iğ Türk kraliçelerinin aşkı EE TAMİRA 'Tamira; Khotan (1) in bu güzel #arı saçlı kraliçesi, billür kadar be- yaz göğsünü, kendisine perestiş eden- lere göstermekten duyduğu büyük Zevk içinde, ilk bahar için yapılan dini merasimi tesid maksadile büyük mabede gidiyordu. Tahtırevanı üzerin- de; kraliçeliğe inzimam eden güzelliği- nin verdiği gurur; iri, yakıcı mavi gözlerini etrafına güçlükle bak- dırtıyorç bu cazip nazarlarda, tenezzü- Jen bakmaktan mütevellit bir benlik okunuyordu. 'Tamira, çok kibirli idi. Çin impa- Tatorunun kardeşi Wan - Yan - Ti (2) Sarp denizi sahillerine yaptığı seyaha- tinde, bu «barbarlar» (3) ülkesinin me- deni şehrinden geçerken, 'Tamiranin güzelliği onu bir yıldırım gibi çarp- Mış, Çinin bu büyük, meşhur gene- Talini, günlerce dizleri, ayakları önün- de ağlatmıştı. Yirmi dört, yirmi beş yaşlarına « girmek üzere olduğu halde, daha bir bahadır bulup ta evlenememişti. Se- bebini kendisinden soranlara, kah- kahalar içinde şu cevabı verirdi: — 'Tamiranın kalbini alacak e€r- kek, onun kadar güzel, onun kadar Cesur olmalıdır. 'Tamira güzel olduu kadar da çok cesurdu, O zaman bütün Türk halk- larında âdet olduğu üzere, her Türk. kadını gibi oda kılıcını kullanır, okunu alar, ordusunun başında saa gider, düşmanın namdar pehlivanlarmı, ya bir kılıç zo ve yahut ta bir mızrağın ucile yerlere sererdi. Yeni hir harpten avdet edeli yir- mi gün olmamıştı, (Tamira), (Ta- las) a (4) yapmış olduğu bu akında, , kendisine isyan İle tanımak istemi- yen Türk prensliğini imha etmiş, ve hattâ genç, cesur hakanını yaralı olarak ta esir etmişti. Ve bugün ya- raları iyi olan bu hakana mabedde mukaddes şarabı eline döktürtecekti. Yaralı olduğu halde bir kaplan gibi, saldırmaktan çekinmiyen bu hakanın; şimdi mabedde zilletle eli- ne şarap dökeceğini düşünerek, da- ha fazla bir gurur duyuyor, emin olduğu cesaret ve Kühramanlığına, yeni bir kahramanlık daha ilâve ediyordu. Bu muannid hakan iki üç yara aldığı halde bir türlü kavgayı bırakmamış, nihayet güzel mâvi göz- Yerile karşılaşan, iri siyah gözleri, bilinemez ne gibi bir kuvvetin tesi- ri altında, kollarını hafif bırakmış, dİlâhım elinden düşürterek kendisini esir ettirimişti. Bu, (Tamira) için katmerli bir galibiyetti. Hem cesare- & hem de güzelliği kazanmıştı. Bu düşünceler arasında tahtıre- van, şehrin cenup mahallesindeki büyük mabedin önüne gelmişti. Ka- pının önüne toplanmış olan binler- ce halk, kraliçelerinin güzelliğini bir daha görebilmek için birbirlerini €aiyorlar, görebilmek bahtiyarlığına maji olanlar, bu ezilmekten bir zevk, bir memnuniyet duyuyorlardı. indirirken, Tamira: — Esir hakan orada mı? Dediğim gibi yapıldı mı? Diye sordu, — Evet hnetmeap. Mukaddes şarabı elinize Ötkmek üzere kapıda bekliyor. — İsyan etmedi mi? — Hayır. İradenizi etti, Tamire, bilinemez ne gibibir his ile, bir kedi gibi tahtırevandan atla- mış, mabedin küçük kapısından içe- riye girmek için bir kuş hiffetile koşmağa başlamıştı. Kalbi şiddetle çarpıyordu. Asi, mağülp bir hakanı nazarları altında daha ziyade kah- retmek sevincine aykırı olarak kal. binin şiddetle vurmasına bir türlü akıl erdiremiyordu. Bu düşünceler arasında, küçük ka- pıya vasıl olmuş, esir hakanı orada, elinde şarap sürahisi bekliyor bir va- ç yete görmüştü. İri boyu, güzel itaatle kabul Yazan: Ma -Tu-An-lin endamı, karışık perişan saçları, ve hattâ pek fazla yakan siyah gözle- ri; harp esnasında görülmesine im- kân olmıyan bütün bu cezbedici varlıklar, şimdi açıktan açığa görü- lebiliyor, muharip bir erkek olarak tanınmaktan ziyade; sevilmeğe, öpül- meğe lâyik bir aşk olduğunu anlat- tırıyordu. Hakan kraliçenin geldiğini görür gürmez sapsarı kesilmişti. Kraliçe bu ezilen kalbin üzüntülerine ehem- miyet vermiyerek, şarabın dökülme- si için ellerini uzatmış, ve hattâ bir kaç dakika beklemişti. Fakat mağ- lübun kendisine bakmıyan gözleri, dökülecek şarap sürahisine dikilmiş olduğu halde bekliyor, bir türlü dök- müyordu. Galip krsliçe sabırsızlanmıştı. — Ben geldim, görmüyor musun?.. Dedi, Hakan başını yerden kaldırmıya- rak cevap verdi: — Harp meydanında bir defa gür- düğüm gözleriniz, bana bu zilleti verdi. İkinci bir esareti kabul etme- mek için bakmıyorum, ondan göre- Büyük bir gurur ile bu sözü söy- Jiyen esir hakan, şarap sürahisini bir tutuşta yere çarpmış “mukaddes şarabı> ayaklar altına yaymışlı. Şemanların feryad ve flganı, mu- kaddes şaraba yapılan bu hakareti hazmedemiyen mutaassıpların gü- rültüleri arasında, kraliçe bu cesur hakanın Jâkayd bakışını hayretler içinde seyrediyor, ve hattâ kalbinde bir merhametin canlardığını bile hissediyordu. Kâhinler çoktan bu günahkârın üzerine atılmışlar, onu kıskıvrak bağlamışlardı. (Tamira) bu güzel cesur haka- nın, acınacak halini seyredemiyecek kadar zayıflamıştı. — Çözün!, Birakın! Diye bağırdı. © Fakat baş rahip kollarını göğsü üzerine kavuşturmuş olduğu halde kraliçenin yanına geldi. Korkunç gözlerini, mağrur, rın gözlerine dikti: güzel hükümda- — Haşmetmeap, onun âkibeti si- ze değil, mabede alttir. «Yedilerin» arzusu yerine getirilecek günahkür mabede kurban olacaktır! Artık kraliçe bütün haşmetini unutarak yalvarıyordu. Ve hatta: — Affedin!, Seviyorum! O benim erim olacak!... Diyordu. Fakat bu sözler mabe- din mutaassıp kâhinleri arasında hiç bir tesir ki edememişti, Ne krali- çenin göz yaşları, nc de yalvarma- ları bu kalı kalbleri küçük bir rikkete bile getirmemişti. Nihayet kraliçe mabedi çınlatan sesi ile sordu: — Mukaddes şaralı tahkir eden- ler ne olur? — Kurban edilirler!.. Biraz ilerisinde duran bir <mu- kaddes şarap» testisin! yakaladı. Ve bütün kuvvetile baş rahibin başına. vurarak: — Beni de beraber kurban edin!.. Dedi. Kraliçenin bir haşmetmeap Ol duğu çoktan unutulmuştu. Hiddetle üstüne saldıranlar, muharip kadım kollarından yakalamışlar, önu da bağlıyarak, esir hakanın yanma gö- türmüşlerdi. » Ertesi günü, bu iki kurban için bü- yük merasim yapılıyordu. İki müc- rim günahkâr, mabedin, kurban kes- meğe mahsus büyük taş masası ya- nma getirildikleri zaman, hakan güzel siyah gözlerini, kraliçenin ma- vi gözlerine dikmiş: — 'Tamira, kuvvetli bak! Bakarak esir ettin. bakarak bu felâketi ge- tirdin!.. Şimdi de bakarak kuvvet veri . Demişti. 'Tamira baktı. — Sevişen gözler için ölüm kar- şasında da bakışmakta bir zevk var!.. Dedi. Daha fazla söyliyemedi. Dua okunmuş, bitmiş, kâhin ruhla- rın istediği ve beklediği kurbanları kesmek için bıçağını harekete getir- mişti. — Ç. Gi) Orta Asyada, bugünkü Türkistan Çini dediğimiz yerdeki bir şehirdir ki; dünyanın ilk medeni bunların yüksek medeniyetinden hahişle bahsederler. (2) Bu Çinli seyahatini miliddan evvel Akinci asırda yapmıştır. (3) Çinliler için kendilerine benzemi- yen halklara «barbar» demek bir âdet- tir. «Barbar: dedikleri halde gene me- deniyetlerini (o saymaklan (çekinmezler. Bunların nazarında «barbar. olmamak için çanlar ii çekik gözlü, uzun saçlı, benizli olmalıdır. gehir olup, Çinliler tarafından pek fazla bahsedilmiştir. Bugünkü ismi, GEvi- ya Ada) dır. Burası da Türk ülkesidir. Grip, Baş ve Diş Ağrıları, Nevralji, Artritizm, Romatizma Yağlı ve yağsız acıbadem, yağsız kar ve yarım yağlı gece ve dündüz HASAN KREMLERİ Çilleri, sivilceleri, ergenlikleri izale eder. İhtiyarlari gençleştirir, gençleri güzelleştirir. HASAN İsmine ve markasına dikkat, KAPTAN PAŞA GELİYOR | © Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mmm Tefrika No. 67 “Rozlta, çok güzel, çok sevimli bir kızdı. O, kendi soyunun ve kendi memleke- tinin düşmanı olan bir türkle sevişemez|, — Türklere yakalanmadan bir sa- hile çıkıp kurtulursak, seni Venediğe götüreceğim, Zora! Senin bu iyili- ğini ölünceye kadar unutmıyaca- ğun! Ben kendi kendime - korktu- Zum için değil, havsalama - sığdıra- madığım için - kaçmayı düşünme- miştim. Bu zindandan kurtulmağa muvaffak olursak, seni bütün dün- yaya tanıtacağım! İspanyol rakkasesi türklere söz vermişti. Şövalyenin gizli maksat- larını ve kafasının içinde yerleşen düşüncelerini öğrenip Kılıç Ali paşa- ya anlatacak ve bu hizmetine mü- kâfat olmak üzere Türk sarayına gi- Terek, orada prensesler gibi yaşıya- caktı, Şövalyenin vaadleri de az parlak değildi. Venediğe gitmek, bütün dün- yada bir kahraman gibi tanınmak... Zoranın kafasında birdenbire bir kaç istifham belirdi: — İstanbula gidersem, Türk sara- yında prensesler gibi yaşamanın ne değeri var? Öyle ya.. saraya kapandıktan son- ra, bir daha hayata dönemiyecek olan bir kadın, Venedikte hür yaşa- mayı elbette daha cazip ve daha mâ- nalı görecektir. İyi amma, kaçmak! Bu fikrin ta- hakkuk edebilmesi için, Zoranın her şeyden önce kaçabilmek (fırsatını bulması lâzımdı. "Yalnız bu kadarla da bitmiyordu: Kaçtıktan sonra bir çok mahrumi- yetlere katlanması gerekti. “Gemiden kaçar kaçmaz kolayca Venediğe gidecek değillerdi ya. Bir adaya itle, edip kendilerini e Trarge kadar aradan zaman ge- . Sonra eni gitmek için — Şimdi kızının nerede olduğunu biliyor musun? Greçyano hafif bir.göğüs geçirdi.. — Belki bu gemide, Belki de başka bir gemide benim gibi esir... İnliyor. Zora, Arşipelde Türk denizcilerile görüştüğü zaman Sinan adlı bir genç kaptanın (Rozita) yı kaçırdığı- nu duymuştu. — Binyor! dedi , merak etme! Kı- ınız yaşıyor. Hem de sevilerek... Greçyano gülümsedi: — Kızımın nerede olduğunu bil- sem, geniş bir nefes alacağım. — Ben sana müjde edeyim: Rozita aramızda değil Yani Türk denan- — Tinos adasında Türk denizcile- rinin ağzından duymuştum. Onu bir Türk kaptanı sevmiş ve gemisile Greçyanonun gözleri ışıldadı: — Eğer bu söylediklerin hakikat- se, o şimdiye kadar Venediğe var- mıştır. — Türk kaptanı sevmiş onu. Ve- nediğe nasıl varabilir? Greçyano nihayet ağzından bak- Tayı çıkardı: — 'Türk kaplanı onu sevmiş ola- bilir. Zaten kızımı, her erkek, ilk gö- rüşte sever. O, çok güzel, çok seh- bar bir kızdır. Fakat, onun bir Türk Zora bir kaç saniye sustuktan son- Tâ, kaşlarını kaldırarak ceva verdi: — Ya, kızınız dâ onu severse?... — Kimi?... - Kabil değil, Rozita, kendi soyu- nun ve kendi memleketinin düşma- ni olan bir adamla sevişemez, — Kadınların gönülleri, açılmamış bir kitaba benzer, sinyor! O kitabı herkes okuyamaz. Eğer Rozita Türk kaptanını sevdiyse.. — Hayır, hayır... Ben kızımın kalk bini bilirim. — Bence hiç bir baba kızının kak nin hileleridir, diyorum. Bir 'Türk kaptanı donanmadan nasıl ayglp gidebilir. Bunu bir 'Türk yapmaz. On- lar başlarına çok bağlı bir millettir. — Aşkın gözü kördür, derler. Çıl- gınca sevmişse, niçin yapmasın? Greçyano, kızı hakkında Zora acaba sinyor Greçyanoyu ka- çarken yaktlatacak mıydı? Yoksa oda fikrini değiştirerek, onunla beraber kaçmağa mı karar vermişti? olunca.. Ambarın ağzı açılmıştı. Tavanda ölü gözü gibi ışıldıyan bir fener yanıyordu. Ambar, göz gözü görmiyecek öm dar karanlıktı. — Hepinizin ayağına götürmeğe vak- tim yok. Haydi gelin alın zıkkımla- Diye bağırdı. Greçyano ile Zora merdiyene ya- kın bir köşede ayakta duruyorlardı. Deniz oldukça dalgâliydi. Sert bir lodos rüzgârı geminin di- reklerini gıcırdatıyordu. Uzaktaki sahillerde görünen fener ışıkları bazan büyüyor, bazan da göz- den kayboluyordu. Kılıç Ali paşa kamarasında Salih reisle konuşuyordu: — Dün gece Zoranın söyledikleri- ne inandın mı, Salih? — İnanmamak için sebep yok, devi letlim! bu sözleri duymamış olsaydı, kendili- inden uydurup söyliyemezdi. — Greçyano da ayni şeyleri söyle- miş. Demek ki Greçyano Rodosa ge- lirken, Venedik gemileri de Misinaya kaçmışlar! — Kulunuz bu haberin doğru ol- duğunu sanıyorum. — Peki amma, biz Misinaya gittik. Orada neden bir Venedik gemisine raslıyamadık? — Gemiler, vaktile yla yanın yaptığı gibi, geriye çekilerek nehir batakığına dalıp saklanmış- lardır. Eğer her tarafta araştırma yapsaydık, onları muhakkak bula- caktık. Biz Jimana girdik ve yerlile- Tin sözüne inanarak çarçabuk dön- allik ananın çeliği