10 Nisan 1939 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

10 Nisan 1939 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

10-4:1939 — [ HAYAİ SEUSIHAT ] Şeker hastal Onun adı ensülin olduğunu bil- miyen artık yok gibidir. Şeker has- talığına tutulanların sayısı arttıkça, yemekten önce kendilerine bundan şırınga edilenler de o kadar çoğal- dı ki bunu görüp de, şırınganın i - çinde ne olduğunu bilmiyenlerden bazıları: eç — Acaba rakının yerini tutuyor da yemeğe iştah mı, yoksa bazı başka şırıngalar gibi sadece keyif mi veriyor ? Diye soruyorlar. Vakıa ensülinin yerine göre iştahsızlara iştah ver - diği de şüphesizdir. Keyf ver i gelince, onu da verir ama öteki şı - rıngalar gibi insanı sersem eden, öl- dürücü keyif değil, yaşamak keyfi- ni verir, çünkü onun en büyük tesi- ri kanı zehirliyen, hayatı kısaltan fazla şekeri eriterek şekerli hasta- nın kanındaki şeker Mmuvazenesini temin etmektir. Bu devanın henüz pek yeni oldu- ğunu da elbette bilirsiniz. Doğum tarihi 30 temmuz 1921 dir. İnsanla- rın bir anası bir de babası olduğuna karşılık onun iki babası vardır: ka- nadalı Banting ve Best adında iki hekim. Binlerce insanın ömrünü u- zatan bu ilâcı bulduklarından dola- yı onlara, iki yıl sonra, Nobel mü - kâfatı verilmişti. Bu iki hekim en büyük mükâfatı almakla beraber keşfin şerefi büsbütün onların de - ğildir. Daha 1877 yılında, fransız heki- mi Lansro şeker hastalığı ile pank- reas hastalıkları arasında mü - ığının devâsı yazacak hekim tayin eder. Fakat o kadar uzun emeklerden sonra mey- dana çıkan bu ilâcın tesirlerini has- ta olan da olmıyan da öğrenebilir: Ensülin şekerli hastanın kanın - daki fazla şekerin nispetini azaltır, böbreklerin şeker çıkar ma- D Ka ç Foi Kongre ve Sergi dolayısiyle Neşriyatımız ne âlemde? kitap gazete okuyor muyuz? N eşriyat kongresi ve on yıllık neşriyat sergisi hazırlanır - ken, kültür hayatımızın içinde bu- ni olur. Böbreklerin şekere taham- mül etmek kudretleri arttığınd. lunduğu şartları en veciz bir şekil- de ifade edecek olan kitap, gazete kanda şeker biraz fazla bile olsa böbreklerden çıkmaz olur. Zaten bu ilâç kanda fazla nispet- te kalan şekeri karaciğerde ve ada- lelerde biriktirdiğinden o fazla şe- ker kanı ve vücudu zehirliyeceği yerde, lüzumunda işe yarıyacak bir ihtiyat gıda haline girer. Şekerli hasta en ziyade vücudu- nun ekşi Ti ve d korkar, halbuki ensülin bunların i- kisine de mani olur. Mikroplu hastalıklara karşı mu- kavemeti arttırır, şekerli hastanın korktuğu şeylerden biri de o türlü hastalıklara karşı mukavemetsiz ol- masıdır. Şeker hastalığı insanı zayıflatır, halbuki ensülin kullanan şekerli hasta semirir, kilosu artar... Şeker- li hastanın nefesi daralır, bu ilâç daha ferah nefes aldırır. Sözün kısası, ensülin şeker hasta- lığında eksik olan bir hormonu ta- mamlıyarak bozulan işlerin hep- sini düzeltir. İnsan şeker hastalığına tutulun - ca, bu kadar tabii ve faydalı ilâcı bet bulunduğunu gösterdikten son- ra 1889 yılında iki alman hekimi, Mering ile Minkovski lâbortuvarda bir köpeğin pankreas uzvunu çıka- rarak şeker hastalığını tecrübe ile meydana getirmişlerdi. Ondan sonra, pankreasın şeker hastalığımna ilâç olabileceğini bul - mak kalmıştı. Onu da ilkin hayvan- lar üzerinde tecrübe ile ispat eden hocamız Hedon'un işlerine biz de şahit olmuştuk. Daha sonra başka hekimler şeker hastalığına karşı devanın o uzvun neresinde buluna - cağını öğrendiler. O ilâcın pankre- asta Langerhans adacıkları denilen küçük parçalarda bulunacağı an- muglaşıldığından Şöfer adında bir he - im, lâtince insula (ada) kelime - inden, adını bile l u. Yalnız, adı hazır olan bu ilâcın kendisi büs- bütün saf bir halde çıkarılamıyor- du. Buna kanadalı hekimler muvaf- fak oldukları için en son şeref on- ların oldu. Belki, canınızı sıkmış olan bu tafsilâtı kanadalı hekimlerimin ka- zandığı mükâfatı haksız bulduğum için yazmadım. Dünyada büyük iş- lerin hepsinde olduğu gibi, ilmin büyük keşiflerinin de bir çok a - damların biribiri "kf"m.i“ b ci yıllar ç.h,!mılırl netşceıınfle mey- dana çıktığından bir misal da- ha göstermek için kaydettim. Bir a- damın dehası uzun yıllar lıbırdîn sonra meydana çıkar, c_lerler. Büyük bir keğif de bir çok ilim adamları- nın uzun yıllar sabırlariyle kemale beğeii tutulmuş olan, hastalığma tutu'muş O, lıiıışıe îş;"_ oluugı, tabildir ki, bu i- lâcı kendi kendine kullanamaz. O: nun şıringa edilecek miktarını, şı- rınganın zamanını ancak reçetesini kull Örbe Sbmağl aa aa ne yazık etmiş olur. G.A. — Hifler'in yaş gününde bulunacak heyetler Budapeş'te, 9 aa. — Alınan haber- lere göre, başvekil Teleki ile harici ye nazırı Osaky, Berlin'e yapacak- lari ziyareti Hitler'in ellinci doğum yıldönümü şenliklerine tesadüf etti- receklerdir. Bulgar heyeti Sofya, 9 aa. — Hitler'in doğumu- nun 50 inci yıl dönümü münasebetiy- le Berlin'e gidecek olan Bulgar hey- eti, şu zevattan mürekkeptir : Maliye nazırı, İktisat nazırı, Erkâ- nıharbiye reisi, hava kuvetleri şefi, donanma şefi, Sofya belediye reisi.. YENİŞEHİR ULUS sinemasında OLİMPİYAT GENÇLERİ muvaffakiyetle devam ediyor Seanslar 14,30 - 16,30 - 18,30 ve 21 de 12,15 ucuz matinesind lara ait r ları den geçirmek, kültür bakanlığının teşebbüslerinin ne kadar yerinde ve lüzumlu olduğunu anlatacaklardır. Bugünkü neşriyatımız, bizi, oku- yan bir millet saydırabilir mi? Enternasyonal mikyaslara göre yerimiz nedir? N Neşriyatımızda evelâ ne afıya - cağız? Miktarı, kalitesi? Bunların hepsi bir tarafa; fakat aradığınız kitabı bulabiliyor musu- nuz? Fiyatlar çok pahalıdır? Yoksa ne kadar ucuz olursa olsun henüz o- kuma ahlâkımız kurulmadı mı? Bu suallerin cevaplarını sordu - ğunuz her alâkalı, meseleyi kendi zaviyesinden mütalea — edecektir. Çünkü bizde bu işin o kadar çok ve karışık safhaları vardır ki, bunları telif etmeden bir netice çıkarmak hemen hemen imkânsızdır. Muhakkak olan taraf da şudur: henüz tam okuyan bir millet sayı- lamayız: bir çokları aradıkları ki- tapları bulamadıklarından şikâyet etmektedirler; fiyatlar başka mem- leketlere göre bahalıdır... Bu hüküm nereden çıkıyor? evelâ şu rakamları mukaye- se edelim: Türkiye nüfusu, son me- bus seçiminden de anlaşıldığı gibi, 17 milyonu aşmıştır. 915 nüfus sa- yımına göre bu nüfusun yazma o - kuma bilen kısmı, yüzde 26 yı bul- muştur. Bu nispet, her vilâyette ayni değildir: meselâ bilhassa bazı şark vilâyetlerimizde yüzde 5 şe kadar düştüğü gibi, meselâ Anka- ra'da da yüzde 61.8 zi buluyor. Dört milyon yazma okuma bilen insanın yaşadığı bir memlekette günde kaç gazete satılması lâzım - dır? Misali kendimizden değil, bir komşu memleketten, meselâ Bulga- ristan'dan verelim. Bulgaristan'dâ gazete ve kitap baskı ve satışına da- ir Argus bulgarın verdiği rakam - İar arasında sabah tabı 60, akşam tabı 40 bin olan gazeteler, yirmi bin basan kitaplar olduğunu oku- yoruz. Türkiye için, henüz, üç bin tabılı kitap ideal, yirmi bin istikrar- lı gazete satışı çok iyi sayılan sevi- yelerdir. ve l göz - Fakat bu, hiç bir zaman, bizde neşriyatın inkişaf etmediğini anlat- mamalıdır: türk harflerinin onun- cu yılında, arap harflerinin yüz yılda kazandıramadığını çoktan aş- mış bulunuyoruz. Gündelik gazete- lerimizin yekün satışı, on sene e - vel kırk bini güç doldururken bu - gün bu rakam, yüz elli bine yaklaş- maktadır. Kırk bin basan magazin- lerimiz, gene bu rakamı aşan çocuk mecmualarımız vardır. Fakat bü - tün bunlar, bugün için üzerimizde- ki az okuyan vasfını silip kaldıra- STAT İLAHLARI Telefon: 2193 ştır. Bunu da tabii görmek lâ- zım... İnkılâpların en güçlerinden ve muhakkak uzun zaman istiyenle- rinden biri de budur. İçimizdeki şeytan Teftrike No: 8— Yazan: Sabahattin ALİ: Bedri: e “Derslerde hepiniz beraber olursanız tabii da- ha faydalıdır. Fakat dikkat etmek ve gevezeliğe başlayıp büsbütün zararlı olmamak şartiyle!” De- di. : Çocuklar susmakta devam e_thler- _ Bedri Macide'ye dönerek, lâf o!ıun diye: “Mektubu unutmadın ya!” Dedi. BN Genç kız birdenbire kıp kırmızı oldu."Mııı'lıı, bir şaşkınlığa düştü. Öteki çocuklar da.önlerine bakıyorlar, hem kızarıyor, hem de gülmemek için dudaklarını ısırıyorlardı. Macide duyulur, duyulmaz bir sesle: “Mektubu müdür bey aldı efendim!” Bedri olduğu yerde kalarak sordu: “Ne münasebet?” “Bilmiyorum efendim! Dün daha bahçe kapı- d ikmadan arkamdan koşup geldi. Sizin bi- raz evel bana verdiğiniz mektubu istedi. Zı.rfı kendisine verirken “Ne var bu mektupta!” .Dıy. sordu. “Bilmiyorum, postaya atmak için Bedri bey veı'di" p DKT o zarfın Üstü ü okudu. “Pe- ki peki... Hadi git, bir daha böyle postaya "meştup filan götürme!” Dedi. Sonra mektubu üçüncü sı- tan Enver'le yollamış.” w Bedri sesini çıkarmadı, çarşıya gelmişlerdi: — «Hadi, güle güle!” Diyerek ıı'lebelerindon ay- SAi ise y K Tim ,"-,'A.* K St Dedi. e A BC SE rıldı. Ekseriya kahveye girdi. Başka mekteplerin hocaları da dahil olmak ü- zere, bütün meslekdaşları burada gibiydi. Kimisi pastra, kimisi tavla oynuyor, bir kaç tanesi de oy- nıyanları seyredip iki tarafa yardım ediyordu. Uzaktaki bir köşede müdürün iskambil kâğıdı karmakta olduğunu gördü. Sağ ayağını altına al- mış ve l yanına koy Ara sıra sol e- liyle saçsız başını kaşıyor, sonra tekrar kâğıtlarla meşgul oluyordu. Bedri'yi uzaktan görünce evelâ görmemezliğe geldi, fakat onun kendisine doğru ilerlediğini farkeder etmez o tarafa başını çevire- rek: “Buyursanıza kardeşim! Şöyle gelin! Ne içer- siniz?'” Diye ikramda bulundu. muallimlerin doldurdukları bir Bedri: “Teşekkür ederim!” Dedi. “Bir şey içmiyece- ğim. Yalnız sizinle h biraz h k istiyo- rum!” Diğer muallimler kahveye pek uğramıyan bu oyun bozana iç sıkıntısı ile baktılar. Müdür: “Baş üstüne kardeşim, istersen şu partiyi biti- riverelim!.... Acele mi? Pek âlâ!” Yanındaki seyircilerden birine dönerek: “Hadi bakalım, benim yerime bir el oynayı- ver. Dikkat et ha... İki partidir içerdeyim!” Dedi. Yerinden kalktı. Nispeten tenha bir köşeye gittiler, Türkiye'de son bir senede kaç kitap çıktı? — Gazete- lerimizin satışları — Mukayeseler — Hangi çeşit ki- taplar fazla basılıyor? — Fiyatlar nasıl? — Kongre- den neler beklenebilir? — Okuma dâvamıza dair bir- kaç rakam... ) Rakamlarımızı, maarif vekâle- ti basma yazı ve resimleri derleme direktörlüğünün son neş- retmiş olduğu 938 senesi ilk altı a- yına ait olan “Türkiye bibliyoğraf- yası'ndan vereceğiz. Bu kitapda, memleketimizin bütün neşriyatı, ü- zerinde esaslı bir emek harcanmış olarak vardır. 938 zin ilk altı ayında çıkan bü- tün kitapların sayısı 1287 idi. Bu umumi rakamın 1224 dü kitap ve ri- sale, 13 çü harita, biri levha, 49 zu notadir. Kitap, çok şümullü bir kelime - dir: içine bir çoklarımız için bü- yük değeri olan, bir çoklarımız i- çin de üzerinde uzun boylu durul- mıyan bütün matbualar giriyor: 1224 rakamı, hiç de azımsanmıya- cak bir rakamdır. Fakat bu miktar © kadar çok nevi ve çeşit taksimine uğrıyor ki, bazan, bilhassa ihtisas ve meslek neşriyatı üzerinde aradı- ğınızı bulamıyorsunuz : “— Eğer lisan bilmeseydim işim üzerinde okuyacak kitap bulamıya- caktım!” şikâyetini, işin mahiyeti- ni bilmeden haksız bulmayınız. Şimdi bakınız, bu 1287 rakamı, kitapların mahiyetine göre nasıl bulunuyor: 9 felsefe, 10 din, 528 sosyal ilimler, 16 filoloi, 41 nazari ilimler, 284 tatbiki ilimler, 83 gü- zel sanatlar, 192 edebiyat, 101 tarih, 23 umumiyat. Kitap neşriyatımız için yapılan bu umumi tasnif, bir ikinci bölüme daha tâbi tutulmaktadır: meselâ felsefe bahsinde kitaplar; felsefi meslekler, metafizik, psikoloi, man- Yazan: (emal KUTAY tık, ahlâk Şşubelerine ayrılmıştır. Neşriyatımızın zenginliği bu ba- kımdan, yani mahiyet itibariyle çe- şitlenme bakımından, devamlı ola- rak artmaktadır. On beş sene evel “veznedarlar parayı nasıl saymalı - dırlar?” diye kitap basmak bir man- tıksızlık ve bu kitabın müşteri bu- labileceğini sanmak bir hayal ad- dedilirdi. D ergiler ve gazeteler bahsine geçiyoruz: 937 nin ikinci al- tı ayında 1164 den, 938 zin ilk altı ayında 1287 ye yükselen kitâp sa- yısında olduğu gibi, gazete ve mec- mua sayısında da bir artış vardır. 937 nin ikinci altı ayında 156 olan mecmua sayısı, 938 zin ilk altı ayın- da 183 çe; 126 olan gazete sayısı 128 ze çıkmıştır. İkinci bir hususiyet de, bu neşri- yatın İstanbul ve Ankara gibi bü- yük merkezlerde tekâsüf etmiş o - lan vaziyetini muhafaza etmekle beraber, diğer taraftan bütün mem- lekete doğru bir yayılma göstermiş olmasıdır. Bugün 52 vilâyetimizde gündelik veya gündelik olmıyarak - gazete çıkmaktadır. Halbuki üç sene evel, ancak 41 vilâyetimizde gazete çıkı- yordu. Mesele mecmua üzerinde de aynidir. Üç sene evel, yalnız 9 vilâ- yetimizde mecmua çıkarken bugün bu rakam, 23 çü bulmuştur. (Sonu 9. uncu sayfada) VAA B <4 )UUKEAUA KA AU MAR AAA AAA K KUK AAA KUKU KA KA KA KA DA KA AAA KOKU K KA UKUK KA KA KUKU AU a Münir Nurettin 12 - 13 Nisan akşamları Ulus sinemasında vereceği konserlerde İLK DEFA OLARAK Birkaç şarkıyı kendi çalarak söyliyecektir Yerlerinizi hemen kapatınız. Ill|lIIlllllllllllllIlllIlllIlllllllllllllIllllIIllllllIIlllllllllllllllllllllll_L_ BU UN İÇIN Gülen ve gülmiyen çocuklar Bilmem, dün, Orman Çiftliğine gittiniz mi? Oraya gitmedinizse her halde Keçiören'e, Etlik'e, Çan- kaya'ya, belki Kayaş'a, hiç olmazsa eviniz civarındaki kırlara çık l Sabahtan ak ka - dar masmavi gökten etrafa bir ma- yıs sonu ılıklığı neşreden o zevkine doyulmaz güneşi bırakıp evleriniz- de nasıl mahpus kalabilirdiniz? Ben, yumuşak inhinalı yamaç lardan ine çıka Çiftliğe kadar yü- rüdüm. Bir hayli arkadaşla bera- berdim. Ve bizim gibi bir araya ge- lip g ğe çık tlar ve ço- luklu çocuklu aileler yolları doldur- muşlardı. Çiftlikte, muallimleriyle birlikte gelip Marmara havuzu ke - narına yerleşmiş genç mektepli kız- lar gramofon çalıp raksediyor, ip atlıyor, eğleniyorlardı. Bunların se- yircileri, gene muallimleri nezare - tinde, sekiz on yaşında erkek ço- cuklardan mürekkep bir sınıf kala- balığı idi. Fakat, bunlar bir yatı mektebinin talebesi olmak gerekti: gülmüyor, — neşelenmiyor, hayran hayran ötekilere bakıyorlardı. El- bette dikkat etmişsinizdir ki küçük yaşta ana baba sevgisinden mah- rum kalan yavrular gülmeği bilmez- ler. Fazla olarak bunlar bir de yatı mektebinde — büyütülmekte iseler hayatları saat ve dakika ile tanzim edilmiştir; filân saatte yatar, falan dakikada kalkarlar; — muallimleri çocuk psikolojisinden anlıyan ve kendileriyle uğraşmaktan gocunmı- yan kimseler değillerse ne âlâ, fa - kat ekseriya tesadüf olunduğu gibi yalnız programa müstenit vazifele- rinin icaplarını düşünen insanlarsa küçüklerin yemekhanede, yatakha- nede, sınıfta, koridorda, hattâ te- nefüshanede değil bağırıp çağırmak ve şarkı söyleyip raksetmek, şaka - laşmak ve gülüşmek bile hakları değildir. Bunlar büyüyüp iş, güç ve aile sahibi oldukları zaman da du - M YFA R | 1 l k | krel, L ve şel h ine daima kin- li nazarlar fırlatacaklardır. Tesa- müh bilmiyen, muhabbetten anla- mıyan, dürüşt, evi ile işi arasında mekik dokumayı tek vazife tanıyan * bazı insanların mazisini biraz eşe - lerseniz bunların ta küçük yaşların- dan itibaren yatı mekteplerinde ye- tişmiş olduklarını anlarsınız. Baharın fevkalâde bir gününde biri eğlenen, biri somurtan bu iki çoculı grupunu gördükten sonra bir kere daha i dım ki yatı lerine ana ve baba muhabbetini sokmanın çaresini bulmak lâzımdır. Fakat, her şeyin beteri varmış: eve döndüğüm zaman masamın ü- zerinde resimli bir Avrupa mecmu- ver Bek M fçüncü sayfasında bir resme gözlerim ta- kıldı, kaldı. On oniki yaşlarında ve tepeden tırnağa kadar silâhlı bir çocuk grupu, kaz adımlariyle, hü- kümet reisinin önünde geçit resmi yapıyordu. Mini mini yavrular, kucakların - da oyuncakları, güle oynıya büyür- lerse hayatın sertliklerini güler yüz- le karşılıyabilirler. Kendilerini da - ha bu yaşta birer muztarip ve ıstı- rap âmili olmıya hazırlıyan zavallı çocuklar, yarının zavallı büyükle- ri ! Nasuhi BAYDAR Ce dim. İki gözüm, siz çok yer gezip çok şey görmüş- sünüz ama, bizim de tecrübemiz fazla. Böyle ufak yerlerde insan adımını çok hesaplı atmalı, insanı defe koyup çalıverirler. Burası Almanya değil... Siz Almanya'da bulunmuştunuz değil mi?” “Hayır, Viyana'da” “Neyse, hepsi bir. Burası Avrupa değil. Gerçi Avrupa'ya benzemek istiyoruz ama, yavaş yavaş.” Bedri sert ve asabi bir hareketle müdürün sö- zünü kesti: “Bunları ne diye söylüyorsunuz?” Dedi. Biraz durduktan sonra ilâve etti: “Mektubu niçin aldı- nız? Yahut üstünü okuduktan sonra niçin tekrar diniz de başkasiyle yolladımız?” Buraya müdürle adam akıllı kavga etmeğe gelmişti. Bu anın yaklaştığını hissediyordu. Müdür elini onun omuzuna koyarak, hakika - ten samimi bir sesle: “Sizi müşkül vaziyetten, derhal ortalığa yayı- lacak olan dedikodulardan kurtarmak için!” De- di. Bedri, sesi titreyerek: “Beni abdal yerine mi koyuyorsunuz” Dedi. “Benim o kızla postaya mektup gönderdiğimi siz- den başka kimse görmedi, görmüş olsalar da siz- den başkasının aklına böyle bir münasebetsizliğin geleceğini tasavvur vi Yerinden fırladı. Yüzü sap sarı olmuştu: “Bu mesele üzerinde konuşmak, size izahat l buriyetinde kalmak bile bana müthiş Bedri evelâ söyliyecek bir şey bul. dı. Mü- M dür daha çabuk davranarak: “Galiba şu mekt lesini k Sa- lmak...” azap veriyor. Bu kadar bayağıca bir isnat altında L bahtanberi gelirsiniz diye bekledim, siz görünme- yince her halde kendisi de hatâsımı anlamıştır de- Müdür onu kolundan çekip oturttu. Sesinde hep o sakin ve samimi eda vardı: bit “Belki kte hakl ” Dedi. “Yal- nız benim vazifemden başka bir şey yapmadığıma emin olunuz. Hakkınızda hüsnüniyet dışmda en küçük bir şey düşünmediğime emin ol , Yalnız muhbitin böyle olmadığını ve ekseriyetin suiniyet i- ::uhul ';. ler vereceğini göz önünd tutmağa mec- “Talebe karşısında beni kepaze bir mevkie dü- şürdünüz!” “Böyle yapmasam daha fena mevkie düşecek- tiniz!” “Ben talebelerin yüzüne nasıl bakacağım!” 4 “Yok canım, bunlar olağan şeylerdir. O kadar üzülmeğe değmez. Bir parça dikkatli hareket et- mek kâfidir.” Ayağa kalktı. Göziyle takip ettiği parti bitmiş, yerine bıraktığı arkadaşı oyunu kaybetmişti. Sözü kısa kesmek için: “Yarın mektepte uzun uzun konuşuruz. Za- manla bana hak vereceksiniz.” Dedi. Sonra aklına gelmiş gibi ilâve etti: “Ha, çocuklara akşamları teker teker ders v ği de münasip bulmad Kulağıma bir takım lâkırdılar geldi. Malüm ya, muhtelit mektep. Ebeveynin itimadını sarsmağa gelmez. Müsaade!” Diyerek uzaklaştı. Oyuna başlarken kendisine sorucu gözlerle bakan arkadaşlarına: “Hiç,” dedi, “Herkesi abdal mı sanıyor nedir? Bizim elimizden neleri geçti... Böyle kurtları genç kızların arasına başıboş salmağa gelir mi hiç! Ara &ıra -.. »- TT w L p B a İmtman t AÇ (Sonu var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: