28 Mavıs 1932 Tefrika No. 75 28 Mayıs 1932 | SEBA MELİKESİ BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Belkıs, Süleymanla kavga ediyordu. (Enverano)yu affettirmek için ne mümkünse yapacaktı. Beni Israil hükümdarı çok hiddetliydi.. Belkıs sükünetle cevap verdi: — Onu uzaklarda arıyorsunuz! Cariyenizi Zaplon öldürmüş! —Bu masala siz de mi inandınız? — Ben gözümle görmediğim hakikatlere inanmam.. Hükümdar, Melikenin öününde durdu: — Zaplonun elini kana bula- dığını gözünüzle gördünüz demek, öyle mi? — Enveranonun kalbini okudum.. O adam bir melek kadar sâf ve temiz. — Ya elleri..? — Kundakta bir çocuk eli kadar lekesiz... — O halde niçin kaçtı? — Zulüm ve işkenceden... Çünkü siz onu asıl cinayeti yapan gaddar ve hain bir adamın eline teslim etmiştiniz | Süleyman, Belkisin gözlerinin içine dikkatle baktı. Seba melikesi neler söylüyordu? — Ben Zaplona itimat ederim, Melike! dedi, siz Enveranoyu ka- çırdınız, değil mi? — Buna lüzum görmedim.. Sizin memleketinizin o misafiriyim.. Bir idam mahkümuna - benim hatırım için - hayatını bağışlayacağınızı ümit ediyordum.. Ve sizden şimdi bunu ricaya gelmiştim! Hükümdar Belkısın inanmıyordu: — Siz onu yoksa..? Dedi.. Ve bu sözü söylerken, seyrek sakalını avucunun içine alarak düşünmeğe başladı. Belkis, bu ağır itham karşısında, muvakkat bir zaman için itidalini muhafazaya çalıştı. Dağların oğlunu sevmek... Bir idam mahkümuna gönül vermek... Bir kabahat gibi, bunu, düşün- meden yüzüne çarpan Süleymana çok daha ağır bir cevap vermeğe hazırlanan Belkıs, Enveranonun kaçtığına sevinmişti. — İsterseniz affetmeyiniz, dedi, fakat bu hakikat yakın zamanda tezahur edecek.. O vakit hem mahcup hem de müteessir ola- çaksınız! Enverano himayeye lâyık bir kahramandır. Onu herkesten evvel siz takdir etmeliydinizl sözlerine seviyormusunuz Süleyman bu esnada eski bir bikâyeyi hatırladı. Babası Davut ta, genç zabitlerin- den Oryayı harp meydanına gön- Tefrika No: 40 derip telef (ettirdikten sonra - aradan gönler geçince - pişman olmuştu. Fakat o vakıt Davudun özleri bir şey görmüyor ve ku- ları bir Eğ alimi özi Hazreti Davut (Orya) nın karı- sına âşıkti. Orya bir gün arkadaşlarına: — “Ben memleketimi karımdan çok severim.,, Demişti. Oryanın bu sözünü Davuda nakletmişlerdi. £ Hazreti (Davut Oryanın vatan aşkından istifade ederek onu harp meydanına gön- dermiş ve iki ay sonra muhare- bede öld haberi gelince Or- yanın zevcesi ile izdivaç etmişti. Davudun güzel kadınlara karşı fazla zaıf ve temayülü vardı. Bu kadın biraz sonra Davuttan gebe kalmış ve Süleymanı doğurmuştu. Süleymanın annesi çok akıllı, müdebbir ve istikbali iyi görür bir kadındı. Belkis Kudüse geldiği zaman, haylı ihtiyarlamış olmasına rağmen, memleket işlerile yakın- dan alâkadar olurdu. Süleymanın annesi şairin firarını işitince oğ- lunun yanına koşarak: — Oğlum, demişti, bu delikan- lının masum ve biğünah olduğunu söylüyorlar. Mademki firar etti, artık onu affetmelisin! Seba melikesi ihtiyar kadının kendisile ohem fikir (olduğunu görünce: — Ben de onun affini ricaya gelmiştim, aziz valde! demişti. Fakat, oğlunuz çok merhametsiz..! Hayatında bir kuş bile öldürme- miş olan bu zavallıyı boğdurmak istiyor. Süleyman annesinin sözlerini dikkatle dinledikten sonra, Belkıse hitaben: — Sizi rencide etmek istemem, melikem! dedi, onu affediyorum. Fakat, bunu yalnız siz biliniz! Çünkü halk cahildir. Bir idam mahkümunun affi, fenalığa istidadı olan bazı kimseleri şımartır.. Memlekette fenalık artar. Belkıs, oSüleymana teşekkür etti: — Hakiki katil meydana çıkın- cıya kadar, Enveranonun takip edilmemesini oemir buyurunuz! Tekrar ısrarla söyliyorum ki, hal- kın çok sevdiği bu kahraman delikanlı, amonlu cariyeyi öldür- memiştir. Süleyman maiyetindeki zabit- lerden birine Zaplonun geri çağ- rılmasını söyledi. (Arkası var) Naşat kızlar Piyer Lotiye bu romanı ilham eden kimimiş? Meşhur Fransız edibi Piyer Lo- tinin “Naşat kızlar, eserinin esrarı vefatından bir çok | sene geçtikten sonra şimdi mey- dana çıkmıştır. Bu büyük edibin, bu ölmez eserini okumuş olanlarromanda, cereyan eden aşk macerasının kahramanı, Cenan, Melek ve Zeynep namında üç genç kız olduğunu pek âlâ hatırlarlar. Piyer Loti, eserinin mukaddemesin- de, bu üç kızın o karihasında doğmuş hayali şahsiyetler oldu- gunu temin ve teyit etmesine edibin bu teminatına inanmıyor- lardı. Bundan bir kaç gün evvel, Piyer Lotinin eşyası ve bu meyanda “Naşat kızlar,, romanında, kahra- man rolümü oynayan genç kızlara yazmış olduğu mektuplar, müza- yede de satılınca, Piyer Lotinin bu eserini örten esrar perdesi kalkmış, büyük edibe bu eserini yazmak için ilham veren Cenan hanımın hakikatte bir Türk kadını değil, bir fransız kadını olduğu meydana çıkmıştır. Hakikaten Cenan rolünü oyna- yan fransız kadını Piyer Lotinin vefatından sonra Marc Ellys müs- | taar namile “Naşat kızların esrarı ,, namile neşrettiği kitap, Fransada büyük bir dedi koduya sebebiyet (o vermiş, bu kadının (kendisine (göndermiş olduğu aşk mektuplarını, muhar- ririn aynen “Naşat kızlar,, unvanlı romanına dercettiği (o tahakkuk etmiştir. Şurası muhakkaktır ki, eserde Cenan rolünü oynayan fransız kadını büyük edibin vefatına kadar gölgede kalmağı tercih etmiş ve ancak Lotinin vefatından sonra hakikati ifşa etmiştir. Piyer Lotinin eserinde ölmüş olarak gösterdiği bu kadın, edibin vefatından yedi sene sonra bu hakikati o kadar büyük bir tavazu ve sadelikle (ifşa etmiştir ki, büyük edibin edebi şöhretine halel getirmemiştir. Fransız mubarirlerinden Andre Rausseau fransız edebiyat âlemin- de büyük dedi kodulara sebebiyet veren bu ifşaattan bahsederken, Piyer Lotiye ilham perisi rolünü oynayan kadının, o hayatta iken gölgede kalmağı tercih eden bu farnsız kadını olduğunu teyit ediyor. Fransız muharirine göre Piyer Loti ile” bu yenç kadın arasındaki münasebet, arasıra âşıkane mek- tup taatisinden ibaret okalan eflâtuni, bir muaşakadan ibaret imiş. 28 Mayıs 1932 Kücük K i İ üçük Hanımın Kısmeti İ “ Avdetimde mektubunuzu ver- | diler. Sevinçle açtım ve uzun uzun resminize baktım. Siz cidden ideal bir arkadaş tipisiniz. Çeh- renizde samimi bir masumiyet var. » Belmanın gözleri doldu. O, böyle bir çevap mı bekli- yordu? Hidayet, resmine bakar- ken yalnız ve sadece arkadaşlık düşünmüştü. Belmanın düşüncesi arkadaşlık değildi. Belmanın kalbinde çarpan his sade bir dostluk hissi değildi. O, Hidayeti seviyordu, Hidayete âşıktı. Başını Hidayetin omuzuna daya- mak, Hidayetin kollarına büzül- mek. “Hidayet, ben seni seviyorum, sen de beni sev!,, Diye yalvarmak istiyordu. Onu resimde güzelleştiren aşktı. Fakat Hidayet bunu anlamamıştı. Arkadaşlıktan bahsediyordu. Sahiden, dediği gibi, aşka töv- be mi demişti? Acaba onun kalbini yumuşata- mıyacak, ona aşkı ilham edemi- “Bana, bu hatıralarımı, bu dertlerimi sormuştunuz. “ Beyza hanım, beni, size çok benzeyen bir çocuk perişan etti. ,, Belmanın kalbi yerinden oynar- casına çarptı. “ Fakat onunla sizin aranızda | çok fark var. O daha ufak tefekti. isiniz. Onun tavrunda şeytani bir şey vardı, siz ise mah- zun duruyorsunuz. Amma, bütün bu farklara rağmen, resminize bakarken onu hatırlıyorum. “Aranızdaki manevi farktır. Manen katiyen | size benzemiyordu. Onun yüzün- yecek miydi? Buna (muvaffak olamıyacak | mıydı? Mektubu okumıya devam etti: “ Biliyor musunuz, ki resminiz dertlerimi tazeledi. Biliyor musu- nuz ki, hayalimde eski hatıralar canlandı. Kalben eski günleri yaşadım. den bütün kadınlara düşman oldum. Beni kadınlara düşman etti. “Ne beyinsiz bir kızdı o...,, Belma ürperdi. l rağmen romantik kadın okuyucular, ! . kolu idi. | i | | gayem, saadetim bu yuvayı kur- en büyük fark, | Filvaki hatasını biliyordu, onun | beyinsizlikle ( ittiham (edilmek fenasına gitti. unvanlı | Olduğu yere sapladı. Tersine dö- ! nüp tabanları yağladı. Girerken ! dönemeçlerin sayı ve vaziyetlerini , bellediği için çıkış kolay olacak- ! laştım. Her akşam bir hikâye (Dünkü nüshadan mabat) Aslan Abbas elindeki sopayı tı. Adetâ koşa koşa yürüyordu. Fakat... Küt diye yanı başına ağırca bir cisim düştü. Mağaranın kemeri mi dökülüyordu, üzerine mi yıkılacak? Yere iğildi, ayağının ucundaki cisme el uzattı. İlkevvel birşey anlıyamadı. o Sonra boğuk bir sayha ile cismi elinden fırlattı. — Aman yarabbi, bu nel.. Çocukcağız dona kalmıştı. Bu aklına sığmıyordu artık; çünkü yakaladığı cisim, bir insan vücu- dundan kopma soğuk bir insan işte burada Abbas yeniden aslanlığını unuttu. Dimağı işlemi- yordu artık, şaşırmıştı. Mağazanın kapısına doğru gideceğine aksi istikamette kaçmağa başladı. Bu sefer daha ağır bir şey geldi. Bu da bir insan bacağıydı. Bunun hangi istikametten gel- diğini bellediği için, yüzünü diğer tarafa yani asıl çıkış tarafına çevirdi. Ne müthiş manzara idi o kar- şısındaki mahzaral.. Vahşi (ohayvanın gözleri, iki adam ötede, iki küçük projektör gibi ışıldamıştı. ç Boğuk boğuk homurtularile ma- garayı zangırdatıyordu. Bereket canavar ağzında bir şeyler kemirmekle vakit geçiri- yor. Deminki kol ve bacak olacak. Fakat bu vaziyet ne kadar süre- cekti? Bir taraftan bütün ferasetile bir canavar; öteki taraftan insan parçaları yağıyor. Çocuk nereye gitsin, ileriye mi, geriye mi? Işıldıyan' gözler yaklaştı, yaklaştı.. Birden bir alev ve bir silâh sesi, bir daha, bir daha ve bir daha.. Abbas kanlar içinde yere yu- varlandı. Hayvan da sağır edici cançekiş- melerile, olduğu yere çöktü.. çok Abbasın geçiktiğini gören arka- daşlar meraka düşmüşlerdi. On- larca, vahşi hayvan tehlikesi biraz müstebat idi. Çünkü bu bir riva- yetten ibaretti. Ama ne olur ne olmaz. Belki de çocukla bir hendeğe düşmüştür, yahau nehir gibi seller arasında muhasara içinde kalmıştır. Hemen fener, silâh, kama ve küreklerle mücehhez olarak yola çıktılar. Fırtınanın şiddeti karşısında, arkadaşlarını böyle tehlikeli bir oyuna sevkettiklerine bin defa pişman oldular. Ormanlarda dört bir etrafı ara- dılar. Mütemadiyen “ Abbas, ya Abbas ,, diye haykırıyorlar, ora- larda bulunduklarını haber ver- “Onun yüzünden çok azap çektim Beyza hanım. Beni çok muazzep etti. “Bir akşam firar ettim. Kaçtım. Kalbim cançekişe çekişe uzak- “Ona en büyük düşmanlığım, kurmağı tahayyül ettiğim yuvayı bozduğu içindi. Ben kimsesiz, öksüz yaşardım. Aile kucağı ne- dir bilmeden yetiştim. En büyük mektı. Hem yuvamı kurdurmadı, hem de beni Isanbulan kaçırdı.. “Onun yüzünden yene eski hayatıma rücu ettim, gene kimse- siz kaldım. Öksüz yaşıyorum. Bendeki sevmek hassasını bile kuruttu. Kalbimi çok çevirdi. “Fakat artık azabım dindi. “Eğer, bundan altı ay evvel böyle bir mektup yazsaydım, mu- hakkak, ki ağlıya ağlıya yazardım. Bir köy hikâyesi mek için, arada bir, bir kaç el silâh patlatıyorlardı. Nihayet mağaranın içinde, Ab- bası buldular; kendisi baygın bir halde, yanıbaşında vahşi hayvan ölü idi. Taharrilerine rağmen kesik insan oazasının ve kurşunların nereden geldiğini anlıyamadılar. Arkadaşlarını evine kaldırır kal- dırmaz köy doktorunu çağırdılar. Yaralı ilk tedaviyi gördükten sonra kendine geldi. Doktor vazi- yetinin tehlikeli olmadığını tefsir edince herkes sevindi; yalnız ta- mamile iyileşmesi için bir kaç hafta yatakta kalması icap edi- yordu. n macerasını anlattı; iğimize bir şey ilâve edemediği için hadise elân muam- ma halinde kalıyordu. Vakayı hükümet memurlarına bildirdiler, amma köyün kocaka- rılarile akıl hocası geçinen bunak şeyhler yaygarayı bastılar. “Bunun hükümet tarafından bakılacak yeri yok Allahın hikmetidir, cinler periler işidir.,, diye yırtınıp duruyordu. Hoş hükümetin de bir şey ya- pacağı yoktu ya! Bundan yirmi beş sene evvelki hükümet adam-. ları malüm. Bereket versin, milis kumandanı yüzbaşıF. bey değerli bir gneçti. Idarei maslâhat siyasetinden anla- mazdı. Usul ve teşrifata riayet et- meksizin tahkikatı doğrudan doğ- ruya kendisi idare ediyordu. O mağara hâdisesi gecesi, komşu köyden bir gencin kaybolması hâdisenin ehemmiyetini bir kat daha arttırıyordu. Bir gün jandarmaları vasıtasile bir eşkiya yakalattırdı. — Ulan, mağarada Abbas: da vuran sensin itiraf et, diye bastı kamçıyı. v O zamanlar en azılı katiller bile nihayet üç beş sene yattıktan sonra affı şahaneye mazhar olduk- larından, eşkiya itiraf etti: “ Geçen sene bir bristiyan köylü kavga neticesi amcazadesini vurmuştu. Oda yemin etmiş, intikam (alacak. İşte mağara vakası gecesi geç vakit, o civar- da, katilin akrabalarından bir gence rasgelmiş. Hemen işini gö- rüvermiş. Fakat cesedi nereye gizlesin? Münasip bir yer aramış. Neticede mağara hatırma gelmiş, ve oraya kimse girmez, girse de canavar çoktan cesedi parçalamış olur. “ İşte, katil ölü ile mağaranın içinde iken Abbas girmiş. Telâ- şından onu vahşi hayvan zannet- miş. Hemen ölünün bir kolunu, bir bacağını kesmiş hayvana atmış; böylelikle canavarın ilk açlık sav- letini durdurup münasip vaziyette ateş etmek istiyormuş. “Sonra hayvanın mahut ışıldıyan gözlerile karşılaşınca hatasını an- lamış; vakit kaybetmeğe gelmez- miş artık. Mavzerile nişan almış, ilk kurşun o ara yerinden kımıl- danan Abbasa gelmiş; ötekilerile bayvanı öldürmüş.,, Salâh Jzzeddin Her kelimede kalbim sızlardı... Halbuki size bu eski hatıraları kalemim ( titremeden, yüreğim oynamadan yazıyorum. “Zaman ber şeyi unutturuyor, her acıyı siliyor. Aşk hastalığın- dan kurtuldum. Sükün ve huzura kavuştum. o Sizin ( dostluğunuz, arkadaşlığınız beni tedavi etti. Ben, bir erkekle bir kızım arkadaş olabileceklerine inanmazdım. Böyle bir dostluk olurmuş. Ve bu dos- tluk aşkın çok fevkinde. | “Beni dinlerseniz katiyen sev- İ meyin, Sevmezseniz daima mesut olursunuz. En büyük rahat kalbin hür kalmasıdır. “ Sevmevin. “ Bir kaç gün sonra size bura “yapıssı bir bilezik göndereceğim. Gümüş bir bilezik. Bu bileziği, yadigâr olarak kolunuzda taşır- sınız. (Bitmedi)