5 Eylül 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

5 Eylül 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5 Eylol 1932 Teirika No. 25 AŞK DİLENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN Akşam 5 Eylül 1932 Hopkins, kaçakçı gemisinin güvertesinde süvari ile karşılaştı. “Mis Barney'i kükümetin emrile tevkife geldim!,, Kaptan köş- künde © müşkül vaziyette kalan ikinci (o kaptan, tayyarelerin son tehdidi üzerine derhal geminin yolunu kesmiş- lerdi. Polis tayyare- leri denize in- mişlerdi. Suyun üstünde uçuyorlardı. Gemi yavaş- ladıkça tayyare- ler de o gemiye yaklaşıyorlardı. Güver tedeki yolcular o telâş ve heyecan içinde birbirlerine soru- yorlardı: — Acaba han- Polis hafiyesi ellerini göğsüne kavuşturarak genç gimizi (o tevkife ( kadının yüzüne bakti: — Nasılsınız Mis Barney? geldiler? Yolculuğunuzdan memnun musunuz? — Malları meydanda olanlar Amerikaya giden yolcuların he- düşünsün. men hepside polis hafiyesini — Ben kokainlerimi öyle bir | tanımışlardı. yere sakladım ki, şeytan bile Hopkins, geminin (o süvarisine bulamaz. selâm verdi. — Ben de altın kaçırıyorum amma... — Altın mı? — Öyle ya.. Bundan daha kârlı bir iş var mı? — Haydi canım, benim işim bepsinden kârlıdır. Insan kaçakçı- lığı göze alınca kadın ticareti yapmalı. — Ne dedin.. Kadın ticareti mi? — Öyle ya Mısırdan satın ak dığım beş kadını Amerikaya götürüyorum. Bu yüzden dehşetli para kazanacağım.. — Amerikada kadın kıtlığı mı var ?l — Amerikalılar uzun kirpikli Mısır dilberlerine (o bayılıyorlar. Her birinden ikişer bin dolar ka- zanacağım... — On bin dolar... Hakikaten kârlı bir iş. Kolay müşteri bula- cak mısın? — Kaparo bile aldım. Müş- terim hazırdır. — Bu işi ilk defa yapıyorsun ? — Hayır.. Şimdiye |kadar Mı- sırdan on sekiz kadın getirdim. — Kaçakçı ücretini bu paradan mı vereceksin? — Hayır.. Müşterim gemiye gelince, bu iş için süvariye ayrıca beş bin dolar verecek. — Kadınlar geminin neresinde saklı? — Polisin eli uzanamıyacak kadar gizli bir köşede... Bu esnada gemi süratını kes- mişti, Evvelâ oHopkinsin tayyaresi, bunun arkasından da Tim - Tom yavaş yavaş 7orino nun iskelesine yanaştılar. Süvari, kaptan köşküne çıkınca, denize inen tayyarelerin zabıtaya mensup olduğunu anlamış ve makine dairesine istop emrini vermişti. Tim - Tom kömürlüğün ufak penceresinden denize bakan bir çift göz gördü. Hopkinsin muavini bu bir çift gözü tanımak istiyordu. Tayyarenin pervanesini siper alarak, bu ufak © pencereyi iki dakika kadar tecessüs etti. Hopkins güverteye çıkar çıkmaz süvari ile karşılaşmıştı. olarak mı —Sizi bir dakika kadar görebilir miyim, kumandan? — Buyurunuz.. Kamarama gi- delim! Vapur denizin ortasında dur- muştu. Tim - Tom gemiye çıkmıyordu. Hopkins tayyareden ayrılırken, muavinine; — Sen denizi tarassut et. Barneyi belki kaçırırlar. Demişti. Geminin süvarisi büyük bir nezaket ve soğuk kanlılıkla kama- rasının kapısını açtı. İçeriye girdiler. Konuşuyorlardı: — Sizi yolunuzdan alıkoydu- ğuma pek müteessirim, kumandan! Geminiz Ingiliz bayrağını 'bâmil olmasaydı sizi ilk uğrayacağınız iskeleye kadar takibe mecbur olacaktım. Hükümetten aldığım emir mucibince, tevkifhane firarisi olan Barneyin teslimini rica ederim. Süvari hayretle polis hafiyesi- nın yüzüne baktı: — Kimden bahsediyorsunuz? — Kolonel Allinsonun katilin- den.. — Mis Barney tevkifhaneden resmen tahliye edilmiş ve Alli- son cinayetile alâkası olmayan nezih bir kadındır. — Bu nezahetin mahkeme hu- zurunda tebeyyün etmesi lâzımdır. Sizin ve bizim vereceğimiz hü- kümler onu mesuliyetten kurta- ramaz. Bütün memleketi alâkadar eden kolonel Allison cinayeti etrafındaki dedikodulara nihayet vermek için maznunun mahkemede hesap vermesi kendi lehinde bir hare- ket olur. Süvari, Polis hafiyesine karşı şiddet göstermek niyetinde değil- di. Maamafih genç sevğilisini der- hal teslim etmeğe taraftar görünn- miyordu. — Bu kadın tevkifhaneden ka- çamaz, Mister Hopkins! dedi, o zannettiğiniz gibi fenalıklara mü- temayil bir kadın değildir. Londrada bir kaç cemiyeti hay- riyenin fabri âzasıdır. Öksüzlere yardım etmekten, düşkünleri ko- lundan tutup kaldırmaktan zevk Dünyanın en zen- gin kadını zaruret içinde öldü Bir zamanlar dünyanın en zen- gin kadını sayılan milyarder Con Rockfellerin (o kızı madam Maç Cormak Şikagoda sefalet içinde vefat etmiştir. Bu kadının serveti bir zamanlar sekiz milyon ingiliz altını tahmin olunuyordu. Fakat bir iki seneden beri devam eden iktisadi buhran bir çok milyonerlerin servetini sıfıra indirdiği gibi bu kadını da zaru- rete düşürmüştür. Vaktile Lakeshore Drivede im- peratorlara lâyık bir sarayda ya- şarken son günlerini Şikagonun karanlık bir apartımanında ge- çirmiştir. Madam Maç Cormakın servetini kaybetmesinde başka bir sebep daha vardır: Bu kadın Mısır fıraunu Tutankamonun O zevcesi olduğunu ve nihayet tenasüh ederek Rokfellerin kızı olarak dünyaya geldiğini zannediyordu. Güya ken- Madam Mac Cormack disi on altı yaşında Fıraun ile evlenmiştir. Tutankamonun mezarı keşfolu- nup içinden fil dişi taht meydana çıktığı vakıt kadın bunun resmini gazetelerde görmüş ve vaktile bu tahtta bir çok defa oturduğunu iddia etmiştir. Bu garip itikatta bulunan kadın ihtimal servetini idare edeme- mişti, sauna duyan bir kadının adam öldür- mesi kabil midir ? Hopkins müstehziyane bir te- bessümle süvariye cevap verdi: — Ufacık ve bilhassa çok zarif bir böcek, babamın ölümüne se- bebiyet vermişti. Böceği tahlil ettiler, zehirli imiş... Bu kadar ufak ve zarif bir böceğin kos kocaman bir adamı öldürdüğü nasıl bir hakikat ise, mis Barney gibi hayırperver ve nezih bir ka- dının da - günün birinde şeytana uyarak - kolonel Allisonu öldür- düğü muhakkaktır, kumandan! Bizi fazla bekletmeyiniz! Saatler- den beri deniz üstünde geminizi takip ediyoruz. Bizi bu hususta müşkül mevkide bırakacağınızı tahmin etmiyorum | Kumandan, polis hafiyesine bir pro uzattı. Hopkins başını sallaya- rak cebinden piposunu çıkardı. — Teklifimi kabul ediyorsunuz, değil mi? — Hükümetin emrine muhali- fet edeceğimi zannediyorsanız aldanıyorsunuz! Ben sözü özüne uygun bir adamım. Gemimin ismini çok haksız olarak kirletti- ler. Ben zannettiğiniz gibi kaçak- çılık eden kaçakç lardan değilim. — Sadece şöhretiniz var, değil mi kumandan?! — Vaktile İskoç adalarında korsanlık etmiştim. Bu fena şöh- reti o maceradan sonra aldım. Hopkins piposunu çekerek güldü; (Arkası var) Bir varmış, bir yokmuş. Her akşam bir hikâye Zamanı evailde bir padişah vardı. Bu padişahın komşu devletlerle münasebatı gayet iyi idi. Mesut olması için hiç bir şeyi eksik değildi. Yalnız, padişahın erkek evlâdı olmamıştı. Sade bir kızı dünyaya gelmiş ve gelinlik yaşa da ulaşmıştı. Padişah, artık başka evladının olmayacağını anlayınca, sultanı bir gün yanına çağırdı ve ona dedi ki: Evladım seni ( evlendireceğim ve senin zevcin benim taç ve tahtımın varisi olacaktır. Onun için, kendine civar hükümdarlar- dan birini nişanlı olarak intihap et. Zira, senin beğendiğin her hangi bir bekâr şah, memnuniyetle desti izdivacını kabul edecekler- dir. Bütün hükümdarların gözü seni tahtı nikâhına almaktadır. Kız: — Hayır, şahbaba... » cevabını verdi. - ben bu şerait tahtında evlenmeğe razı değilim. Şah: — Henüz tahta calis olmamış genç varis şehzadelerden birinde mi gözün var yoksa, kızım? - diye sordu. Söyle söyle: Kalbin meyli gider, öğreneyim. Razı derununu bana faşet. Ben senin babanım. Mahremi esrarın da olabilirim. Kimi seviyorsun? — Hiç kimseyi sevmiyorum baba... Fakat tahminin yanlış benim gözlerim, hükümdarlarda olmadığı gibi veliahtlarda, şebza- delerde de değil... — Peki, öyleyse ne yapacağız?... Padişah düşündü: — Mamafih, evlenmen lâzım... elzem... Mutlâka seni birine ver- meliyim. Zira, tahtıma bir varis seçmek mecburiyetindeyim. Ecdat tan tevarüs ettiğim bu mülküdev- leti kime birakacağımı öğrenme- liyim. Henüz ölümüm yaklaşma- dan, ona esrarı hükümeti öğret- meli, onu siyasetime alıştırma- “lıyım . Evet, kızım mutlâka birini seç. Kız, babasının bir tanesi olduğu için haylı şımarık büyümüştü. Dedi ki: — Baba... Evlenirim ama... Bir şartla.. — Hangi şartla, kızım. Kulağı bir çok (masallarla ve masallardaki garip hilelerle dolduğu için, sultan dedi ki: — Bana talip olanlar, yeni senenin ilk günü sarayın önündeki meydana toplansınlar... Meydana, yüz endaze uzunluğunda bir direk dikilsin. Direğin üzerine bir endaze kutrunda bir daire konulsun, her kim ki bu delikten içeri birtaş geçirmeğe muvaffak olursa ona varırım. Asil veya gayri asil, hattâ köylü... Kim taşı geçirirse ona zevce olacağım.. — Bu da nasıl şey? — Yokl.. llle böyle olacak... Başka türlü evlenmem... İşte son cevabım... — Aman bre... — Amanı zamani bu kadar... — Bu ne biçim şart, kızım... Şah hazretleri düşündü, taşındı, oğraştı, çabaladı, bin türlü tetbir- lere baş vurdu, vait vait üzerine, kızını ikna edemedi Sultan, behme- yok... İşte yor. Baktıki çare yok, Padişah, izdi- vaç şartını umuma ilân etti. Payı- tahtında ve diğer şehirlerinde, kasabalarında batta köylerinde | hikâyesi münadiler bağırttı. Kıs kıs gülü- yordu. Öyle bir kurnazlık yapa- caktı ki, gene kendi istediği olacaktı; Taş atma nöbetini ilk önce krallara, sonra şehzadelere vere- cekti. Öyle atik; çalâk asilzade- ler vardı ki, bunlardan bir tanesi, elbette, taşı halkadan geçirecek- lerdi. Basit ahaliye taş atmak sırası gelmiyecekti... Nihayet, senenin ilk günü geldi. Dünyanın dört bir tarafından asilzadeler akın ettiler. Padişahla, veliahtlar, şehzadeler... Program mucibince, ilk önce, padişahlara taş atmak sırası ve- rildi. Kızın babası: — “Ab, bunlardan biri, tecrü- bede muvaffak” olsalar.., diye için için temenni ediyorlardı. Lâkin hükümdarların cümlesi, yaşı ilerlemiş insanlar olduğu için, tecrübede muvaffak olama- dılar. Kızın babası: — “Zarar yok... Veliabtlar ve şehzadeler gençtir. e Tecrübede onlar muvaffak olur.,, Heyhat... Hiç biri, taşı delikten geçiremedi. Bereket versin ki, vezir vüzera evlâtları prenslerin arkasınday- dılar. Padişahın son ümidi bun- lardaydı. Aman allahım! Ya bun- lar da muvaffak olamazlarsa, ahval nice olacaktı?.. Sen muha- faza et yarabbi! Padişahın korktuğu başına geli- yordu. Vezir vüzera evlâtları da, taşı delikten geçiremediler. Işi ahaliye kaldi. Onlarda, mü- nevverden askerlere esnafa ve işçilere doğru, sınıf sınıf, direğin önüne gelerek delikten taşı ge- çirmek tecrübesine giriştiler. Padişah : — Yarabbi! Yarabbi |!- diye dua ediyor. - Asılzadeler, tecrü- bede nasıl muvaffak olamadılarsa, bunlar da muvaffak olamasa bari. Kizım basit bir esnafla evlenece- ğine hiç evlenmesin daha iyi... Duası kabul ediliyor gibiydi. Hiç biri muvaffakiyet elde ede- miyordu. Artık müsabaka sonuna ulaş- mıştı. Nihayet bitti. Fakat, tam son dakika, topak laya topallaya bir çoban çıka geldi. Kanbur, kel, bir gözü kör burnu akar, cüce ve mendeburun biridi. — Padişahım! - dedi. - Ben de taliimi tecrübe edeceğim. Padişah: — Bu kadar insan, muvaffak olamadı da bu mu muvaffak ola- cak?.. - diye düşündü. Ve yüksek sesle: — Hakkındır! - dedi. - Şerait ilân (edildi. O şeraitten nükül etmek hükümdarlık şerefime ya- kışmaz. Çoban, çıkardı. — Taşı bununla atacağım. — Aman nasıl olur? Herkes elile attı.. — Şeraitinizde elle atılacak sapanla atılmayacak diye bir şart yoktu. Ben sapanla atacağım. Eyvah... Hükümdar, tükürdüğünü yala- yamazdı. Meclis, müşavere, müna- kaşa, kambur çobanın taş atma- sına razı oldular. Asilzadeler tarihinin en büyük rezaleti meydana geliyordu. Çoban, taşı, sapana koydu. Nişan aldı. Taşı saldı. cebinden bir sapan : o da, taşı delikten geçiremedi! Nakili: (Hatice Süreyya)

Bu sayıdan diğer sayfalar: