Radyo Gıcırtılar senfonisi akşam Ankara Radyosunun sen- fonik musiki programında alâka çekici eserler vardı. yın, Chaus- son'un Poğme'iyle başlıyor, Ravel'in “Kaz Ana” ve Bartok'un “Akıl Al- maz Mandarin” süitleriyle devam e- diyordu. Fakat 55 dakika müddetle orkestra musikisi meraklıları, bu e-: serlerin yerine göre okşayıcı, yerine göre heyecanlahdırıcı ve tahrik edici seslerini değil, bitip tükenmek bilmi- sıra, en ileri teknikle kaydedilmiş - tabii erika veya Avrı kayde- dilmiş - plâkların çalındığını biliyor- lardı. F" bi te hacmini bir sajda fazla yükse veya alçak buldu mu, sesi birden bi- re açıyor veya kapı u. Böylece bestecilerin koymuş olduğu dinamik simo bir pasaj, duyulmıyacak kadar hafif çalınıyor, pianissimo notalar - mutad gıcırtılar ve fon uğultulariy- le birlikte - kulak raspalıyan bir kuvvette çıkıyor, gayet hafif başlı- yan bir melodi, kompozisyon mantı- ğını hiçe sayacak şekilde, birdenbire kuvvetleniveriyordu. usikisi- in bu şeki i 0: 0. kendilerini batının er: a istiyen iyi niyetli dinleyiciler de ümitsizliğe düşü olarını 'kapa- mayı tercih edebilirlerdi. Lütuf yüzünden kahır nkara Radyosundan çıkan bu korkunç sesi, üç sebebe bağla- mak mümkündü. Yedek parça yoklu- ğu; teknik bakımsızlık; plâk kifayet- sizliği. Türkiyenin Devlet Radyosu, ci- hazlarının eskiliği ve yedek parça sağlanamaması bakımından, yürekler acısı bir durumdaydı.. Rddyo Evinin 28 NNN Ankara Radyoevi Tuzlayın da kokmasin!,. kontrol odasını ve ses alma servisi- ni gezenler gerçi, “Ampex” marka, üstün kalite manyetofonlar görüyor- lardı. i iyeli eninde sonunda birkaç doların işiy- di, Fakat “döviz” engeli burada da yolun üstüne çıkıyordu. İşin daha ha- zin - hem de gülünç - tarafı, Türki- yenin Devlet Radyosunun, uzun-çalan plâkları çalabilecek tek bir pikabının olmasıydı. Radyoda herkes bu pika bın üstüne titriyordu. Zira bu cihaz bir kazaya uğradığı takdirde, mevcu- diyeti geniş ölçüde â bağlı olan bu radyo yayınlarını tatil etmek zorunda kalacaktı. Bu pikaba çift taraflı bir safir iğne takılıydı. Bir safir iğnenin ömrünün 30 saat ol- duğunu bilmek için teknisyen olma- ya bile lüzum yoktu. Halbuki bu iğ- ne gü ortalama dört saatten, ay- lardır kullanılmaktaydı. Yani miadı- nı çoktan doldurmuştu. Gene de iyi kötü çalıyordu, Hele günün birinde kırılacak, yahut tamamen bozulacak olsa; Türkiyenin Devlet Radyosunda i ikinci bir iğne yok- birkaç tane ö adan aç t uzun Ö- mürlü elmas iğne getirtilemiyordu ebep gene “döviz” ardaki- ler”, radyonun bu ayati dava- larından haberdar olsalar, belki nı yapıp yapıp - hiç a-idarei mas- lahat için - seksen, yüz r döviz tahsis ederlerdi. Fakat bu gibi ihti- yaçları “yukarıya” aksettirebilecek cesaret radyo- idarecilerinden kimde vardı? Radyonun, teknik bâkımdan dası geçmiş ve plâklarından ayı, hem de repertuar bakımın- dan kifayetsizdi, Bu diskotekle çeşit- liliği olan bir musiki yayını yapmak mo- imkânsızdı. Halbuki, gene döviz da- vası yüzünden Amerika sızdı. Bu yüzden Ankara Radyosu- di taşınıyor, orada kop- yaları çıkartılıyor ve yayına yordu. Radyoda opyaları plâklar yayına çıktığında sesleri, a- sıl kalitelerinden çok kaybetmekle nisbeten daha temiz çıkı- . Fakat radyo ve musiki dost- larından bazıları, teknik serviste kul- lanılan iğnenin eskimiş olduğunu bil- arın lâmeti i- lerinde ve kendi pikaplarında yapıl- masına müsaade ediyorlardı. Asıl ka- yokluklar içinde çalışan Müzik yınları Şefliği görevlileri, radyonun yayınını devam ettirebilmesi için a- zizlere has iyi niyet, peygamberlere has sabır gösteriyorlardı ama, gay- retleriyle hemahenk bir netice aldık- larını kimse iddia edemezdi. Bu şartlar dahilinde Ankara Rad- unun, gacırtı, hışırtı, horultu, ca- zırtı halinde bile olsa, yayınına de- vam etmesi bir mucize sayılmalıydı. halivle tuzlu suya, toprak e eden zihniyetin muhtacç olduğu anlaşılıyor- du: Kokmaması için. A4KİS, 15 HAZİRAN 1957