e | ç : kt | İ F —— a Dünyada ve Türki- yede sinemacılık ne vaziyettedir? Bundan iki hafta evvel, Halk Fırkası umumi kâtibi Recep Bey Alayköskünde yaptığı bir görü mede, fırkanın sinema işleri ile yakından alâkadar olduğunu söyledi.. Çok güzel düşünülmüş olan bu teşebbüsün yakında müspet neti- celer vermesine inlizaren, bura - 'da, umumi olarak sinema sanayii- nin verdiği eserlerin bir “senar - yo,, sunu yapacağım. Bugün diyebilirim ki sinema, hepimiz için bir ihtiyaç olmuştur. Sinema, sade bir ihtiyaç da de - ildir. O, geçen asır edebiyatları - mın, bir aksülâmelidir da.. Daha açık söyliyeyim: Geçen asırlarda, hattâ daha düne kadar, hepimiz, Dostoyevski, Ibsen, Bal - zak, Edgar Poe, Bodler gibi mu- harrirlerin tesiri altında bir haleti ruhiye içindeydik. Bu adamlarda kendilerinden evvel gelmiş olan Şekspir'lerin, Göte'lerin tesirlerile insan ruhu - num en derin taraflarını araştır-|5 mışlar, karıştırmışlar, âdeta rahat- $ız edercesine, bize,kendimizin ne fc“a adamlar olduğumuzu gösters mislerdi, Vakıa bu, büyük bir şey»! di. Yalnız, netice olarak bize ne kağandırdılar?. Biraz düşünürsek, azap.. kendi kendimizden nefreti... Öyle bir zaman olmuştu ki, ken dini filân romanın filân mütever- rim kahramanına benzetmek mo- da haline gelmişti; O öksürürken mahsus dişini kanatarak kan tü- kürenler, Manon Leskovari aşk - Jar; en küçük hâdiseleri facia ha- / aza a Ve 3 İline getirenler çoğaldı. j İşte nasıl cazbant, Vagner ve Debüssilerin, o spor bu asırların bareketsizliğinin birer aksülâmel - leri olduysa, sinema da bu edebi - şyatın mümessili, olan üyatronun Faksülâmeli oldu. Bilhassa, Ame - Lırırken, ortaya sesli filmler çıktı, | bu propağandanımn önüne, lisan | meselesi dolayısile geçilmiş oldu.| O da bir dereceye kadar, ve an cak içtimai ve iktısadi şartları, Tikalıların (buldukları © “happy! iç olmazsa birer stüdyo yapmağa | and,, usulü, bunun en güzel nü -| müsait memleketlerde. e Bununla | “munesidir. beraber, Amerikan film tesirin “ den Sovyet Rusyadan başka ( hiç| bir memleket kendini tamamen kurtarmış değildir. Bugün sinema, bütün dünyada” ki halk tabakalarına, fenanm da- İma cezasını çekeceğini, aşkın her zaman iyilik ile beraber muzaffer | ,olacağmı göstermekte; bol hava, bol ziya, gençlik, neş'e, kuvvet ve “hareket, hodbinlik aşılamakta, bu- günün adamına, bilhassa Umumi harp ve iktıradi buhran ile manen olduğu kadar maddeten de Gtiz - lenmiş insana en lüzumlu ve fay - dalr bir ilâc olmaktadır. Fakat sinemanın bu kuvvetini, göze hitap ettiği için yapacağı ve yaptığı tesirin şiddetini (derhal Bundan evvelki asırlarda, gü - zel san'atlar nasıl bir milletin öte- ki milletler üzerindeki faikiyetini temin ediyordu ise, bugün, film sanayii kuvvetli olan milletler, ö - tekilerine, kendi hususiyetlerini, | kendi görüşlerini aşılıyorlar, onla»! rı bir nevi fikri ve içtimai müstem- lekeleri haline sokuyorlar. Yukarıda da söylediğim gibi, Sovyet Rusya, bu hakikati derhal kavramış olan Amerikalılar ve da- | anlamış, ve inkılâp yaptığı gün - ha sonra Avrupalılar ve daha son- | denberi, kuvvetinin en büyük kıs- ra da Sovyetler onun ne dehşetli | mmı, sinemaya vermiştir. bir silâh olduğunu anladılar. ve bu Bugün Sovyet Rusyada “15, silâhla, propağançlaya başladılar.. | sinema fabrikası, bir sinema Da- Evvelâ, bunu Amerikalılar yaptı | rülfünunu vardır. 1932 senesinde, lar ve film sanayii vasıtasile, he - | kırk sesli, üç yüz kadar da sessiz men dünyanın her tarafını Ameri- | büyük film yapılmıştır. kalılaştırdılar. Fakat asıl mühim olan, Sovyet Bugün hâlâ, bir çok yerlerde ve | Rusyadaki meşher, klüp, mektep Türkiyede bu tesiri (o görüyoruz . | ve köy sinemalarınm sayısıdır. Bir Sevişmemiz, giyiniş tarzımız — | fikir verebilmek için şu istatistiği gençlerin— hemen hemen Ameri- | neşrediyorum: kalılarınki gibidir.. Sene Şehir Klüp Mektep Köy Amerikan film sanayii, dünya- | 1922 180 20 j ril il «(1931 Görüp işitmedikleriniz ve işitip görmedikleriniz Bir çok filmlerde, “ Fransızca bilmiyen bir artisti Fransizca, İngilizce bilmiyeni de İngilizce konuşurken görüp işitiyoruz. Çünkü, bu artistler oynarken onlar hesabına konuşan takat perde arkasında kalan başkaları vardır. Meselâ, şimdi yukarda resimlerini gördüğünüz Greta Garbo ile Joan Cravford, (Grand Hotel) filminde oynamışlar, Fransızca nüshası için onların hesabına, Claude Marey (solda) Isabelle Klonkovsky (sağda) konuşmuşlardır. Bu seslerini işitip kendilerini görme- diğimiz meçbul kadınlar, acaba bizzat görünselerdi, acaba seslerini ödünç verdikleri artistlerden daha az mı muvaffak olurlardı ? Belki evet, belki hayır ! Vepa Bu rakamlar, 1932 sene niha - yetinde şu kadara çıkmıştır: Köylerde 23151 sinema, şehir -| lerde ise 7600 sinema vardır. Bu, son beş sene zarfındaki terakkiyi, köyler için yüzde 628, şehirler i- | çin yüzde 157 nisbetine çıkarır. Sovyet Rusyada 1932 senesinde şehirlerde sinemaya giden halkın sayısı 560 milyon, köylerde ise 419 milyon kişidir. Sinema sana - yii ise beş sene içinde 70 milyon ruble basılâttan 388 milyona çık- mış ve yeniden iki fabrika ile dört! film şeridi fabrikası, birde tren hattında işler, seyyar sinema fabri kası yapılmıştır. » # » Gelelim Türkiyeye.. Bugün nü - fusu 17 milyon tahmin edilen Tür- kiyede 98 sinema vardır. Bunlar - dan 51 tanesi sesli, üst tarafı ses - sizdir. Bu 98 sinema 58 şehirde - dir. Aşağıya yazıyorum: SESLİ SINEMA OLANLAR : Ankara, Istanbul, İzmir, Edir -| ne, Adana, Bursa, Balıkesir, Es - kişehir, Samsun, Trabzun, Mani - sa, İzmit, Mersin, Ödemiş, Akhi- sar... SESSİZ SİNEMA OLANLAR: İstanbul, İzmir, Balikesir, Af - yonkarahisar, Antalya, Kastamo - | sinemalarda gösterilmek © üzere | bilir. uu, Diyarıbekir, Edremit, Gazian - tep, Kars, Giresun, Konya, Milâs, Ordu, Nazilli, Tekirdağ, Sarıka - | bir cevap vermek ve “stüdyolar te- | birer bahis olabilir. Uzatmak ist9 mış, Erzincan, Siirt, Söke, Salihli, Rize, Urfa, Uşak, Muğla, Merzi - 1600 4000 400 16000) fan, Kirmasti, Kayseri, Hadam- yy yy yy yy yy yep yy yg yy gg Ea İİ köy, Erzrum, Çanakale, o Çorlu, Zonguldak, Bolu, Denizli, Ezine, | ! Adapazar, Aydın, Alaşehir, A- ! masya, Dinar, Çarşamba, Çorum, | i Tire, Tokat. Hiç bir köyde, bir tek sinema - mız yoktur. Yukarıda isimlerini saydığımız şehirlerdeki sinema - ların çoğu da muntazam bir su - rette çalışmazlar.. Asıl sinema fa- aliyeti Ankara, Istanbul, İzmir gibi üç büyük şehirdedir. Yapılan vasati bir hesaba gör: Türkiyede bir senede sinemaya gi- | den halin yektinu on üç milyon kadardır, Fakat bu rakam üç bü: yük şehrin dalın doğrusu hemen hemen İstanbula ve © İstanbulun Beyoğlundaki sinemaları tarafın - dan temin edilir. Filhakika, Bey- oğlunun, büyük, birinci sınıf yedi sinemasına, . her cuma 30,000 kişi gitmektedir. Buna nazaran.. Buna nazaran yapılacak bir şey var, Biz de, film sanayiimizi inki- şaf ettirmeğe ve memleketin : her tarafında, şehirlerde sabit, köyler de hiç olmazsa seyyar sinemalar yapmağa çalışmalıyız. — Fakat, diyeceksiniz, yuka - rılarda, ecnebi filmlerin propa - ğanda yaptıklarını söyledik, Bu film nereden bulacağız?. ! Bupek haklı suale, havadan sis edelim,, demek kolaydır am ma, bu şimdilik kabil değildir. Bir gazete sinema | salonları açıyor Pariste çıkan Paris - Soir ga * zetesi, gündelik havadislerini ve telgraflarını okuyucularına gös * termek için, parisin muhtelif yer” lerinde on iki sinema salonu aç * mıştır. Yavaş yavaş Fransanın bütün gazeteleri kendilerine birer sine * ma açıyorlar ve filmle havadis al- ma makinelerile aldırdıkları ha * vadisleri buralarda gösteriyorlar. Journal ile Intran'ın birer sine * maları esasen vardı. Bununla ü « çüncü oluyor. İ Annabella nerdesin ? Annabella'nın “14 Temmuz,, i ve “Mari, Macar hurafesi,, isimli iki filmi birden Berlinde göste * rilmiş ve o kadar büyük bir mu « vaffakiyet kazanmıştır ki; bir bes- tekâr; onun hakkında bir şarkı yapmıştır. Bu şarkı şöyledir: Oh! Annabelle, vo bitiet da? Oh! Annabelle, we bist du? Yani; Oh, Annabella, nerede kalıyorsun” Ol, Annabella, neredesin? Bütün Berlin halkı şimdi/bu şarkıyı söylemektedir ve her bar- da, cazband bu şarkıyı çalıyor. Valânsiya yıldızı Liane Haid “Valensiya yıldızı, isimli filmde başrolü oynuyor. Bu film Almancadır. Fransızca nüs « hası da vardır. Bu nüshada Dani- öle Parlo başrolü oynuyor. a milli fileler, havadis gazetesi gi- bi, Elhamrada o gösterilmiş olan “Karagöz,, gibi filmler yaparak, ve bunları, kontenjan usulu ile her sinemada göstermeğe mecbur ederek işe başlamalıyız. Kontenjan, dedim, zira, konten jan sadece ihracat için tatbik edi” len bir usul değil, yerli mamulât: da kullandırmağa mecbur edef bir usul. Nitekim, Avrupa hükü * metleri, Amerika filmlerine karş bu sistemi tatbik etmektedirler. Havadis gazetisi,, üzerinde de durmak isterim. Pekâlâ biliriz ki, Türkiye geniş bir memlekettir, na“ kil vasıtaları pek azdır. Trabzon da oturan bir vatandaş, Edirnede veya Adanada oturan bir vatanda | şın yerli adetlerini, yaşama tarzl# rını bilmez ve gidip görmek imkâ nı yoktur. Bir “havadis gazetesi, ise, bunların sinemalarını alır, öte kine gösterebilir, bu suretle harsi yardımlarda da bulunabilir. Bizde, en mühim olarak yapıla cak şey, bir sesli film müzesi kur” maktır. Bu müzede, büyük adamla! rtmızın tarihi nutukları sesli filme alınarak saklanabilir. Yani bu s4 retle, sözleri ve resimleri, gelecek nesillere de dinlettirilip gösterile” », 4 Bu notların her bireri ayrı ay”* mediğim için kısaca yazdım. He buhlar biribirinden ayrılamaz bs” v ara İl ele e di an Tm. — » DB. ma Ed