19 Mayıs 1932 — Tıbbi müsahabe Güneşten istifade etmesini bilmeli Güneş banyosu için bizim memlekette haziran, temmuz, ağustos ayları en iyi zamanlardır Bizi karanlıktan kurtaran güneş tabiatte en büyük bir sıhhat men- baıdır.. Bir çok hastalıklarda şifa verici bir tesiri vardır.. Gü- neş ziyasının efali hayatiye üze- rine şiddetle tesiri görülür. “ Gü- | neş girmeyen yere doktor girer.,, “Verem karanlık hastalığıdır. , denmiştir.. mikropları öldürmez, uzviyetin mukavemeti hayatiyesini arttırır. Vücudun neşvünemasına, cildin taravetine, âzayi hayatiyemizin efali üzerine pek büyük tesiri vardır. Hattâ âlimlerden biri “ çiçekle- rin güneşe en mühtaç olanı in- sandır.,, demiştir. Fakat güneşten istifade etmenin yolunu bilmelidir. Her iyi şey gibi güneş te sui istimal edilirse, iyi kullanılmazsa faide yerine mazarratı görülür. Güneşin (o tesiri (| hararetinin havi olduğu muhtelif renklerledir. Cüneşteki bu renklerin sunisi yapılarak lâmbalarla suni güneş tedavisi bulunmuştur. Hastalara yapılan güneş teda- visi tababette bugün elimizde yolile yapılmak şartile başlı başına bir tedavi çaresi olmuştur. Yolile diyorum çünkü burada tatbik edilen güneş tedavisinin saa- tinin, (o müddetinin, o mevkiinin, mevsiminin daha bir çok nokta- ların pek ehemmiyeti vardır. Güneş banyosunu hangi saatte yapmalıdır?.. Sabahları 8-11 ara- sında, akşamları 2-4 arasında ya- pılmalıdır. Ve mutlak surette baş örlülmeli, güneşe gelmemelidir... Güneş banyosuna beş dakika- dan başlanmalı ve tedricen her gün iki dakika arttırarak taham- müle göre 1-1,5 saate kadar çık- malıdır. Ve eğer, vücut kızarır, yanarsa bu hal geçinceye kadar banyoyu terk etmelidir. Birde güneş banyosundan sonra hastaya derece konmalı, derecei hararet hali tabiiyi (o geçiyorsa müddeti azaltmalı ve doktorun fikrini alarak banyoyu bırakma- lıdır. Güneş banyosu için bizim mem- lekette en iyi mevsim bu ayiar- dır. o Yani Haziran, temmuz, ağustos, eylül aylarıdır. Güneş banyosu yapılacak yer rüzgârdan mahfuz olmalıdır. Banyo mevkii yüksek olmalıdır. Güneş tedavisinde en güzel yer dağlardır. Dağ güneşinin şifa verici tesiri her yerden fazladır. Münhat, çukur, tozlu yerler güneş banyosu için iyi değildir. Tozlar güneşin, renklerindeki şifa verici hassaları alırlar. dağlarda yapılan güneş banyoları hastalar için aynı zamanda açık hava banyosu yerine kaim olur ki buda bir tedavi usulüdür. Güneş banyosu ya umumi yahut mevzii yapılır. Umumi banyolarda hasta- nın tekmil vucüdu tedricen güneşe açılır. Bunun için doktorun vere- ceği nasayiha hasta tabi olmalıdır. Mevzii güneş banyosunda ise hastanın yalnız hasta olan uzvu güneşe gösterilir. Güneş ziyası münakis olarak doğrudan doğruya çıplak vücuda gelmelidir. Bazı evlerde gördüğü- wüz gibi zavallı hastaların odanın Güneşin ziyası yalnız | Birde yüksek | içinde cam arkasında vücutlarını gü- neşe göstermelerinin yorgunluktan başka hiç bir faidesi yoktur. Hangi hastalıklarda güneş tebavisinden istifade edilir ?.. Başlıca veremin muhtelif şekil- lerinde güneş kanyosundan fev- kalâde istifade olunur. Kemik, mafsal (oynak yerleri), ukaydat ( bezler), cilt veremle- rinde güneş banyosu başlıca bir tedavi çaresidir. Böbrek veremin- de, karın zarı vereminde, vereme müstait olanlarda, kansızlıkta, çocuklarda kemik hastalığında, romatizmadan mütevellit ağrılarda güneş banyosunun faydaları görül- müştür. Veremin cerrahi eşkâlinde şa- yanı hayret bir tesiri olan güneş tedavisinin oakciğer (o vereminde | o kadar bir faydası olmamıştır. Güneş banyosuna tahammül etmiyenlerde (baş ağrıları, uyku- suzluk, çarpıntı) baş gösterir. Bu zamanda banyo saatini azaltmak icap eder. Güneş banyosunu yapacak has- talar banyoya başlamadan evvel bir defa doktorun muayenesinden geçmeli ve doktor hastanın hattı haraketini güzelce tayin etmelidir. Güneşten istifade için güneşi zehirli bir ilâç gibi kabul etmeli ve onu miktarı tabiide tartarak almalıdır. Dr. Ekrem Emin Hambourg komünistleri Hambourg 18 (A.A bourg “Komünist gençli fından tertip edilmiş olan tenez- zühe kamyonlarla iştirak etmiş olan 800 komünist tevkif olun- muştur. Bunlar, polis tarafından verilen emir hilâfına, kamyonlarını Kızıl bayraklarla donatmışlardır. Komünistler, polis merkezle- rinde biraz alıkonulduktan sonra serbest bırakılmışlardır. Mısır kredi Fonsiye tahvilleri Kahire, 18 (A.A.) — Yüzde 3 faiz ve ikramiyeli Mısır kredi Fonsiye tahvillerinin 17 Mayıs 932 tarihli keşidesinde : 1886 senesi tahvillerinden350.707 numaralı tahvili 50.000, 1903 se- nesinin 623.521 numaralı tahvili 50.000, 1911 senesinin 84.290 numaralı (tahvili 50.000 frank kazanmışlardır. Yunan ressamını Ismet paşa ve maarif vekili kabul etti Ankara 17 — Yunan ressamı Matmazel Diplaraku bugün Ismet paşa ve maarif vekili Esat bey tarafından kabul edildi. Perşembe günü Halkevinde sergisini aça- caktır. Yugoslavyada cumhuriyet istiyorlar Belgrat, 17 — Son günler zar- fında Belgratta bir takım propa- ganda risaleleri ve beyannameleri tevzi edilmiştir. Bunlarda bugünkü idare tarzı aleyhinde bulunmakta ve cumhuriyet ilânı istenmektedir. Zabıta beyannameyi yazanlar hakkında tahkikat yapıyor. Darül- funun profesörlerinden Yovanoviç ile eski bir komünist mebusun bu işte alâkadar olduğu zanne- diliyor. Akşam KARİ MEKTUPLARI Beyoğlunda umumi kütüphane Ben beyoğlunda oturuyorum. Yegâne merakım okumaktır. Benim | gibi mütalaaya meraklı daha üç | dört arkadaşım var. Haftada bir kaç gün hep birden tramvayla Istanbula geçiyoruz ve umumi kütüphanelerde istediğimiz eserleri | okuyoruz. Bu bizim için çok güç, | çok masraflı oluyor. Sırf okumak için ber gün gezmek bize aynı zamanda vakit- ten de çok gaip ettiriyor. Yarım saât gitmek, yarım saatte gelmek az şey değil...? Daha bu tarafta benim vaziyetimde olan bir çok gençler vardır. Acaba münasip bir bina bulun- sa beyoğlu cihetinde bir umumi kütüphane açmak kabil değilmi- | dir?.. Benim kütüphaneler üze- | rinde epi tetkikatım da vardır. Bu tetkikat neticesinde Istanbul cihetindeki umumi kütüphanelerin hemen hemen hepsinde kıymetli eserlerden beşer altışar nüsha olduğunu gördüm. Yani bir kütüp- hanedeki kitaplardan fazla olan- larla bugün Beyoğlunda bir hâtta iki kütüphane açmak pekâlâ mümkündür. Bu hususta Halkevi- nin himmetini bekleriz. | 4. 7. Kazadan kim mesuldur? Mahallemizde “Moko,, isminde bir meczup vardır. “Moko,, bütün cıvarda perişan halile dolaşır. Çocuklar onu “Moko.. Mokol.,, diye kızdırırlar. “Moko,, da günde hiç olmazsa 20-30 kerre çocukları taşla kovalar ve etrafı taşyağmuruna tutar. Bu taşlar ekseriya deliyi kızdıran ço- cuklara değil, başkalarına sokak- tan gelip geçenlere tesadüf eder. Şimdiye kadar bu yüzden bir çok kazalar olmuştur. Atılan taşlarla pek âlâ birisinin ağır surette ya- ralanması da vefat etmesi de kabildir. Geçen gün bu delinin attığı taş az daha başıma geliyordu. Ya bana bir hal olsaydı aileme kim bakardı? Bunda bu kazadan kim mesul olacaktı. Aceba Istan- bul sokaklarında bulunan bu neviden müvazenei akliyeleri bo- zuk olan hastalar muayene edilip bir müesseseye yerleştirilemez mi? Meşrutiyet caddesinde sabık Ankara polis memurlarından Sabri Ecnebi gazete ve mecmuaları “Süleyman,, imzasile aldığımız bir mektupta deniliyor ki: “Yeni matbuat kanununda müs- tehcen neşriyat hakkında gayet şiddetli maddeler vardır. Halbuki Istanbula gelen bir çok ecnebi gazete ve mecmualarında öyle resimler ve öyle yazılar var ki bunlar tam manasile açık ve müstehcendirler. Bu hususta na- zarı dikkatı celbederim.,, Akşam — Bu mesele alâkadar- ların da dikkatini celbetmiştir. Matbuat kanununda (yapılacak tadilât ile bu husus nazarı itibara alınacaktır. Acaba Istanbulda da yapmak kabil mi? “Yaz geldi. İzmir, Adana ve Ankara da memurların yaz mesai saatı üzerine dokuzdan bilâ fasıla on beşe kadar çalışmaları karar- laştırılmıştır . OGayetyerinde “ bir karar .. Doğrusu bu havadisi gazetelerde (okurken biz İs- tanbul memurlarının ağızlarımız sulandı. Acaba bu mesai usulünü Istanbulda da tatbik etmek im- kânsız mıdır?. Sekizden on altıya kadar bilâ fasıla çalışsak da biz de şu yaz günlerinden istifade etsek.. Bir memur | kulağının Tefrika No 29 mm Sahife 11 — 19 Mayıs 1932 BEŞ YÜZ MİLYON İNSANA HÜKMEDEN KADIN Tarihi aşk, ve macera romanı Nakıli : Sonra, valinin emri üzerine, hepsi de, gerisin gerisin yürüye- rek odadan dişarı çıktılar. Iki büyük devlet adamı, karşı karşıya kaldılar. Vali: — Zati devletiniz gibi yüksek bir zatı konağımda gördüğüm için cidden bahtiyarım! - dedi. Bundan sonra, bir kaç nezaket cümlesi daha söyledi. Ngan-Te, bu ancak bir ucile dinli- yordu. Ona sözlerin hepsi de âdi görünüyordu. Nihayet, sabrı tükendi: — Vali hazretleri beni buraya getirtmelerinin osebebini derhal söylerlerse buna hiç bir mahzur göremem |- dedi. Vali Ting - Pao, nazikâne : — Baş üstüne efendim!- ce- vabını verdi. Ayni zamanda da, geniş yenin- den kocaman bir parşman çıkardı. Bu, fermandı. Hani şu prens Kuong'la zevce o impratoriçenin imzasını havi olan mahut ferman... Bunu, aheste aheste okumağa başladı. Ngan -Te, dinleyordu amma, kulaklarına inanamıyordu. Bu aca- yip oyunun ne demek olduğunu kendi kendine soruyordu. Nihayet, vali, nazikâne diğer bir reveransı müteakip, gene nazikâne: — Ey dokuz bin senelik efen- dimiz. Görüyorsunuz ki bendeniz için yapılacak sade bir iş kalıyor. O da zatı devletinizin komplimanları, başını, konağımın avlusunda res- men kestirmektir. Bittabi, hakkı- nızda bilcümle ihtiramkârane me- rasime tevessül edilecektir. Bunu borçluyuz... Bu sözler üzerine, Ngan- Te, titiremeğe başladı. El ayağı kesildi. Itiraz etti: — Ben bu eyalete velinimetimiz Imparatoriçe Ye-Ho tarafından gönderildim. Resmi vazifem var. Imparatoriçemizin (emirlerini ka- nuni surette ifa ediyorum. Vali, mühim bir jest yaptı: — Elimden birşey gelmez. Ne yapayım ki, hakkınızda ki ferma- nın manası kat'idir. Hattâ femanın içinde şunlar yazılı: Hiç bir ma- zeret kabul edilmeyecek. Hiç bir zaman kaybedilmeyerek ele geçer geçmez hemen idam edilecek. Mukaddes şehrin (o hudutlarını aşan bir harem ağasının derhal idam edilmesine dair kanunu zatı devletiniz hakkında derhal tatbik etmek mecburiyetindeyim. Ngan - Te, haykırmağa başladı; — Ben buraya imparatoriçe Ye- Ho'nun emrile geldim; kendi keyfimle gelmedim diyorum size.. Öyleyse, kanunun hükmü kalmı- yor.. İşte, imparatoriçenin emrile geldiğime dair fermanlarım, Hem, o nasıl kanunmuş. Ben, böyle bir kanunun mevcudiyetini bilmiyo- rum. — Efendim, okuduğunuz emir- namede, hiç bir mazeret ve bahane ile dinlenilmemesi ve vakit kaybedilmemesi hakkında kayıt var. Vali, tavrını büsbütün soğuk- laştırdı. Ayağa kalktı. — Binaenaleyh.. bu andan iti- baren, bütün sözlerinize karşı benim sağır olduğumu tasavvur edebilirsiniz.. Ne söylerseniz fayda (Vva-Na) vermez! - dedi. - Telâkatınızı bey- hude yere israf buyurmayınız! Sonra, elini birbirine vurdu. İçeriye muhafızlar girdiler. Vali, muhafızlara hitaben: — Esaletmaabı size teslim edi- yorum! - dedi. - Kendisine ne yap- mak lâzım geldiğini biliyorsunuz. Ihtiramkârane merasimin hiç biri unutulmasın. Bunun üzerine, vali, dudaklarını çay kadehine batırdı. Bu da, mü- lâkatın bitmiş olduğuna alâmetti. derbal, Haremağasına merasim- perverane bir selâm verdi ve çekildi. Ngan-Te, biran, mükellef ko'tuk üzerine yığıldı. Orada, kötürüm olmuş gibi kaldı. Nihayet, delirmiş gibi bağırmağa başladı. — Bu aptal vali betmiş... aklını kay- Emirleri katiyen yerine getiril- mesin... Ben Ngan - Te'yin... Baş hadımağasıyım ... Velinimeti - miz Ye- Ho hazretlerinin en fazla itimat ettiği adamım... Bana ilişe- cek olursanız: hepinizin başına felâket gelir... Bizzat ben dokuz bin senelik bir asilim... Böyle bir nüfuzlu adama el uzatan felâkete uğrar... Yalnız kendi, felâkete uğramaz ; ailesi, evlât ve ahfadı da en büyük işkencelere maruz kalır. Lâkin, söz fayda vermiyordu. Dokuz bin senelik asil adamı, askerler yakalamışlardı. Sürük- leye sürükleye merasim avlusuna götürüyorlardı. Avlunun ortasına geldikleri zaman, haremağasının beline müt- hiş bir tekme indirdiler. Onu, yere diz çökmeğe mecbur ettiler. Sonra, ellerini arkasına bağla- dılar. Ngan-Te, tedehbüş içinde, ken- dini korkulu bir rüya görüyor sanıyordu. İnim inim inliyordu: — Canım, bunlar olur şey mi?. Yoksa, kâbus içinde miyim ? Etrafında alay ediyorlardı : — Korkudan delirecek biçare! Bu sözler, haremağasının vakar ve haysiyetini rencide etti. Ngan - Te, alçakca ölmek istemedi. Ken- dini topladı. Şimdi, gözlerinin önünde, ilâhi hanı mı canlanmıştı. O sevdiği mahlükun barikulâde vücudunu ipek şiltelere uzanmış bir halde tahayyül etti. Ye - Ho, saraya daha ilk geldiği mahcup, müte- reddit halile ona göründü. Ilk buluştukları gece,! genç kızın so- yunmasını, vücudunun bütün ha- zinelerini teşhir etmesini hatırladı. İşte, güzel odalığı ilk gördüğü andan itibaren ona meclüp ol muştu. Sonra, Yehol'da Haşmet- lenen bu kadının bütün tekâmü- lünü göz önünde tuttu. Onunla beraber yaşayışı, mücadele edişi... Ye - Ho'nun mütebessim gözleri... Kim bilir, daha nekadar zaman birlikte yaşayacaklardı... Halbuki, buna imkân yokiu İşte... Baş harem ağası, burada, ah- makçasına ölecekti. Barı, sevgi- lisini son defa olarak bir kerre daha görseydi... Hayır, ömrünün nihaveti yak- laşmıştı. Işte, cellât başı gerı. (Arkası var)