BE? ri Kavaklardan gelen vapur Rümelihi- sarına yanaştı. İstanbula gideceğim #çin hemen bindim. Güverteye çıkınca hayretle duraladım. Tahta sıralardan birinin üstünde, elleri Kolları bağlı, el- iseleri yaş bir adam... Merak ettim. Uzun zamandanberi | Boğaziçli olduğum için vapur kaptan- larını gayet iyi tanıyorum. Kaplanı buldum. Sordum: — Yahu bu adamı ladınız?. Kaptan fena halde hiddetli id — Bırak Allahaşkına bir in böyle bağ- rendikten sonra hükmünü : ım sen benim yerimde olsaydın ne ya” pardın?, Bu adamı bağlar mıydın? Bağ- lamaz mıydın?. Efendim Kavaklardan kalktım. İs- tanbula doğru geliyorum. Bu zatı şerif Yenlmahalleden binmiş. Tamam Bü- yükdereye yaklaşıyoruz. Bir de baktım. Geminin üst güvertesinden burun ta- rafından bir adam bir cankurtaran si- midini yakalayınca... «Ci uup!» kendi- #ini denize attı. Aman... at ettim. Hiç yüzmek bilmediği hareketlerinden belli... Sonra cankurtaran simidini de o kada: mice tutuyor ki... Sulara da- hp çıktıkça: — Can kutaran yok mu? Can kur- taran yok mu?.. Diye bağırıyordu. Hemen vapuru durduttum, sandalı indirttim, Bu zatı yukarıya aldım. Yahu sen ne yaptın?.. diye biraz çık; — Affedersin kaptan ağabey... Nasıl oldu bilmem ki... Bir cahillik ettik iş- te... dedi. Vapurdaki yolculardan bir arkadaş kulağıma fısıldadı — Bu İstanbulun meşhur muziple- rindendir.. dedi, bir iki kadeh atmış, Sa- na muziplik yaptı. Doğrusu arkadaşı mal vermedim. İn: y ne göreyim?. Biraz evvel bin bir müş- külâtla denizden çıkardığımız adam gene cankutaran geçirmiş «Cuuup!» kendisini denize atmaz 1012. Avazı çıktığı kadar bağırıyor- mma benim de tepem kızmıştı. korkutmak için hemen ,gü- verteye indim, Parmaklıkların kenarın- dan denize sarkıp: — Alıyacağım be adam seni... Bö- ğül da muziplik yapınağı anla... dedim. O suya batıp çıkıyor: — Vallahi kaptan ağabey düştüm. Boğulüyorum. Bo...ğu..lu...yorum... Baktım hakikaten o derece acemi ha- Teketler yapıyor ki, elinde kocaman bir cankurtaran simidi olduğu halde herif boğulacak. Çaresiz gene sandal indirdik, herifi yukarı aldırttım. Bu se- fer ona adamakılı bir çattım. püklüm, yaş elbiselerile bir köşeye bü- züldü... Tam Kireçburnuna gelmiştik, Güverteden bir feryaddır koptu: — Gitti. — Gene kendisini denize attı!. — Boğuluyor!. — Hem de bu sefer cankurtaransız atmış. — Yetişin!. — İmdad!. Kaptan kamarasından fırladım... Vay utanmaz herif vay... Gene kendi- &ini denize atmamış mi?.. Deli olaca- dım... Hiddetimden tepemde zaten bir Avuç kalan saçları tutunca yolmuşum... Hiç farkında değilim birader. Bak suç lar hâlâ dümenin kenarında duruyor. Hayatımda bu derece muzibine çatma- mıştım yahu... Kaptan köprüsünden avazım çıktığı kadar bağırdım: — Alrmıyacağım herif seni. Boğul da anla... i Ve vapuru durdutmadım. Lâkin bir dene bakayım... Adam gidiyor. Nerede İse boğulacak. Hem bu sefer elinde cân- kutaran simidi de yok.. çaresiz vapuru gene durduttuk, gene sandal indirdik... Aksiliğe bakın ki bu seferimden sonra Paydos yapacaktım. Köprüye tam ya- naşacağım saat bizim köroğlu beni is- kelede bekliyecekti. Edirneden gelen kaynanamı karşılamağa gidecektik. Halbuki üç kere hiç yoktan vapuru &urdutmak, sandal indirtmek, bu he- rifi denizden çıkartmak yüzünden adamakıllı geç kalmıştım. Karım banâ Kaptana muziblik | ne kadar hiddetle: 19 Temmuz 837 Pazartesi İstanbul: Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 1280 Havadis 18/5 Muhte- Uf plâk neşriyatı, 44 Son. eşriyatı:* 4830: 30: Afrika av i, Kaynanamın trenine yetiş ektim. Ondan da ayrı bir papara yiyecektim. Bunları bir yandan düşünüyor, bir yandan da bu adamın bugün yaptığı muziplikler be- ni çileden çıkarıyordu. Herifi denizden aldık. Baktım. Bir iskele sonra gene kendisini denize atacak. Çünkü herife tatlı geldi. Her iskelede bunu muhak- kak tekrarlıyacak ve yüzme bilmediği için belki de boğulup gidecek. herifi tuttum. Sıkı sıkı bağlattım. Başka ça- re yok. Meğer bu adam Boğazda pek meşburmuş. Bir arkadaşıma da bu o- yunu yapmış. Benim gibi kaptan olmu- yan zavallı arkadaşım vapurdan kendi- sini elbiselerile denize atm kurtarmış. Arkadaşım sırı selerini kurutmağa çalışırken bir dene görsün; kurtardığı adam cumburlup gene kendisini denize atmaz mı?.. Ta- savvur ediniz. İnsan bu vaziyet karşı- sında ne kadar hiddetlenir, ne kadar küplere biner değil mi?.. Şimdi sen gel de bu adamı böyle sıkı 1 bağlama. e. ae İzi atman hak etmiş mi? Etmemiş mi?., 21,15: Radyo fonik dram (Kavalerya Rüs- Biz böyle konuşurken vapur Beşik- | haberleri ve ertesi günün programi, 2230: taşa pek yakın geçiyordu. Bir de ne gö- Plükla sololar, opera ve operet parçaları, Teyim. Bağlı adam birdenbire iplerin- | 29: SON. en kurtuldu. Meğer heri? kollarını | gRERMEEEE GEEMEENEMNENNN bağlıyan ipleri arka sırada sigara içen DERMİN sikisi ve hali tarafından arabca sö; arkadaşları tarafında halk şarkıları. (Saat KESTRA:; 22,15: Al ve ertesi günün pi #ololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. 30,45: Batiyo ve Türk musikisi ve Ecnebi istasyonların en müntahap Proğramı Milâm (814) saat 22 Petroni keman ve Sandr Roma (TI3) saat 21: Senfoni konser Se- 8, Viyana (592) Johnn Strauss 20 Temmuz 851 Salı İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05; Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1850: Plâkla dans musikisi, 19,30: Konferans: Ewinönü Hal- kevi neşriyat kolu namma Bey Nusret Sefa, 20: Türk musiki heyeti, 2050: Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 20 din Rıza ve arkadaşları tarafın bir adamın ateşine tutup yakmış.. İp- lerinden kurtulur kurtulmaz herif ken- disini kaldırıp denize attı. Beşiktaşa doğru o kadar mükemmel yüzüyor ki... Haptan hiddetinden mosmor kesil- mişti. — Vay utanmaz... Bak demindenbe- ri kıs kıs gülüyormuş. Şu herifin ne mükemmel yüzdüğüne bak yahu... Kaptan, köprüsünden: — Alacağın olsun senin... Elime ge- çersin elbette... diye bağırdı. Denizdeki adam da seslendi: — Kusura bakma kaptan ağabey, küçük bir muziplik... Ben yüzme şam- piyonuyum yahu... diyerek Beşiktaşa doğru kulaç atmağa başladı. Ben kaptana: — Beşiktaşa yanaşıp şu H yalım. dedim Ki cevap verdi: — Olmaz.. tarifede vapurun Beşik- taşa yanaşması gikredilmiyor. Beşikta- şa yanaşırsam «tahrifi sefine» etmiş olurum. Ceza yerim. Kurnaz herif bu postanın Beşiktaşa yanaşmadığını bi- Miyor... ai böyle söyliyerek hiddetinden başında yolacak saç arıyordu. Fakut aksi gibi kafası da damdazlak kalmış- tı. Kaptan kafasında yolacak saç da N bulamayınca büsbütün hiddetten Ku- duruyordu. Hani şü muziplerde yok Dermin Nasır ilâcı İnsanlığı tazib eden nasırı ku- rutmak ve düşürmekte çok mu? müessir olan bir ilâçtır. Bir (Bir yıldız) müddet, ayaklarınızı sıcak su- da banyo ederek nasırlara DER MIN sürünüz, bu beliyeden kısa İ zamanda kurtulursunuz. Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses - Işık» müessesesinde satı- hr. «Akşam; gazetesine abone olanlara hususi tenzilât yapılır. Optamin Saç Eksiri ile terbiye edilen saçlar Kazanmış olurlar Çünkü Optamin saç eksiri «Vitamine | cevherinden istifade edilerek ihzar Saçları temizler, büyütür, sıkıştırır. Ke- eğilir. Gudüelere kudret vermek sure- | pekleri düşürür ve kaşıntıyı izale eder. Dir tecrübe bin nasihatten yektir tile saç dökülmesinin önüne geçer. KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No, 115 Kubilâya- haber ver.. di “ Haydi koş, Tergunu ben öldürdüm. Ne duruyor- sun, kimden veneden körkuyorsun?,, Gelki & “Tumâhigenç'kadını teselliye çalışte yordu: Zannetmem ki hakan senden bıkmış olsun! dedi. O bir bahiste se- ni kaybetmişti. sözünde durdu. Önce Pi 'Terguna verdi.. - sonra o ölünce Ter- 42) lana. 'Tumaân sözlerini tamamlıyamadı. Şi-Yama saçlarını yolarak bağırdı: ği — Ben hskandan ayrılmamak için, ç Tergunü zehirlemiştim.. anlıyor mu- “ sun? Onu ben öldürdüm. ” 5 'Tumân şaşaladı; — Ne diyorsun, Şi-Yama? Tergurlu sen mi öldürdün? — Evet,. ve onun yerini tutacak herkesi öldürmeğe azmetmiştim. Fa- kat, bügün anladım ki, hakan ben- den nefret ediyor.. © benden bıkma- mış olsaydı, Tanrı ile bahse tutuşsa beni gene kimseye vermezdi. 'Tuman kekelemeğe başladı: — Zavallı Tergun! Onu sen üldür- dün ha. — Neden şaşıyorsun, Tuman? Biz Japonlar, sevdiğimize kavuşmak için, aradaki bütün engelleri yıkar geçe- riz. Lâkin günün birinde de sevilme- diğimizi anlarsak, artık bizim için hayat bitmiştir. Bu ağır ve mânasız yükü boş yere taşımak istemeyiz. Ja- pon sarayında - her gün değilse bile - hemen hafta geçmez ki, bir cariye keni i Mikadonun aşkına feda et- mesin. — Ne kuvvetli aşk!... Pekinde böy- le fedakârlık gösterenlere sadece gü- lerler, yavrum! — Japonyada da ağlarlar. — Pekinliler göz yaşlarını nadiren akıtırlar. Fakat bu göz yaşı dalma yerinde akar, — Japon kadınları fedakâr olurlar. — Hayatını söndürecek Kadar bü- yük fedakârlıklara Çin filozofları de- lilik diyorlar, Biz aşkın mukavemet sınırlarını aşacak kadar muharip in- sanlar değiliz. — Ben Kubilây hanın böyle dü- şündüğünü sanmazdım. O Çinli de- ğil, Türktür. — Kubilây han gönül oyunlarını Çinliler gibi düşünür. Eğer böyle düşünmüş olmasaydı, her gün Ter- gun gibi “bir aslanın aşk kurbanı ola- rak mezara gittiğini görürdü. 'Tuman yerinde duramıyordu. Şi-Yamanın çılgınca konüşmala- rından korkmuştu. — Sen biraz uyu, yavrum! “Çok st- nirlisin.. belli ki bu işe kızmışsın! Haydi, yat.. kafan, vücudün dinlen- sin. Cüce ayağa kalktı: — Sakın Tergun hakkında kimse- ye bir şey söylemel Hakanın kulağı: na giderse, hayatın tehlikeye düşer.. zindana atılır, sürünürsün! Biliyor- sun ya. bir iftiradan yeni kurtul- yaptırdım. fakat, Tergunun ömrü kısa imiş. Şi-Yamaya o kavuşamadı.. öldü. Artık onu bir başkasına verme- ğe lüzum ve mecburiyet vâr mi? Ha- yır.. sözümü yaptım.. Semga bahadı- rın bir şey söylemeğe - hakkı yoktur. Şi-Yama gene haremde kalsın. Kubilây han bunu düşünmekle beraber, Şi-Yamayı evlenmeğe kış- kırttığı için, onun gençlik arzu ve te- mayüllerini de düşünüyordu. Hattâ bir gün önce Semga bahadır, haka- na Söz arasında: — Şi-Yamayı bir başkasile evlen- dirip gençlik ihtiraslarını söndürme- si gerektir. Mademki evlenme “fik- rini kafasına soktuk. Ona muhakkak bir eş bulmalıyız, bakanım! Demişti. Hakan, Semganın sözleri- ni pek doğru, pek makul bulmuştu. O zaten Terlanı evlendirip saraya bağlamak niyetinde idi. Şi-Yamaya Terlandan daha münasip bir koca bulunamazdı, Kubiliy, Semgaya: — Hakkın var, demişti, Şi - Yama- yı kışkırttık Onu ne yapıp yapmalı evlendirmeliyiz. Sözümde durdum.. düğün “hâzırlığı | | O gün prenses Gülçin hiddetinden ateş püskürüyordu. — Bu babam da ne kadar inatçı ve ne kadar garip bir adam. Kızlarının, oğullarının evlenme işlerile bu kadar meşgul olmadı. “Terlan hassa ku- mandanı olduğu gündenberi, onu ne kadar himaye ediyor.! Bir baba, ev- lâdını bu derece düşünmez. Terlan çocuk değil ya. Gönlü kimi severse, onunla evlenir. Babam şimdi de Şi - Yamayı Terlana vermek İstiyor. ne tuhaf şey! İnsan göz bebeği gibi sev- diği bir kadını - hem de kendi eli- le - bir başka erkeğe nasıl verebilir? Diye söyleniyor, mütemadiyen Ter- lanı aratıyordu. Terlan o sirada hakanın huzuruna çıkmıştı. Kubilây han, Terlana O gün ilk defa bir baba gibi öğüt veri- yordu: — Şi-Yamayı bir bahiste kayböl- miştim. O nasıl olsa benim değil ar- tık. Benden uzak kâlan böyle güzel ve temiz kalbli bir kadının seninle evlenmesini çok arzu ederim, Terlan! Amiral Şütso gelemediği için, onun kızını alımadım sana.! Fakat, Şi- Yama ondan daha güzel, ondan da- ha cana yakın bir kadındır. Şi-Yama- nın bana gösterdiği fedakârlıkları ben nikâhlı karılarımdan bile görme- dim. Umuramı ki, ayni fedakârlikla- rı sana da gösterecek, seni de candan ve riyasız bir aşkla sevecektir! Şi- Yama, emin ol ki, sevdiğinin uğruna canını feda edecek kadar sadık, vefalı ve temiz yüreklidir. Terlan hükümdara teşekkür ede- rek ayrıldı. dun! Terlan y l yn Si 5 N , olmasaydı, hâlâ zindan ©, iki gündenberi Gülçine köşelerinde inliyecektin! müyordu. 9 Şi-Yama yatağından dırdı: — Ben arlık kimseden korkmuyo- rum, Tuman! Haydi, çabuk Kı kana, Tergunu benim öldürdüğümü haber ver! Görüyorsun ki, aklım ba- şımdadır.. kendi kendime iftira ede- cek kadar da beyinsiz ve budala de- Elim. Haydi, ne bakıyorsun yüzüme öyle şaşkın şaşkım..? Tuman, Şi-Yamaya çok acıdı. Kapıyı iyice kapadı. Yatağının yanina sokuldu: <a — Şi-Yama! Aklını başına topla “Yavaş yavaş konuşalım. Dışardan bis « risi duyarsa, ve Tergunun nasıl öl dürüldüğü hakanın kulağına gider se, bir daha ışık ve güneş göremez“ â sin! Biliyorsun ki Tergunu hakan > | çok severdi, Onüü öldüren kadını -ken- | di karısı veya kızı da olsa - cezalan- dırmaktan çekinmez. — Ben sana bu sırı, hakana söy- Temen için açtım, dedim ya, ben ar- tık kimseden korkmuyorum. Hattâ ondan da... i — O kim.? : gi — Kubilây.. kim olacak? çiğ — Sen çıldırmışsın, Şi-Yama! Haye di, yatağına gir, yat.l Yarın konü. şuruz gene. ava) Görünemiyordu. başını kak Gülçini görünce ne diyecekti? «— Baban beni zorla evlendirmek istiyor. Onun istediği kadını alma- ğa mecburum!> ” Demekten başka ne yapabilirdi? * » O gece hakanın baş cücesi Tuman, Şi-Yamanın odasına uğramıştı. Şi-Yama yalağının kenarında uzan mış yatıyordu. 'Tuman: —Seni tebrike geklim,. Şi - Ye- ma! - diyerek içeriye girdi - artık ha- kan seni azad ediyor. Pekinin en güzel, en yakışıklı bir erkeğile evle- neceksin! Şi - Yama gözünün ücile cüceye baktı: — Beni, hakanın gözünden düştü- ğüm için mi tebrik ediyorsun, Tü- man? — Sen hakanın gözünden düşme. din, yavrum! eğer böyle olsaydı, sen de ötekiler gibi çırağan dairesine sü- rülür, gözden uzaklaştırılırdın! — Beni Terlana veriyor... halbuki hakan bir gün bana: «Sen impara- toriçe olmağa lâyik bir kadınsınlş demişti, Demek ki benden bıktı artık.