24 Teşrinisani 1931 Roman ftefrikamız: 103 24 Teşrinisani 1931 HİNT YILDIZI Hintli, yerdeki kaynağı göstererek: Yazan: * Seyit dedi, senin gençlik kudretini ebedileştirmek istiyorum... yere eğil ve bu mukaddes sudan doyuncaya kadar iç!,, Duvara baktım: Buda'nın heykeli yanında bir takım hayaletler uçuşmağa başladı. Yogoda evimizin kapısı önünde, ayakta duruyor.. Karanlıklar ara- sında gizlenen Nita'nın hayalini görüyorum.. İşte benl.. Yogoda ile konuşuyorum. Nita bir az daha yaklaştı.. Elini koynuna soktu. Mevcudiyetini / hissettirmemek için nefes bile almıyor.. İşte bir iğne.. ucundaki yap- rağı kopardı.. Bundan ötesi, evelce, gözümün önünde cereyan eden hadiseler. Bir feryat.. “Ahhh,. zehirlendim...,, Zehirli iğne Yogodanın ense- sine saplandı. Bir feryat daha.. “Seyit, beni kurtar!,, Nita imdada yetişiyor.. Yugoda baygın. Telâş içindeyim.. Kulağımda bir ses.. Nitanın sesi: “Seni seviyorum, seyit!,, Cevap veriyorum : “O bu kızı kurtar!,, Yoyoda ölümden kurtuluyor. Nita memnun.. Çünkü, Yogoda görmiyor.. Yogoda gözlerini kaybetti.. Bütün bu sahneler gözümüzün önünden bir sinema şeridi gibi süratle geçti. Mağarada vardı.) Ihtiyar fakir, gösterdiği mucize- den kendisi de müteessirdi. — Nita yalnız bana değil, size de ihanet etmiş, Seyit! Diye söylendi. Lamaya'nın babası bu netice- den çok mustarip olmuştu. Ihtiyar Hintliye, oğlundan gelen mektupları okudum: — Nita benim namıma gelen mektupları alıkoymuş ve benim imzamla Lamayaya menfi cevap- lar yazmış.. Dedim. Hindistanın bu meşhur /akiri vaziyeti anlamıştı. Yavaş yavaş doğrularak ayağa kalktı. Sıska kolları ve kuru bacakları birdenbire çelik gibi sertleşti. — Bu dakikadan itibaren em- rinize amadeyim, sâhip! Diyerek minnak) kapısına derin bir sükünet Tefrika numarası: 53. Denizlere dehşet-————— salan tahtelbahir | doğru yürümeğe başladı. Fakiri takip ettim. Hintli sordu: — Tılsımlı anahtar sende mi? Anahtarı cebimden çıkardım: — Yanımda duruyor... — Buradan ayrılmadan, sana ebedi bir gençlik ve zindegi vermek isterim, seyyit! kızımın kusurlarını belki bu hediyemle affettirebilirim! Hintli, kapının önünde durdu ve elile yerde bir noktayı göste- rerek: — Anahtarı şu çizginin üstüne koy! dedi. Elimdeki anahtarı fakirin gös- terdiği yere dokundurdum. Yerde- ki mürabba çizginin üstü birden- bire ıslanmağa başladı. Kuru top- rağın sathında bir kaç saniye içinde, mavi sudan mürekkep ufacık bir göl husule gelmişti. Lâmayanın babası gülerek yü- züme baktı: — Sâhipl Yere eğil ve bu tık sımlı sudan mideni şişirinceye kadar iç! Artık, iradesile, mantıkıle, mu- hakemesile yaşayan bir insan de- gildim. Ihtiyar Hintli ne derse, ne emir ederse yapıyordum. Yere eğildim. Kollarımı toprağa dayadım ve ufacık delikten kay- nayan sudan içmeğe başladım. İçtiğim suyun tuzlu ve acım- tırak bir lezzeti vardı. Hintlinin dediği gibi, midemi şişirinciye kadar içtim. Mukaddes kaynak birdenbire durdu. Artık, su akmıyordu. Geniş nefes alarak ayağa kalk- tım. Dudaklarım bararetten yanı- yordu. Dakikalar geçtikçe değişmeğe başladım. Bir içimde bam başka bir insan olmuştum. Damarlarım tutuşuyor, ağzımdan alevler püsküriyordum. Hindli kolumdan tutarak : — Kendinde bir başkalık hiss- ediyor mısın, Seyyit? Dedi. Mağrada bunalmıştım. Kapıdan dışarı fırladım. — Havaya ihtiyacım var, haz- ret! havaya ve temiz suya ihtiya- cım var! diye haykırdım. (Arkası var) Her akşam | bir hikâye Gece olmuştu. Bu a ame- rika diyarında, bhaziranın sonu olduğu için, kışın tam ortasına girmişlerdi. Çiftlik sahibi,| gündelik işlerini bitirdikten sonra, geniş Vald'lerin merkezindeki evine çekildi. Yemek zamanını beklemek için, koltuğuna kuruldu. Piposunu içe- rek, bir lambanın ışığı altında incil okumağa başladı. Karisını ebediyen kaybettiği gündenberi, daima yemeklerini yalnız başına yiyordu. Asık suratlı, aksi bir herifti. Gülümsediğini hiç gören olmamıştı. Konuşmazdı da... Sade maiyyetindeki zencilere kısa emirler verirdi. Ettiği dünya kelâmı bundan ibretti | O akşam, mutattan daha hüzünlü olduğunu hissetti. Okuduğu İn- cilde nahakyere kendine teselli arıyordu. Tilâvet, kalbinin elemini gidertemiyordu. Elinde olmıyarak gunu düşünüyordu: Kuvvetli ve genç bir erkek, behemehâl bir kadına muhtaçtır. Bir süküt, büyük bir süküt, ortalığı kaplıyordu. Mahalli adet mucibince, yerli zenciler kulübelerine (oçoktandır çekilmiş, yatmışlardı. Gün doğ- madan evvel kulübelerinden dışarı çıkmazlardı. Sade bir ihtiyar zenci ahçı, efendisinin yemeğini hazırlamakla (o meşguldü. Fakat o da, bu işi, gürültüsüz patırdısız yapıyordu. Çiftlik sahibi, diri diri bir me- zara gömülmüş hissine kapılı- yordu. Böyle sükünu dinlediği bir sıradaydı ki, ansızın birkaç saniye fasılayla uzaktan uzağa üç el silâh atıldı. Genç adam, titredi. Hiç şüp- hesiz, bu, bir imdat talebiydi. Esasen, ötedenberi adetti: Teh- likede kalan beyazlar biribirlerini imdada çağırmak için, bu işareti verirlerdi. Çiftlik sahibi, asla tereddüt göstermeksizin, Obir ( sıçrayışte ayağa kalktı. Tabancasını ve tü- fengini aldı. Atının hazırlanması için emir verdi. Adamlarından bir kaçını uyku sersemi yollara düşürdü. Kendi de atını mahmuz- ladı. Sonra, omehtapsız (olmasına rağmen gene iyice aydınlık olan gecenin sinesinde yol almağa başladı. Veld dinen arık va taşlıklı saha, gözünün önünde alabil- diğine uzanıyordu. Genç adam, yeknasaklık içinde, bir fevkalâ- deliğe rastlamadı. Tabanca sesi- nin geldiği istikamette üç kilo- metro kadar yol aldıktan sonra, İncil okuya iz atını dorduttu. Artık geri döne- cekti. Zahir, istikamete yanıl- mıştı,.Maamafih, ibtiyata riayeten, bir kerre daha etrafa dikkatle baktı. Bir iki kerrede: — Hecey.. Kim var orada?.. -diye seslendi. Haykırmasına ce- vap yok. Atını geri döndürdü. Aklına geldi : Hele bakalım; birde tabanca atsın, cevap gele- cek mi? Tabancayı bir el atması üzerine, epice yakın bir mesafeden, bir el mukabelede bulunuldu. Tamam... Genç adam, atını, ateş edilen istikamete odoğru sürdü... Karanlıkta bir otomobil gölgesi belirmişti. Tuzağa düşmek tehlikesi aklına geldiği için, pek yaklaşmadan seslendi: — Kim var orada?... ihtiyacınız mı var? Gayet güzel, gayet ahenkdar, gayet cana yakın bir kadın sesi mukabelede bulundu: —imdadıma geldiğiniz için size çok teşekkür ederim, efendim. Mevzun bir genç kadın şekli, otomobilden çıkarak, ona dogru yürümeğe başladı. e Yaklaşınca, nazikâne selam verdi. Sonra ba- sıt macerasını anlattı: Şehire gi- derken yolu kaybetmiş; sağa sola derken akşamı etmiş; benzini de bitmiş; yol ortalarında kalmış. — Iyi ki imdadıma geldiniz! - diye delikanlıya tekrar teşekkür etti. - Yoksa bu kadının veld ortasında yapa yalnız kalması hiç te hoş şey değil.. Bittabii, genç erkek, genç ka- dını evine götürdü. Şimdi şirin çiftlik odasında, sofra başınday- diler. Genç kadın, bu yepyeni muhitten gayet memnun kaldı. Kuş gibi civildayarak, evin gü- zelliğine dair komplimanlar yağ- dırıyordu. Bunlara karşılık, deli- kanlı, oacemicesine (o susuyordu. Esasen uzun zamandanberi dünya kelâmi etmesini unutmuştu. Yemekten sonra, işi kısa kes- meyi düşündü. Kadına, yoldan yorgun olması lâzım geldiğini, yatarsa iyi edeceğini söyledi. Kadın: — Ben gece yarısından evvel asla yatmam! - cevabını verdi. - behemehal, tiyatroya, sinemaya falan giderim. Tiyatrodan, sine- madan döndükten sonra da epice otururum, Sonra, ilâve etti: sizi Imdada rabatsız — Yoksa, mı ediyornm? “ Estağfurullah! ,, demeyi de beceremedi. Şaşkınlık hissediyor- du. Bu genç ve harikulâde güzel 24 Teşrinisani 1931 Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max ÖZGEN MEM e e Kaşık kaşık havyar atıştırıyoruz. Rus vapurlarının üzerine bütün süratimle ilerledim. Havada hafif bir sis, hafif bir bulut vardı. Ben, sahil tarafından yürüyordum. Hayır, Rus'lar, eşkali sahilin eşkâlile karışan U 38'i göremez- lerdi. Vapur yaklaşıyordı. daki mesafe, ihtimal, iki bin metroya inmişti: Endahbt için tam muvafık olan bir mesafe... Şayet vapurlar müsallâh ise bile, bana, gergi gibi karşı duramazlardı. Ateş ettim. İ | | Aramız- | Mütercimi : (Vâ - Nü) iştırıyoruz. | | Bunun i üzerine, umulmadık bir | hâdise husule geldi. Üç vapur birden, 90 dereceden istikamet alarak, tam üzerime doğru, bütün süratlerile gelmeğe başladılar. Bunun ne manası vardı? Bütün süratlerile... Birden bire, ıslıklar, iniltiler, patlayışlar... Köşkün üç metro ilerisinde bir obüs patladı. Par- çaları, yüzümün bir karış ötesin- den geçti. Derhal dalmaktan başka çare yoktu. Batmak, birkaç saniyelik işti. Adamlarım, deli gibi, aşağıya seğirttiler... Bummm... Bummm... Siauuuu... Üç müthiş. endahat! Aman yarebbi! Birdenbire, fevkalâde bir sade- me! Bütün köşk, olduğu yerde sarsıldı. Mesele meydandaydı. OKöşke, kamçı sıyırır gibi, isabet vakı olmuştu. Kendimi muayene ettim. Hiç bir şeyim yok. Yalnız, bir nevi sarhoşluğa müptelâ olduğumu hisediyorum. Iki başı perçinli çivilerden birçoğu yerlerinden oynamış. Lâkin içeriye su girecek vaziyet yok. Köşke bir obüs isabet etmişti. | Lâkin bu esnada, köşk, azıcık batmış olduğu için, yirmi dört | santimetroluk su tabakasının üze- rimizde bulunması sayesinde, obüsün tesiri az olmuştu. Demek ki; dalmak hususunda bir saniye- cik gecikseydik, işimiz bitmişti. Hiddetimden döğünüyordum. Ruslara, hakiki değerlerinden pek az kiymet atf etmiştimde, bu iş, o sebepten böyle olmuştu. Pek hafifmeşrebana davranmış- tım. Nafile yere namuskârane hareket etmiştim. Tenbellik et- miştim . Torpille halledeceğim bir işi, topla halletmeğe kalk kışmıştım . Halbuki, bu vapurdan her biri, bizden daha mükemmel olarak musallahmışlar. Toplarının çapıda bizimkilerden büyükmüş. ! Biltabi, gayri müsavi şerait altında bir muharebeyi kabul edemezdim. Aynı gün zarfında, daha küçük bir vapurun peşine takıldım. Kur- tuluş çaresini sahile doğru kaç- | Devlet kuşu Güzel bir ingiliz kadını- nın başına kondu Iskoçyalı bir kadın Yohore devleti islamiyesi sultan hanımı oluyor. Kadının ismi Madam Helen bilsondur. Yohore sultanı Ingilterede iken bu kadın ile görüşmüş ve sevmiştir. Sultan bu güzel kadın ile izdivaç etmeğe karar vermiş ve birlikte Yohore hükümeti paytahtı Bhora'ya ge- tirmiştir. Yakında burada kraliçe olduğu ilân edilecek ve taç giyecektir. Yohore Malaka şibih çeziresin- deki Islâm devletlerinden biridir. Sultan Asyanın en zengin hü- kümlarındandır. Sultan sevgilisi Ingiliz kadına şimdiden gayet kıymettar mücevherat vermiştir. Bunların arasında lekesiz pır- lantalardan mürekkep bir ger- danlık ve omuzlardan takılan ve dantela şeklinde diğer bir büyük gerdanlık ve yelpaze gibi bir pırlanta ogöğüslük ve pırlanta taş bir taç vardır. kadını, kolları arasında sıkmak arzusunu kalbinde duyuyordu. gendine, güçlükle hakim oluyordu. Kadın, abdal bir mahluk değil di. Erkeğin bu arzularını anlayı- verdi. Erkeğin söylemesi lâzım gelen sözleri, o, ap açık söyleyi- verdi: — Korkmayın.. - dedi.- ben, evli bir kadın değilim. Temamile serbestim. Hayatın manasını çok- dandır anladım. Erkek, fena halde kızardı. Uzun müddet, tereddüt içinde kaldı. Sonra, orada açık duran incile bir nazar attı. Kupkuru bir sesle: — Ben yatayım da siz, bu kitabı, uyuyacağınız zamana kadar okuyun! - dedi. - Ben, sabahleyin erken kalkarak adamlarıma emir- ler vereceğim. Misafirlerine mahsus odayı ka- dına gösterdikten sonra, kendisi, odasına çekildi. Derhal uyuyamadı. Kendi ken- dine cesaret vermek için söylendi, durdu: — Bu kadın çok güzel kadın, şüphesiz... Fakat ey rap! Beni şeytana uymaktan koru... Nefsa- niyet bana galebe çalamasın, ey, Rapl O, böyle söylendiği esnada, genç kadın, içerde tepiniyordu: — Dünyada bu derece sersem herife rastlamadım. Allah beni canım şehirlerden ayırıp böyle dağ başlarına düşürm. esin! Mütercimi: (Hikâyeci) makta buldu. Maalesef yerde istihkâmlar vardı. Takibin- den vazgeçtim. Yalnız topa tutup yolunu kesmekle ve onu karaya oturtmakla iktifa ettim. Karadeniz'de, kıyıdan kıyıdan yol — alıyorduk. £ Periskop'umun içinde gayet güzel manzaralar beliriyordu. Bu manzaralar, dür- yanıp en güzel manzaraları adde- lunmaktadır. Zengin ORus'ların, beli harikulâde güzel villalari idi. Bembeyaz ebniye ile, nebatatın koyuyeşilliği, yekdiğerine ne güzel uyuyordu. En güzel bahçeler, denize kadar uzanıyordu . (Bakir ormanların arkasında , Kafkas (dağlarının yükseklikleri görülüyordu. Yeşil ormanların üzerinde karlı ve buzlu dağlar... a (Arkası var )