni gür sesile duaya başladı: — Allahım! Burada benimle bera- ber yaşıyan ve şimdi sana ellerini uzalan kimselerin en ağır suçlusu- su benim. Yirmi yıldır sana kendi- mi affettirmeğe çalışıyorum, Eğer beni hâlâ affetmek istemiyorsan, hiç olmazsa bu zavallıların seslerini işit! Onlar arasında suçu çök hafif kim- seler de vardır. Onlara ben acıyo- rum, Tanrım. Sen de merhamet etl Artık yiyeceğimiz, içeceğimiz kalma- dı. Şimdi aramıza, kamı gittikçe büyüyen bir dişi mahlük ta girdi. Onun karnında taşıdığı çocuğa ol sun merhamet et! O henüz dünya- ya ayak basmadı. Günahınne de mek olduğunu bilmez. Bu nezih mahlükun kolaylıkla dünyaya gel- mesi için anasına sen yardım et. Onun rızkını gönder! Greçyano -bu duaya amin demek- le beraber, içinden gülüyor ve: — O çocuk, günahın ta kendisidir. Allah bize nasıl yardım etsin?... Diye murıldanıyordu. Rahip Antoninin düasından çok şey uman münzeviler günlerce bek- iediler, Ne gelen vardı, ne giden... Balıkçı Andrea: — İşte Allah bize balık vermiş... Keçiboynuzu vermiş... Av etleri ver- miş... Daha ne istiyoruz? Diye söyleniyordu. Balık eti, av eti... Bunlar iyi amma, ekmeğin yerini tutân bir gi- da yoktu. Zora gittikçe zayıflıyordu. Sinyor Greçyano da eski heybetli vücudünün gittikçe çöktüğünü gö rüyordu. Greçyano: — Allah işini biliyor. Bizim gibi günahkârları bir araya toplamış. Vatikan çilehanelerinden ne farkı var burasının? Diyor ve telihine küsüp oturu- yordu. Zoranın karnındaki çocuk beş bu- çuk aylık olmuştu. Rahip Antoni bir gün! — Ciyovaniye söyleyin, Floransa» da çok büyük günahlar işlemiş ola- cak ki, cezasını çekiyor! Diye haber göndermişti, Greçyanoya bu haberi Me Andrea: — Günahınızı affettirmek için râ hip Anfoninin ayaklarına kapanınız! Diyerek Ciyovaniyi rahibe götür- mekte ısrar ediyordu. Greçyano baklayı ağzından çıkar mak sırası geldiğini hissetti, — Pek âlâ, dedi, Antoniye gidip yalvaracağım. Bizim için de Allah- tan yardım istesin. Fakat, Allah onu affetmiş midir? İlk önce bunu an- lamak Istiyorum, Andreâ, Andrea gözlerini açtı: — Antoni hakkında fena düşünü- yorsunuz, sinyor! Ona kötü gözle ba- karsahnız adamıza şeamet getirirsi- niz! Greçyano fazla bir şey söylemedi. Andreanın sözünü dinledi, Kulübe- den birlikte çıktılar. Ve Antoniyi ziyaret etmek üzere yola düzüldüler. Greçyano kendi kendine düşünü- yordu: — Bu adamlar Antoninin kerame- tine ve büyüklüğüne inanmışlar... Andrea bana, bu günahkâr rahibin ayaklarına kapanmamı tavsiye edi- yor. Halbuki Antoni hem benim düş- marımdır, hem de dünyanın en bü. yük günahkârlarından biridir, Antoninin . kulübesine vardıkları zaman, kapıdan bir ses işittiler: (Arkası var)