Şakir Nuri ile karısı Neclâ seyahate çıkmışlardı, Pariste bir ahbabları: — Aman, dedi, size burada yeni açı- Jan bir «gece kulübün adresi vereyim... Oraya gidiniz. Ne varyete numarala- Tr... Neler... Herhalde çok eğlenecek- siniz. Karı ile koca İstanbuldan çıklık- tanberi ne bir sinemaya, ne de başka Dir eğlence yerine gitmişlerdi. Bunun #çin ahbablarının bu fikrini çok güzel buldular, O akşam gitmeğe karar ver- diler, İki sant sonra ahbablarının adresi- Bİ verdiği yerde idiler. Şakir Nuri: — Mademki varyete seyreğeceğiz, Bahneye mümkün olduğu kadar yakın oturalım... dedi. Neclâ buna itiraz etti: — Sahneye yakın yerlerin hepsi do- hi... Baksana herkes âdeta kucak ku- Cağa oturmuş... — Peki ama arkağan hiç bir şey Böremeyiz ki... Şöyle öne oturalım... Şakir Nuri burada büyük bir bece- Fiklilik gösterdi, hemen hemen sahne- nin en önünde yer buldu, Oturdular. Birdenbire #alon karardı. Beş ayrı Tenket, beş kuvvetli projektör sahne- ye çevrildi. Perde cazband sesleri için- de açıldı. Gayet kısa mayolar giymiş Yüze yakın kız önlerinde dans etmeğe başladı. Genç kızların mayoları hay- Tet verecek derecede kısa ve dekolte 1d, Bu sırada kızların ortasına kürk mantolu, uzun boylu bir artist geldi. Hakikaten çok güzel bir kadındı. Bir yandan dansedip şarkı söyler- ken evvelâ şapkasını çıkarıp sahnenin bir köşesine fırlattı. Sonra iskarpinle- Tini çıkarıp sttı, Zaten ayaklarında ço- Tap yoktu. Bundan sonra da kürk man- tosunu çıkardı, « Sıra uzun etekli entarisine gelmişti. Onu da âdeta yırtarcasına üstünden çıkarıp attı, Bir gömlekle kaldı, Nihayet alkışlar arasında gömlek te çıktı. Sahneye kürk manto ile gelen genç kadın şimdi yaldızdan iki yap- raktan ibaret olan acaib bir mayo İle sahnede fırıl fırıl dönüyordu. Neclâ evvelâ fısıltı halinde: — Aman ne iğrenç!.. dedi. Sonra daha sert bir sesle kocasına: — Kuzum... dedi, sen beni bunları seyretmek için mi buraya getirdin?i Şakir Nuri gözleri sahnede: — Karıcığım... dedi, ben bunun böy- Be olduğunu ne bilirdim. Neclâ fenâ sinirlenmi: — Kuzum bu âdeti de yeni mi çi- kardın... Benimle konuşurken gözlerin sahneden ayrılmıyor. Bu varyete nu- marası pek hoşuna gitti galiba... Da- ha bak, daha dikkatli bak... Nerede ise gözlerin oyluklarından fırlıyacak... Şakir Nuri sahneye dalışım tefsir etmek istedi: — Artistlerin bu kadar dekolte sah- meye çıkmaları tuhafıma gitti de on- dan bakıyorum. Neclâ; — Tuhafıma mi gitti, yoksa hoşuna mı gitti? Tevekkeli değil: «En öne otu- ralım, En öne oturalım, diye kendini yedin durdun. Beni bu en öndeki ka- Jabalığın içine sıkıştırdın. Ben «arka- da ferah ferah yerler varı dedikçe sen: «Arkada bir şey göremeyiz» diye tut- turdun. Bütün bunların sebebi var- mış. Tabil görmek lâzım değil mi?. Bari sahneye gir dedaha yakından Şakir Nuri zorla gülümsemeğe ça- ışıyordu: — Canım karıcığım... Buraya gel memizin ve bu artisilerin pek dekolte bir halde sahnede oynamalarının ka- bahali bana mi ait?.. Bu sırada sahnedeki kısacık mayo- | Iu genç kadınlar halkın, müşterilerin arasına inmişlerdi, Ellerile kollarile işaretler yaparak, gözlerini süzerek, dansederek herkesin önünde bir müd- det duruyorlardı. Artistlerden biri de Şakir Nurinin tarı önünde durmuş: «Bana bak... Bana kalbinin gözleri- le bak!» Diye bir şarkı söylüyordu. Genç ka- dının yüzü ve vücudü kadar sesi de harikulâde güzeldi. Şakir Nuri şöyle gözucile ve kaçamak suretile baktı, Neclâ: — Bak, bak, daha bak.. daha dik- katli bak.., diye murıldandı. Şakir Nuri; J — Yavrum ne yapayım?., arkaya mı çevireyim canım?.. Neclü: — Bakmasan gözün kör mü olurdu sank!?.. Kadına dik dik bakacak ne vardı sanki?.. — Dik d!k baksam bari... — Oldu olacak... Hiç olmazsa kelbi- nin güzlerile baksaydın... Kadının söy- lediği şarkıdaki gibi yapsaydın... Şim- di anlıyorum. Sana burası medhedilir edilmez «aman hemen bu gece gide- Mim» diye sabırsızlanmanın sebebi şim- di meydana çıkıyor... — Canım Neclâ... Buraya gelmemi- zi benim kadar sen de istedin... — Bak bak, kabahati nasık bana atıyor... Buraya gelmeği ben istesem yüreğim yanmaz.. Buraya gelmek için ağzımı bile açtım mi?... Konuşmüları . yarda kaldı. Şimdi artistlerin en başı, en güzeli, yıldız olanı sanki Şakir Nürinin vaziyetini büsbütün müşkülleştirmek için onun tam yanına yaklaşmıştı, Güzel artist: «Sen benim erkeğimsin.. sen kalbi- min erkeğisin...» Diye ateşli bir aşk şarkısı söylüyor- du. Bu şarkıyı söylerken Şakir Nuri- nin önünde durmuş, onun gözlerinin içine bakıyordu. Biçare Şakir Nuri renkten renge giriyor, içinden: «Bu karı bana Neclâdan adamakıl- 1 bir dayak yedirecek galiba.. Allah encamımızı hayretsin. » diye söylenir- ken artist uzun parmaklarile genç adamın yanağını okşadı. Neclâ mırıldandı; — Eh artık bu rezalet!.. Şakir Nuri: — Karıcığım... Barlarda, gece ku- Jüblerinde, bu gibi eğlence yerlerinde Adettir, Artistler erkeklere böyle şa- — Bu şaka... Bu şaka ha?. Bir de bu rezaleti tevil etmeğe kalkışıyorsun ha?.. ni Başımı — Canım bunda benim kabahatim ne? — Kadına göz kırptın. , — Seni temin ederim ki böyle bir şey yapmadım. Ben bu kadar âdi bir insan muyım? — Güz kırplar.... Niçin başka erkek lerin yanağını okşamadı da geldi se- nin yanağını okşadı. — Ne bileyim ben?.. Öteki erkekle- rin de yanağına sıra gelir elbette... Fakat güzel artist aksi gibi başka hiç bir erkeğin yanağını okşamayın- ca Şakir Nurinin vaziyeti büsbütün kötüleşti. tasdik olunan. HASAN özlü unları Vitamin, kalori, gıda, sıhhat Pirinç, Yulaf, Mercimek, Buğday, İrmik, Patates, Mısır, Türlü, Bezelye, Badem, Çavdar özlü umlarını çocuklarmıza yediriniz. Allahın yarattığı saf hububattan alınan, vitamini ve kalorisi, kuvvei gı- daiyesi çok olan Hasan Özlü Unlarına doktorunuz şehadet eder ki hayatın ve tabiatın en mugaddi ve en mükemmel gıdasıdır. Hasan Özlü Unları çocukla- rınıza tam afiyet temin eder, Neşvünemalarına yardım eder, Onları çabuk büyütür. Neşeli, tombul, hastalıksız tombul yapar. Hasan Özlü Unlarile çok leziz mahallebi ve çorba ve yemek yapılır. Mutlaka Hasan markasına dikkat, | Dünya mevaddı gıdaiyesi arasında en büyük mükâfatla zafer nişanını, diplom donör ve altın madalyayı kazanan ve bu suretle birinciliği bihakkın Neclâ: Kalk, dedi, ben gidiyorum Şakir Nuri: — Karıcığım pek ayıp olur... Tam varyetenin civcivli zamanında kâlkıp bu kalabalık içinden paldır küldür dışarı çıkmak... Âdeta artislleri tahkir etmek gibi bir gey... — Sana boğulacağım... diyorum. Buradaki havasızlık başımı ağrıttı. Onlara hakaret olmasın diye beni göz göre göre öldüreceksin demek... Bir de «varyetenin en civcivli zamanında kalkamam» diyor... Şu mazerete bakı- nız hele... Şakir Nuri elâhavle» çekerek kalk- tı. Dışarıya çıktılar, Kavga otelde de devam etti. Erlesi günü Şakir Nurinin yüzü tırmıklar içindeydi. Kendilerine gittikleri eğlence yerini tarif eden ar- kadaşına rasladılar. Ahbabları; — Aman, dedi, dün gece söylediğim yere gittiniz mi?., Ben yeni bir yer da- | ha öğrendim... Bu sizin gittiğinizden de müthiş bir şey... Bu akşam da ora- “ya gidiniz... Çok, ama çok eğlenecek- siniz... 19 Teşrinisani 937 Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis: 1305: Plâkla Türk musikisi, 1330: Muhtelif plik neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Pliik'la dans musikisi, 19; Halk şarkıları: Osman Peh- livan tarfından, 1930: Hava raporu, 1935; Radyo fonk dram (Hünve onun oğlu), 1955: Bor haberleri, 20: Necmeddin Rıza ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları 2030: Ömer Rıza tarafından arapça söylev, 2045: Bayan Muzaffer ve arkadaşları taramdan Türk musikisi ve halk şarkları (Sat ayar), 21,15: ORKESTRA, 2215: Ajans haberle- Ti," 2230: Plkla solo, opera ve operet parçaları, 2250: Son haberler, 23: SON. Ankara; Öğle neşriyatı: Saat 1230-1250 Muhtelif pllk neşriyatı, 1250-1315 Plâk Türk musikisi ve Halk şarkıları, 1315-1339 Dahili ve harlel haberler. Akşam neşriyat: Saat 1840-1840 PâK J neşriyatı. 1840-19 İngilizce ders İpek). 19-190 Türk musikisi ve halk şar- üshiye ve arkadaşları). 1930-1945 Saat ayarı ve arapca neşriyat, 19,45-20,15 “Türk musikisi ve halk şarkılar (Servet Adnan ve arkadaşları). 2015-2045 Sakso- fon solo; Mihat Esengin (Piyanoda Marsel 'Bi), 2045-21 Plâkla dans musikisi, 21-21,15 Ajans haberleri, 21,15 - 21,55 Stüiyo salon or 1 — Kalo: La seste. 2 — Denizetti: Lücis de Lammermoor. 3 — Lado: Guitare. 4 — Waldteufel: Deux â Deux. 5 — Pouget: Au Bays des CigaleNo.1 2155-22 Yarınki proğram ve İstiklâl marşı. Tarihi Kara Mihali KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelli mmm Tefrika No. 62 yakalamak Için ormanı yakmaktan başka çare göremiyen Aydın reis, Kaptan paşadan izin iste- mileti O,tek kelime ile cevab verdi: “Yakl,, Çevirme hareketi gittikçe kuvvet- leniyor ve akıncılar ormanı iyice sa rıyorlardı. Ortalık ağardıkça, Türk denizelle- ri bastıkları yeri daha iyi görüyor- lardı. Şafak sökerken, adayı inleten bir ses duyuldu: «Kaptan paşa geliyor!» Sabah... Denize pembe gölgeler düşmüştü. Tanyeri iyice ağarmıştı. Birdenbire sahilde bir gürültü | koptu. Ve adayı inleten bir ses duyuldu: — Kaptan paşa geliyor... Türk denizcileri Kılıç Ali paşayı adanın çakıl taşlı kıyılarında görün- ce hep birden bağırmağa başlamış- Jardı. Bu ses kulaktan kulağa yayıldı. Ve ormanı saran denizcilerin ku- lağına kadar eriştir. Aydın reis, Kılıç Ali paşanın gemi- den karaya ineceğini ummuyordu. Buna sebeb de yoktu. Aydının yenında bulünün Petro: — Bir âmiralın, askerile berâber karaya indiğini ilk defa işitiyorum. Diye söylenmekten kendini alama- muşta. — Kaptan paşa geliyor... Naraları, ormanı saran kahraman- Yarı o kadar galeyana getirmişti ki hınçlarımı almak için ellerindeki pa- lalarını ağaçlara vuruyorlar ve ağaç- lardan düşen dallar yol üstünde bi- rer yığın teşkil ediyordu. Eğer bu eteşli akın bir harp mey- Adalı tada - muhakkak ki - bir tek nefer kalmıyacaktı. Kılıç Ali paşa — Haydi, sizde Aydın reise yardı- ma koşumuz! İcsb ederse, diğer ge- milerdeki levendleri de karaya çıks- Kaptan paşa gemiden sahile iner- ken, “yerine Salih relsi bırakmıştı. korsafiların mahzenlerini gözile gör- mek hevesine düşmüştü. Onun aklıma halâ sığmıyordu: Bu 1s5ız yerde altın yap a OMRE di?.. ilç Ali paşa şimdi buradaki kü- çük kulübeleri göziyle görüyordu. Kılıç Ali paşa ona: — Sen bu serveti, mutlaka bir kor- sân gemisi çeririp aldın! Diyecekti. O Tunus beyliği zama. nındanberi Arşipsl adalar! . önünden belki yüz kere geçmişti ;fakat bu gizli mahzenlerderi haberi yoktu. Kıhç Ali pâşanın karaya çıkışı fay- dasız olmamıştı. Akmcılar galeyand gelince küçük ormanı dört çevresin- den - çarçabuk - kuşatmışlardı. Kara Mihal artık ne yangın hum- baraları atabiliyor, ne de yağlı pa- çavralar savuruyordu. Belliydi ki, onun ormanda vaktile sakladığı bütün yedek humbaraların ve yağlı paçavraların hepsi bitmişti, Kara Mihal şimdi ne yapacaktı? Kendini ne fle müdafaa edecekti? Etrafını çeyiren büyük bir ordu vardı. . Bir adam, tek başına, bu orduya karşı kendini nasıl müdafaa edebi- Hirdi? Kara Mihalin gemisi kendinden önce Türklerin eline geçmiş bulumu- yordu, O şimdi - şüphe yok ki - or- manın geniş gövdeli ağaçarı arasın- dan denizdeki Türk gemilerini büyük ina. i i Kara Mihulin şehre inmesi #htimali de yoktu: Türk denizcileri - Petronun yardımile - bütün yolları kesmişlerdi. Aydın reis ormana doğru başını çevirerek bağırıyordu: « — Kara Mihal, bizi boşuna uğ- raştırma, Teslim ol! Ve inan Ki, bir kı- lına dokunmıyacağız. Seni sağ deni: İstanbula götüreceğiz! «Haydi yiğitler, ormanı atesliyelim!» Kılıç Ali paşa sahilden, adanın sırtına yayılan denizcileri seyrediyor- du. Kara Mihal ormanın hangi köşe sinde dolaşıyordu? Bu, belli değildi. O, ormanın hangi.köşesine sığınır- sa sığınsın, mutlaka ölecekti, ölüme mahkümdu. Güneş yükseliyordu. Ortalık iyice aydınlanmıştı. Aydın rels ormanı yakmak için kaptan paşadan müsaade istiyordu, Fazla düşünmeğe vakıt yoktu. Kıhç Ali paşa sahilden Aydına bir kelime ile şu emri verdi: 4— Yakl» ince, denizeller derhal işe başladılar ve ormana giden yollan, daha sonra da ormanın bütün yamaçlarını ateş- lediler. Kara Mihalin aleşi yarıp şehre kaç- maması için, şehir yollarım tamamile kesmişlerdi, ların çıtırdısından haşka bir ses işi- tilmiyordu. Ormandaki çamlar o kadar çabuk . — Başka bir ihtimal var m? Pelro yavaş yavaş başım salladı: | — Şehre inmesi ihtimali var da, — Uçarak mı indi acaba? Yoksa bu