a EL YAZILARI Kadri Kerim iddia eder dururdu: — Bana birisinin iki kelimelik kü- çük bir el yazısını gösteriniz. Size onun ne cinste bir adama sid olduğu- hu hemen söyleyivereyim... derdi. Vakıa bir çok el yazısı mütehassıs- lari vardır. Bunlar insanların el yazı“ larına bakarak bir takım hükümler çıkarırlar. Fakat bu mütehassıslar hiç değilse el yazısı üzerinde tedkikat yapmışlar, kitaplar okumuşlardır. Halbuki Kadri Kerim el yazısına ald hiç bir kitap okumâdan, hiç bir tedkikte bulunmadan: «Benim kadar el yazısından anlıyan kimse yoktur.» der dururdu. Bazan Kadri Kerime el yazıları ge- tirirdik. O sanki bir hiyeroglif okuyup Ha firavunların esrarını keşfedecek bir âlim tavrile gözlüklerini takarak: — Oooo... derdi. Bu yazı mühim, karışık bir haleti ruhiyeyi gösteriyor... Bu yazının sahibi ince ruhlu, hisli bir genç kız. Katiyen dedikodudan hoş- lanmaz, Musikiden başka bir şey dü- vi Sinema meraklısı bir genç mik oturduğumuz yerde fıkır fıkır gülerdik. Çünkü Kadri Kerime verdiğimiz yazı komşularımızdan de- dikoduculuğile meşhur birine aiddir. Bu yazının sahibi en güzel konserde ve en güzel sinemada horlıyarak uyur. Fakat kırdığı bütün bu potlara rağ- men Kadri Kerim iddiasından vazgeç- mez: — El yazısını benden iyi bilen, el ya- sısından benden iyi anlıyan biri varsa karşıma çıksın der dururdu. Niha- yet onun bü iddiasından biz o kadar bizar olduk ki kendisine bir oyun oy- namağa karar verdik. Ona öyle bir şey yapacaktık ki bir daha «Ben el yazı- sından anlarım! diyemiyecekti. Bir gün Kadri Kerimin önüne iki yazı nümunesi koyduk, Bunlar gayet küçük yarımşar cümlelik iki ayrı ya- sıydı. Kadri Kerimin gururunu okşa- mak için: — Üstad... dedik. Bu iki yazıyı gs- yet uzakta oturan bizim iki arkada- gımız gönderdiler, Bu yazıların sahip- leri karakterlerini öğrenmek isti- yorlarmış... Arkadaşlarımız sizinbu husustaki yanılmaz bilginizi işitmiş- ler ve yazıları size gösterelim diye bize göndermişler... Bakınız şöhretiniz tâ nerelere kadar ulaşmış. Kadri Kerim: — Öyledir, öyledir... dedi, Bana çok uzaklardan tahlil etmem için yazı gön- deriyorlar... N Kadri Kerim bu yarım cümlelik kü- çük el yazılarından birini aldı. Bu ga- yet eski, kâğıdı sararmış bir mektup- tan kesilmiş bir yazı idi. Kadri Kerim buna şöyle bir göz atar atmaz, gayet mühim bir şey görmüş gibi: — Vay vay vay... dedi. Biz merâkla sorduk: — Ne o üstad? O bizim merakımızı büsbütün art- tırmak istiyordu: — Müthiş, müthişi.. — Aman meraktan çıldıracağız üs- tadım. Ne var?.. Bu yazıda ne gördü- nüz. Çabuk söyleyiniz... Kadri Kerim elindeki yazıya deh- getle bakarak: — Bu yazı bir katilin yazısı... Onun yaptığı cinayetleri âdete harflerin ara- Biz gülmemek için kendimizi zor saptetlik. — Aman demeyiniz üstadım!.. Kadri Kerim: — Azizim, dedi, demeyinizi meme- yinizi yok... Bu yazının sahibi mis gi- bi bir katil... Bilirsin ki ben yazıya ba- kınca anlarım... Hiç yanılmadım. Biz gene gülmemek için dişlerimizi sıkarken o devam etti: — Hem bu yazının sahibinden her türlü fenalık ümid edilir.. Bu adam tereddüdsüz hırsızlıklar yapar. Dolan- durıcılık da yapar... Yankesicilik de ya- Biz az daha burada makaraları sâ- Miverecek, kahkahayı koparacaktık, Kadri Kerim devam ediyordu: — Dahası var, dahası var... Bu ya» gının sahibi dünyanın en yalancı ada- mı... Şu «Kı ları yazışına bakınız, evet bu dünyanın en yalancı adamının yas gas... Hayatında söylediği her söz yar anşam Artık tahammül edemedik, Hafifçe güldük. Kadri Kerim buna fena halde kızdı: — Ne gülüyorsunuz?.. dedi. Yoksa benim bu yazıya yanlış bir hüküm ver- diğimi mi sanıyorsunuz?... Eğer öyley- se sizin âlnınızı karışlarım, Ben ya- nılmam, Katiyen yanılmam.. Bu yazının sahibinin bütün bu marifet- lerinden başka daha ne kabahatleri var, Bir kere kendisi dehşetli cahil bir adam... «Her şeyden anlarım; der, fa- kat hiç bir şeyden anlamaz... Kadri Kerim bunu söyler söylemze biz yerlere yata yata gülmeğe başla- dık. Gözlerimiz yaşara yaşara güldük, Herkes, Kadri Kerimle beraber bi- ze şaşmıştı. Kadri: — Ne oluyor allahaşkına... Bu kadar gülmenizin sebebi ne?... diye sorduk» ça gülüyorduk. Kahkaha atmaktan ona cevab veremiyorduk ki... Nihayet ben; — Üstad, dedim, hani o yazı yok mu? O tahlil ettiğiniz yazı... Kadri Kerim; — Evet... dedi, Katilin hırsızın yâ” ası... Gülerek cevab verdik: — Aman estağfurullah efendim... Katiyen kabul etmeyiz... Kadri Kerim kızdı: — Ne demek?., Siz ister kabul edi- niz, ister elmeyiniz.. O yazı bir katilin, dolandırıcının yazısıdır. Ben anlamaz İ miyım?.. Nihayet ağzımızdan baklayı çıkar- — Üstadım... Size bir şaka olsun di- ye bir arkadaşınıza yazdığınız çok es- | ki bir mektuptan yarım cümle kese- rek getirdik. O yazı sizin kendi el yazınız... Biz bunu söyleyince salon kahkaha- dan gümbürdedi. Kadri Kerim bu gü- rültü arasında; — İmkânı yok, imkânı yok!,. dedi. Ben kendi yazımı tanımaz mıyım?.. Şimdi biraz evvel «Katilin, dolandı- rıcının, yalancının yazisi» diye ilân ettiği yarım cümlelik küçücük yazıyı almış dikkatle bakıyordu. Çok eski bir mektuptan ve üç kelimelik yarım bir cümle olduğu için Kadri Kerim kendi yazısını tanımamıştı, Daha doğ- rusu arkadaşlarının tahlil edilmesi için kendi yazısını bulup getirecekle- rini tahmin etmemişti, Önüne bir ya- zı gelince her zamanki gibi kendisini ukalâlığın cereyanma kaptırmış, bu yazı hakkında ağzına geleni söyle- mişti, O şaşkın şaşkın etrafa bakarken; — Üstad, dedik, bari öleki yazıyı tahlil et... O da küçücük, yarım cümlelik, es- ki bir mektuptan koparılmış bir yazı idi, Kadri Kerim şöyle bir baktı: — Bu yazı kadın yazısı... Hepimiz tasdik ettik; — Evet, iyi bildiniz... Kadın yazısı... Kadri Kerim devam etti: — Pasaklı, aptal bir kadının yazısı!.. Biz bu sefer de gülmemek için du- daklarımızı isırdık, o deminki kızgın- lığının acısını bu yazıdan çıkarmak istiyormuş gibi: > — Bu aptallığile bu kadın bir de kocasına ihanet ediyor! Deyince biz de ne yapacağımızı şa- Bu esnada Kadrinin karısı Zeyneb KA BORSA 17/11837 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESMAM ve TAHVİLÂT İstikrazı 9450/ Türkiye Cum- 95,50 dahili huriyet Merke 3 95/13) Bankası 1475) Anadolu H. © 35,10 1410) Telefon 725 1410) Terkos 7 3858 | Çimento 10,75 4010) itünd Değir 1275 1030) enleri » hamiline 1020) Şark Değir- (o 095 » Müessis oo 75İ menleri Para (Çek fiatleri) Paris n ire 25 | Bofya 64,20,50 Prag 2285,25 a sa) Berlin 19804 Nev York 3045İ yaarid 1045 Müâno 152800 Belgrad BANT Atina #12) zioti 445 Cenevre 347) Pengo 40135 Brüksel 4TIST) Bükreş (| 1085025 Amsterdam HA Moskova (284750 e ıstırap- ların mes'ulü kendisidir NEVROZIN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehetinem hayatı yaşatan | bu muannit baş ağrısından eser kalmıyacaktı, NEVROZIN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte- vellid ağrı; sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir. NEVROZIİN Mideyi bozmaz, kalbi i İcabında günde 3 kaşe alınabilir. İsim ve Markaya Dikkat Taklitlerinden sakınınız rum zamma 205 Ferma ME ER kocasının yanına yaklaş! — Bakayım şu yazıya... dedi. Bakar bakmaz genç kadın: — Kadri. Ne yapıyorsun?.. dedi, Bu yazı benim yazım... Bir arkadaşı ma yazdığım eski bir mektuptan ko- parılmış... Zeyneb çök mazbut, maceradan hiç hoşlanmaz, evinden başka hiç bir şey düşünmiyen bir kadındı. Kadri Kerim: — Bu şaka değil... Bu rezalet!.. di- yerek yazıları yere attı. O günden son- ra bir daha katiyen: — Ben el yazısından anlarım!,. de- medi. (Bir yıldız) ŞE NEOKALMINA Grip, Baş ve Diş Ağrıları, Nevralji, Artritizm, Romatizma İdi Baş, diş, nezle, grip, romatizma ve bütün ağrılarınızı derhal | bal değil, şeytan bile düşünemezdi. İcabında günde 3 kaşe almabilir. ik ei i | da bir genç deniz kartalı gibi Tarihi “Artık elimize düştün, Kara Mihail Türk denizcileri ormanı ve adayı sardılar. Kurtulmak için, ancak göğe uçmalısın!,, Aydın reis bir aralık sahile dal- gıçlar gönderdi. Adanın arkasını le- ventlerle sardı. Fakst, bütün bu tedbirler, Mihalin denize atlayışın- dan ancak bir saat sonra alınmıştı Sahile giden Türk denizcileri me- şaleler yakarak Mibalin izini ara- dılar. — Kıyılarda şeytan izi bile yok... Diye bağırışırlarken, düşman ge- misindeki kanlı boğuşmalar da sona ermişti... Güvertede insan cesetlerin- den yürünecek, basılacak yer kal mamıştı. Bu arada Türk denizcile- rinden de bir kaç kurban gitmemiş değildi. Fakat, Arşipel adalarını yıl- lardanberi haraca kesen Mihalin adamları da tamamile türklerin eli- ne geçmiş bulunuyordu. İki yüz yet- miş korsandan doksanı vurulmuş, yerlere serilmiş, diğerleri birer birer yakalanıp Türk gemilerine taksim edilmişlerdi. 'Türk denizcileri arasında birdenbi- re neşeli bir hava esti. — Ay doğuyor. Ay, Tinos ormnaı arkasından yük- selmeğe başlamıştı. Aydın reis, kaplan paşadan mü- saade istedi: — Karaya çıkalım.. Kara Mihal ormana sığınmadan peşini kovalıya- Jım. Zaten bundan başka yapılacak ne vardı? Kılıç Ali paşa, Kara Mihalin ele geçmemesinden çok müteessirdi. Ger- çi Mihalin gemisi zengin bir hazine gibi, büyük servet taşıyordu. Bu ser- vet şimdi türklerin eline geçmişti. Fakat, bunun Kılıç Alİ paşa içinne değeri olabilirdi? Onun bütün emeli Kara Mihali el- de etmekti. Aydın reise: — Haydi, durma, ormanın etrafı nı sarmağa bak! Diye bağırdı. © » İ ve böbrekleri yormaz. İAydın reis, Tinos ormanında. Gece... Ay gittikçe yükseliyor ve göz gözü gürmeğe başlıyor. Kahraman Türk denizcileri kökten düşen yıldırımlar gibi karaya atlr yorlar. Gemiye alınan kulübe bekçisi Petro, Kılıç Ali paşaya şöyle bir ha- ber gönderiyor: «— Orman tehlikelidir. Türk de- nizcilerine ormana giden gizli yolla- n göstermek istiyorum.» Sahilde yabancı bir ferd yok. Aydın reis yüzlerce Türk kartalı- nı peşine takarak ve sağı solu tarıya- Tak ormana doğru tırmanıyor. Bir başka kol da adanın arkasın- dan şehre iniyor. Ortalık gittikçe aydınlandı. Belki biraz sonra şafak sökecek. Adalı Petroyu Aydın reisin yanına vermişlerdi. , Kılıç Ali paşa o gece - ne pahasına olursa olsun - Kara Mihalin yakalan- masını istiyordu. Bir kişinin peşin- den yüzlerce Türk denizcisinin koş- tuğu - o güne kadar - denizcilik ta- — Ben bu gece büyük bir kaleyi zaptetseydim, bu kadar yorulmaz ve bu kadar heyecana kapılmazdım. Diyordu. O gece Kılıç Ali paşayı geminin güvertesinde görenler kön- disini otuz, Kırk yaş gençleşmiş sa- nıyorlardı. Kaptan paşa elli yaşın ateş pPüskürüyor, koşuyor, bağırıyor, yum- ruklarını sıkıyor ve küçücük gözle- rinin içinden kıvılcımlar saçılıyordu, Adalılar yalan söylememişlerdi, Kara Mihal nihayet adanın arkasın. dan bir gece teehhürle gelmişti. Türklerin bu sırada Tinos adası arkasında dolaşacaklarını Kara Mi- m 2) viii Dagi gil - hiç şüphe yok ki - ormana çık. miştı. Zaten Aydın reis onu ormân- da bulacağından emindi. Şehre gi- denler ihtiyat kolundan başka bir şey değildi. Petro kulübelerin arkasından or- mana çıkan bir yolun başında dur- du: — Bakınız, burada büyük bir ka- ya vardır. Siz bu kayayı uzaktan görünce, onun arkasında bir yol bulunduğunu aklınızdan bile geçir- mezsiniz! Leventlerden bir kaçı kayanın üs- tüne çıkarak; — Yolu gördük. Ormana doğru uzanıyor. K Diye bağrıştılar. Ve kayanın üstünden küme küme geçerek, dar orman yolunu tuttular. O ne?! l Ormanın yamaçlarından yolun üstüne doğru bir humbara atıldı. Yağlı paçavralarla tutuşan bu humbara yolun üstüne düşerek pat- ladı. Kirafa kızıl demir parçaları serpildi. Fakat, bu ani felâketten hiç kimsenin burnu kanamağdı. Petro, gülerek Aydın reise şu iza- hatı veriyordu: — Kara Mihalin ormanda vaktile hazırlanmış her şeyi vardır. Günler- ce orada kalsa açlıktan ölmez Bu humbaraları geçen yıl çıkartmıştı oraya... Aydın rels hayretle sordu: — Mihalin ormanda adamları var mıdır? — Hayır. Fakat, kendisile birlik- te yüzerek karaya çıkan varsa onu bilmem, —.Ben, denize bir kişinin atıldı ğını sezmişlim, — Kendisile bir iki kişi daha çık- mış olsa bile, bunun ne ehemmiyeti olabiliri © Siz çok kalabalıksınız! Biraz daha ilerlediler. nin üzerine yangın humbaraları at- mağa başlamıştı. Yere düşen humbaraları sopalarla derhal söndürüyorlar ve yollardaki ağaçlarla (o çalılıkların tutuşmasına mâni oluyorlardı. Aydın reis bir aralık fena halde içerledi. Yüksek bir kayanın üstüne çıkarak, gür sesile ormana doğru haykırdı: — Artik elimize düştün, Kara Mi- hal! Türk denizcileri ormanı ve adayı sardılar. Elimizden kurtulmak için ancak göke üçmalısın! Aydın reis bu sözleri Kara Miha- lin anlıyabileceği bir dil ile söyle- işti. Aydının gür sesi adanın sahille- rinde, küyalara vurup dağılın dal- galar gibi, perde perde akisler yapa- rak etrafa yayılıyordu. Kılıç Ali paşa bu sesi duyunca: — Koca Aydın! Gecelerin koy- nunda Kükteyen âslanlar gibi ba- O ancak meziyetlerinin en Sayi vasfı olan bu inatçılığı ve kırılmaz iradesile Akdenizde büyük işler gör- müş ve adını bütün dünyaya duyur- muştu. O gece de, Navarin kalesinin sur- larını avucunun içinde nasıl Kül ef- mişse, tıpkı öyle sarsılmaz bir azim ve irade İle akıncıların başına (> Sahife 11 ———- KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender P. Sertelli mumun Tefrika No. 61 EN