Er A, YE AP 7 Vakıt'ın Edebi Tefrikası: 49 Öz Baba-Oğul Nakleden : Selâmi izzet Zayif, hastalıklı İhsan, yoksuz- luk, yoksulluk çekmiyecekti. İh- sanın istikbali temin edilmişti. İh- san kurtulmuştu. İhsan mesuttu!| Hilmi Müşfiğin elinde, Ali Nas kinin verdiği mühürlü zarf vardı. Hilmi Müşfik için, Ali Naki ile yüzyüze gelmek bir faciaydı. Fa- kat Kaya Hasana söz vermişti Kalkıp gitti... Kaya Hasanın, Ali Nakiyi tanımış olmasını aklı alm yordu. Buna mana veremiyordu. Kaya Hasan, bu kibar serseriyi, bu iki yüzlü herifi nasıl ve nerede tanımış olabilirdi?.. Hilmi Müşfik, biraz da bunu an| lamak ümidile Ali Nakiye gitti. | Ali Nakiye: | —- Hilmi Müşfik Bey geldi, si» zinle görüşmek istiyor? Dedikleri zaman, biraz sende - ledi, bozuldu... Her zaman, hissi - hakim olduğu halde, bu se- asabına © hükmedemiyordu. Bu namusiyle, faziletiyle, kuvvet- li irade ve seciyesiyle meşhur olan adamın karşısına çıkacağını dü » şündükçe, manevi kuvveti sarsılıs yordu. Aynaya baktı.. Yüzünü biraz sarı gördü. Bu - nun üzerine yanaklarını uğuştur - rim? du, dudaklarının ucuna bir tebes - süm iliştirdi, Hilmi Müşfiğin ya nına girdi. İlk müvacehe sert ve soğuk ol- du. Kısa konuştular. Hilmi Müşfik: — Kaya Hasan... rar gibi bir tavır takındı: — Kaya Hasan? Mahküm o « lan adam mı? — Evet... Ona bir şey vadet - mişsiniz. — Evet. Ali Naki, eski günlerde, Hilmi Müşfiğin oynadığı rolü düşünerek bir türlü kendini toparlıyamıyor - du.. Gülümsiyordu, fakat içi ra - hat değildi. Hiç bu derece heye -! can duymamıştı. Hilmi Müşfik neye gelmişti? Ne soracaktı? Öğrenmek, hakikati meydana sıkarmak mı istiyordu? — Ona çocuğu için bir şey va- dettim. Evet, oğlu beni alâkadar ediyor. Masasının çekmesini açtı, bir zarf aldı, evirip çevirdi, baktı, mu Ayene etti; — Bu zarfta bir senet vardır. senet noterime (yazılmıştır | Hasan sizi, bu zarfı almak için göndermiştir. Acıdığım bir biça- Teye yardım etmekle bahtiyarım.. Bu hediyem, bu hibem, Hasan na- mma değil, oğlu İhsan namma - dır. Siz İhsanın vasisiymişsiniz... rüştünü ispat edinciye ka- dar bu zarfı saklayınız. İhsan! Tüştünü ispat edince zarfı notere le rsünüz, size parayı verir - Hilmi Müşfik, dikkatli dinliyor- Ali Nakinin sözlerinde gizli olan noktaları keşfe çalışıyordu. - — Peki, dedi. Ali Naki zarfı uzattı, mührü gös : >> Zarfı mühürlediğime müte - #eifim, fakat zarfı sizin gelip a - ç acağınızı bilmiyordum. Bilsey - dim, mühürlemezdim. İ »anin tarif ettiği zarftı. Mühürün üstünde tırnak yeri duruyordu... Evet amma, bu işin içyüzü ney- di? Hakikat neydi? Bu işte bir sır vardı. Bu sırrı meydana çıkar - mak lâzımdı. Bunu kim yapa - caktı.? Kaya Hasana, kırmızı balmu - mu, nasıl bir damla kan gibi gö - ründüyse, Hilmi Müşfiğe de, bir kan damlası gibi göründü... Bu zarf, ölümle tehdit eden bir dilsi- ze benziyordu. Sordu: — Bu zarfı ne zaman açabili - 7 — İhsanrüştünü ispat edince. — Uzun zaman... — Evet Hilmi Bey... O zama-| na kadar, zatfı açmamanızı rica ederim. 4 — Bunu ihtara hacet yok. İnsan iki şeye riayet eder: Bir dostun sırrını ifşa etmez ve bir... Ali Naki gülümsedi: — Düşmanın mektubunu açmaz mı, diyeceksiniz? Hilmi Müşfik, süali boşa bırak tr. İşitmemezlikten geldi. Zarfı büyük cüzdanına koydu — Kaya Hasanın oğluna böyle bir iyiliği neye yapıyorsunuz? di- ye sormıyacağım, Bir adamın, vasi yetini yerine getirmek üzere bu - raya geldim. Yapacağımı yap tım. Vazifem - bitti. Müsaade - nizle, Biraz evvel, lüzumsuz bir ben sırf bir ziyaretçiyim... Bura - dan çıkınca, kendi eski adam ola - cağım.. Yani eskiyi unutmıyan, Selim Nazımın babası Nazımın ö- lümünü unutmıyan ve unulmıya - cak olan adam olacağım.. Ali Naki, Hilmi Müşfiğin biran bakışlatı önünde geriledi: — Nazım mı? Aklına bir şüphe saplanmıştı: “Biliyor mu?... Bilecek mi?..,, (Devamı var) Delileri öldürmek Onları yaşatmaktan hayırlı imiş! Bu sene İngilterenin (| Bristol şehrinde toplanan hıfzıssıha kon- gresinde iki doktor, © tedayileri mümkün olmıyan akıl hastalarını, incitmeden öldürmeyi tavsiye etti- ler. Profesör doktor Berry bu çeşit insanlari canavarlaşmış akıl sa- hipleri diye tarif ederek © bunları yaşatmanın doğru olmadığını söy- ledikten sonra şunları ilâve etti; “İnsanlığın bütün meziyetlerin- den, bilhassa akıl ve idrak nime - tirden mahrum olan bu insanları yedirmek, içirmek, giydirmek, ve bunların bülün masraflarını mil- İetten almak için nelüzum var? Bunların bislerini ibtal ederek öl- dürmek daha hayırlıdır.,, Mancister tıp medresesi mü- derrislerinden doktor Henry Head da delilere karşı bu şekilde hare - ket etmenin onlar için bir iyilik o lacağını anlattı, Mesele kongrede münakaşa » #n ? a ç i di Ki İ tozlu bir yoldan yalnızca geçme -| İçerdekiler de çıkmıya kalkışmış Tatsız bir yaz şakası Dün, öğle ile ikindi arası yeği- nik (1) bir yaz şekerlemesinden sonra, içeriler ve dışarılar birer 1ssı dam (2) gibi adamı buram buram terletir ve bunaltırken bâ “Uzak vilâyetlerimizin ibret verici zenginlik ve güzellik) m şımı aldım, serin kırlara doğru u-| zandım. Bir az uzaktaki yol göl) Jandarma kumandanının deline - geli, bol ve buz gibi sulu yığın 4-| cek yerin karşısına koyduğu nö « gaçlığa ulaşmak için iki yönü (3)| betçinin de faydası o olmamış. böğürtlenlik, çorak, tozlu bir yol-! Çünkü mahpusların duvara vu - dan geçiyordum. Yazımbu çok| ruşları bir hile ve gösteriş imiş. sıcak çağında (4) gökde fıkır fi: Onun muhalif tarafından bir tü - kır kaynıyan güneşin yeni erimiş| nel açmışlar ve geceleyin en azılı kurşundan bir dere gibi yere sar *| olanlar eşyaları, sandıkları, yatak- kan kızgın ve titrek yalazları (5)| lariyle çıkıp gitmişler. Kabahatle- yerdeki taşı, toprağı kavurup ke | ri küçük yahut omasum olanlar bap ederken iki yakası sık ve bo-| kaçmamış oturmuşlar sabah ol - dur böğürtlenlerle örtülü çorak,| muş; kimse farkına varmamış. nin ne demek olduğunu bilir misi-| y. o zaman mesele duyulmuştur. niz? Bilmezseniz dinleyin: Bunların bazısını tutup getirdiler. Eni iki, iki buçuk adımlık olan! İçerde bir kısım mahpus daha var bu daracık yolun, daha doğrusu! dı. Jandarma kumandanı bunları genişçe patikanın orta yerine ge-| duvardaki delikten içeri soka » lince baktım ki o yere batası deb-| madığını gelip de anlattı. Hudut reniklerden (6) biri yolun bir kö-| bölüğünden beş altı nefer giderek şesine Aynaroz kadısının kavuğu| bunları içeri koydu ve deliği ör - gibi çöreklenmiş yatmıyor mu? | dürdü. İttihat ve Terakki murah- ince tabanlı iskarpinlörle üstü- | hası bey bunları da kendisinin ka” ne bastıkça ayaklarımın altını kı.) çırmış olduğunu ima ve işaret e - vılcımlı mangal külü gibi yavaş | derek bununla da öğündü. 29 ey- yavaş pişiren kızgın tozun üzeri -| lülde hudut komisyonuna veda et- ne ne de keyifli keyifli yan gelmiş) tim. Erzuruma gidiyorum. Çetin yatıyordu kökü kuruyası! ve sürekli ve şerefli vatan müda - Hani baklava tepisisinde çörek-| faasma koşuyorum, lenip yatan o canım sarığıburma» On ay ve on gün içinde deniz- da bile bu keyfi göremezsiniz, | den 804 mil ve şimendiferle 397 Yolun orta yerindeki yarım döne-| kilometre ve nehirlerde 800 kilo- meçte o andır kalası (7) ile kar-| metre karada hayvanla 1500 ki- sıla r birden durak s)lometreden fazla yol almıştık, Bu am a ele kıpımı ögemi| hesap ii mia ve nehirle- ardamı, sağa mı, sola mı ne a| Tin ve yolların şıklığı hesaba eli düşündüm. Sonra o,| katılmadan yapılari bir hesaptır up uzun, kap kalın debreniğin ip ki hepsi 3600 kilometreyi bulur. İ Türk - İran re iğ hudutlarında | Yazan: Erzincan mebusu Aziz Samih Osmanlı hükümetininihmali karşısında © Şadi ince, sip sivri ve çatal matal dilini bana uzatarak çözülmeğe başla - dığını görünce yallah ettim, ta - banları kaldırdım. Arkama bile bakmadan yüz metre bökemiz (8) Semih gibi, dilim bir karış dışarıda kendimi bir az yukarıda» ki ana ve işlek yola dar attım. Bu kadar uzun ve yorucu seyahat- te arkadaşlarımız ve askerlerimiz- den ciddi bir hastalığa ve kazaya uğrıyan olmadı. Bu seyahatte uzak vilâyetleri- mizin ibret verici zenginliğini gü- zelliklerini gördüm. Hükümetin! buralara ne kadar kayıtsız oldu - ğuna hayret ve esef ettim. Nazır- Köylerde, köye benziyen yaz - larımızın buralara bir kere olsun lık yerlerde yazm doyulmaz gü- gelip görmelerini ne kadar arzu zellikleri, tadları"ile birlikte ara! ederdim. Bizim ihmal ettiğimiz sıra böyle tadından yenmez şaka-| bu yerlere ne kadar iştihalı ve ar- ları da var. Osman Cemal Yukardaki kelimelerin bugünkü dilde karşılıkları: Yeğnik — Hatit (Sivas, Karahisar, Kemah).. Issıdam © Hamam (Dergiden) b XL RG Çağ > Mevsim karşılığı (.,, ) Yalaz — Ziya, ışık, hüzme ( ,, ) Debrenik > Mahlük (Dergiden) Andırkalas:ı - Yok olsun gibi bed- dua (o (Şebinkarahisar) (Dergiden) ——————— Tütün ikramiyesi Beyoğlu askerlik şubesi riyase- tinden: Beyoğlu As. $. de kayitli malü- len mütekait zabitlerle askerlerin ve şehit yetimlerinin 934 senesine ait tütün ikramiyeleri gelmiştir. Tevziatgünleri: Her haftanın pazar günleri öğ- leden sonra malül zabitlerin, her baftanın salı günleri öğleden son- ra malül askerlerin, her haftanın perşembe günleri öğleden sonra şehit yetimlerinin şubeye müraea- sile ikramiyelerinin muayyen gün imalar il, zulu gözler dikilmiş olduğunu pek açık olarak görüyordum. İrakta Küveyt şeyhi, Muhammere haki- mi hakiki hâkimiyeti başka bir hükümet hesabına elde etmeye uğ raşıyorlar. Mentefek şeyhleri ita- atten çıkmıya çalışıyorlar, Ecne - biler bunları teşvik ediyor ve se- mave vak'ası gibi isyanlar çıka - rıyorlar. Basrada bir mebus adeta hükümet kurmuş oturuyor. Hükü- met buna aciz O gösteriyor. ahali hükümete muti fakat ondan hiçbir yardım görmüyor ve bir lâf işitmiyor. Hükümetin halkla ver- gi istemekten başka teması yok - tur. Mukataa usulü ahaliyi yer - leşmekten ve oturduğu yeri imar! etmekten meneden bir eski usul olduğu halde bunun ıslahı kimse- nin fikrini işgal bile etmiyor. Halbuki mukataa (müzayede ve iltizamları bin türlü suiistimallere rüşvetlere yol açıyor âciz kabile- ler İrana kaçıyor kuvvetli kabi «- İelerin (Hevse) adıyle anılan mü- sellâh krt'aları hükümete karşı koymıya kalkışarak asi kabileler meydana çıkarıyor Emmare civa rmd ye « ” Bedi dafaasına | — VAKİT 16 TEMMUZ 1934 mma | Iı Neler gördüm? | İ iğ 1 li zide oturan Benilâm bu s İrana kaçırılmış kabilelerdendi, Buna mukabil Peşti küh valisi kuvvet bularak hududumuzun içir ne geçerek Dicleye kadar olan mıntaka ahalisinden otlakiye na » miyle vergi almağa cesaret edi « yor. Vatanm bu kısmının müda- faasına çok yarıyacak olan urban, aşiretler, cessur, binici, müteham mildir. Halbuki bunlardan hiç is tifade olunamıyor. Basra vilây ti bir fırka için lâzım gelen efra» dı aşayirden tedarik edemiyor tabur mevcudu yüz neferi gi yor. Bağdattaki fırka da ayni halde gibidir. dü Hankine kadar hududun iki ta» rafındaki Oahali çcinsçe Arap ve Kürt ve Türk, mezhepçe sün: ni ve şiidir. Pek az miktarda Ya» hudi vardır. vi Evvelce hasıl ettiğim kanaat hilâfına burada gördüm ki | m tarafındaki Araplar ve Kürtler her hususta bizimkilerden ileri dir. Bazı yerlerde bir kabileden iki tarafta da aşiretler var. İran tarafındakiler ticaret, sanat ve içtimaiyat noktai nazarından di. ğerlerine faiktir. ğ Şiilik buralarda büyük rol oy: nuyor. Müçtehitler ve ahuntla Necif ve Kerbelâ ile hudut sında yüksek faaliyet gösteriyor « lar. Hiç bir mürşide mümer ol mıyan bu çöllerde ahuntlar tatlı dilleri ve musamahalı itikat tel kinleriyle şiilerin adedini e güne çoğaltıyorlar. Şiilerin sün nilere, yani bize olan adavetl ve nefretleri ise bu civarda bet hiyattandır. Arapların ticaret ve sanatla bi yük alâkaları yoktur. Bunlar Ye hudi yahut İranilerin elindedi İranın kumaşları, halı kilimleri, pirinç, yağ, peynir ve sair m lâtı buralarda sarfolunm; ta Hankinden Bayazite kadar © lan hududun iki tarafında ; lif Kürt aşiretleri vardır. İran ai retleri, beylerinin çok müstebidi ne idaresi altımda olmakla ber ber, köyleri toplu vekalabalık, re- fahları göze çarpacak kadar iyi dir. İranilerin meşhur merasim ve iltifatkârlıkları buralara da geçmiştir. Okuyup yazmağa bi yük hevesleri vardır. Bir köyde tesadüf ettiğim aşiret beyinin on yaşındaki çocuğu bizi büyük bi centilmen nezaketiyle kabul etti. Babasınm bulunamadığından iti zarla bizi ikramlara boğdu. Ken disine silâh taşıyıp taşımadığı sordum. Henüz okuyup n bilmediğinden bu şerefe liyaki kazanamadığına müteessif oldu - ğunu anlattı, ge Şimal taraflarında Azerbaycan kısmı kâmilen Türk olup bizim ta rafta da ihtiyat süvari alaylarır teşkil eden muhtelif aşiretler dır. 29 eylülde hudut komisyonuna veda ettim. Erzuruma gidiyorum Çetin, sürekli, şerefli vatan mü- A