o 9 Mart 1932 Tefrika No: 86 İngiliz Cas LAVRENS iSTANBULD 9 Mart 1932 A! Nakleden: |. Nihayet, çalınan ceketimi elde etmiştim. Selma hanıma sık sık mektup göndereceğimi vadederek evden ayrıldım. Haydarpaşa'ya geldiğimiz zaman tren kalkmak üzere idi... O gece Kemal i evinde buldum. — Yarın cepheye gidiorum. Nevzadın çaldığı eşyayı sabah- leyin mutlaka getirmesi lâzımdır. Dedim. Kemal eşyanın muhakkak su- rette getirileceğini söyledi. Ertesi günkü trenle hareket etmiyecek olursam, Flistine avdetim tehli- keve düşecekti. ( Orhan) beyin çantasından aşırdığım mahrem dos- yaların ve haritaların tam vaktinde götürülmesi Olâzımdı, Harekâtı askeriye başladıktan sonra, bu dosyalarla haritaların ne manasi kalırdı ? Selma hanım çok sinirliydi. O gön gelen misafirlerine ve o günkü gazetelere atıp tutuyordu. —Sizin de bugün vazifeperverli- giniz tuttu... Sanki cepheye git- mezseniz mağlüp olacağız, değil mi?! Diye söyleniyordu. Artık Selma hanımı teselli ede- cek bir halde değildim. Sabah- leyin çaketimin gelip gelmiyece- ğini düşünüyorduın. Hayatımda o geceki kadar rahatsızlandığımı hatırlamıyordum. — Yarın sabah Nevzat caketi getirmezse..? Bu sual beynimi burguluyordu. Odama girdim.. Beş metroluk bir murabba içinde beş on kilo metroluk yol yürümüştüm. Selma hanım yatağında yata- mamış.. Benim ayak seslerimi işidince odama geldi: — Daha yatmadınız mı, Kres bey? — Nasıl yatabilirim, hanım efendi? OViyanaza ( gidecektim; valdemi, akrabamı, (dostlarımı ziyaret edecektim. Bütün arzu- larım suya düştü. Dört ay mezu- niyeti olan bir adamın bir ay bile istirahat Oetmeden tekrar cepheye gitmesi kolay değil. Bil- hassa Obharbin başlayacağı bir sırada Flistine gitmek, cehenneme gitmek demektir. Selma hanım boynuma sarıldı; — Gitmesn olmaz mı, Kres bey..?! — imkânı yok, hanımefendi! Türkiye müttefikimizdir. Flistin- deki vazifemi ifa etmekle öz vatanım (müdafaa etmek ara- sında bir fark göremiyorum. Bütün arkadaşlarım orada düş- manla çarpışırken, benim bura- larda dolaşmam çok gülünç ve — O halde neden bu derece müteessirsiniz? Genç kadının tamamile emniyet ve itimadını kazanmak için: — Sizi düşünüyorum, dedim, sizden nasıl ayrılacağım?.. & .“. (Filistin) e avdet Ertesi sabah bavulumu hazır- ladım. Çay içerken Kemal geldi. Saat onbiri geçiyordu. İkide tren kal- kacaktı. Nevzattan ses yoktu. Artık caketim gelmese bile harekete mecburdum. Kendi ken- dime: — Hiç olmazsa İstanbuldaki müşahedelerimi anlatırım. Duy- duklarımı oObir raporla (o başku- mandana bildiririm. Diyordum. Fakat, Istanbulda ne görmüştüm?! Hiç. Duyduklarım da ordu için fay- dalı olmayacaktı. Halkın haleti ruhiyesi bizce zaten malümdu. Caketimde gizlediğim mabrem bükü- met mukarreratı elde bulunmı- dıkça, bu tehlikeli seyahatimden Ingiltere hükümetine birşey temin etmiş olmayacaktım. Bu kadar tehlikeli bir yolculuğu göze alarak başka bir memlekete gitmiş olsaydım, oralarda neler yapmazdım?! Istanbulda - neden bilmem ?- hiç kimse ile konuşmağa cesaret edememiştim. Orhan beyden başka siyasi bir devlet adamile de temas etmemiştim, Eğer Selma hanımı tanımamış olsaydım, ihtimal ki bu muvaffakiyeti de elde edemi- yecektim. Saat tam on bir buçuktu. Kapı çalındı.. Kemal pencereden baktı; — İşte Nevzat... Hepimiz sevinmiştik. Nevzat beni görünce ayaklarıma kapandı: — Beni affediniz, yüzbaşım ! Kıskançlıkla ne yaptığımı bilmi- yordum... Çalinan eşyanın hepsini getirdim. Nevzadın fazla izahat verme- mesi için, elimi ağzına götürerek: — Geçmiş şeylerden bahse lü- zum yok, dedim, sizi ben de Sel- ma hanım da affediyoruz.. Nevzat kolundaki paketi açtı ve Selma hanımın mücevherlerini kendisine uzatırken, ben de masa- nın üstündeki caketimi görür gör- mez tanıdım, bir hikâye İ İ Hayriye hanımefendinin köşkü, | avukat merhum Rıza beyin zev- cesi, Nuriye hanımefendinin köş- küne bitişikti. Bu iki komşu uzun zamandan beri gayet iyi görüşü- yorlardı, hattâ bahçesini ayıran çitte müşterek bir kapı açtırmış- lardı, daima oradan birbirlerine gelip, gidiyorlardı. Nuriye hanım- efendinin oğlu Cemil, komşularının kızı küçük Jülideye tatil zaman- larında arkadaşlık ediyor, beraber oynayorlar hoş vakitler geçiriyor- lardı. Yazın sıcak günlerinde bu iki mektepli sessiz bahçeyeyi kah- kahalarile çınlatıyorlardı. Gene sıcak bir haziran güniydi. Cemil henüz imtihanını bitirmiş, tatili geçirmek için eve gelmiş- ti. Hemen annesine (o Jülidenin ne yaptığını, sınıf geçip geçme- diğini sordu. Nuriye Hanım efen- di, oğlunun bu sualine karşı bir az duraksadı; sonra kızarak - Hiç haberim yok. Bitişik köşkle alâ- kadar diğilim. Bundan sonra senin de öyle olmanı isterim.. Bitişik köşk?!.. Cemil birden bire şaşırdı. Ne vardı? O halde bir şey olmuştu: Annesinin yüzü- ne baktı. Fakat Nuriye Hanım- efendi oğlununun yalvarıcı nazar- larını anlayacak bir halde değildi AAA ; diktirmiştim. Caketin yakasında terzinin markası dikiliydi. Selma o hanım mücevherlerini görünce yumuşadı: —Nevzat hırsızlık fena bir şeydir. Bir daha yapmayıniz! Dedi. Nevzat: | — Pervinin çocukluğu hanım- | cığım... Diye ağlarken, ben de caketimi aldım, bavulumun içine yerleş- tirdim, Artık, memnun ve müsterihtim. Selma hanımın evinde fazla kal- mağa nelüzum nede vakit vardı. Kemal bana refakat etti, Selma hanıma Filistinden sik sık mektup göndereceğimi vadederek ayrıldım. Haydarpaşa istasyonuna geldi- ğimiz zaman, trenin hareketine on dakika kadar kısa bir zaman vardı. (Arkası var) Yakında SEBA MELİKESİ BELKIS Tarihi roman Yazan : İskender Fahrettin Belkis nasıl hükümdar oldu? - Yemen'den Filistin'e niçin gitti? - Hazreti Süleyman'ın sarayındaki Jerüzalem kız- ları.. - Süleyman'ın 750 karısı mı vardı ? Bütün bunları yakında okuyacaksınız / Rüzgâr estikçe... Kimbilir | tatilleri ne kadar sıkıntıle geçecekti. Akşam üstü bahçeye inince kapıda asılı koca kilit ona her şeyi anlattı. Hayriye Hanımefendile darılmışlardı. Za- vallı Cemil'in gözlerinden acı yaşlar dökülmeğe başladı. Ne yazık! Artık küçük arkadaşını kaybetmişti. Ne beraber oynıya- bilecekler, ne de kitap okuyabi- leceklerdi. Geçirdikleri tatlı gün- leri gözünün önünde canlandırarak, son derecede müteessir, çitin yanında duruyordu. Birdenbire birkaç adım ötede dallar oynamağa başladı. Çehların arasından ( siyah saçlı, o parlak siyah gözlü bir baş göründü. Titrek bir ses: — Bonjur! Cemil, dedi. Cemil seslendi : Jülide sen misin ? Biz darılma- dık değil mi? diye sordu. Kücük bey kızardı: — Oh! Hayır dedi. Zaten sana onu söylemeğe gelmiştim. — Bu dargınlık nereden çıktı biliyor musun ? — Tabii! Annen sana bir şey söylemedi mi? — Hayır! — Öyle ise ben Poyraz sebep oldu. Cemil şrşırarak : — Ne diyorsun ? Poyraz mı? — Evet. Poyraz esince evvelâ sizin bahçeden geçiyor, ve bize bütün dökülen yaprakları o uçur- tuyor. Bir gün annen lüzumsuz kitapları bahçenin ortasına yığmış onlari yakmıştı. Tesadüfen o günde esiyordu. Bütün külleri bizim bah- çeye getirdi. Kavga buradan çıktı. Annem bir az söylendi, bunları işiden hizmetçi sizin kıza söylemiş. Bir gün annem sokakta anneni görmüş. Selâm vermiş, fakat an- nen hiç aldırmamış. — Olabilir; fakat annem gücen miş artık her şey bitti, bahçe kapısını da kapadılar. Cemi! artık o tatlı günlere elveda! Keçük kız sessizce ağlamağa başladı. Ağlama Jülide, ağlama! Mademki biz darılmadık gene eskisi gibi görüşebiliriz. — Görüşe bilir miyiz? Annem çite yaklaşmamı ve seninle görüş- memi menetli, Ben şimdi itaetsizlik ediyorum. Amma bundan sonra annemin sözünü dinleyeceğim. Yalnız şunu bilki seni hiç unutmıyacağım. Çitin iki tarafında bıçkırıklar işi- tiliyordu. Çünkü Cemil de ağla- yordu. — Ne zaman görüşeceğiz, Jülide? — Annelerimiz ne zaman ba- rışırsa, yahut ne zaman büyürsek. — Insan kaç yaşında büyük olur biliyor musun Jülide? Bak sen de susuyorsun. Bundan daha kat'i bir şey söyle. söyleyim Sahife 9 O esnadâ sert bir ses: — Jülide diye bağırdı. — Annem beni çağırıyor. Al- laha ısmarladık Cemil, Çalıların üstünden ellerini sık- tılar. Sonra Jülide koşa koşa ağaçların arasında kayboldu. * *” Her sene Hayriye Hf. komşu- şusunun oğlu geldiği vakitler ev- den uzaklaşmak için seyahate sıkıyordu: Zavallı Jülide çocukluk arkadaşını artık göremez olmuştu. Jülide yirmi yaşına gelmiş ince belli, siyah saçlı güzel bir genç kız olmuştu. Gene bir gün seya- hatten avdet ediyorlardı. Bitişik köşkün önünden © geçerlerken, Hayriye Hf, kapının üstünde bir tablo gördü. “Avukat Cemil, dudaklarını. bükerek: — Komşunun oğlunun avukat olduğunu bilmiyordum. - dedi, Jölide kızararak önüne baktı ve yavaş yavaş bir sesle! — Annesi kimbilir ne kadar memnun olmuştur. En büyük ar- zusu oydu. Hayriye H£. daha ziyade du- daklarını büktü. Pi Bir kaç zamandan beri Jülide krizantemleri çok seviyordu. So- ğuklara rağmen ber sabah bah- çeye iniyor. Orada çiçeklerle meşgul oluyordu; Annesi de artık ihtiyarlamış, kızile anlaşamıyordu. Nuriye HF. ile geçirdikleri eski kış akşamlarını hatırlıyor, ve böyle yalnızlıktan sıkılıyordu. Sanki meye darılmışlardı? Ah hep o payrazın kabahati bul Eğer o rüzgâr esme- seydi. Şimdi ikisi tatlı tatlı konu- şacaklardı. Bu düşüncelerini unut- mak için bahçeye indi. Aman yarabbi! Ne görüyordu? Jülide çitin üstünden Cemil ile konuşuyor! Demek bahçeye çiçekler için değil, Cemil için iniyormuş! Genç adam onu görünce hemen Jölidelerin bahçesine atladı, Jüli- denin koluna girerek, annesine doğru yürümeye başladı. Hayriye H. kızgın kızgın sulara bakıyordu. Yanına yaklaşmak pek müthişti. Julide sapsarı, Cemil kıp kırmızı! H. da renkten renge giriyordu... — Avukat bey! Sizi bahçeme kim soktu? Genç adam hürmetle eğile- rek: - poyraz efendim. Hayriye H. gülmemek için du- daklarını ısırıyordu Cemil devam ederek: — Bahçenize kapıyı açmamzı rica etmek için girdim. Annem sizinle görüşmek istiyor; sokaktan gelmektense bu kapıdan gelmeyi tereih ediyor. — benim ».. İlkbaharda Cemil küçüklük arkdaşı Jülide ile evleniyordu. O gün gene poyraz esiyor, gül ve leylâk yapraklarını bahçeye uçur- tarak Jülidenin ayekları altına manasız olur. (O Yarınki trenle Bu caketi Kemal ile birlikte — Öğle ise sen ne vakit avu- | kokulu çiçeklerden bir halı seri- mutlaka gideceğim. Fincancılar yokuşunda bir terziye kat olursan. yordu. M. $. Tefrika No 25 9 Mart 1932 için, her halde bir çeyrek saatten | — Vesime hanım! Benim zev- “M.. 5 zadelerin “eder. Onlar, bunu, büyük mesele LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: (Va - Na) | Pakize teyze, bunlar arasındaki Amerikalı kadınlarla azıcık konuş- mak üzere, gruplan ayrıldı. Vesime'yle Ahmet Ferit baş başa kaldılar. Parkın arka taraflarına doğru yürüdüler. Orada bir sıra vardı, Üstüne oturdular. (Hiçbirşey konuşmıyorlardı. Pakize teyzenin yanlarma gelmesini bekliyorlardı. Lâkin, aşk melikesi, o sabah, aşıklara güler yüz gösterdi. Teyze, ikiyordu. Bir çeyrek kadar gecikti. Lâkin, bir mubarebenin, hattâ | bir aşk muharebesinin kazanılması | “fazla bir zamane ihtiyaç vardır. Delikanlıyı istilâ eden ani sü- küt ve çehre solğunluğu üzerine, genç kız, bir ilânı aşk işideceğini anladı ve kızardı. Denizci zadaler'in oğlu, hayatta bir çok tehlikeli vaziyetlerde kal- mıştı. İzmir'in işgal zamanında, silâh elde çarpışmıştı. Fakat öm- | ründe asla bu derece heyecan geçirdiğini hatırlamıyordu. Yanıbaşında oturan Vesime, ondan daha evel kendini topladı. | Fakat yüzündeki kırmızılık pek yavaş dağılıyordu. Bekleyordu. Ahmet Feridin dimağının içi karmakarışıktı. tek söz bulamayordu. Birdenbire, ayağa kalktı. Perdesi değişmiş bir sesle: Söyliyecek o bir | Gençkızın elini avuçları arasına | aldı. cem olmak ister misiniz? - diye sordu. Vesime, tepeden tirnağa kadar titredi ve şaşırdı. Doğrusu ya, Vesime, böyle te- peden inme bir izdivaç teklifi bek- lememişti. Daha uzun, daha do- lambaçlı yollardan bir flirtle kar- | şılaşacağını sanmıştı. Tatlı, şairane i cümleler beklemişti. İzdivaç tek- © Mifi, onu, yıldırım gibi sarsmıştı. Binaenaleyh, Abmet Ferid'e, | ancak basmakalıp cevapla muka- | belede bulunmak imkânını buldu: İ o — Niçin ayağa kalktınız? Otu- | run, Ferit bey! Oturun, sizinle İ daha iyi konuşabiliriz. | Ferit, kıza, hayretle baktı. Onun telâşını farketti. “ Mahvoldum! - diye düşündü. - | Bu kız, başka bir erkeği seviyor!,, | Hatta, üzerine yaptığı büyük bir telkin neticesi, asabinı toplayabilmişti. tebessüm etmeğe bile muvaffak oldu. Sıra üzerinde, Ahmet Ferit'e yaklaştı. — Tasdik edersiniz ki, bu sözün ağzınızdan böyle biç umulmadık bir sırada çıkmasını beklemiyor- dum. - Tanışmamız, bir haftayı bile henüz doldurmadı. — Fakat... diye, Ferit Vesime- nin sözünü kesmek istedi. Vesime, tatlı bir sesle: — Sözümü kesmeyin ! - dedi. - Bırakın, anlatayım. İzdivaç, flirt'den daha uzun sürer; yahut alelümum daha uzun sürer. Ve, her halde, ondan daha müphemdir. Nihayet âilelerimiz bahsi de var. Biliyorsu- nuzdur elbet ki, bizim gibi genç- lerin izdivaçla birleşmesi meselesi aileleri oson derece (alâkadar haline sokarlar. Ahmet Ferit: — Düşündüğünüz yalnız mu? - diye sordu. Hakikat halde, Vesime'nin hiç birşey düşündüğü yoktu. Tehli- keyi atlatmak, zamanı uzatmak uzağa kaçmak ve hıçkırmak için bunu böyle yapıyordu. Dü- şünmek! Ağlamak! Sinirlerinin buna ihtiyan vardı. Şimdilik sinirlerine hâkim oldu. Fakat, şu suali sorarken sesi tit- redi: — Şam'a gidiyor musunuz? — Bu akşam... Ondan evel, sizin cevabınızı almağı isterdim. Şayet cavap' menfi olursa, beni artık bir daha göremezsiniz. Ne demek istiyordu? (Arkası var) bu