NN 11 Kânunusani 1932 Tefrika No: 31 mam Akşam —m— MR Şahife 9 Divanıharpta ufak bir tazyik ve tehditle, her şeyi bülbül gibi söyleyen (Habibe) nin vaziyeti, davamın en canlı bir müeyidesiydi. Bu esnada, kulagımda, bıçkırık- lar arasında bir ses yükseldi: — Evet, ben bir casusum... İşte bir kadın, nihayet, ölüm korkusu karşısında bütün bildikle- rini itiraf ediyordu: — Ben para kazanmak için bu işi deruhde ettim, reis efendi! Ben masumum... — Evrakınız arasında zuhur eden siyasi ve askeri vesikalar sizin tam bir harp casusu oldu- ie gösteriyor. Heyetimiz sizin ir mücrim olduğunuzda mütte- fiktirl Habibe kendini daha fazla mü- i. Ne ya- bilmi- pacağını, ne söyliyeceğini yordu. Divanı harp heyeti beş dakika celseyi tatil | etmişti. (Heyetin vereceği karar halkında fikrim yoktu. Fakat zihnimi kurcalayan bir hadise beni düşündürmüştü: Alınan cephesinde yakalanan bir İngiliz kadınını derhal kurşuna dizmişlerdi. Türklerde Almanların müttefiki değilmiydi? Ele geçen bir Türk casusu, İngiliz kadınının kanını kanı ile ödeyemez miydi? Mamafih bu düşünce bir anda kafamın içinden şimşek gibi geçip gitmişti. Divanı harbın bu kadın- dan ade etmesi ihtimalini de düşünüyordum. Akıllı, zeki bir kadın.. Parayı, bilhassa sarı altınlara herkesten fazla incizabı olan bir mahluk. Kendi kendime: — Heyetin yerinde ben olsam Habibe'ye hudutta para ile iş gördürürdüm.. Diyordum. Heyet tekrar toplandı. Bu ikinci celse çok heyecanlı olmasına rağmen fazla devam etmemişti . Habibeyi divanıharp beyeti hu- zuruna getirdiler. Nöbetçiler sün- gülerini takmışlardı. Reis elini masaya vurdu: — Hükmü okuyorum. Tercuman arapcaya tercüme edecek.. Dedi ve gözlüğünü takarak büyük bir soğuk kanlılıkla şu kısa cümleyi okudu: « Hududumuzda derdest edilen ( Habibe ) nin bir harp casusu Olduğu tahakkuk etti- ginden idamına karar verildi.» Çadırın içinde dalgalanan boğu- cu bir hava, Habibeyi tıkıyormuş gibi sars Genç m za Tefrika numarası: 101 Denizlere dehşet —— salan tahtelbahir İngiliz Casusu LAVRENS STANBULDA, 11 Kânunusani 1932 Nakleden : Habibe'yi idama mahküm etmişlerdi. Bir era ne- feri arkamdan koşarak: “ Mister, dedi, o kadın son nefesinde bir dakika sizi görmek istiyor.,, meşum karar karşısında mukave- metini kaybederek nöbetçilerin kolları arasına yuvarlanmıştı. Ölüm kararını, bu kararı tebliğ eden hakim gibi, soğuk kanlılıkla dinlemek beli bir iş değildi. Heyet çadırın arka kapısından çıktı, Ben de nöbetçilerin arasından uzaklaşarak - itiraf (o edeyim ki biraz mahzun ve müteessir - istas- yona doğru yürüdüm. Maneviyatım oldukça sarsılmıştı. Kendi kendime: — Ey koca kaplan! kendini korul günün birinde senin de böyle bir akibetle karşılaşman muhtemeldir! Diye söylenirken arkamdan birinin seslendiğini işittim: — Rica ederim, mister durunuz! Başımı nöbeçilerinden koşuyordu. Neferle aramızda şu kısa mu- havere cereyan etti: — lIdam mahkümu kadın bir dakika sizi görmek istiyor! — Beni mi görmek istiyor! — Evet.. Reisde haber gön- derdi. Arzu ederlerse, bir e dakika görüşsünler, dedi. — Benim o kadına söyliyecek bir sözüm yok. — Onun size söyliyecek sözleri varmış... — Dinlemeğe vaktim yok. — Mister, bu güzel kadını, son saatinde bir kaç dakika görmekle bir şey kaybetmiş olmazsınız! — Treni kaybederim... — Tren vaktına otuz beş dakıka var. — Beni fazla sıkma.. yok dedimyal . Saf Iskoç askeri yalvardı: — Mister, ellerini semaya uza- tan ve yalnız Allahtan istimdat eden bu kadın belkide masum ve biğünabtır.. Onu bir dakikacık olsun görünüz! Askerin ricasını reddedemedim. Geriye döndüm: — Idam mahkümunu nereye götürdüler? — Çöle doğru... — Uzak mı?; — Hayır.. beş sürmez.. Şuracıkta Bir kaç adım yürüdüm. Önümüzden bir müfreze silâhlı asker gidiyordu. Iskoç neferi çok müteessirdi: — Bir az hızlı yürüyelim, Mis- terl dedi, belki yetişemeyiz.. (Arkası var) on Kânunusani 1932 biraz çevirdim; biri divanı harp arkamdan Vaktim dakika bile Bir Alman bahı bahriyelisinin hatıratı Mubarriri : Max Valentiner Amerikalı gemi, bize, ansızın kıçını döndü ve kaçarak üzerimize ateş etmeğe başladı. Vapura bir kaç mermi isabet ettirebildik; fakat onu tevkif et- mek imkânını bulamadık. Aramız- daki mesafe zaman ile büyüdü. Çok geçmeden, Amerikan vapuru nazardan kayboldu. Bilahare haber aldık ki, Ame- rikalı gemiden ses çıkmamiş bu vapur, gideceği yere gitmemiş. Ibtimalki, mermilerimizden biri, rabne ile onu batırmış. Bu muharebe, son muharebem oldu. Nihayetülnihaye, badelhesap anlaşıldı ki, Ceman yekün yüzelli 4m, Mütercimi : (Vâ - Nü) vapur batırmışım. Bunların ye- künu dört yüz yirmi bin tona baliğ oluyordu. 1916 da, bütün tahtelbahir kumandanları arasında fazla gemi batırmak şampiyonluğu bendeiydi. Halbuki, sonra, mem, orada uzun zaman kal mam ve nihayet (Sünusü'ler istikametine sefer etmem ve sey- rüseferin nadir olduğu denizlerde faaliyete girişmem, bu şampiyon- lugu kaybetmeme sebebiyet ver- miştir. Beni muhtelif arkadaşlarım geçmiştir. Bunlar meyanında Ar- nauld de le Parriere ve Fortts- mann vardır ki, biri beş bin ton mem Her akşam bir hikâye Şoför linük efendi , Yana Zehra hanımı son derece seviyor- | du ve onun tarafından fevkalâde seviliyordu. Hoş bir yuva kurmuş- lardı. Gerçe mütevazı bir yuva amma, bir saadet yuvası, hiç bir şeyleri eksik değildi: Yatak oda- ları, yemek ve ayni zamanda mi- safir odaları, o saksılarla süslü balkonları, altın yaldızlı bir kafes içinde kanaryaları... Her şeyleri, her şeyleri tamamdı." Karı koca, ikisi de çalışıyor- lardı. Zira Zehra hanım, ticaret şirketlerinden birinde satıcı, yani tezgâhtardı. oOAhmet efendinin işlettiği otomobil ise, kendine aitti. Borç, harç, çok çalışmışlar; fakat, otomobile sahip olmak imkânını bal gibi bulmuşlardı. Cumaları, kendi taksilerile o gez- meğe gidiyorlardı. Hülâsa, na- mus ve istikamet hudutları dahi- linde mesut bir hayat yaşıyorlardı. Cennette Adem ile Havva nasıl ilelebet rahat edemedilerse , saa- detleri münasebetsiz bir vakadan dolayı nasıl bozuldu ise, Ahmet efendi ile Zehra hanım hakkında da öyle oldu. Efsanedeki “elma,, kadar basit görünen bir “kutu, yüzünden bütün düzenleri altüst oldu... Şefür Ahmet, bir gün, oto- mobilinin içinde bir mukavva kutu buldu. Bunu, bir genç kadın, unutmuştu. Şoför, genç kadını, evine değil, Beyoğlu'nun kalaba- lığı içine bırakmıştı. Binaenaleh, bulunmuş paketi merkeze teslim etmesi lâzım geliyordu. İçinde bozulacak bir şey var mı diye açtı. Içinde tenteneli iç çamaşırları vardı. — Aman, artık yoruldum. Eve- gideyim yarın merkeze bırakırım. Mukavva kutu koltuğunun al- tında, evine gitti. — Piçikoml ne var o kutuda?.. Bana hediye mi getirdin? — Yok yavrum... Otomobilde bir hanım bir kutu unuttu. Yarın merkeze teslim edeceğim. — Bakayım, bakayım. —Ne yapacaksın elin kutusunu, canım? — Allahını seversen göster! Şoför Ahmet, tenteneden filân anlamazdı. Bulduğu şey, onu hiç te hayrete düşürmüş değildi. Lâkin, genç kadın iç çamaşırla- rının letâfeti karşısında mest ve hayran kaldı. — Aman amaaan.. Ne güzel ne harukulâde şeyler bunlar.. Şoför bu sırada, Akşam gaze- tesinin yeni tefrikasını okumakla meşguldu: — Yaa.. Nefis ha?.. - diye, kısaca cevap verdi. - Evet, nefis cidden.. diğeri dört bin beşyüz ton gemi batırmak muvaffakiyetini göster- mişlerdir. Arnâuld, harpten sonra kumandan olmuştur. Gayet büyük bir soğuk kanlı- lıkla ve iradeyle işe girişirdi. Fa- kat, itiraf ettik ki, pek büyük tali de vardı. Gemisine bir isabet bile vaki olmamıştı. Buna rağmen seferlerinde tenkide şayan pek çok hatalı cihetler vardır. Arnauld, bu gün, halâ, Alman bahriyesindedir. Birgün donanma- nın kumandanı olacağını zanne- derim. Gayet büyüh bir istidadı karadenize git- | haiz ve kıymetli bir zabittir. Ze- kidir. Onu, kimse kıskanmaz. Zira, bir çok meziyetleri itibarile arkadaşlarını geçtiği muhakkaktır. Ve rakipleri tarafından da mü- sellemdir. Harp esnasında, beşerin sırası haricinde addolunacak şey- ler yapmıştır. Fortsmann'da gelince, bu zat, sulh zamanından kalma eski bir ! kumandandı.Oda, benim üsullerime göre bareket etmiştir. Sokizük otürdular — Bu akşam birşey konuşmu- yorsun, kızım... Düşünceli bir halin var. —Tuhaf.. Ben farkında değilim. Az sonra, genç kadın mırıldan- mağa başladı.) — Dünyada ne talili kadınlar var. Ve zihninde yaşattığı şeyleri itiraf etti. Ertesi gün, şoför Ahmet, garaja giderken homurdanıyordu: — Demek bu işin mutlaka böyle olmasını isteyorsun... Ee, haydi bakalım... Hoş, ben, kendi hesabıma, böyle çapraşık şeyler- den hoşlanmam ya... — Ah, Ahmedim.. seviyorum ki... Zehra, akşam üstü, kocası eve dönmeden, kotuyu açtı. Bütün bunlar, bütün bu hazineler ona aitti. Lâkin, elli liralık kombine- zonları on iki buçuk liralık enta- rile ve sahte ipek çorablarla giye mezdiya.. giyseydi, hem yakışık almazdı, hemde yazık olurdu ipek dantelli kombinezonlara. Evvela, ipek çorap edinmek çaresini düşündü. Çalıştığı şirketin dükkânından ilk akşam iki ipek çorap aşırdı. Ikinci akşam iki dane fakat, yarım dözüneyi tamamla- yacağı akşam, şirketin kontrölörü onu, çantasında çoraplarla yakaladı. Bu zat, kısa boylu, cavlak ka- falı, şişman ve çürük dişli nuhu- setin biriydi. Zehrayı, bir randevu- ya gelmek için icbar etmeden ko- yu vermedi. Zehra, ipek çoraplar yüzünden, o akşam, cehennemi iki saat ge- çirdi. Eve, hurduhaş olmuş bir va- ziyette döndüğü zaman, kocası; — Ne oldun yavrum, hastamısın? - diye onu öpmek istedi. — Çekil, bırak.. Bu akşam öp- me, Allahını seversen... Aradan günler ve günler geçti. Zehra, şık iç çamaşırlarına uyacak elbiseler edinmiş bulunuyordu. Ilk zamanlar, kocasına: — Bunları bana bir arkadaşım bedava dikiyor. Kumaşını da elden düşürdüm? -diyordu. Yahutta; — Bizim şirketten bana ikra- miye verdiler... Ne iyil -diye bir yalan kıvırıyordu. Lâkin, artık, Cumaları, bu şık kılıgıle, şoför muavini yerine tırmanarak Bentler'e yahut Flor- ya'ya gidemez olmuştu. Kırçiçek- leri artık onu tatmin etmedi. Tayyareyle Italyadan gelme tanesi on iki buçuğa satılan karanfilleri sevmeğe başladı Ahmet, bütün tedbirlere baş vurdu: Kâh mülâyemt gösterdi, Yolumuzun mütebaki kısmı, zikre şayan olmayan hadiseler arasında geçti. Şimaldenizinde İngilizler tara- fından konulan haillerin, torpillerin ve nöbetçi tahtelbahirlerin hattını hiç bir zarara oğramaksızın geçtik. Keza, Skajarak ve Kottegart boğazlarını da aynı suretle geçtik. Kiel limanında karaya indiğim vakit, harukulâde bir hadise ile karşılaştım: Yürümesini unutmuş- tum. Hayır, sendeliyor değildim. Nekahat devresinde bulunan bir hastaya benziyordum. Uzunca bir mesafe katetmek kabiliyeti ba- caklarımda yoktu. Pek ihtiyar bir insan gibiydim. Yirmi otuz metro yürüdükten sonra kesiliyordum. Bir sıra üzerine oturup dinlenmek arzusunu duyuyordum. Bunda, şayanı hayret bir şey yoktu: Bilâinkita yüz otuz dokuz gün yol almıştım. Bu mesafe, bir Seni öyle YY. Kadın şoförler? Sarışınların "otomobiline binmeyiniz! New York sigorta kumpanya- ları müşavirlerinden birinin nasi- hatına kulak asmak isterseniz, sarışın kadınlar tarafından idare edilen otomobillere o binmeyiniz. Bu zatın fikrine göre, esmer ka- dınlar, otomobilleri mükemmel bir surette, kumral kadınlar şöyle böyle idare ederler. Sarışın kadınlar ise çok dik- katsiz ve (beceriksizdirler. Bu söz, kavli mücerrette değil, ista- tistiklerin verdiği derslere istinat ediyor. Kadın şoförler tarafından sebebiyet verilmiş olan bütün otomobil kazaları, sarışın kadır- ların eseridir. Fakat sigorta müşavirinin mü- talâatı bundan ibaret değildir. Sigortacının fikrine göre Ameri- kada kadınlar, erkeklerden daha iyi şoförlük yapıyorlar. Bunun da misali şudur: Amerikada mevcut otomobil- lerden dörtte birinin şoförleri kadın olduğu halde, vuku bulan bütün kazalarda kadın şoförlerin mesuliyet hissesi yüzde altıyı bile geçmiyor. Aylık abone 150 kuruş Muhterem karilerimiz kolaylık Karileriwizden arzu edenler 150 kuruş mukabilinde gaze- temize bir ay için abone olabileceklerdir. Gazetemize bir aylık abone kaydedilecek muhterem oku- yucularımızdan ricamız: ğ 150 kuruştan ibaret olan abone ücretini müddetlerinin hilamından. evvel ve vakti zamanında idaremize göndermek. Aksi takdirde gazete irsalâtında oteahhür vukubulur ki bunu muhterem kari'lerimizin de arzu etmiyeceklerinden eminiz. kâh huşunet.. Lâkin, genç kadın, yalan söylemekte öyle usta kesil- mişti ki... Öyle fenlenmiş, bina- enaleyh, öyle cazip bir kadın olmuştu ki.. Şoför, her Şey'e rağmen, karı- sından ayrılmamağa razı oluyor- du. Karısım evde bulmamaktan- korkarak, taksisini geceleri de işletiyordu. Eve sarhoş dönüyor- du. Esrar sigarası içiyordu. Bir gece, evini karma karışık buldu. Zehra, bütün eşyasını alıp götürmüştü. Odanın. ortasında oOboş “bir mukavva kutu duruyordu: Mahut mukavva kutul... Nakili (Hikâyeci) tahtelbahirin katettiği mesafele- rin en büyüğü idi. Tahtelbahir üzerinde bir sene- nin üçte biri mikdarınca bir 7:- man kalmıştım. On seneden beri tahtelbahirde çalışmaktaydım ve sekiz seneden beri tahtelbahirde kumandanlık ediyordum. Bu şerait dahilinde, yürümeği unuttumsa ayıplanmamalı idim. Yirmi ikinci kısım Alman imperatorluğu bir kere kada parlıyor Kiel'e dönünce — Almanyanın şayanı ehemmiyet tahtetlbahir kuvveti — İmperatorun ziyareti — Sonsuz heyecan. Bütün insanların bana sordukları ilk sual şu oldu: Bu kadar muharebeden sonra bezmedin mi, yılmadın mı, usan- madın mı? ( Arkası var )