2k Teşrinisan! 1937. AKŞAM Veba, kolera, tufan, zelzele Yanardağ dünyayı kasıp kavurur Ispanyol nezlesinin verdiği kurbanlar yanında Pompeinin yere geçişi bir hiç sayılabilir Hollâandayı sular basıyor Londrada veba 1665 senesinde Hollandayı kasıp ka- “vuran veba Londraya sirayet etti. Ev- velâ iki tiç ev halkı vebaya yakalandi, bu evlerin kapısına: «Allah onlara acısın» levhasını astılar. Kısa bir za- manda hastalık her yana ve herkese başladı. Kral 2 nci Şarl gözdelerini alıp şehir- den kaçınca panik başgösterdi. İlk hafta 700 kişi öldü. İkinci hafta ölü- lerin sayısı 3000, üçüncü hafta 5000 Mesina zelzelesi oldu, Yollarda in cin top oynuyor, ki- Mise çanları durmadan çalıyordu. Be- lediye hastaların tedavi edilmelerini yasak etti, bu suretle onlarla kimse temas edemiyecekti, Sokağa çıkan hastaları arabalarla takib ediyorlar, evlerine dönmek istemiyenleri öldürü- yorlardı. İşin sonu ölüm olduğundan hastalar serbest dolaşmağı ve bir kur- şunla ölmeği tercih ediyorlardı. Hastaları evlerinde kapatmak im- kânsızlaşınca belediye, hasta olımyan- ların sokağa çıkmamalarımı emretti. Gece gündüz ölü gömüyorlar, fakat yetişemiyorlardı. Kaldırımlar cesedie- doluydu. Bu hal hastalığın ilerileme- sine yardım ediyordu. Havayı tasfiye maksadile belediye yolların kenarm- da ateş yaktırıyordu. Artık ölülerle diriler iki yanlı ateş arasından geçip gidiyorlardı. Hastalığın altıncı ayında kıtlık başladı. Londrada yiyecek içe- cek kalmamıştı. Halk vapurlara hü- cum etti; fakat kaptanlara hareket etmemek emri verilmişti. Bundan sonra yeryüzünde misli görülmemiş bir fecaat başgösterdi: Diriler, ölüleri topraktan çıkarıp yiyorlardı. Birinci ay hastalık hızını aldı. 80 bin kişi vebadan ölmüştü. 1832 Kolerası 1832 de Hindistanda başlıyan köle- ra İranı, Arabistanı, Rusyayı, Orta Avrupayı kasıp kavurduktan sonra Pariste karar kıldı. 26 Mart 1832 de dört kişi öldü. Er- tesi gün yüz küsur kişi öldü. Bu has- talık Pariste 19.000 kurban verdi, Asıl İacıa hastalık devrinde halkın çıldır. ması oldu. Herkes çılgura dönmüştü. Koleraya yakalananlar, kafile halin- de sokaklarda dans ederek, şarkı Söy- diyerek dolaşıyorlar ve bu çılgınlık hümması içinde düşüp ölüyorlardı. Orta çağın batıl itikadları canlar- dı. Halk hastalığa yakalanmıyanlar- dan şüphe ediyor: «Muhakkak bizo onlâr kolera büyüsü yapıp canlara kı- yıyorlar» vehmine kapıldı. Bir adam halde balık pazarlık ederken güldüğü için öldürüldü, Başka birisi pencere- sinden sarkıp sokağı seyrediyor diye katledildi. Biri elinde şişe ile sokağa çıkınca taşa tutuldu, parçaladılar. 1918 in İspanyol nezlesi 1918 den 1919 a kadar Avrupada hüküm süren İspanyol nezlesi yeryü- “sünün en Korkunç bailesi olmuştur. Önce grip, sonra İspanyol gripi adı verilen bu hastalık bir senede kaç kurban verdi biliyor musunuz? Facıa- yı hatırlıyanların kimi yüz bin, kimi beş yüz bin diyecektir. Mübalâğayı sevenler ise İspanyol nezlesinden on milyon kişinin öldüğünü söyliyebilir- ler. 1919 da hızını alan İspanyol nezle- sl bir senede 1914 harbinin dört sene- de veremediği kadar kurban verdi. Yeryüzünde O sene «27 milyon» kişi İspanyol pezlesinden öldü. Zelzeleler 1693 de Messinada zelzele oldu, 60 bin kişi öldü. 1783 de gene yer sarsıl- dı 40,000 kişi öldü. 1908 de yer tekrar deprendi, bu sefer 126.000 kişi öldü. 1928 de Japonyada olan zelzelede yalnız Tokyo şehrinde, 2.500.000 nü- fuslu o koca şehirde yıkılmıyan tek bir ev kaldı. Kralın sarayı. 1818 de Meksikada Rio-Bamba şeh- ri sanki dinamitle atılmış gibi patla; dı. Civardaki üç yüz irtifalı dağ tepe- lerinde cesedler bulundu. 1819 daki Hindistan zelzelesinde top- yaklar kaydı, şehirler yerlerini değiş- tirdi. © Tufan Tufan yeryüzünün ilk büyük felâ- keti oldu. Tufan dini bir sembol değil, yeryüzünün hakiki felâketidir. Bir zamanlar yeryüzünün en güzel diyar- Jarı bugün muhakkak ki sular altın- dadır. 1421 de Hollandada deniz karaya hücum etti, 60 köyü köylülerile bera- ber silip süpürdü. Bu tufandan sonra 75 kilometrelik bir deniz hasıl oldu: Züiderze denizi. 1530 da deniz dört yüz köyü köylü- sile beraber silip süpürdü, bu tufan- dan sonra da Harlem denizi meydana geldi. Pompeinin ölümü ——— — 24 ağustos '79 da Napoli körfezi ki- yısındak! Pompei güneş altında pırıl- dıyordu. Tiyatroları, mabedleri, ılık havası, tatlı suları, nefis şarapları ile 24 ağustos 79 da Pompel güneş al- tında pırıldarken, gökyüzüne siyah bir sütun yükseldi, yükseldi, sonra da- gıldı, dağıldı, güneşi örttü, ortalık ka- rardı. Volkan faaliyete geçmişti. İşte bu sırada bir adam büyük bir evin du- vanna «Sodoma Gomora» yazdı. Bu yazı bugün hâlâ harabelerde durmak- tadır, Yerin altından gök gürültüleri gibi sesler geliyordu, Halk, çoluk çocuk, düşmüşlerdi. Kaçmak £İstiyorlardı, ama kaçacak yer yoktu. Lâvlar aki- yor, sokaklarda yükseliyor, kül ve taş yağıyordu. Üç gün içindene Pompei kaldı ne de Pompelli tek kişi... 1800 yılında Pompelde yapılan haf- riyatta bodrumlara iltica edenlerin cesedleri bulundu. Yanar dağdan fış- kırıp yağan ince küller cesedleri oldu- Ku gibi muhafaza etmiş, âdeta mum- ya haline koymuştu. Bu hafriyatta aynen muhafaza edilmiş bir de genç kız memesi buldular. Teofil Gotyenin en güzel hikâyesi bu meme mumyasi- na dairdir. 8.1.8. Bir yandan ordu havacılığına para ile yardım ederken, bir yan- dan da Türk gençliğini kanat- landırmağa çalışan Hava Kuru- munu her saman düşünmeli, «Pitrelerimizi. bu işe ayırmalı, yız. Nişantaşı ortamektebi Nişantaşı ortamektebinin genişletir mesi kararlaştırılmıştı. Bir müddetten- | beri yapılmakta olan peviyonun kat- | ları bitmiştir. Yakında çatısı da bitecek | ve dahili kısımlarile sıvalarının yapıl- masına başlanacaktır. Binanın ikinci kısmıda yakında ihale edilecektir. İkinci kısmın inşası yaz ortasında ta- maâmlanacaktır. Ortamektep bu suret- le genişledikten sonra ihtiyacı karşıla- yabilecektir. Evvelce de yazdığımız gibi karşı ta- rafta resmi bir kız lisesi olmadığından ortamektebi bitiren genç kızlar İstan- bul tarafındaki liselere gitmeğe mec- bur oluyorlardı. Nişantaşı mektebi bu Suretle genişletildikten sonra karşı ta- rafın lise ihtiyacını temin etmek Üze- re bir lise haline konacaktır. Münakaşa kavga ile neticelenmiş Terzi Vasilyadi, Yuvakim, Kostan- tanidis ile terzi yanında çalışan Ko- ço, Niko, Galyadis, Abidin, Necati ve Yorgi isimlerindeki şahısların iş kanunu üzerinde açtıkları bir mü- nakaşa kavga, ile neticelenmiştir. Polis; bunların hepsini yakalıya» genç ihtiyar, kadın erkek sokaklara | rak lâzımgelen tahkikata başlamıştır. Yeryüzünün büyük felâketleril/ ESRARENGİZ KERVAN Yazan: Arif C, Denker Sahire 'Tefrika No. 12 Avrupadan gelme kilitli eski bir sandık satın almıştım. Mektuplar sandığın içinden çıktı — Bırak da adamcağız sözünü bi- tirsin, İşitmiyor musun rusça konu- guyor. Söyle bakalım ne istiyorsun? diye sordu, Sonya diye hitab edilen kadın: — Sen sus Olga Feodorovna! Ben meseleyi hallederim!.. dedi ve Ahmede dönerek sordu: — Anlat bakalım ne istiyorsun? Ahmed Abud belindeki kuşağın içi- »i uzun uzadıya karıştırdıktan sonra okuyamadığı ve okulamadığı üç kâğı- dı çıkardı: — Bu kâğıdlarda yazılı olan şeyle- ri bana anlatmanızı rica ediyorum. Kimin tarafından kime gönderildiği- ni bilmek arzusundayım, dedi. Bunu söylerken Sonyayı yan çize- cek köpekle oynıyan Olga Feodorovnaya doğru İleriledi, kâğıtları ona uzattı. Kadın kâğıtları tetkik ettikten sonra: — Bunların birisi almanca, diğer ikisi ingilizce, dedi ve kâğıtları oku- mağa başladı. Ondan sonra: — «İngilizce mektuplar oLukson» vapurunun kaptanı Vernere yazılmış, dört yüz sandık, hayır yedi yüz elli üç sandık içinde ceman doksan üç ton ağırlığında bir takım eşyanın tesli- minden bâhis... Nakliye ücreti olan dört yüz yirmi sekiz İngiliz lirası tedi- ye edilmiş!..» diye anlattı. Fakat, burada Sonya Vüsilevna arkadaşının sözünü kesti: — Sen bir şey anlamıyorsun. Ver bana da ben okuyayım! dedi. Onun elinden ingilizce kâğıtları aldı. Olga Feodorovna ise almanca mektubu okurken Sonya Ahmede dedi ki: — Evet, Olganın dedikleri doğru. 1921 senesi teşrinievvelinin 16 sında 158 sandık eşya Şangayda vapurdan çıkarılarak Yangsekyang nehri Üze- rinde nakliyata devam edilmek üzere nehir vapurlarına yüklenmiş. Kaptan Verner nakliye parası olan 428 ingiliz Mrasını tahsil etmiş. Bütün bu kâ- Fıtların hiç bir kıymeti yok. Kimbilir 'karılmış! Seni alâkadar etmiyen ev- rTaktan ibaret! Onları çöp tenekesine atsan bile hiç bir şey kaybetmezsin. Yoksa kâğıtlarda bahsedilen eşya se- nin kendi malın mı? Ahmed Sonyanın müstehziyane bir tavırla sorduğu son suale cevap ver- medi. Yalnız: — Teşekkür ederim Barinya, dedi, Şu halde o eşyanın sahibi kaptan Ver- ner isminde Bir adam öyle mi? Kap- tan Verer. — Hayır, Verner değil, o yalnız eş- yayı getiren yapurun kaptanı. Eşya- nın kime ait olduğu yazılı değil, imiEa Olga Feodoroyna söze atıl- — Orada yazılı değil ama, burada benim elimdeki almanca kâğıtta ya- alı. Sen almanca bilmezsin. dedi. Ku- cağında oturan köpeği yere bıraktı. Ondan sonra sözüne devam etti; — «Sandıklar Larsen isminde bir adama teslim olunmuş. O da sandık- İ Jart.» Olga burada durakladı. Sonra dedi ki: «Evet, o da bu sandıkları da- hile sevkedecekmiş. Deniek ki sandık- Jarın sahibi Larsen.» Olga elindeki mektubu katlıyarak kapattı, fakat Ahmede teslim etmedi. Ahmed ismi unutmamak için: — Larsen, Larsen... diye tekrar et- tikten sonra: — Bu Larsenin nerede bulunduğu mektupta yazılı değil mi? diye sordu. Olga Feodorovna keskin bir nazar- Ja Ahmede baktı, Türkmen gencini yukarıdan aşağıya kadar süzdü. Yü- zündeki tebessüm alâimi kayboldu. Kadın Ahmede cevap vereceği yerde: — Sen kimsin? diye sordu. — İsmim veli. Kafkasyalı bir Türk- menim, — Türkmensin, Kafkasyalısın ha? Olganm sert bir lisan ile tekrar ettiği suale Ahmed: — Evet, ismim Veli. Çoktanberi bu- rada bulunuyorum, Avcılık yapıyo- rum. Lassadan gelecek olan efendim Tokta Hanı bekliyorum. Ahmed her ne kadar yalan söyleme- ge alışkın ise de kadının sesindeki kâ- tiyet ve keskin bakışı onu oldukça şa- şırttı. Bir de kadın o mektubu henüz elinde, tutuyordu. Ahmed ise mektu- bun mündeticatını öğrenmek istiyor- du. Olga Feodorovna Ahmedi bir kere daha süzdükten sonra; — Nerede oturuyorsun? Biz seni başka bir yerde daha görmedik mi? Seni tanır gibiyim. dedi. Ahmed: — Evet, dün akşam eşyanızı yuka- rıya taşıdım. Ben de bu handa oturu- yorum. Efendimi bekliyorum. Fakat rica ederim, Bârinya mektupta daha neler yazılı olduğunu da söyler misi- niz? Olga Feodorowa odanın ortasında duran Sonyaya baktı, ondan sonra elindeki mektubu tekrar tetkik etti, Dedi ki: — Başka ne yazılı olacak?- Hepo sandıkların memleket dahiline sevke- dilmesinden bahsediliyor. Galiba Ham- burgdan gönderilme demir eşya! Olga bunu söylerken mektubu Ah- mede uzattı, fâkat sonra geri çeke- rek: — Bu mektubu ne yapacaksın? Na- sıl olsa okuyup ânlıyamıyorsun. Bura- larda almanca bilen de yoktur ki sa- na anlatsın. Hem, söyle bakayım ba- na, bu mektup nereden senin eline geçti? Ahmed Abud'böyle bir sual ile kar- şılaşacağını evvelinden tahmin, etmiş olduğundan bir yalan uydurmakta güçlük çekmedi: —'Bundan bir kaç güri evvel Avru- padan gelme Kilitli eski bir sandık sa- tın almıştım, Sandığın içinde iki tah- ta vardı. O tahtaların arasından bu mektuplar çıktı. Merak ettim. Ne ya- gılı olduğunu öğrenmek istedim. Bi- Minemez, belki mühim şeyler yazılıdır, dedim. — Hakkın var, neler yazılı olduğu bilinemez. Fakat emin ol, mühim bir şey yazılı değil. Bırak o kâğıtlar ben- de kalsın. Hiç olmazsa arkalarına not- larımi yazarım. Olga bunları söylerken Sonya lâm- baya doğru 'iğilerek bir sigara yaktı. Olga ona süratli bir nazar fırlattı. On- dan sonra gene keskin bir bakışla "Türkmen gencini süzdü ve dedi ki: — Hakikaten, bu mektuplar senin hiç işine yaramaz. Onları ben sâklı- yacağım. Sen burada hangi odada otu- Tuyorsun? Rus casusu Olga Feodorovna tesa- düfen vakıf olduğu bir sırrı kendi ken- dine meydana ,çıkarmağa karar ver- mişti. Arkadaşı Sonyanın ele geçirilen izler peşinde koşmaktan Hanı bilirdi, Sonya müsbet işler Üze- rinde işlemekten zevk alırdı. Başlan- gıcında ehemmiyet vermediği bir iş için onda sonradan alâka uyandırmak kabil olmazdı. Onun için Olga, kaptan Verner ta- rafından gönderilen mektubu kendi kendine tetkik etmek ve Sonya ile müzakere etmeden o mektuptaki es- Tarı meydana çıkarmak istiyordu. Ahmed Abuâ, mektupların alıkonul- mak istenmesinin mühim bir sebep- ten ileri geldiğini anlamakta güçlük çekmedi. Ahmed cahil olduğu kadar kurnaz da bir gençti, Dilinin okuya- madıklarını gözleri mutlaka okurdu. Onun için, kendi kendine: — Bakalım bu işin arkasından ne çıkacak! diyerek birdenbire mektup- ları Olgaya bırakmağa karar verdi; — Ben burada sizin sıranızda otu- Tuyorum. Kapımın önünde efendim Tokta Hanın işaretleri yazıdır. Tabil mektupları alıkoyabilirsiniz. Yazı bil- mediğim için benim işime yaramaz. Ricamı kabul ederek mektupları oku- duğunuzdan dolayı ikinize de teşek- kürler ederim. Ahmed bunu söyledikten sonra ka- Pıyı açarak dışarıya çıktı. Odasına doğru giderken düşünüyordu: — İşin içinde esrar var. İhtiyat davranmam lâzım! Silâhları ele ge- çirmek istiyen Japonlar, Larsen iş minde bir adama ait bir kervan, bin- lerce tüfek ve fişek ile dolu eşya bal- yeleri! Herhalde çok ehemmiyetli bir sır! Yalnız bana bir pay çıkaracak olan kilidin anahtarım bulmak lâzım, Çünkü işini bilen bir kimse herhangi bir sırdan mutlaka istifade edebilir! / (Arkası var); Np