17 Eylül 1933 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 5

17 Eylül 1933 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

e Vekıt'in edebi tefrikası: 42 by ! Gönül eni Sustu, Elinin altında, Kayarın eli hareketsiz duruyordu. Baktı, Kaya uyumuştu. Rengi öyle sa - rıydı ki, korktu. Kalktı, bir batta- niye aldı, üstüne örttü: — Allaha ısmarladık Kaya. Mes'ut olmanı temenni ederim.. Seni unutmıyacağım... Gözleri yaşarmıştı. Hıçkırık - larını güç zaptetti. Iğildi, usulca Kayanın elini öptü. A — İçimden geçenleri bilsey * din. Kaya uyuyordu. Günay ilerle. di. Kapıyı yavaşça açtı, son bir defa daha tekrar etti: — Allaha ısmarladık Kaya!.. Ze a — — Ne oldu ya?.. İşinde hiç bu! katlar geç kaldığı yoktu. Neye 8€- cikti?., Günayın annesi merak içinde idi. Kocası onu teskin etti: — Belki bu akşam işi çıkmış - tır, Karısı başını salladı: — Hayır, ne olursa olsun bu kadar geç kalmazdı. Günayın biz- den sakladığı bir < pu Bir şey- 1 ).. Gönlünde bir sır var. Alia geldi geleli çok değişti. Adadan de; geldi. Kocası, baba gözüyle, kızının değişikliğini farketmemiş değildi.. Bir zamanlar gülen ,söyliyen Gü - nay, sessiz, mahzun bir kız olmuş- tu... Gönlündeki derin bir dertle her an mücadele ettiği anlaşılıyor- du... Kazısı devam etti: — Ben çok üzülüyorum. Kızı- muz bida eek mağileme eee N Zünden düşüncelerini dem ablardım. Şimdi hiçbir şey anlar» yamıyorum. Gülüşleri, — bakışları benden bir şey gizliyor. — Yok canım, sana öyle geli - yor, Merdivenlerde ayak sesi duyul- du, — Hah!... şte geliyor. Kapıyı açtı, aşağıya seslendi: — Sen misin Günay?. Alpın sesi duyuldu: - Hayır, benim. — Günayı gördün mü?.. Hâlâ gelmedi. Alp da meraklandı: — Halâ gelmedi mi?.. Nasıl o- Mr? İçsri girdi. Oturdular. Bir müd- det daha, konuşmadan beklediler. Ip dedi ki: Bu aralık kapı çalındı. Üçü birden haykırdılar: — İştegeldi... Ve kapıya koştular. Günay, bitgin bir halde geldi.. Üçü birden sordular: — Nereden geliyorsun?. Günay, dalgın dalgın sordu: — Neden?.. Geç mi kaldım?. Annesi alnını tuttu: — Sen yanıyorsun, dedi, has- mışın?, Günay şapkasını çıkardı: — Hayır, merak etme, bir şe- yim yok.. — Nerden geliyozsun?. — İşlerim vardı. Yazıhanedey- dim. Çıktım. Yaya yürüdüm. Bir az üşüdüm galiba. — Sey yanıyorsun, hemen yat. Günay Başımı salladı: — Bir şeyin vok, merak etme. Beyhüde telâşlanıyorsun.. a siki edge i | ta Ayyy m SELİ -- Gidip aşağı bakayım mı?. | Jzzet j Konuşurken gözlerini yerden | kaldırmıyor, we göz göze gel - memeğe çalışıyordu. Gülümsemeğe | çalıştı, Fakat gözleri yaşardı. : z — Senin bir şeyin var Günay, bizden saklıyorsun. N Günay cevap vermedi: — Ben gidip yatıyorum. Yarım saat dinleneyim. Yemek odasından çıktı. Alp içini çekti: — İşte ada seyranının netice- sil Saim bey başını salladı: — Ne bilirdik... Alp usulca sordu: — Onu bu hale koyan kimdir acaba?. Halasıma bakılırsa, bütün gençler ona kur yapmış, fakat o hiçbirine yüz vermemiş... Fakat bunun aksi bile olsa, Günay itiraf etmez, azametlidir. .— Peki, o çiçekleri gönderen kimdir?. — Bilmiyorum, fakat bunu Gü- nay da bilmiyor.. Esasen bir haf tadır çiçek falan gelmiyor. — Acaba bunun için mi sinir- 12... — Hayır, o adadan sinirli gel- di... Bunun böyle olacağı da pek tabii idi. Bir çocuğa bütün bir pas- ta verilip yarısını ye denmez.. Ço- cuğun gözü öbür yarıda kalır. — Ben de bunu söylemiştim... Neyse, artık olan oldu... Bırakınız da ben Günayla konuşayım. Bel - ki size söylemediği şeyleri bana söyler. Ben onun en yakın arka - la iğ De oylu, sol. gun benizli gencin yüzüne baktı « lar. Günayın annesi: — Bir tecrübe et bakalım, de- di. | İ ! İ İ i o Alp yemek odasından çıktı,! j dar koridoru geçti, Günayın kapı: | sını vurdu. Cevap alamayınca ka- pıyı açlı... Günay kanapeye yüzü koyun uzanmış, yüzünü koluyla kapamıştı. Alp yaklaştı, kanapenin kena- rına ilişti: — Günay!.. dedi. Günay başını çevirdi... Gözleri yaşlıydı. © — Ağlıyor musun?. — Söyledim ya, yorgunum, si- nirliyim... Dinlenmek istiyorum. — İnsan yorgun olunca ağla - maz. Dertli olunca ağlar. Derdin mi var? Devam var) a a a Yeni Amerika sefiri Yeni Amevika sefiri M. Robert | Peet S$kinner'in bugün Semplon ekspresile şehrimize geleceği yazıl mıştı. Diller İstanbulda bir iki gün kaldıktan sonar Ankaraya si- | decek ve Reisicümbür hazretleri * ne ilimatnamesini takdim edecek- tir, —ş—ş iBey olduğu ' kelesinden Fırtına ve kaza Boğazda bir kotra devrildi, içindekiler kurtarıldı Beylerbeyinde oturmakta olan Adapazarı bankasmın İstanbul şu- İ besi hesap memurlarından Cev -! det beyle ayni banka memurların- dan Sabri ve Ekrem beyler yan -| larında Ekrem beyin hemşiresi | Kâmran hanımla amcazadesi Er - 5 AŞK DELİSİ| ———HÜKÜ ir Karaciğay han onları çok bek- letmedi. Yanımda iki (o muhafızla KEŞ İN — VAKIT 17 Eylül 1933 ğa 1) | ın | amaa MDARc€ Yazan : Niyazi Ahmet , — Kraliçe ile papası Gürcüce ko- | İ puşmalarında serbest bırakan Ka» tuğrul Bey ve komşuları İhsan | bodrumun kapısında gözüktü. As- | raciğay han, en nihayet müdahale halde (Beykoz is- bir kotraya (del muşlar. Karşıya oYeniköye geç - mek üzere denize açılmışlar. Fa - kat birdenbire patlıyarak şiddet - lenen rüzgâr kotranın vaziyetini tehlikelileştirmiş. Rüzgâr gittikçe kuvvetlenerek kotrayı iyiden iyi - ye yaslamış. Kotranın içindeki yol cular korku ile ne yapacaklarını saşırmışlar ve yelkenleri indirmek akıllarına gelmemiş... Kotra olanca süratile karşı kı- yıya yollanırken tam boğazın orta- sında birdenbire yelkenleri doldu- ran şiddetli bir rüzgâr kotrayı ala- bora etmiştir. İçindekiler (o feryat ederek denize dökülmüşler ve bo » calamıya başlamışlardır. O esnada civardan geçmekte olan şirketihayriyenin 65 numara- li vapuru ile, Anadolu ajansından Necip beyin motörü kotranın dev- rildiğini görmüşler ve derhal im-! dada koşmuşlardır. Vapurun sandalı indirilmiş, tay falar bu sandalla denizde çırpın - makta olan kazazedelere yardıma | koşmuşlardır, Bu esnada vapurun yolcuları büyük bir telâş ve heye- can içinde vapurun bir tarafına bi rikmişler. Vapur da bir tarafa ya- tarak tehlikeli bir şekil almıştır. Evvelâ Necip beyin motörü kaza bir ikisini sırılsıklam ve yorgun - luktan bitgin bir halde çıkarmış - tır. 65 numaralı vapurun — filikası da kotranın devrildiği yere gele - rek mütebaki kazazedöleri de kur tarmıştır. Kazazedelerden bir kısmı Necip Beyin kotrasiyle İzmit (o meb'usu Süreyya Beyin yalısına bir kısmı kli.Se götürülmüş, kendilerine ku - ru elbiseler giydirilmiştir. Kaza çsnasında Necip Beyle © beraber | bulunan doktor © Emin Rıza Bey| kazadan kurtulanlara masaj ve saire yaparak helecanlarını teskin etmiştir. , Birde sandal devrildi Evvelki gün saat on altıda sıkan rüzgârm şiddetlendiği s1 - ralarda Anadolukavağı civarın- daki Macar tabyaları önünde, sakinlerinden Bedros E- İ fendinin bindiği sandal devril-| mişse de etraftan yetişilerek için- dekiler kurtarılmıştır. Jthalât işlerimiz hakkın- Sarıyer da yeni talimatname Takas usulünün ilgasmdan son | ra yeni bir talimatname hazırlana caktır. Iktisat Vekili Celâl, Ziraat | wekili Muhlis ve İnbhisarlar Vekili | Tenzilâtlı tütün Ali Rana Beylerden mürekep ola - zilâtl satmaktadır. Ve o gün si - İzmir, Samsun ve Mersinde birer | kerler toplandılar. o Cellâtlardan biri elinde alevli bir çıra ile zin- danın içinde koşuştu. Çıra ile mü- teaddit köşelerde ve o vakte ka- dar görünmiyen birçok yerlerde çıralar yaktı. Zindan bir anda a lev rengine boyanmışlı. Titriyen ışıklar kalın ve rütubetli duvarlar- da titreşiyor, korkunç hayalet izle ri çırpınıyordu. Kraliçe Ketevan hiç etrafına bakmıyor, göz kapakları inmiş kı- mıldanmadan duruyordu. Papas Görgi, görünce, bir sevinç alâimi göster- di. Ona doğru döndü. Ellerini ö - nünde kavuşturarak yalvardı. — Bize kıyma, istediğini yapa“ cağız... Karaciğay bir kahkaha fırlat. tı. Bu kahkaha kraliçe Ketevanı | yerinden sıçrattı. Bu ses ona o ka- dar iğrenç ve korkunç gelmişti, ki gayri ihtiyari başını çevirdi. Ka - raciğaya bakmadan papas Görgi- nin ellerini kavuşturmuş yalvar -| makta olduğunu gördü. Kraliçe beyninden vurulmuşa döndü. Vü - cudunda kaynar su dolaşır gibi bir hararet hissetti. Papas: — Ne dersen yapacağız.. Her şeyden vazgeçeceğiz; yalnız bizi öldürme... diyor. — Görgi... & Buses, herkesin başını bir sa- niyede kraliçeye çevirtmişti. Kra- liçe, insan sesini pek andırmıyan ve gırtlağını parçalıyan bir gay- retle bağırmıştı. O kadar sert o kadar âmirane idi ki, şu anda hiç bir emre salâhiyeti olmıyan Kete- vanın bu bağrışı papasi yerinde mıhlamıştı, Bir an şaşkınlık devre- si geçirdikten sonra minnettar göz lerle kraliçenin yüzüne bakmıya başladı. Ne söyliyeceğini toparlı- yamadı. Ne Kara oğlana yalvarı- yor ,ne de kraliçeye bir şey söyli- yebiliyordu. Çünkü kraliçenin ba- kışlarında her şey okunuyordu. Bu bakışlar; — Görgi, Gürcüler namus ve şeref uğruna ölümden korkmaz - lar.. Yalvarmak şerefsizliğini, al - çaklığını gösterecek misin?.. de - mek istiyordu. Evet... Görgi ölümün karşısın- da belki bunu yapacaktı. Fakat, yüksek ruhlu kraliçesinin keskin bakışları kalbinde garip bir titre me uyandırıyordu: — Kraliçem, dedi. Sevgili kra- liçem... Altmış yaşındayım... Ö - lümden korkmuyorum... Fakat bu şekilde ölüm çok korkunçtur. Düşününüz, çok düşündükten sonra karar veriniz. Sizin ne iyi kalpli olduğunuzu bilirim, fakat... — Görgi... Muhterem (peder. İşi oluruna bırakınız... Allah iste- diğini yapar.. İsyan etmeyiniz... Kraliçenin sesi o kadar tatlı, o kadar içten geliyordu, ki sanki Italya tütün rejisi tütünlerden | rak teşkil edilen komisyon tetkika | bunları söylerken ölümün kucağı- bazılarmı muayyen günlerde ten -| tını bitirmek üzeredir. İstanbul, | na atılıyordu: — Kaç kral öldü, kaç kraliçe. Karaciğay hanı | İ garaya “tenzilâtlı,, damgası vurul- | i maktadır. Satış ve alâka noktai nazarın - dan çok rağbet gören bu usulün bizde de tatbiki için inhisar idare- si tetkikatta bulunmaktadır. vi komisyon teşkil edilecektir, Ko - | Bunların içinde vatan ve namus- misyonlar mıntaka ticaret müdür- | ları için ölenler daima kalpleri - lerile ticaret odaları umumi kâtip. | mizde iyi hatıralarla © yaşıyorlar. leri ve gene ticaret odalarından iki | Memlekete hıyanet edenleri lâ - âzadan mürekep olarak çalışacak» | netle anıyoruz. Bizi de lânetle an- Tardır. masımlar... i s N etti. Kraliçeye: — Sizi tecrübe etmiyoruz de - di. Israrınız bize kâfi miktarda kanaat verdi. Öleceksiniz.. Kraliçe, kımıldamadı. Bir sa « niye sükütla geçti: > — Beklemeyiniz, dedi. Kanaa- İ tinizde aldanmıyorsunuz, öldürü ii İ nüz... i Karaciğay han, birkaç dakik; evvelki gibi korkunç bir kahkah daha attı ve alaylı bir eda ile: — Acele etmeyiniz, dedi. Ona da başlıyacağız. Fakat yavaş ya vi İ VAğan | Ketevan, o anda kat'i Okan getirmişti ki, kendisini o tasa' ir edemsdiği bir işkence ile öldüre ceklerdi. Bunu, o vakte kad i- şünememişti, Birden parmaklarını u; mıya başladı. Yerde madeni bir | parçanın yuvarlandığı ve ses çı . kardığı duyuldu. Bu, altın bir yü. züktü, Karaciğay han, şimşek sü- Ni ratile kraliçenin ellerine yapışı bağırdı: — Kurnaz... Zehirlenmek ha. ha haha... ç 2 ve üzü- Evet... Ketevan kraliçe : günün içinde sakladığı zehri yuta» cak, onun vereceği ıstırabı bir lü tuf bilerek kıvranıp ölecekti, F i. yüzüğün taşını, kolay koparama » mış ve zehi Karaciğay üzerine ta ; İıncıya kadar yutamamıştı.. Karaciğay, yarım pirinç tanesi i kadar olan zehri muayene ediyor ve kesik kesik kahkahasına devam ediyordu: — Rahat rahat ölmek öyle mi7, Hayır....Güzel kraliçe, bunu yapa- mıyacaksın... Cellâtlara seslendi: — Hazır mısınız?.. — Hazırız efendim, Sonra papasa döndü: — Nasıl dedi, bu şişlere I mül edebilecek misin, yoksa müze geliyor musun... Kraliçe, papasın gözlerinin içi ne bakıyordu. i Papas cevap veremedi. Karaciğay etrafındaki adam ra baktı ve kraliçeyi işaret Üç kişi birden kraliçenin ü atılmış, ellerinden yakalamışlard (1) Cellât yardım etti, Orta; zun bir masa getirdiler. Bu m 2 tertibatlı idi. liçeyi oturttu! r ve yollarından, ayaklarından b ağ /ladılar. oi | Karaciğay: ei — Elbiselerini soyunuz, ded Cellât, hiç kımıldamadan liçenin elbiselerinin düğme / çözmiye başladı. O vakte ka: hiç sesi çıkmıyan kraliçe itiraz et ti ve yalvarır bir tarzda: f — Elbisemi çıkarmayınız, di. Bari bu arzumu yerine Cellât: — Olmaz, dedi. Elbiseli vücu- du dağlıyamayız... ha i — Yapmayınız, ye nız, istediğiniz gibi yakınız, fakat çıplak soymayınız.. gd (Devamı var). (1) Histojve moderhle de Ja Georgie, cilt Ul, birinci kısım sa « yıfa 116, s. Pp die eN

Bu sayıdan diğer sayfalar: