PLLLLLLLLIR HAYAT ve SIHAT Ne dedim, tövbeler olsun,,, çok duman çıkarır, yüzünde top- Epeyce gün geçti, nasıl dediğimi hatırlayamıyorum ama, gene bu sü- tunlarda çıkan bir yazımda, mani- kürlü ellerle reçel ve şurup kaynat- mak güç olur, gibi bir şey söyledi- ğimi biliyorum. Ulus'da, Sayın Ulu- sal Ekonomi ve Artırma Kurumu- nun, ev kadınlarına, şurup ve reçel kaynatırken ellerine ince lâstik el- .diven takmaları tavsiyesini görün- ce aklım başıma geldi. Onun için sözümü geri alıyorum ve özür dili- yorum. Doğrusu, manikürlü elleri düşü- nürken lâstik eldiveni hatıra getir- memek büyük bir gaflettir. Lâstik eldiven hekimlerin ameliyat yap- mak için ve daha başka işlerde kul- lanmak için pek faydalı bir yardım- cıları olduğu gibi, ev kadını bayan- ların da çok işlerine yarar. Elleri manikürlü olmayanlar bile — hiz- metçilerine izin verdikleri günler- de — o_dılmnı temizliyecekleri va- kit lâstik eldiven takmca ellerini tozlarla kirlenmekten korurlar. Za- ten dikiş dikmek, biçki biçmek için lâstik eldiven yahud lâstikten par- mak kullanan bayanlar da vardır. Şu holde reçel ve şurup kaynat- mak için de lâstik eldiven takmayı tavsiye etmek pek isabetli bir öğüt- tür. Vakra i d izl. ken kullandığı eldiveni şurup kay- natırken de takması ilkin biraz te- reddüd verirse de, onun da kolayı vardır: 'Liıülf' eldiven su içinde kay fekte edil iş ©- lur. Ancak eldiveni soğuk su içine atıp da kaynatırsanız eldiven pek çabuk parçalanır, İlkin suyu kayna- tıp eldivenin içini de soğuk suyla doldurduktan sonra kaynar suyun içine atmalıdır. Lâstiğin, içinde su kaynayan kaba y için de suyun altma bir bez koymağı unut- mamak lâzımdır, _Bf' suretle kaynatılmış, tertemiz İâstik eldivenle reçel ve şurup kay- natmakta — mikroblar bakımın- dan — bir mahzur kalmaz. Toz » mak için kullandığmımız eldiveni, ye- nilecek ve içilecek şeyler için de takmak hoş gi Dü bir çift eldiven daha alırsınız. Va- kıa, lâstik eldiven, bizim şekerimi: ve yemişlerimiz gibi yerli malı değilse de, manikürlü ellerine lâstik eldi- ven . takarak şurup ve zeçel kaynr tan ev kadınları çoğaldıkça, yerli bir lâstik eldiven fabrikası açılma- sıma İüzum görüleceğinden ev ka- dınlarının bu tatlı işleri memlekete bir endüstri daha girmesine sebeb olur. Lâstik eldivenle şurup ve reçel kaynatırken küçük bir güçlük hatı- ra gelebilir: Şurubun kıvamını na sıl anlayacaksınız? Ev kadınları şu- rubun kıvamını anlamak için ondan bir damla alarak tırnaklarının üze- rine korlar, yahud iki parmakları- nm arasında tutup biraz açarak şu- rubun nasıl ayrıldığına bakarlar, lâstik bu işi insanın kendi parmak- ları gibi gördüremez. Fakat bu küçük güçlükten dolayı tasa çekmeğe de lüzum yoktur. Şu- rub ve reçel kaynatmağa mahsus Jâstik eldiven alırken, bir de şurub derecesi alırsınız. Onu kaynayan şu- rubun içine batırınca şekerle suyun nisbetini, parmaklarmıza lüzum kal madan gösterir. lanan kabarcıklyar kocaman olur, daha sonra buhar azalır, kabarcık- lar da küçülür. Bu halinde parmak- la kıivamma bakmağa zaten lüzum yoktur, göz gösterir. O vakit şurub derecesi 32 dir, şuruba girecek ye- mişler de o derecede atılır. Reçelin çeşidine göre şeker şuru- bunu, yemiş katmadan daha Lkay- natmak isterseniz, şeker şurubunun krvamını parmaklariyle anlamayan- lar, ondan bir damla alıp iki parma- ğım arasında uzatınca ağdalanmış derler. Şurub derecesi o vakit 25 zöstererek kıvamı daha iyi bildirir. Şeker şurubu, lüzumuna göre, da- ha kaynatılıp da üzerinde gittikçe çoğalan yuvarlak kabarcıklar pey- dah olunca derece 36, 37 olur. Şu- rubun pâ ğa yapışacak | derecede 41 de gösterir. Şurubun kıvamı parmaklar arasında katıca bir yuvarlak olacak kadar katılaş- tığını derece 44 ile gösterir. Zaten bu kadar koyu şeker krvamı şurub ve reçel için kullanılmaz. Böylece, bir çift lâstik eldivenle bir de şurub derecesiyle, ı_ııınikürlü parmaklarınızı bozmadan reçel ve şurub kaynatabilirsiniz. Yalnız yi- yeceklere ve içeceklere tenbih edi- niz, onlar parmaklarını yahud — benim gibi — dillerini ıııırnlııglı:_ ——— Bir saatle 150 evlenme teklifi alan "kraliçe,, Yabancı memleketlerin bazılarında hâlâ güzellik kraliçesi seçmek - gibi çirkin bir işe devam edilmektedir. Bu işlerin menecerleri, kraliçelerin hüusu- GÜNÜN POLİTİK MESELELERİ DST z BALEDĞN Çinlileij tesirli bir çete harbine başladılar inde gerilla harbı yapan kuv« vetler, eyalet milislerinden, köy muhafızlarından, eski eşkiya- lardan, “kırmızı mızrak” ve “koca kılıç” gibi yarı gizli teşekküller mensublarından vücuda getirilmiş- tir. Bunların savaşmaları, harb ediş- leri, başlıca, üç sebeb dolayısiyle dehşetlidir: 1— Evvelâ Çinin şimalinde bulu- nan başı bozuk kuvvetler, şimaldeki kızılorduya yakın olduklarından bir çok harb usullerini öğrenmişlerdir. 2 — Bu çeteler arasında telsiz mu- haberesi yapıldığı için strateji ve tâbiye hareketlerinde beraberlik ve birlik temin edebilmektedir. 3 — Japonların memleket içindeki muvasala yolları ziyadesiyle ve es- kilerine benzemiyecek derecede u- zun olduğu için bunları prusyalıla- rın dehşet usulünü tatbika imkân bulabilmektedirler. On sekizinci asırda Avrupanın meşhur kumandanları bütün kuvvet- lerin tamamiyle el altında bulundu- rulmaları ve lüzumsuz hiç bir hare- ket yapmayarak sivil halkı dehşete düşürmemeleri üzerinde ittifak et- miş gibi idiler. Bu dehşet teorisi ise bu telâkkiyi tamamiyle ortadan kaldırır. Çinin kızıl ordusu, 1927 senesin- de Çan Kay Şek, sovyet askeri he- yetini Çinden dışarı çıkardığı za- man milli ordudan ayrılmıştı. Ogün bugündür, bu kuvvet, Çinin en di- siplinli aşkerleridir. s ekizinci yol ordusu adını alan bu kuvvet, şimdi şimali Çin- de hem askeri hem de siyasi iki şah- siyet olan Mao Tze ile Çu Teh ku- d da bütün halka askeri bir i ü halka ;îayh'a y“h"nı d;ur le yaptıklı terbiye v ve onları t üze - ; -| bütün kuvvetleriyle karşı koymağa alâka uyandırma Şi ' Gülik Büy ü bir ç hazırlamaktadırlar. sınr isterler. Nitekim, geçenlerde, Katerina Pe- rin adında bir kız, İngilterenin Dur- ham şebrinde güzellik kraliçesi seçil- dikten kısa bir müddet sonra, hususi hayatı hakkında şayialar ortalığa ya- yılmış, gazetelere mülâkatlar verilme ğe başlamıştır. Kraliçe, gazetelerden birine yap- mış olduğu mülâkatlardan birinde, pek kısa bir müddet zarfında 150 den fazla mektub aldığını — ve bu. 150 mektubda hepsinde de kendisine ev- lenmek teklif edildiğini — söylemiş. Fakat evlenmek sevdasına düşen bu 150 erkekten hiç biri kızı şahsen ta- nrmıyormuş. İsteklilerin en genci 18, en yaşlısı 70 yaşında imiş. Fakat, kraliçe, bunların hiç bıny_le evlenmek niyetinde değilmiş. Kraliçe, bu kara- rı niçin verdiğini şöyle anlatıyor: “Brkeklerin ne derece gururlu mah- lüklar oldukları hakkında bugüne ka- dar hiç bir fikrim yoktu. Memleketin hemen her tarafından aldığım "_İC?' me tekliflerinde, her erkek kendisinin mükemmel bir koca olacağı iddiasın- dadır. Beni hiç görmedikleri, benim- le konuşmadıkları halde, benim, ken- dileri için biçilmiş kaftan olduğumu söylüyorlar. Halbuki bu — iddialarla Şeker kaynarken, üzerinde toplş- nan köprüler almdıktan sonra, bir ne kadar beyinsiz olduklarını isbat ediyorlar.” HÂKİM ROBİNSONUN KATLİ Yazan: R. H. Goldman zi Ü — Bir otomobille geliyor, arabasını yolda bırakıyor. Bahçeyi geçiyor. Bn_' kaç dakika binada kalıyor, sonra eli boş olarak dışarı çıktığını görüyorum, Morgan anayı bin kişi arasında kolay- ga tanırım. — Şimdi de geliyor mu? : ) — Evelsi akşam gene geldi. Yagmur yağsın, kar yağsın, haftada üç defa muntazaman gelir. Bazan, fakat pek nadir olarak, doktor Vilks del kendisi- ne tefakat eder. O zaman “galiba kadın hastalandı” derim. Morgan ananın ar- tık gelmiyeceği gün meçhul kadının ölmüş olduğunu anlayacağım. n nâ:r,doiyang bize qoğ);'u yaklaşxyordu Ayağa kalktım. — Ne şayanı hayret bir macera! De- dim, — Evet, fakat kimseye açmayın, de- di. İşidirlerse beni başka bir odaya naklederler. Halbuki odamdan mem- nunum. Harri'nin dostu olduğunuz - çin size bunları anlattım. — Hiç merak etmeyin, dedim. Kim- seye söylemem. Hattâ Harri'ye bile, — Evet, evet, dedi. Ona da söyleme- yin, gene hortlaklara inana dursun. Hızlı adımlarla tekrar hole geldim ve bu sefer Vilks'in oda kapısını ara- lık bulduüm. Biraz evel konuşmuş oldu- ğum memur: — Doktor Vilks geldi, dedi. Fakat biraz dışarı çıktı. Neredeyse şimdi ge- lir. : * İstediğimi yapmaya vakıt bulabile- cekmiyim diye düşünerek odaya gir- dim .Dosya odasının kapısı açıktı. İçe- ride kimse yoktu. C harfini taşıyan gözleri aradım. Üzerinde “Klan-Klay” harflerini taşıyan gözü çektim. Klay- ton namına tanzim edilmiş hiç bir fiş yoktu. : Odayı dolaştım. Eğer böyle bir fiş bulabilseydim, yanıma alıp götürecek, fotoğrafını aldıracak, sonra tekrar ye- rine koymaya gayret edecektim. Ke- nardaki bir dosya dikkatimi çekti. Ü- zerinde “ölümler” kaydı vardı. Bunu açmak üzereydim ki arkamdan bir ses Bu Çin kızılordusunda bir müd- det bulunmuş olan bayan Smedley, Mançester Guardiyen gazetesine yazdığı bit yazıda diyor ki: “Bu-sekizinci yol ordusu, her ne- reye giderse orada japon bayrağı | SÜ SÜ HDA Bi Ğ Köventöri | zalanır, idam olunur, ve ahali, he- | men askeri talim ve terbiye görme- ğe, silâhlanmağa başlar. Bu ordunun elinde makineli vasıtalar da bulun- duğundan japon tayyareleri, topla- rr ve hava kuvvetleri tesirsiz kalır ve japon işgali etrafı surlarla çevril- miş bir takrm kulübelere münhasır ve mahsur bir ha) alır.” z Belki bayan Smedley'in bu sözle- ri biraz mübalağaya ve kızılorduya karşı beslediği fazla sempatiye ham- lolunabilir. Fakat başka bir mühim ingiliz gazetesi olan “Taymis”in şark işlerinde mütehassıs olan ve Şanghayda bir gazete çıkardığı za- man daha ziyade japonlara sempati göstermiş olan muhabiri de gazete- sine bu hususta yazılar yazıp gön- dermiştir. - u muhabir, okudukları zaman B general Hata ile kurmayını hayret ve hiddete düşürdüğüne şüp- hareketimi durdurdu: — Orada ne yapıyorsunuz? kr Döndüm. Vilks kapının eşiğinde duruyordu. Gö)z’leri kıvılcım saçıyordu, fakat sükünetini muhafazaya çalışıyordu. — Ne arıyorsunuz? Diye sordu. — Hiç. Sizi bekliyordum. Cın_u:n Bİ- kıldı. Evrakı tasnif tarzınızın mükem- meliyetine randım. Oglımı ::gynk. Gidip kapıyı kapa- dı. Masasına oturdu. — Spens, dedi, çekilmez bir hale geldiniz. Ne arıyordunuz? Sizi ente- rese eden hangi fişlerdir? — Madam ki soruyorsunuz, pek alâ söyliyeyim, 16 ıncı daire sakinlerini merak ediyordum. Size bu hususta neş- riyat yapmak niyetinde olduğumu ân- latmıştım, i Bir lâhza bir şey söylemeden beni süzdü. Araştırmamın hakiki sebebini aradığı belliydi. Birdenbire dedi ki: — Spens, size haber vereyim: Rahat durun! M oturdum. — 'Galiba beni tehdid ediyorsunuz, doktor, dedim. Fakat blöf yaptığınız kanaatindeyim. Sizden korkmıyorum. — Sizinle münakaşa etmek niyetin- de değilim. Sadece başkalarının işine karışmamanızı tavsiye ederim. Yoksa.. Sustu ve parmaklarını masa üzerin- de tıkırdattı. — Haydi, devami etsenize, dedim, ikemle ittim ve yanına bir sözünüzü tamamlayın. Ellerinde telsiz bulunan çete reisleri, aralarında anlaşarak hücuma geçiyorlar C. J. Barret he bulu: bir mektubunda di- yor ki: “Son iki, üç ay içerisinde Hopei ve Şansi etrafında yayan olarak 800 mil kadar bir mesafeyi dolaşmış o- lan bir amerikan askeri müşahidi, Hankov'a geldiği zaman, bir iki ufak kasaba müstesna olmak üzere bütün bu havalinin yerli Çin kuvvetleri- nin işgali alttında bulunduğunu ve bunlarin çoğunun telsiz vasıtasiyle Hankov'la muhabere ettiklerini söy- lemiştir ki bu sözlere büyük bir ehe- miyet vermek lâzım gelmektedir. Gene bu müşahidin ifadesine göre kızılordu, onun şimdiye kadar gör- düğü askeri kuvvetler arasında en süratlilerindendir. Bu müşahid, bu kuvvetlerle birlikte 20 saatte 34 mil mesafe katetmiş ve bu müddet için- de sekiz dağ aşmıştır,” E velce yapılan gerilla'ların en zayıf noktası, bütün baskın ve hücumların münferid ve biribir- lerinden ayrı olması idi. Böyle baskınlar, eğer ana ordu i- le muvasale halinde yapılacak olur- sa o zaman bunların çok tesirli ola- cağı üzerinde bütün askeri otorite- ler ittifak ederler. z Rus - japon harbında, o zaman pek genç bir çete reisi olan Çang Tso - lin ruslara bir diken gibi batmakta i- di. Bu adam, çetesiyle bir çok yer- lere baskın yapmış, bir çok yerlerde demiryolunu bozmağa muvaffak ol- mu$ğştu. Bu gün, bütün bu çete reislerinin elinde birer telsiz istasyonu bulu- istasyonları da zi olan Tayuan üzerine bir baskın yapılmıştır. Japonların tebliğlerine göre bu- rada japonlar, çinlilere büyük zayi- at verdirmiş ve bunları püskürtmüş- lerdir. Fakat hâdisede mühim olan cihet, işgal edilmiş ve askeri hare- kâtın üssü haline konulmuş olan bu şehrin burnunun dibinde Çin kuv- vetlerinin bulünması ve bunların böyle cüretkârane hü lara kalk- Şehirler ve hususiyetleri Eski eserlerimiz hakkında derin tet- iyle bir d dün hee yecan içinde odama girdi: “İstanbul- daki filan bina az kaldı yıkılıyordu. Bunun tarihi kıymeti haiz bir eser ol- duğunu isbat etmek vıziflemdı_ d'. Koş- tum, gıldım, ?nlıttım ; o güzi ıîph:, can vorııgtıen kurtuldu.” Bütün güzel sanatları seven ve bun- ların eksiklerinde gözlerimizin bugün- kü ve yarınki zevki, ve bizzat xi_iıel sa- natların müstakbel faydaları için yü- rekleri titriyerek kıymet arayan ince hisli insanların bu telâşını nasıl haksız görebiliriz? Fakat şehirlerimiz bahse konulduğu zaman hangi mimari eseri- nin tarih ve sanat kıymeti taşıdığını ta- yin etmek güç olduğu kadar onun kal- dırıl veya yeri bırakılı karar vermek de zordur. Zira eski şe - sokaklarında havadan mahrum kalamı- mağa kudret göstermeleridir. T elsiz istasyonlfarının mevcu- diyeti, bütün bu baskınları, bir takım başı bozuk ve mevzii hare- ketler olmaktan çıkarmış ve hare- kât plânlı, muntazam ve müşterek bir hale girmiştir.' Bu satırların yazıldığı sırada Şu- şov yollarının kesiştiği nokta, şi- malden ve cenubtan tehdid altında bulunmaktadır. General Hata'nın kı dası al- yacağımız gibi yol açıp meydan yap- mak gayretiyle de bütün bir şehrin de- ğerinde sayılabilecek herhangi bir sanat eserini de ortadan kaldıramayız. Kül- tür Bakanlığımızdaki anıtları koruma heyetinin vazifesi bundan dolayı çok naziktir. Bu heyetin bu nazik vazifesini şimdiye kadar salâhiyetle yapmış oldu- ğunu memnuniyetle kaydederken kaç defa üzerinde durulmuş bir noktaya bir kere daha temas edebiliriz. Şehirliler, eski ve yeni güzellikleriyle sevdikleri kendi şehirleri ile daha yakından meş- tında bulunan japon ordusunun Ta- yerçvang'daki japonlara yardım e- demeyişi, bu orduyu Şanghayın ce- nub 've şarkındaki Çin gerilla kuv- vetlerinin ne kadar hırpalandığını göstermektedir. Her ne kadar japonlar, son üç ay içinde bu başı bozuk küuvvetleri te- pelediklerini söylüyorlarsa da bu- nun böyle olduğuna dair japon teb- liğlerinden başka hiç bir delili yok- tur. Üniversitede —imtihanlar İstanbul, 11 (Telefonla) — Hukuk fakültesinin birinci sınıfında okutu- lan türk hukuk tarihi dersinin imti- hanları gelecek seneye bırakılmıştır. 'Geçen sene birinci sınıfta iken bu der- nuyor. Bu ist hepsi aralarında hü kararlaştırıyorlar. Ondan ötesini milli istihbarat i- le ahval ve vekayi de diğer lâzım ge- len malüfmatı almalarına y : gul olmalıdırlar: Meselâ bir “Ankarayı sevenler cemiyeti” neden kurulmama- lıdır? Bu misali diğer bütün şehirleri- mize de teşmil edebiliriz. Böyle cemi- yetlerin yapacakları hizmetlere gvlin-_ ce; bunlar yalnız güzel sanat eserlerin' değil, o şehirlere hususiyet veren man- zaralar, küçük sanatlar, endüstriler ne- vinden her şeyi de ihtiva edebilir; Bu- na misal mi istiyorsunuz? Havluculuk Bursa'nın bir hususiyetidir; fakat Av- rupa havluculuğunun amansız rekabeti karşısındadır. “Bursayı sevenler cemi- yeti” Bursa havluculuğunu idame çare- Terini arayıp bulabilirdi. Bir zamanki Edirne sabunlarını hangimiz hatırla- mayız? Bugün Edirne sabunlarının sa - tılıp kullanıldığından, itiraf ederim ki, haberim yok. Bilecik çatkıları şimdi al- tın pahasınadır; ancak, bu sanat Bile - ciğin bir husüsiyeti olarak muhafaza bu suretle can alacak noktalara ya- pilan baskınlar, düşmanın zaman za- man cephanesiz kalmasına sebeb ol- maktadır. * Bu suretle Tiyençin - Pukov de- miryolu bir kaç defalar kesilmiştir. - Bir defa bu yüzden Tayerçvang'da bulunan japon kıtaları, bir müddet bütün erzak ve cephaneleri tayyare- ler vasıtasiyle alabilmişlerdir. Çün- kü bu çetelerin Çingtao yolu üzeri- ne yaptıkları sık baskınlar, burada gidip gelmeyi felce uğratmıştı. imdi, japon kuvvetlerinin Şu- Ş şŞov'da temerküz ettirilmesi bunların Şansi, Hopei ve Şanghai bölgelerindeki işgal ve baskınlarını biraz zayıflaştırmıştır. Son zamanlarda Şansi'nin merke- Cevah vermedi. Gene parmaklarını tıkırdatmakta devam ederek, ısrarla bana bakıyordu. Ayağa kalstım ve masa üzerine eği- lerek: seİ Bana hiç bir şey yapamazsınız, anlıyor musunuz, hiç bir şey. dakak 'Yarım saat sonra, otomobilimi apar- kaldırımı yanında durdurdu- ğum zaman beni bekler gibi görünen Co Dominik'i gördüm. Bu, yeşilimtrak tenli, iri siyah gözlü güzelce bir deli- kanlıydı. Kürfiyu'nun muavini başına yümüuşak bir panama, sırtına beyaz bezden bir elbise ve mavi ipek bir göm- lek giymişti. Elleri caketinin ceblerin- de beni istihkar dolu bir bakışla süzü- yordu. Ondan iki adım mesafede dur- dum ve kendisini birkaç defa tepeden tırnağa kadar süzdüm. Sonra gözleri- mi gözlerine diktim, Dominik bir va- zifeye memur edildiği zaman gözleri tehdid saçardı. Şu anda vazife icabı o- rada olduğu belliydi. Bazan yalnız bu bakışları zaifleri yıldırmaya kâfi ge- lirdi. Ona doğru yürüdüm: — Fena değil, dedim, muhakkak Vilks telefon etti, değil mi? Üst du- dağını ancak hafifçe kımıldatarak de- di ki: — Size verilecek bir haberim var, — Kendinize saklayın onu. Ona arkamı döndüm ve apar tihanlara ayın 15 inde başlanacaktır. Batmış gemilerin çıkarılması için tetkikler *. * ı' ı,ı (vr laf, " | )_’ Çi l sahillerindeki batmış gemilerin çıka- rılması için tetkiklere başlanmıştır. Bu şeııı:ileri âık;ğm:k istiyenlere ge- minin krymeti nisbetinde yüzde 'a yen bir mikdar verilecektir. BIR —— Trak vapuru İstanbul yolunda İstanbul, 11 (Telefonla) — Trak va- purunun Septe boğazinı geçtiği ve ma- yısın on yedisine doğru İstanbul lima- nı.xm_geler.eği alâkalı yerlere bildiril- miştir. — Beni bekleyin, dedim, yirmi daki- kaya kadar orada olacağım, Homurdandı; — Karım fena halde kızacak; yeme- ge bir iki ahbabı davet etmişti. di — Ne yapalım, mühim hâdiseler var, acele etmek lâzım. Gazeteye gidince, — Mitçel'e Oliv Klayton, hakkında öğrendilîşerimi an- lattım, Hey iştirak d sükünetle beni dinledi. Kadının halâ eski timarl inde tutulduğ bir türlü inanmak istemiyordu. ha Sözümü bitirince; * ğ — Fakat, dedi, siz bir delinin söz- lerinden manâ çıkarmaya çalışıyorsu- nuz. — Evet, dedim, fakat bu akşam Vilks'in yanından #yrıldıktan sonra bazı vakıaları bizzat tahkik ettim. O- tomobilin durduduğu yeri buldum. O- radan eski binaya bir yol gittiğini mü- şahede ettim, Mitçel: — Hah, bak, bunlar daha ehemiyet- li, dedi, — Buraya gelmeden evel salnamede Nelli Morgan'ın ismini aradım. Greys- ton'dan 1929 da ayrılmış. Sen - Reji'de . |sin imtih da muvaffak olamamış, e *'© Ç yahud bu dersin imtihanına girmemiş Asırlar görmüş bir ağacım, bir ne - olan talebeler'de gelecek Türedlk || bür Besağltia; bir köprünün, bir denl lerdir. kıyısınm bir şehre kaç insanı bağlamış Yat dil imtihanlı özlü-0- | olduğunu hiç düşünd Tet Kanlara 920 Sülebe girmişte Diğerim | — Şehirlerin de şarablar gibi eskidik- çe değeri arttığını, anane sahibi oldu « ğunu onların tiryakileri daha iyi bilir - ler. Bunun için, şehirlerimiz bahis mev« Zzuu oldukça onları yalnız tarih ve sanat krymetini haiz eserleri bakımından de - Zil, istisnasız her şey ile, toptan düşün- meliyiz. — N, Baydar Ecnebi ve ekalliyet mekteble- rindeki muallimlerin maaşı İstanbul, 11 (Telefonla) — Maarif müdürlüğü ecnebi ve ekalliyet mek- teplerine bir tamim göndermiş, türk muallimlerinin maaşlarını muntazam vermelerini ve bu muallimlerin maaş almak için kilise, mağaza gibi vakıf veya ticarethanelere gönderilmemesi- ni, aksi takdirde tedbirler almak mec- buriyetinde kalacağını bildirmiştir. isbat için elimizde hiç bir delil yok, Tıbkı güneş huzmesindeki tozlar gibi, gözümüzle görürüz, fakat elimizle ya- kalayamayız. y — Asıl bulmak istediğim Oliv Klay- ton'dur. Zihnimizi işgal eden bütün suallere o cevab verecektir. — Fakat Greyston'da olduğundan e- min miyiz? Bir araştırma yaptırtmak için birini itham etmek lâzım. İddia- miızı isbat edemezsek gülünç bir müf- teri vaziyetine düşeriz. Cerri, bir mü- dahaleye teşebbüs etmek için kâfi ve- sikalara sahib değiliz. — Kabul. Fakat bu bizi durduramaz. Oliv Klayton'un aerede olduğunu bili- yorum. Hemen bu akşam 'Greyston'da onu aramaya gideceğiz. Cigarasından ağır ağır bir nefes çekti. — Buna muvaffak olamıyacağız, de- di. Bilhassa eğer Kurfiyu'nun çetesi bizi gözetliyorsa, — Bir tecrübe ederiz. Bu akşam Milli Anders'i gazinonun dansinğine götüreceğim, Orada herkes bizi göre- cek. — Sonra? — Vilks henüz bir karar vermedi. _'Ne_dereceye kadar malümat szhibi ol- bir apar di ş. Tekaüd şiyle orada ğı bes bel- li bir şey. Parayı nereden buluyor? Mitçel: — Bu malümat daha ehemiyetli, de- di; fakat bütün bu malümat şimdilik bize kâfi gel Hatfildin vaziyetin- girdim. Mitçel'i telefona çağırdım: uğ bilmiyor. Kurfiyu'nun çete- sini beni korkutmak için peşime taktı. Bu bir blöften başka bir şey değildir. — Hükmünüze pek güvenmeyin. — Ben Conas Hatfild değilim. Hat- deyiz. Bir çok şeyler biliyoruz, fakat fild bana karşı cebir istimal etmeden . (Sonu var) el dd zi berüşi İA * ZĞT * K Grlr ÖST c İN Fdi ÖRMÜLE ada B A e) z Te e adikik