. . bakimi) Frasaya giden 'arkadaşı-! İZ yazıyor: Atinadan hareketi- 7 ertesi günü 23 temmuz bay- mıza rastladı. Ö gün sakin hava içinde seyahat ettik, Va- kaptanının bize karşı neza - sümlesinden alarak vapuru - İstromboli yanardağının he- n hemen 50 metre açığından ve Vaş bir yolla geçti. Adayı, ya- dağ indifa halinde iken lâv #ilerinin aktığı olukları büyük “cessüsle seyrettik. © Artık akşam olmuştu: Vapu - birinci sınıf güvertesinde ha- iğ Orliklar görülüyordu. Geminin lonu Türk ve Fransız bayrak - i. ile donatılmıştı. Merasime onda, izcilerimizin söylediği Marseyyez ve istiklâl marşlariyle da Galatasaraylı talebe grubu ile! dı. Bunu müteakip vapur- e bulunan Necip Ali Bey bir nu- “5 söyledi. Vapur kaptanı Mös- Foyola, bize böyle bir gecede anımızı kutlulama fırsatını ,“diğinden dolayı teşekkür etti. hare Türk Cumhuriyetinin, ge- Sirdiği safahattan, Fransız dost - i İağundan bahsetti. Necip Ali Bey; tl 4m Atina sefi in sözlerine Fran- Gece yarısma kadar dans edil & Zeybek oyunları oynandı, ha- lanan büfede davetlilere limo - | en dondurma ikram edildi. Er- gün sabah Napoliye vardık. ya durada otomobillerle Pompei- top #idildi. Napoliden itibaren kilometreye yakm ve denize t falt bir yolda seyahat ş Kalâde hoştu. Yolun ki tara - kayı sârenk çiçeklerle, portakal, F yda süslenmişti. | e zarif ve her tarafı ko- ha mız çiçeklerle süslenmiş < yy örklere tesadüf ediyorduk.! a mercan işliyen büyük a- e eleç vardı. Bunlarn bir tane- bi, Lok, bir park içinde bulunan antanm üst katmda çalışı - in ettik, itina ile yar tel, i gördük. Kadın por- İnce bir işçilikle ufacık yü- ç üzerine hâkkedilmişti. Mi etmekten kendini a- hayat bm zi met» 4 antre vere elk, te tanzim edilmiş tap, yol sonunda şehirin ü. İnsanda derhal İiyor. İki bin küsur e > “Veziiv,, ün ve lâv seli altında lirde ye enesiyle mahvolan bu 3. ecem duymamak kabil Zdaki dihlizde o zama- teraziler, Ke ağ garpıyor. Ko- Yatıyor iğ yerlisi ar- Sesedin e ae Sg a el s<,, yidir. İİ İ; il kat kimsede ağız açmağa mecal Vezüv, eserinin karşısında buhurdan gibi tüt tün Pompei sokakları, yıkılmış, fakat hâlâ geniş taşlı yollarıyla he- nüz felâkete uğramış bir şehir his- sini veriyor. Evlerin kapıları, o- | da duvarları eski nakışlarıyla krs-! men muhafaza edilmiş bir halde. Zalim Vezov, barbatca (eserinin karşısında bir buhurdan gibi ya - nryor. Günün birinde bir defa da- ha kızgın lâvhalarını coşkun seller gibi civar kasabaların üzerine yağdırmıyacağını kim bilir! İstanbullular, içilebilecek bir çeşme buldular, Herkes avuçlarının içinden su içi- yor. Ayni yolla şehire dönüyoruz.| Bir limonata içmek betbahtlığın - da bulunduk. Bizden bir buçuk li- ret aldılar. Halbuki şehirli için bü fiat 40 santim imiş. Şehirin hemen her köşesinde limonata ve portakal şerbeti satan dükkânlar | var, Limon derhal kesiliyor. Top-| rak testilerde soğutulmuş su içine! sıkılıyor, işte size bir limonata. Ayni pahalılıkta bir yemek ye « dikten sonra şehirin diğer sahilin- deki “Poslip,, namındaki yüksek bir tepeye çıkıyoruz. Otomobille! bir buçuk saatlik yol. Fakat da- ima tramvay hattın örüyoru Pompeide bile .İ oluyor. üyor! Napoli satıcıları berbat insanlardır; seyyahları aldatıyorlar!,, girmek üzere idik ki bir az gözü- müzü açabildik, sonu görülemiyen bir dalga kranı var. Liman vapurla dolu. Buli- manın ticari faaliyeti bir bakışta göze çarpıyor. Marsilyayı gez dik, Hareket zamanına kadar bi zi bırakmıyan ismini hatırlıyama- dığım sevimli konsolosumuza ne kadar teşekkür etsek az. Tren ha» reket ederken izçilerimiz kendi- sini üç defa “yaşa,, nidasiyle s€- lâmladrlar, Parise kadar katedilecek 800 kilometre yolumuz var. On bir saat devam eden bu araziden ge- çerken ben ancak bir buçuk saat kadar oturup dinlendim. Diğer dokuz buçuk saati, gözümü bir dakika bile pençereden ayırma « dan ayakta geçirdim. Saatte 90 kilometre süratle gi - diyoruz. Çayırlar, yemyeşil tar - lalar... Hayret içindeyim. Elbet - te, diyorum, bunun bir nihayeti gelecektir. Trenimiz uçuyor, ara sıra mukabil taraftan gelen bir trenin yanımızdan geçişi insanın nefesini kesecek kadar şiddetli oteller, temiz, zarif ağaçlı yollar) Napolinin güzelliğinde mühim rol! oynuyorlar. Fakat satıcılar pek berbat insanlardır. Seyyahları çok! aldatıyorlar. Akşam Napoliden hareket et - tik, Ertesi günümüz sakin geçti, Sabah bermutat yataklarından kalkanlar neşeli gruplar teşkil e » derek güvertede toplanmağa baş- ladılar. Öğleye kadar eğlenildi. Korsika adasını geçtik. Öğleden sonra rüzgâr çıktı. Yavaş yavaş| rüzgâr fazlalaştı. O zamana ka- dar önümüzde bir çarşaf gibi se- rilmiş olan deniz birdenbire ku » | durmağa başladı. Evvelâ sallan - dık. Dalgalar yavaş yavaş vapu- run kübeştesini geçmeğe başladı. Nihayet baş tarafta patlıyan bir dalga bütün güverteyi su içinde bıraktı. Herkes kaçısıyordu. Rüz-| gâr öyle müthiş bir gürültü yapı» yordu ki örkmemek kabil değildi.! Artık her dalga muhakkak güver-| te üzerinde çatlıyordu. Rüzgâr, bir kaç kilo sikletinde havaleli eşyayı aldığı gibi denize sürüklü- yordu. Herkes midesindekini çıkart - mağa başladı. Kendilerine hakim olanlar diğerlerine metanet dersi| veriyorlar. Bir az sonra bir kaç| arkadaş müstesna olmak üzere, herkes ayni akibete uğradı. Hatta denizcilikle rabıtası pek yerinde olan Daver Bey bile ayni vaziyet- te. Yemek kampanası çalıyor. Koca salonda uzun sakallı bir pa- pastan başka kimse yok.. Bu zat böyle zamanlarda yemek yeme - nin faydasından bahsediyor. Fa - yok. ape idEKİ “Eğe perdesi artık bitti. Öyle muhteşem bir manzara karşısındayız ki ta- rifi kabil değil. Bir karış ekilme-! miş yer yok. Tarlalar muntazam tanzim edilmiş ki insana nibayet- siz bir çiçek parkı hissini veriyor. Hatta müvazi asfalt yollar üze - rinde zarif otobomiller görüyo » ruz. Trenin sürati o kadar fazla ki bunları birer birer arkada bıra- kıyöruz. Yarım saatte bir istas- yona geliyoruz. Ren nehri peşi - mizi bırakmıyor. Nehirin kena » rında sazlar arasında balık tutan yıkanan insanlar görüyoruz. Ye miş bahçeleri, bağlar etrafımızda bitmek tükenmek bilmeden de - vam edip gidiyor. Bazı ufak te- pelere rast geliyoruz. stü işlen - miş, kademe kademe yayılmış ü- züm kütüklerile dolu. Hiç boş yer yok. Kırmızı kiremitli, temiz cepheli, nefis ufak binalar bu yem yeşil tabiatin üzerine serpiştiril - miş. Manzaraya doyulmuyor. Hu- lâsa Marsilyadan Parise kadar hattın her iki tarafı yem yeşil. Akşam saat onu çeyrek geçe herkez “Eyfel,, kulesini © görüyor. Bir alkış tufanı koptu. Nihayet Parise giriyoruz. Derhal hat ya- »ından geçen sokaklar aydınlık içinde. Heyecandan nefes alamı- yoruz. Tren geniş nefesler alarak du- ruyor, herkes kendini dışarı atı «| yor. Bir iki Türk talebe istikbale gelmiş. Gardan çıktık. Hususi tramvaylar emrimize amade. Der- ha! karşımızdaki kahvelerde bol Liman pek büyük. Bir bakışta|f murabbalara ayrılmış, öyle güzel! 13 — VAKIT 2 AĞUSTOS 19340 Kuş Böslömiz merakı kalmadı TE saa) e Çocukken kuş tutma merakına uğramıştım, O zamanlar İhlamur- da otururduk, Evimiz yüksekti. Ve ben en üst kattaki laraçaya ök- seler kor, kapanlar kurar, #abah- lardan akşamlara kadar Saka, 1s- pinoz, İskete tutmağa uğraşırdım. Sakaların, İspinozların, İsketele- rin en güzellerini, renkeri en par- lak olanlarını beslerdim, geri kalan pek çocuğu salıverirdim. Tuttuğum kuşları azat etmek te benim için büyük bir zevk olurdu. Kuş tutma ve kuş besleme me- rakı, siz de bilirsiniz ki, sade ço- cuklara has bir şey değildir. Ya- şını başını almış pek çok insanlar| kuş tutma merakına bir iptilâ de-! recesinde tutulmuşlardır. Ihlamur- daki evimizin önünden bahar sa-| Tunan, bir sürü delikanlı, - çığırt- kan kuşlarile, ağları, ökseleriyle - geçer, Yıldız taraflarında , avlan- mağa giderdi. Kuş avcılığını ken- dilerine iş edinenler, bu yüzden geçinenler vardı. Yenicami civa! rında adetâ büyük bir kuşçular çarşısı mevcuttu. Dün merak ettim. O eski çarşı hâlâ büyüklüğünü muhafaza edi- yor muydu? Gene kuş tutmağa ve beslemeğe iptilâ derecesinde düşkün olanlar var mıydı? .. Yenicamiin bildiğim kuş paza- rında horos sesleri ve tavuk gıdak- lamalariyle karşılandım. Burası eskisinden çok farklı.. Kuşçu dük- kânları birkaç taneden fazla de- gil, Geri kalanı, berber dülkânı, tavukçu dükkân:, kahvehane, $u bu.. Elli yıllık kuşçu Arif ağa da ölmüş. Sabu Agop, dünden bu-| güne intikal eden en eski kuşçu. Onunla şöylece ayak üzeri üç beş verdiği hayretten ileri geliyor. Tramvaya bindik. Paris do - nanmış gibi. Aradan iki gün geç- mesine rağmen hâlâ yazarken e- lim titriyor. Paris, tahayyül edi - lemiyecek bir şehir. İşrk, zarafet, intizam. Gaşyolmuş bir haldeyiz. Nihayet ikametimize tahsis edi- len Janson de Sailly Tisesindeyiz. Bavulları . taşımaktan imanımız | gevredi. Bir az jimnastikhanede| rahat ettik, bizi yemeğe davet et! tiler. Fakat birer bardak gazoz- dan başka bir şey yeyip içmedik, Her halde bu iyi oldu. Esasen yor- sunduk, derhal yatmağa da muh- bi ışık görüyoruz. Zarif renkli hasır sandaliyeler kaldırımların üzerine atılmış, Hepimizin ağzı! Bütün gece böyle çalkandık. Nihayet sabah Marsilya limanına) 2 zem leşe digi düm iü bain one ğildir «ses ölü mize işl iie çüğülğüz iel dillere ün m0 açılıyor. Bu, bir az meşeden, bir az da Paristeki ilk ışık azamötinin| taçtık. Koguşlara çıktık ve ufak bir yıkanmadan sonra yataklara uzandık, Recep Suat yorlar ve satıyorlarmış. Radyo varken bülbülü kim dinler ? Vaktile Afrikadan, Hindistandan renk renk kuşlar getirirlerdi; bugünse.. 147p em Ma lâf ettik. Agop efendi: — Eski kuş meraklıları artık yok, bey.. Diye şikâyet ediyor ve şöyle diyor: — Radyo varken bülbülü, kas naryayı kim dinliyecek? Bak, bey. Sen de bilirsin ki şu çarşı yukarı dan aşağı Okuşçu, kafesçiyledo- Tuydu. Kuş avcılarının haddi he- sabı yoktu. Kanarya yetiştiren evlerin sayısı bilinmezdi. Hindis- tandan Afrikadan rengârenk kuş» lar, papağanlar gelirdi. e Bugün kuş avcıları artık ekmeklerini baş» ka "yoldan arıyorlar. Babadan kalma zanaat olmasaydı, çoktan kapardım dükkânı... Artık ne Hindistandan one Afrikadan kus geliyor.. Kanarya yetiştiren evler ancak bir iki tane kaldı. Alman- —derrrminle gotiremiyorlar Gümrük çok... — Alman kanaryaları çok mu makbul Agop efendi? — Öyledir. Hemiyi öterler, hem de nağmeleri uzundur. Kolay kolay bitip tükenmez.. : Kuşçuhü- ğu canlandırmak icin uğraşmak lâ- zım.. Damızlık kanaryaların güm- rüksüz girmesini temine çalışma I.. Anadoludan bülbül getirmeli... Kanaryalar bülbül sesi duydukça açılırlar.. OÖtüşleri, çok başkala- şır; güzelleşir. Agop efendi, şimdi tek tük çalı- İ şan kuş avcılarından çok şikâyet ediyor. Bunlar, hükümetin ta” yin ettiği mevsimlerin haricinde bile ağ atıyorlar, ökse kuruyorlar mış, ağlermm altında kalan 200, 300 kuşun güzellerini seçiyorlar, diğerlerini başlarını ezip ipe İ İstanbul ikinci icra memrurlu » ğundan: Mukaddema Beyoğlunda Tepe- başında 28 No: lu Hidayet apar- tımanınm 2 No. İu dairesinde mu- kim iken elyevm ikametgâhı meç- hul bulunan Jül Pons Efendiye: Osmanlı bankasına terhin et - mek suretiyle istikraz ettiğiniz (576) lira (86) kuruşun tesviye edilmemesi hasebiyle merhun tah- vilâtm paraya çevrilmesi alacak - h banka tarafından talep edilmiş ve mezkür tahvilâta icraen vaz'r yet olunmuş olmakla bu hususta ve icra iflâs kanununun 103 üncü maddesine tevfikan tarafınıza tebliği munktezi ihabr varakası ikametgâhmızın O meçhuliyetine mebni keyfiyet malümunuz olmak ve mezkör ihbar varakasının tara- fınıza tebliği makamına kaim ol- mak üzere ilânen tebliği keyfiyet olunur. (1899) MA ŞİŞ. TE. Şİ üze e e AR MMA