4 Şubat 1932 Tefrika No: 73 LAL Nakleden: İF Mahzen kapısı, muazzam bir kale kapısı gibi, çok sağlam ve kalındı. Sesimin, oda içinde çınlıyan akislerini duyunca... Bu adamlar akşama kadar beni burada baglı tuttukdan sonra, akşam üstü kollarımı ve bacak- larımı neden çözmüşlerdi ? Açlıktan da bayılıyordum. Iki senedenberi böyle bir tuza- ga düşmemiştim. o Pençereden etrafa bakındım: Uzaktan yüksek bahçe duvarlarını görüyordum. Her halde metruk bir binanın mahzeninde bulunuyordum. Kendikendime gülmeğe başla- dım. Zaten felâketleri istihfafla kar- şılamaktan başka ne yapabilirdim? Londradan Filistine (hareket ederken, bir dostam bana: — Sen, hayatta, soğuk kanlıl- lığını herkesten fazla muhafezaya muvaffak olduğun için, hiçbir zaman mağlüp olmazsın! Demişti. Bu söz pekte yanlış değildi. —i19— Muradiye köşkünde geçirdiğim günler .. O gün, kollarım ve bacaklarım bağlı olarak, akşama kadar mer- mer taşların üstünde yatmıştım. Bulunduğum mahzenin demir parmaklıklı iki ufak pençeresi vardı. Bu örümcekli pençereler- den grubun pembe akislerini gö- rüyordum. Taşların üstünde oyatmaktan omuzlarım tutulmuştu. Benim için bundan büyük azap ne olabilirdi? Kemiklerimin sancısından dura- mıyordum. Guruptan tahminen yarım saat sonra idi: Bulunduğum mahzenin demir kapısı açıldı. Nevzatle am- casını görmek isteyen gözlerime ilk önce Mehmet ağa ilişti. Saf bir müslüman çebresi taşıyan bu adamcağız odadan içeriye girer girmez elindeki çakı ile derhal vücudumdaki ipleri çözdü. Ona bu talimatı Nevzat mı ver- mişti ? Yoksa, Mehmet ağa, bu iyiliği kendinden mi yapıyordu? Vaziyeti muhakeme etmeğe meydan kal- madı.. Mehmet ağa, iplerimi çö- zerek derhal kapıdan çıkıp gitti. Kollarımın hürriyetini kazanınca hemen ayağa kalktım.. Şöyle bir gerindikten kapıya koştum. Kendi kendime: — Kolaylıkla kaçabilmem için kapıyı açık bırakmış olacak... Diyorum. Ani bir sevinç ve inkisarı hayal sonra Tefrika No 11 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili : Açtırdıkları pampanya ile bir iki kere dudaklarını ıslattıktan sonra, Fazıl Alkasdi sordu. — Eh, artık sırası geldi. Anlat bakalım : Mesele neymiş? Saliha, bu sefer, kendine fazla yalvartmadı. Bir kaç kelimeyle, büyük bir kömür işinden bahsetti. Bir şirket tesisi projesi vardı. — Hangi şahıslardan istifadeyi düşünüyorsun. — Bir tek firmadan. — Hangi firma? — “M..., zade ve mahdumları firmasından! — Ya?... © 24 Şubat 1932 birdenbire binmek içini altüst etti, Mehmet ağa kapıyı dışarıdan kilitlemiştil Kapıya omuzumu vurarak: — Nevzat... Nevzat... Diye bağırdım. Mahzen kapısı, muazzam bir kale kapısı gibi, çok sağlam ve kalındı. Sesimin, oda içinde çın- liyan akislerini duyunca tüylerim örpermişti. Sağa sola baş vurdum. Hâttâ demir parmaklıklı pencere- ye bile.. Duvara dayandım. Hayretle kapıya bakıyordum. soğuk kanlı- lık sayesinde! cidden bütün be- deflerime omuvaffakıyetle (| vasıl olmuştum. Fakat, böyle bir tuzağa düş tükten sonra, soğuk kanlılığın veya sinirlenmenin ne manası vardı? Mademki, bulunduğum odanın kapısına kos kocaman bir kilit vurmuşlar ove beni kolumdan, bacağımdan bağlayarak bir mah- zene atmışlardı; burada ne yap- mağa muktedir olabilirdim? Hedefe gidecek yolun üstünde kilit, demir, ve esaret gibi mani- ler vardı. Bunları nasıl aşacaktım? Nevzat, kıskançlık beni adam akıllı -hem de bir dağ faresi gibi- kapana düşürmüştü. O geceyi mahzende aç ve su- suz geçirmiştim. Sabahleyin gözlerimi açtığım zaman, dişardan akseden gürük tülü ayak seslerini dinliyordum. (Arkası var) yaa Izmirde menenjit Izmir 22 — Şehirde 9 kişi mülhakatta da 4 kişi menenjit hastalığından yatmaktadır. Papa Eftim ne diyor? Pape Eftim efendinin Galatada işgali altında bulunan iki kiliseyi Rum cemaatine oyakında iade edeceğini dün yazmıştık. Papa Eftim dün kendisile gö- rüşen gazetecilere bu haberi teyit etmiş, hiç bir zaman ortodosluk akidesinden ayrılmamış olduğunu, patrikhane ile olan ibtilâfının dini değil, siyasi olduğunu, şimdiye kadar iki kiliseyi, siyasi maksat- lar ile işgal altında bulundurmuş olduğunu, şimdi rumca gazeteler tarafından siyasi akideleri kabul edilince kiliseleri iadeye karar verdiğini söylemiştir. Evet... Senin flirt ettiğin kızın babasından ve ağabeyle- rinden bize yüz binlerce lira kâr bırakacak olan iş, ancak onların vasıtasile olabilir... Şunu hakkelinsaf söylemeli ki, Fadıl Alkasdi, Vesime'yle tanış- tığı zaman, onun servetini, sama- nını, babasının nufuzunu nazarı itibare almış değildi. Genç kızı, sadece ve sadece kendi güzelliği için sevmişti, Lâkin, şimdi, Mısırlı gencin işleri fena gidiyordu. Bu- gün, yazıhanesi üzerinde duran evrakını tetkik ettiği esnada bir kâbustan uyanır gibi, bu hakikati görmüştü, Saliha'nın ihtarı üzerine de, Vesime'den başka türlü istifade edileceği dikkatini celbetmişti. Bu meseleye dair zihin yormağa başladı. Fazıl'ın “M...,, zadeler ailesile münasebeti kuvvetli bir şekilde değildi. Mısırlı genç, Jülide vası- e 24 Şubat 1922 ri İngiliz Casusu *-. We) LAVRENS İSTANBULDA! Oteller boş İktisadi buhranın İsviçrede tesiri Dünya buhranından en ziyade zarar gören bir memlekt te İsviç- redir. Bunun sebebi buhran do- layısile İsviçreye giden seyyah- ların azalmasıdır. Bir zamanlar her sene kışın leviçreye 150 bin Ingiliz giderken bu sene giden İngilizlerin miktarı mühim bir yekün tutan Almanlardan hiç kimse gelmemiştir. Bu yüzden bir çok isviçre otel- leri boştur. Mevcut oteller de fiatleri indirmişlerdir. İsviçrede halkın büyük bir kısmı otelcilikle geçindiği için bu vaziyet memleketin iktisadi- yatı üzerinde mühim bir tesir yapmıştır. İktisadi ahval düzel- mezse yazın daha az seyyah ge- leceği, yaz otelcilerinin de büyük zararlar göreceği tahmin ediliyor. Yalnız Cenevre otelcileri cemi- yeti akvam ve konferanslar dola- yısile iyi iş yapmışlardır. Lozan otelcileri de tamirat konferansının toplanmasını ve uzunca devam etmesini dört gözle bekliyorlar. Zabıtaya hakaret Polis memuru karısı aleyhinde dava açtı! Fransanın Nis şehrinde garip bir dava görülmüştür: Geçen haziran ayında Cristini isminde bir polis rıhtımda devriye vazife- sini yaparken bir kadınla bir erkeğin karanlık bir köşede garip bir vaziyette bulunduklarını gör- müş, yanlarına yaklaşmıştır. Cristini yaklaşınca kadının, bir kaç ay evvel kendisini bırakıp kaçmış olan cevcesi olduğunu hayretle (o görmüştür. Kadın da kocasını tanımış ve ayağa kalka- rak “katil, haydut!, diye bağır- mış, küfürler etmiştir. Polis kendisinin kanunu tatbika memur olduğunu ve işin başında bulunduğunu nazarı dikkate alarak ses çıkarmamış, yalnız zabıtaya hakaret cürmünden dolayı zabıt tutmuştur. Bir kaç hafta evvel bu dava görülmüş, kadın vazife halinde zabıtaya hakaret cürmünden do- layı 50 frank cezaya mahküm edilmiştir. Şimdi polis memuru ayrıca boşandma davası da açmıştı. Italyada bir buçuk metro kar var Napoli, 23 (A.A.) — Pouilles havalisinde pek fazla kar yağ- makta olduğu bildirilmektedir. Yağan karların irtifa bir buçuk metroya kadar yükselmiştir. Bü- tün münakalât tatil edilmiştir. Binlerce amele yolların açılması için çalışmaktad tasile Vesime ile ahpap olmuştu. Biraderleride gece tanışmışsada, onlarla münasebeti ilerlemiş bu- lunmıyordu. Ailevin babasını ise hiç mi hiç tanımayordu. Yüzyüze gelmemiş- lerdi, Genç kızın ağabeyleri, uzun seneler, Anadolunun iç tarafların- da çalışmışlardır. Şimdi, babalarının müessesesinde müdürlük mevkilerini işgal ederek Istanbulda, İzmirde ve Zonguldakta çalışıyorlardı. Balolarda, çaylarda nadiren görünürlerdi; işlerile güç- lerile meşgul, ciddi gençlerdi. Balolara ve çaylara nadiren gelmek suretile, kız kardeşlerile Mısırlı genç arasında başlıyan küçük flir'in farkına varmışlardı. Lâkin, bir cihetten Jülide'nin hemşireleri için hayırhah, müte- bessim yüzüne bakarak, diğer cihetten, Vesime'nin ahlâı salâ- Her alyan | bir hikâye ( Nazım Hikmet'in bir şiiri var- dır, Anadolu'nun eski halinde iki arkadaşın orada yaptığı bir seya- hati tasvir etmektedir; şiir şöyle başlar : Başımızda güneş ateş bir sarık... Ank toprak çplak ayaklarımızda çarık... O gün, Ankara'yla Yabanova arasında yürüyerek seyahat eder- ken, hakikaten de bu acınacak haldeydim: Güneş, başımda, ateş bir sarık gibiydi. Delik tabanımdan arık toprak, çıplak ayaklarıma deği- yordu. Sıtmam tutmuştu : Yanıyordum; içecek su bulamıyordum. Altı saattir mesafe katetmeme rağmen, yürümeğe başlarken altı dakika yol alacak kudret ve kuvvetim yoktu. Bir köy, yarabbi, bir köy... Tenebbütsüz dağın doruğuna (— zirvesine ) çıktım. Aşağı doğru, yürüyeceğim gi- deceğim istikamete doğru baktım: Görünür de ev yok, kulübe yok.. Sade yollar, yollar... Dağlara şerit gibi sarılan yollar.. Bu dağ başlarında ölüp kalacak miydim?. Mecalim, takatim tükenmişti. Yokuş aşağı, tekrar yürümeğe koyuldum. Yarım saat, bir saat, bir buçuk saat daha gittim. Daha doğrusu, ben gitmiyordum; ayak- larım beni götürüyotdu. Fakat, bir zaman olduki, mecalsizlik, topuklarıma kadar indi. Kımılda- namaz bir hale geldim. Yolun kenarına yığılıverdim. Uzaktan gıcır gıcır, gıcırdı gıcır bir ses işidildi. Bu gıcırtı, git gide yaklaştı. Yarım saat sonra, bir kağnı, benim yanımda idi. Ben, bayılma derecelerine gek miştim, Bundan ötesini pek müp- hem surette hatırlayorum: Bir köylü, beni kucağına aldı. Kağnıya yükledi. — Deh! Gıcır gıcır... Gene yollar, yollar.. Saatlerce ilerledikten sonra bir köye geldik. Tezek kokulu bir köy... Arabadan beni indirdiler. Kö- yün misafir odası dedikleri oda- sına soktular. Yere bir döşek serdiler. Yattım. Bir aspirin, bir kinin olsa... Bir doktor bulsam diye düşü- nüyordum. Fakat, dımağımın bir köşesile düşünmekteydim. Zira, beynimin diğer cihetleri uyuşuk gibiydi. Adetâ kendimde olmıyarak yatı- yordum. emniyet ettikleri için, ve meşru haddini erdirememişlerdi. Hattâ, Obunu düşünmemişlerdi bile... (Sonra, Fazıl (Alkasdi, fena bir insana benzemiyordu. Sosyetenin en muteber insanları arasında dolaşıp duruyordu. Şayet fena bir adam olsaydı, burada ne işi olurdu? Bir çok memleketlerde olduğu gibi, Türkiye'de de,| büyük para | betine flirtin makul rşağına (akıl işlerine (kadınlar (o parmaklarını sokmağa (o başlamışlardir. e Fazıl Alkasdi, bu hakikatı ilk önce anlayan insanlardandı. Dimağında, birdenbire, bir pi- lân meydana geliyordu. Bu pilânın esas hututunu, Sali- ba'yada anlattı. Saliha, pilanı pek muvafık buldu. Hülâsa, mutabık kaldılar. Son bir tango daha yapdıktan sonra, bir otomobile atladılar. “Köylüler, baş ucumda ei yorlardı : — Geberecek mü dirsün, Me- müş. — Seveptir. fes virsek. iy Gözümü açmak takatını ken- | dimde bulamayarak düşündüm : Ne oluyordu? Ne nefes? Beni hocaye mi okutacaklardı ? Filbakika, çok geçmeden sura- tma bir şeyin fısladığım fark ettim. Ufak bir rüzgâr, burnuma çarptı. Sonra dalmışım. Sabahlin, gözümü açtığım vakit, nöbetim, gayet tabii olarak geç- mişti. Sıtma nöbeti... Fazla devam etmez ki... Köylüler: Cin hocanın nefesi eyu geldu! dediler, — Demek Cin hoca beni oku- du... Nerede 0? — Burada değill Okumadı da. Emme nefesi rengü eyü ittü, Mesele omuğlâktı.. (o Anlaya madım.. Izahat verdiler. Cin hoca, nefesinin çok tesirli olmasile, butün hastalıkları iyi etmesile meşhurmuş. Fakat kasa- bada oturduğu için, hastaların kendisine gitmesi güç oluyormuş Onun da buraya kadar getiril mesi külfetlimiş, Onun için nefesini bir tuluma doldururmuş. Yani, bir tulumu, ağzile şişirmiş. bunu - top yekün - köylüler satın alırlarmış. Köyde bastala- nana: — Hocanın nefes eyi geliri- diyerek, bu tulumdan bir az bava koyuvirirlermiş. Ben de, bu suretle tedavi edil- mişim 1?! Bariligüm bir ne- sanğa da Köyde, Cin hocanın başka bir marifetini daha gösterdiler : Alelâde bildiğimiz bir fırıldağın, bir dua yazılmış, fırıldak rüzgârda dönüyor. Meğer, köylü, odua yetmiş bin kerre okunursa, bolluk olacağına kanimiş. Cin hocaya baş vurup duayı kendi huzurlarında yetmiş bin kerre okusun diye pazarlık etmişler. Paraca uyuşulmuş. Cin hoca, duayı fırıldak üzerin yazıp köylüye vermiş: — Ha ben okumuşum. Ha bu yazı yetmiş bin defa sizin köy üstünde dönmüş, köyün rüzgârı, haftada yetmiş bin kerre dö- ner, karayel çıkarsa üç günde mesele tamamdır! Not Bir dostumun anlattığı bu macera tamamile hayattan alın- malıdır. Nakili: (Hatice Süreyya) Arzu içinde kıvranarak, Mısırlı'nın Alman sefarethanesi civarındaki evine gittiler. m Vesime'nin babası, yazı odas sında çalışmaktaydı. Bu esnada, hususi kâtibi içeri girdi ve ken- disine şöyle bir kart ozattı: Fazıl Alkasdi Mühendis Ayni zamanda da: —Bu zat sizinle görüşmek istiyor! - dedi. Mütaahit baktı: Bu isimde bir mayordu. Maamafi : — Buyursun ! Dedi. Kâtip bir iki adım ilerlemişti ki, müteahhit sordu: — Bu adamın kim olduğunu tanıyormusun? — Hayır efendim, pek tanımı- yorum. (Arkası var) karta garipseyerek mühendis tanı