19 Temmuz 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

19 Temmuz 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SİRA İNİ alimli GMDN Sahife 6 PAZARTESİ KONUŞMALARI: DENİZ Deniz, herşeyden önce bir manzara- dır. Güzlerimizden giren mavi renkle- rile ruhumuzu onda yıkarız. Mavi renk: Jerile diyorum; çünkü denizin beyaz- dan koyu neftiye, hattâ gece siyahına kadar öyle değişmeleri, öyle çeşidlen- meleri vardır ki, bu iki renk haddi ara- sında en çok maviyi ve mavinin türlü türlüsünü görürüz. Ona, nereden ve neresinden bakarsanız bakınız, gördü- günüz kısmı muhayyel bir çerçeve içi- ne aldığınız zaman, gözlerinizin önün- de mikat dediğimiz en büyük sanatkâ- rın değer biçilmez bir tablosunu bulur- sunuz. Altına isim aramamalı, Bu tab- loların hepsini ayni ressam, en büyük artist olan tabiat imzalamıştır. Beşer hayali, deniz kadar hiç bir sa- hada rahat, mesud ve hür bir cevelân yapamadı. Hattâ deniz görmemiş şair- lerin bile onda dolaşan ve yıkanan mu- hayyileleri, bu masnu ummanın de- rirliklerinden umulmadık parlaklıkta ve büyüklükte inciler toplayıp çıkar- madı mı?, Herhalinde, uysal veya fet- tan, hırçın veya neşeli, coşkun veya de- Y, zalim ve mel'un, evet bütün bu hal- lerinde deniz, insan dimağını dalma harekete getirdi. Denize bakıp düşün- memek, hiç değilse datmamak, hülya- Yarın enginlerine açılmamak kabil mi. dir?.. Medeniyetler, hep onun kenarında doğdu; tıpkı hayat gibi.. Tarihçiler, ilk beşer medeniyetini Ortaasyada, bu- gün kurumuş bir ummanın kıyıların- da buluyorlar, İlk ve Orta çağın Akde- niz sahilleri, bugünün atlantik ve pa- sifik çevreleri hep böyle değil midir?. Deniz, karadan daha çevik, daha alıp götürücü, daha acelecidir. Bir zekâ ha- tası etmedikçe insanı ve insanın yaptı- ğa şeyleri, hortumile çekip korkunç karnına atmaz. Tabiatın bu unsurile bağdaşmasını bilmeden medeni olmi- ya imkân yoktur. Ya denizden müsa- Yâha veya onu yeninceye kadar inad- cı varlığile muharebe etmiye mecbur- sunuz. Felsefe, denizle göğün birleştiği yer- lerde başlamıştır diyebilirim, Karada ufuk, insana ancak son ve hudud fik- rini verebilir, Camid varlıklar, bu ufuk- larda göğü deler veya ona yapışır, gibi- dirler, Halbuki seyyal ve oynak deniz, renkli ve havalı bir boşluk olan gökle iki gönül gibi birleşir. Onun için deniz- de ufuk, aşk kadar sonsuzdur. Deniz olmasaydı, insan, kimbilir, namütena- hi fikrine ne kadar geç ve ne kadar güç erecekti?, Felsefe, namütenahinin ilmi- dir. Namütenahi, beşer müfekkiresi- nin küçük bir tekne ile gezmeğe çıktı- ğ bir ummandır. Deniz olmasaydı, sonsuzluğu hangi tablat unsurun- dan öğrenebilirdik?, Deniz, sade bir manzara değildir; yalınız beşer hayalini doğuran, ona me- deniyetler yaratmak için kaynak olan ve sonsuzluğu düşünmesini öğreten bir varlık olmadığı gibi... Deniz, bun- Erd Mahmad Karakurd. SON GECEL.. Tefrika No. 101 * “Askerler o zaman büsbütün coşup, büsbütün hiddetlenip kızın Üzerine doğru yürümek istiyorlar... Zabit he- men önlüyor... — Durun!.. Acele etmeyin!.. Sab- redin biraz; bakın ne yapacağım şim- di. Gözlerini, paravanın bulunduğu Köşeye doğru çeviriyor... — Şu paravanı görüyor musunuz?.. Gene hepsi birden cevap veriyorlar... — Evet, görüyoruz kumandanım!.. — İşte 0 parayanla ayrılan köşeyi sizin için hazırladım)... Yerde, güzel ve kalın bir de Acem halısı serilidir. Çingene askerler, kanlı gözlerini biribirlerine çevirerek ( bakıyorlar... Mülâzimin ne demek istediğini anla- madılar... Polivas, hiç istifini bozmuyor... Öyle soğukkanlı, öyle iğrenç bir hali | yar kil... Burnundan konuşarak de- Yanı ediyor... — Mademki ortada, vücudünü Sa» tılığa çıkarmış bir eğlence kadını vardır; ondan bir düşman zabiti zevk alacağına, * aylardanberi siperlerde larm kepsi olduğu kâdar bir gıdadır da... Evet deniz, bir gıdadır. Fakat su olarak içildiği için değil... Deniz, bu bakımdan da aşka benzer. Kenarında oturup onun ozonlu havasını ciğerle- rinizle emerken sevgiliyi, nihayet, ona. dokunmadan seyreder gibisiniz. Bu te- maşada sevgi ve deniz, ruhunuza ve göğsünüze elle dokunulması imkân- sız bir kuvveti dolduruyor demektir. Bu anlarda rehavet gibi duyduğu- nuz şeyi, bir eriyiş, bir azalış sanmayı- niz. Bu, derinlerdeki damarından su fışkıran bir pınar gibi ruhunuzun ve ciğerlerinizdeki kanın kaynamasından hasıl olan bir buğudur ki, tatlı ve uyuş- turucu dumanları yavaş yavaş dima- gınızı istilâ eder, Azalıyorum, eriyo- rum zannetiğiniz bu anlarda ruhça ve bedence kuvvetlenmekte, artmakta ve daha canlanmaktasınız. Korkmadan içinizi çekiniz. Bu bir hüsranın ahı de- gil, ciğerlerinize dolan temiz ve yaşatı- cı deniz havasının vuslâte davet sesi- dir, Ve sonra kendinizi dinleyiniz; Gö- receksiniz ki, bu anda, ondan önceki anlardan daha çok yaşıyorsunuz. Deniz kenarında kalıp bu kadar bir zevkle kanarsanız, Ortaçağ şövalyeleri- nin mahrum aşkına razı olmuş sayılır- sınız. O, küçük şıpırtılarile sizi sinesi- ne çağırmaktadır. Busesi duyma- makta ne fayda var? Soyununuz ve yaz güneşinin cayır cayır yaktığı cehen- nem topraktan kurtulup kendinizi onun serin göğsüne atınız. Artık iste- seniz de sekin ve rakil kalmak elde değildir. Deniz, Insanı zorla hareket ettirir. Onun büyülü eli, sizi alttan yu- karıya yükseltir. Bu ipek döşek üstün- de, dümdüz, ondan korkmadan, onu hiç yadırgamadan yatınız. Ellerinizi ve ayaklarınızı hafif hafif oynattıkça göreceksiniz ki, deniz sizi her yerinde gezdirmeğe can atıyor. Demiştim; deniz aşk gibidir. Sular içinde yüzerkeh içinizde bir ürperme duymuya başladığınız anda onu terket- | melisiniz. Bu ürperme, onun size z0- rarlı olmıya başladığını haber verir. İnad ve devam, hastalıktır, ölümdür. Kendinize kıymayınız. Aşk gibi oda .kayıdsız, o da kalbsizdir. Sizi halsiz ve mecalsiz bulunca derhal derinliklerine çeker. Orada ruhsuz vücudleri alıp sak- ıyacağımı bilsek bu derinliklere inmek için çılgın bir cesaret göstermekte ma- zur sayılabiliriz. Fakat zayıfa karşı, her tabiat unsuru gibi amansız ve 20- lim olan deniz, sizi kendisile doldura- rak öldürdükten sonra yüze çıkarır ve kıyılara atar. Deniz güzeldir, deniz gıdadır, deniz hayattır. Güzelliğini bıkmadan önce- ki ane kadar sevmeli, gıdasını doyur- madan evvel kesmeli, hayatını kendi hayatımıza muvazi olmaktan çıkar- mamalıyız. Zaten herşey, insan için, deniz gibi değil mi?. Hasan - Âli YÜCEL kadın yüzü görmiyen sizlerin istifa- de etmeniz daha doğru olur!... Öyle değil mi?... Askerler birbirlerine karışıyor... Yağlı, yuvarlak kafalarını hep bir- den, uzakta körpe ve taze bir kuzu görmüş aç bir kurt sürüsü iştahasi- le Maryoraya çeviriyorlar... Hepsinin kalın ve kirli dudaklarının titredi- ğini, gözlerinin büyüdüğünü, burun deliklerinin müstekreh ve hayvani bir şehvet hirsile açılıp açılıp kapandı- gını görüyoruz... — Evet... Eveti... Doğrudur... Hak- kın veri... diye bağırıyorlar... Faruk, hâlâ bir şey anlıyamamiş- r... Maryora de işin farkında de- gili... Zavallı kiz, başına gelecek müthiş âkibetten henüz tamamile bihabert... Kulakları işitmiyor, göz- leri görmüyor, müfekkiresi işlemiyor ki anlıyabilsin!... Polivas bir an başını çeviriyor... Kısrakların arasına salıverilme za- manının geldiğini hisleri ile duyan bir memleket harasının damızlık ka- danaları gibi, sabırsızlanarak olduk- AKŞAM Amerikada vergi kaçır- mak ilim halini almış! Bunun yollarını öğreten 45 bin mütehassıs avukat varmış ! Bir çok Amerika şirketlerinin merkezi neden küçük Lichtenstein e Neiyork — Son zamanlarda Ame- , rTikada herkesi en ziyade işgal eden şey vergi kaçakçılığı meselesidir. Amerika da yüz binlerce insan, birçok büyük müesseseler, tediye etmek mecburiye- tinde oldukları vergileri veremiyor- lar. Yapılan hesaplara göre bu suretle #le kaçırılmıyor. Mükellef, kanuni yol- &. larla vergiyi vermekten kurtulmakta Ç dır!... Amerikada mükellefe vergiden kurtulmak yolunu öğreten 45 bin avu- N rarilara kanuni şekilde vergiyi azalt mak, yahut hiçbir şey vermemek yo» Tumu gösteriyorlar. Amerikada vergiden kurtulmak için” en ziyade revaçta olan üsul bir ecnebi bidir. İdare merkezi yabancı memle- ketlerden birindedir. Fakat hakikat te sermayedarlar hep Amerikalıdırlar, Yapılan tedkiklere göre, Amerika» da bulunan birçok büyük şirketlerin merkezleri Lichtenstein prensliğinde- dir. Liechtenstein Avusturya ile İsviçre arasında küçük bir memlekettir. Bu- rasile Amerikanın hiçbir münasebeti yoktur. Fakat küçük prenslik şirket- lerden az vergi aldığı için birçok Ame- rika şirketleri Lichtenstein şirketi di- ye çalışmaktadır. Bunlar asıl kazanç- larından prensliğe vergi verdikleri için Amerika hazinesine pek azbir şey ödüyorlar. Lichtenstein da; «Ne gelir- se kürdir» diyerek bu şirketlerin ka- zançlarından pek az bir şey alıyor! Bir kısım şirketlerin merkezi de Amerika sahillerine yakın Prince Edouard ve Bahamas adalarındadır. Vergiden kurtulmak için tutulan ikinci yol da şudur: Şirketin merkezi Amerikada kaliyor, fakat yabancı memlekette bulunan bir kredi mües- sesesinden mühim istikrazlar yapıyor. Bu istikrazlar için büyük faiz ve ko- misyon veriyor. Bu suretle kâr mikta- ri azalıyor, hattâ sıfıra iniyor! Yabancı memleketteki kredi mües- sesesini kuranlar da Amerikadaki mü- essesenin sahipleridir. Bunlar kendi kendilerine para ikraz ediyorlar! Ame- rikada kâr etmedikleri için vergi ver- miyorlar. Yabancı memlekette ise pek az bir vergi tediye ediyorlar. Amerikaya gelen bir kısım ecnebiler de Amerikada | on para ücret almıyorlar. Bu suret- | le vergi vermiyorlar. Yaptıkları muka- vele mucibince bunların ücretleri ka- rarlaştırılan ve vergi nisbeti tabii az olan bir memlekette tesviye ediliyor. ları yerde sallanmağı a, titremeğe, / te pinmeğe başlıyan sarhoş askerlerin yüzüne bakıyor... — Peki; diyor ilk kim olacak?... Hepsi birden atılıyor... — Ben kumandanım!... Zabit onları zaptetmeğe çalışıyor... — Hayır, böyle olmaz, durun ba- kayım!.., Bir an düşünüyor... Gözlerinde korkunç ve vahşi bir pırıltı yanmak- tadır... Birdenbire: — Buldum!... diye bağırıyor... Boy sırasile!... Bir karışma oluyor... Sarhoş, çin- gene neferler, tek bir söz söylemeden hemen birbirlerini iterek, birbirlerini çiğniyerek boy sırası üzerine dizlli- yorlar... Başa; o dev gibi cüssesi, kan çanağına dönmüş kocaman manda gözleri ve delik deşik olmuş iğrenç suratile onbaşı geliyor!., Polivas; dudaklarını memnun bir kıvrılışla büküyor... — Tamam!... Oldu şimdi!... Maryora, hâlâ kendine gelememiş” tir... Yarı baygın bir haldedir... Ba- şı kollarının arasında hıçkıra hıçkıra | ağlıyor... Faruk İse tabii konuşulan- lardan hiç bir şey anlamadığı için, gözlerinin önünde cereyan edecek büyük, işitilmemiş faclanın tüyler ürpertici tesir ve iztiraplarından he- nüz uzak bulunuyor... Nev-Yorkun Iş mahallelerinden bir görünüş 'Eollivuttaki yıldızlardan bir kısmı kazançlarının nisbetini indirmek yo- Tunu bulmuşlardır. Bunlar kanunun bir maddesine istinaden aldıkları bü» yük ücretin yarısını «meslekin icaki ettirdiği masraf diye indiriyorlar, Marlene Dietrich, Walace Berry, Clau- dette Colbert, Şarlo, Adolph Men- 4ou, Elisa Landi otomobil, tuvalet ve saire masraflarının meslekin icabi ol- duğunu iddia edioyrlar. Amerika Maliye nezareti bir taraf- tan vergi kaçakçılığını tahkik ettirir- ken, diğer taraftan yeni bir kanun ha- zırlamağı düşünüyor. Fakat bununla da az vergi vermenin, yahut vergiden kurtulmanın önü alınması şüphelidir, Trabzon öğretmenleri Erzurumda Erzurum 11 (AA) — Trabzon kültür direktörünün başkanlığındar ki 24 öğretmenlik bir grup Erzuruma gelmiş ve liseye misafir edilmiştir. Umum müfettişlik kültür müşaviri B, Reşit ve Erzurum kültür ve mual- lim okulu direktörlerile muallimler- den mürekkeb bir heyet misafirlerle şehri, tarihi eserleri ve Hasankaleyi ziyaret edeceklerdir. Bir dakika... Rumen zabiti, onbaşıya dönüyor... Tabiatin; insan eti yiyerek yaşamağa mahküm ettiği meçhul bir çöl yam- yamının bile kolaylıkla tahammül ve cesaret edemiyeceği bu vahşi tab- loyu tüyleri ürpermeden yapmağa azmetmiş olan Polivas, askere hitap ederek diyor ki: — İyi amma onbaşı; ilk olmanın bir şartı var; onu kabul ediyor musun evvelâ?... Çingeneden yapılma sarhoş asker; ancak sarhoşluğun tesirile irtikâp edeceği bu büyük cinayet hakkında sorulan suale hemen, bir kuyu Kapa- ğı Karanlığı korkunçluğu ile açılıp kapanan ağzını silerek cevap veri- yor... — Hay hay kumandanım; kabul ediyorum!... — Evvlâ onu, şu sevdiği adamın önünde soyacak ve sonra bileklerin- den yakalıyarak bir mezarlık ©ros- pusu gibi paravanın arkasına sürük- leyip götüreceksin!... Nasıl aklın ke- siyor mu, yapabilir misin?... Sarhoş damarlarının, gittikçe kuv- | vetini arttıran bir hayvan hırs ve şehvetile fıkır fıkır kaynadığını duy- makta olan çingene, bir domuz sesi — Yaparım kumandanım; yalnız sen emreti... 19 Temmuz 1937 KADIN KÖŞESİ SiYAH MAYO Siyah lâstik dantelden mayo. Sırta çapraz bağlarla bağlanmıştır. Sıvas halkevi KOYU ilü ik kolu Sivas valisi gelin ve güvey arasında Sıvas 12 (Akşam) — Halkevi köy- cülük kolu bu hafta büyük bir kafile halinde Sıvasa bağlı Çelebiler köyü- ne gitmiştir. Vali Nazım Ökerin de iştirak ettiği bu grup köyde yapılan düğünde de hazır bulunmuşlar, vali damad ve geline hediyeler vermiş- tir. Köyeüler köylülerle hasbihallerde bulunarak onların dileklerini tespit etmişler ve lâzım gelen tedkiklerde bulunmuşlardır. İzmitte faydalı yağmurlar İzmit 16 (Akşam) — İzmit ve ha- yalisinde dün akşamdanberi yağmur yağıyor. Aylardanberi beklenen yağ- mur tütün ve mısır mahsullerini ku- raklıktan kurtarmıştır. Köylü, çifçi, bütün halk çak memnundur, —Ââli... Polivas, o anda kuduran başını kaldırarak, hâlâ kanapenin üzerind8 kendini toplıyamamış olan Mariyaya dönüyor... Bir yılan dili gibi kıvrıla kıvrıla uzayan İnce sivri parmağını ona doğru uzatıyor... — Al öyle ise, diyor, karıyı!.. İlk ses nindir, sonra öbürlerinin!.. Çingene nefer; boynuna torrea- | doreler tarafından zıpkın geçirilmiş vahşi bir İspanyol boğası gibi bir- denbire yerinden fırlıyarak kızın üze rine hücüm ediyor... O anda tüyleri ürperten bir çığlık duyuyoruz yalmız!... Bir kadın çığ- nğı!.. — Ağabây!... Ağabeyi... yorsun?... Kısa, tek bir cevap!... — Na yapacağım? Bir orospuyu vatandaşlar arasında taksim ediyo- rumi... Gözümüzü açıp kapamağa vakit yok, Çingene; kızı çoktan bileklerinden ya- kalsmıştır... İhtiyar bir maymun de- risi gibi üzeri siyah, kirli tüylerle ör- tülü kocaman kollarını, kızın ince be- line sararak bir dal hafifliği ile vü- Ne yapk cudünü havaya kaldınıveriyor.., Onun düz, siyah saçlarla örtülü esmer ba- şanı, yarısı çıplak kalan kirli göğsü- nün üstüne hüma (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: