12 Mayıs 1938 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

12 Mayıs 1938 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

12 - 5 .1938 “Liman paşanın temsil ettiği bu sevk ve idare mesleğine bqıncı ordıı— nun kuvayi ddiye ve maneviyesine almanların itimad et- kte ol da müessir olmuş- tur. Almanlar bizi çok hor ve hakir görüyorlardı. Filhakika kısa bir mazide arka- mızda henüz dumanı tünen bir Bal- kan harbı vardı. Bu harbde türk or- dusu düşman ordularının karşısına onlarınkine muadil ve hattâ bazı hususatça faik silâh ve techizatla çıkmıştı. Darülharekâtlar üzerinde tarafeyin kuvvei umumiyeleri ara- sındaki nisbet hiç de bizi ümidsiz bir vaziyette bırakacak derecede a- leyhimizde dğildi. Öyle iken Bal- kanlı ordular bilnisbe çok kısa bir zamanda ordularımızı tarumar et- miş, bütün Rumeliyi istilâ eylemiş ve bizi Rumeli müsellesinin İstan- bul, Işkodra, Yanya köşelerine tık- mış, nihayet muzaffer bir sulh ak- detmişlerdi. Işte bu felâketler başrmızdan ge- çeli henüz çok bir müddet olm_ımıq- tı. Bu felâketlerin esbabı tamik ve taharri edilememiş ve kolayca her- kes tarafından “türk askeri ve türk milleti mazideki kudreti harbiyesini kaybettiği için, bugünün icabatmma göre yetişmiş olmadığı için mağlüp oldu” denmişti. Bu harbin başlıca ve âdeta muhtasaran sevk ve idare ha- tâsı olarak (geri hizmetlerdeki azim boşlük da elbet bir sevk ve idare hatâsıdır) — kaybedildiği yoksa mille- tin, mefahirle dolu tarihi askeriye- sindeki kudret ve kıymet mefküre- sinin tam ve kusursuz olarak devam ettiği hakikati ortaya çıkmamıştı. Biz kendimize “fena” diyorduk, binaenaleyh almanlar bizi “çok fe- na” görmekte haklı idiler. Nitekim 15 inci kolordu erkânıharbiye reisi kaymakam Tufeney birinci şube |© müdürü olan bana bir çok defalar “— Monşer, sizin asker ingiliz ve Aynı yazıda Limanın yukarıda tuttuğu mesleğin yanlışlığını anla- mış bulunduğunu gösteren şu yazı da çok enteresan: ( İstitraden şunu arzetmeği de lâ- zım görürüm ki, Liman paşa Ça- nakkale harbi bidayetinde takib et- tiği mesleğin yanlışlığını sonradan anlamış ve sahil müdafasının kıryme- tini takdir etmişti. Fakat bu defa da fikri sabit halinde buna saplanmış ve bu usulü üç sene sonra vasi Su- riye ve Filistin dağlarında ve arazi- sinde bilâ lüzum tatbik etmek iste- yerek felâkete sebebiyet — vermiş- ti. Halbuki burada tatbikı lâzım Esad paşa Geliboluda bir askeri teftiş esnasında (profilden görünmektedir) dar geçen 24 saatlik zamandır. Çün- kü dü 25/26 g inden istifa- de ederek bütün kuvvetlerini sahile boşalttığı halde bizimkiler yirmi dört saat zarfında hiç bir yardım görememişlerdir. Bu iki yerde bulu- nan birer tümen (Arıburnunda 19, Seddülbahirde 9 uncu — tümenler) kendi yağlariyle kavrulup başları- nın çaresine bakmak zorunda idiler, Bu esnada bizim beşinci ordunun diğer dört tümeni ne yapıyordu? diye soracaksınz. Ona cevabım da şu: “Akılsız başm cezasımı ayaklar çeker” derler. Başlarındaki beşinci meslek müdafaa Liman p Ça- ikkalede ilk da tatbik etti- ği müteharrik müdafaa idi. Bu bize fikri sabitlerin ne derece mucibi fe- lâket otacağımı gösterir. ) Hulâsa yarbay Nihadın dediği gi- bi Li bizi l yış ve fikri sabitlerinin cezasını ilk ihraçta çektik ve bütün harb müddetnce de bol bol çekeceğiz. Fakat bıru da in- ordu | (Liman fon San- deres) hakikatten ziyade kendi ka- fasının dikine gidişi ve askerlerini ona göre yayışının cezasını bizim Mehmedlerin tabanları çekiyor, Sı- rosda ve Anadolu kıyıuııdı. biri: Mahkeme röportajları RADYO Bu bir sarkıntılık davâsıdır. Sarkıntılık davâsı deyince sizin aklınıza ne türlüsü gelir, bilmem. Fa- kat mahkeme edebiyatına geçen belli başlı şekiller şunlardır: Sözle veya işaretle bir başkasının namusuna dokunur tekliflerde bulun- mak..: İsterseniz buna bir de mektub- la sarkıntılık nevini katabilirsiniz ki, bu sütunlarda bunların türlüleri ya- zılmıştı. Fakat öyle bir sarkıntılık davâsiyle karşılaşıyorsunuz ki bunu ömrünüzde ne duymuş, ne de işitmişsiniz dir: Ayak vasıtasiyle lâf atma... Davâcı bir bayan, suçlu bir kundu- racı kalfasıdır. Kalfadan şikâyetçi bayanı dinliyoruz: — Ayakkabımı alalı daha bir buçuk ay olmamıştı ama artık yaz geldi sa- yılır, bir buçuk aylık iskarpinle ge- zemem tabii.. Güzel yaz desenleri gel- miş, şöyle üstü atkılı bir beyaz ayak- kabı alayım, dedim, kocam “hayır ala- mazsın” diyecek değil ya... Eskidenberi huyumdur, bir yere da- dandım mı, dadanırım. Geçen sene- denberi bu ayakkabıcı ile alış veriş yaparım fakat daha ilk gündenberi Bir ayakkabıcı müşterisine: “Ne güzel ayaklarınız var,, diyebilir mi,diyemez mi? şünürdüm. Meğer içinde fesad yılat- ları yatarmış da belli etmezmiş... Son gidişimde gene kapıdan karşı- ladı. Yerlere kadar eğildi: — Buyursunlar efendimiz, dedi, çoktanberi teşrif buyrulmuyordu da acaba bir tarafa mr gittiler diye me- raka düştük. Ben kendisine istediğim formü an- lattım. Derhal önüme bir araba dolusu paket indirdi, Açtı, kapadı, ne is: u- zatmıyayım bir tanesini beğendim. — Bu fena değil acaba ayağıma ge- lir mi, dedim, Ayaklarımın karşısına bir ayna ge- tirdi, koydu. Pabuçlarımı çıkardı. Be- ğendiğim ayakkabı ayağıma biraz dar gelmişti. Bir numara büyüğünü indir- di..Onu da ayağıma geçirdi. Fena de- ğil: — Tipatıp bayanım, dedi, sanki si- zin için ismarlama yapılmış.. Fakat bu dediğiyle kalsa ya.. Hayır, ne ge- zer. Eli ayaklarımda, gözlerini bir gözlerime dikmesi yok mu, beni çile- den çıkaracaktı. Fakat soğukkanlılı- ğımı kaybetmedim. — -Belki de zavallıcık kötü niyet- bu çaocuğun gözlerini beğenmem.. O- rada kalfa gibi bir şeydir zannederim. Her gidişimde beni kapıdan karşılar, istediklerimden âlâ formalar bulur, velhasıl bana beğendirir, alacağım yoksa bile bu çocuk allem eder kal- lem eder bir çift iskarpini benim kol- tuğuma verir, yahud ayağıma giydi rir, eskilerini de bir paket yapar: — Siz zahmet buyurmayın efendim, ben akşam evinize bırakırım, derdi.. Ben de bu lâfları, bu itibarı gayt ta- bit görür: — Devamlı bir müşteriyim, Elbette itibar hürmet gösterecekler, diye dü- günü aylak olarak geçiren bu tü- menler şimdi karadan iskelelere ve oradan gemi ve kayıklarla tekrar Gelibolu yarımadasının cenub önün- safla düşünelim: Bu hata,: di $ * dığı i lar ve şartlar fransız ordusuna karşı koy Fakat ne çare, elimizden geleni ya- pacağız demiş ve bü kanaatini bilâ- — Bu defa da dıyındılu, lecek defa payd £ ıııııı- kalmıştı. Halbuki cereyan hal gösterdi ki Almanların, ilk ihraç günlerinde, kendilerince yegâne şayanı itimad bir kuvvet olmak üzere alman bah- riye efradından terkip ettikleri bir makineli tüfenk bölüğü, daha ceb- heye geldikten bir kaç gün sonra ilk taarruz karşısında tüfenklerini kâmilen bırakarak kaçmış ve bun- ları gene bizim 26 mcı alayımız. mu- kabil taarruzla istirdad ederek bu defa türk efradı ile alaymın maki- ulı tüfenk bölüğü halinde hçkil eylemişti. Bunu al askerinin L tritSini Gö k için söy- lumyonmı Fakat bu şuna bir misal- dir ki almanlar bizim toprağımızda bizim uğrumuzda ölmek istemiyor- lardı. (1) (1) 70 numaralr Askeri mecmuanın 45 inci sayfası. altında iş görmeğe uğraşan bu al- man generaline mi aiddir, yoksa *|'kendi nefislerine itimadları kalma- dığı için bir millet varlığının en bü- 'yük koruyucusu ve en mukaddes malı olan orduları bu yabancınm e- line terkeden Osmanlı nazırlarına mı? Bu şartlar altında ikincilerin Yiyeti — süpkesiz'la ' bhiocid kat kat büyüktür. Milletin yüksek menfaatlerini yabancılarımr doğru- dan doğruya eline terkedenlerin, bu yabancı isterse çok kabiliyetli de olsa,uğrayacakları husranları böyle- ce kısaca anlattıktan sonra bir ta- raftan sevk ve idare makamlarmı bu zihniyetinden dolayı tevali ede- cek hatalarla öte yanda madün türk kumanda makamlarında bun- ları önleyen ve telâfi eden kahra- manlıklar sayesinde sürüp gidecek olan Gelibolu harb sahnelerine dö- nelim: İhraçtan sonraki muharebeler Aruburnunda ve Seddülbahirde çarpışanlar için en güç vaziyet şüp- hesiz düşmanm karaya yerleştiği 26 nisan sabahı ile bizim ilk yardım- larm geldiği 27 nisan sabahına ka- deki iskelelere ve buralardan tek- rar taban teperek harb yerlerine gitmekte idiler. Fıkıt bu suüretle dü. karaya çık dan itiba- 'nılugundebuıııodeddum gitmiş bulunuyordu. Bu iki günde ne olabilirdi? diye- mezsiniz. Bilâkis her şey bu iki gün- de olabilirdi. Çünkü karaya asker çıkaran ordunun en zayıf zamanı bir defa kayıklar üzerinde bulundu- ğu gün olduğu gibi ikinci zayıf za- manı da karaya çıkrp henüz tahki- mat yapmaya ve yerleşmeye vakit bulamadığı anlardır. Eğer bu anlar- da üzerine çullanılırsa dikiş tuttu- ramaz. Yoksa karaya yerleşir, tah- ikimat yapar ve bol malzeme - ile kendisini takviye ederse o vakit iş güçleşir ve bilhassa 1915 de olduğu gibi bizim ordu yalnız cebel batar- yalarıma sahib olursa bu siprelerden ve — tahkimattan düşmanı atmanın imkânı kalmaz. Tecrübeler göster- 'di ki garb cebhesi gibi tasavvur edi- lemiyecek kadar bol topçu ile harb edilen yerlerde bile tahkimat yapıp mevzi harbine girmiş düşmanı tren- Ter dolusu çelik yağdırdıktan sonra 'bile yerinden oynatmak ihtimali pek azdır. İşte bu iki gün düşman kuv- vetlerinin bizim zayıf muhacimleri- miz karşısında Hamiltonun dediği gibi karada gömülüp kalmalarına imkân vermiş ve iş işden geçtikten sonra perakende bir surette yetişen kıtalarla yapılan perakende muka- bil taarruzlarımız düşmanı yerinden sökmek imkânmı bulamamıştır. (Sonu var) ÇAKECARA CA GA UKU GU KA EE KU REEEEEERE p — Bizim Moskovada bazı avlular daha büyüktür... Fakat eline hiç ol- mazsa bir süpürge alrp avlusunu sü- pürmek kimsenin aklına gelmez; zevk verici ve faydalr bir sebze bahçesi yapmalı demiyorum... Ev yıkılsa bile siz, tenbel iblisler, sobalarınızın üze- rinden katiyen inmezsiniz — haydi canım, ben sizleri bilirim... Abdest bozmak için şöylece bir tarafa çekil- mez, bu işi evlerinizin kapısı önünde yaparsınız... Niçin? Geniş yerlerimiz var, halbuki gene sefiliz... Bu ne baht- sızlıktır. Bakınız: toprağı burada de- nizin dibinden çıkarmak lâzım gel- miştir. Her bir ağaç uzaklardan geti- rilip dikilmiştir. Ve böylece hakiki bir cennet inşa edilmiştir... Büyük kanaldan eklüzler yoliyle çıkan sandal bir arığa girdi. Burada her an, yüklü diğer sandallarla karşıla- şılarak sandal sırıklarla itilip ilerleti- liyordu. Zuiderze'nin — bu Holanda denizinin — süt gibi kurşunimsi sathı şarkta göründü. Sanki gittikçe daha çok yelkenli ile örtünüyordu. Akşam oluyor, Amsterdam'a yaklaşılryordu. Suyun penbeleşen sathında gemiler, bir çok gemiler... gemi direkleri, ba- tan güneşle kızarmış yelkenler, bina- ların ve kiliselerin sivri çatıları... De- niz ufkunda yükselen dağlar gibi, bu- lutlar kızıllıklar içinde yanryordu. Fa- kat aydınlık yavaş yavaş eridi ve bü- tün bunları sanki bir kül tabakası altı- na gizledi. Ovanın şurasında burasın- züldü. Akşam yemeğini yemek üzere kıyı- da, aydınlık ve garibnüvaz bir hana i- nildi. Cin ve ingiliz birası içildi. Son- ra, Petro yanlarına tercümanlar kata- rak bütün gönüllüleri eşyayla birlikte Amsterdam'a gönderdi ve kendisi de Menşikof, Alyoşka Brovkin ve papas Bitka'nın refakatinde bir sandala bı- nip paytahttan geçerek Zaandam'a doğru yola çıktı. Çocukluğundan beri gözlerinin ö- nünden hayali gitmeyen bu köyü gör- mek istiyordu. Eski dostu demirci Ga- rit Kist, Prejeslavi'da gemi inşa ettiği zamanlar, hiç durmayıp ona bu köyden bahsederdi. Sonra Kist, para biriktir- diğinden memleketine döndü, fakat Zaandam'dan önce Arkanjel'e ve sonra Voronej'e demirciler ve kalafatçılar geldi. Bunlar Petroya “Şayet, Petro Aleksiyeviç, dünyada — hafif, süratli, dayanıklı — İyi gemiler inşa olunan bir yer varsa orası da Zaandam'dır.” derlerdi. Amsterdamın on fersah ka- dar şimalinde Zaandam, Kog, Ost - Za- andam, Vest - Zaandam, Zaandik köy- lerinde elli kadar gemi tezgâhı tecem- mü etmişti. Orada, gece gündüz, öyle süratle çalışılırdı ki bir gemi beş altı haf- tada bitmiş olurdu. Buralarda yel de- ğirmenleriyle tahrik olunan bir çok fabrikalar bu tezgâhların bütün muh- taç oldukları şeyleri istihsal ederdi: çivi, perçin, torna edilmiş parçalar, da ışıklar yandı, kanallar boyunca sü- halat, yelken gibi.... Bu hususi tezgâh- larda orta cesamette ticaret ve balıkçı gemileri inşa edilirdi. Harb gemileriy- le sömürgelere seyrüsefer eden büyük ticaret gemileri Amsterdamda Bahri- ye tezgâhlarında inşa edilirdi. Deri. ve dar körfezde ilerleyen sandaldan ateşler görünüyor, baltala- rın çatırdısı, direklerin gıcırtısı, de- mirlerin şangırtısı işitiliyordu. Yanan odunların aydınlığında gemi iskelet- leri, tezgâh üzerinde yükselen bir ge- mi başı, kucak kucak tahtayı, kalın ki- rişleri makara yardımı ile kaldıran bir bocurgadın kalasları görünüyordu. Sahil boyunca kayık ve sandal fener- leri kayrp gidiyordu. Boğuk boğuk sesler geliyordu. Her taraf talaş, çam, katran, rutubet kokuyordu... Dört kuv- vetli holandalı hem uzüun kıvrık saplı ÇAYAOA DAUKUA DAUA AAA AA KKO KOK ERAU AAA AO ARUKU KUK UKUA CU AAA ALLALA AU RU KUKOUK U U, Yazan: Alexis Tolstoi No: 86 Menşikof ile Katerina çubuklarını içiyor, hem de gıcırdata gicırdata küreklere asılıyorlardı. Gece yarısı bir handa mola verildi. Kürekçiler değiştirildi. Pusarık ve nemli şafak söktü. Evler, barakalar, sandallar — geceleyin kocaman görü- nen her şey — alçaldı, kurşuni bir kı- rağı ile örtülü sahillerde ufacık kaldı. Söğüdler dallarını sisli sulara doğru eğiyorlardı. O maruf Zaandam acaba nerededir? Kürekçilerden biri, dik çatılı, yassı dıvarlı, kararmış ahşab ve tuğla ev- cikleri başiyle göstererek: — İşte Zaandam, dedi. Sandal bunların arasından, tıbkı bir sokakta gibi, kirli kanalda ilerliyor- du. Köylüler uyanıyor, şurada burada ocaklar tütmeğe başlıyordu. Kadınlar, le bak ştır. Hem aklınca kötü niyetle bile bakmış olsa küçükten ku- sür, büyükten af. Dedim. Sesimi çı- karmadım. Fakat tam bu sırada bana: — Aman ne güzel, ne minnacık a- yaklarınız var, bayan... demez mi? Eh artık buna dayanılamazdı. Bütün o es- kidenberi süzgün bakışların, aşırı ilti- fatların manasını daha yeni anlamış- tım. Sinirimden ne söyliyeceğimi bi- lemiyordum! Dilim dilime dolaşıyor- du. Fakat o bunun hiç farkında ol- madı. Öbür ayağımdaki iskarpini de çıkarmaya ve yenisini giydirmeğe uğraşıyordu. Şeytan: — Şu iskarpinlerin eskisini de, ye- nisini de başında parçala, hazır önün- de diz çökmüş duruyor, diye iğvada bulundu. Fakat dediğim gibi asabiye- timi zaptettim. Hiçbir şeycik yapma- dım. Yalnız o sırada tesadüfen ya- nımda oturan ve bu lâfları işiten iki üç müşterinin daha adresini aldırdım. Polise verdim. Çünkü bu hakarete tahammül edemezdim artık... —. Zanlı, hele bu son cümleyi dinle- dikten sonra âdeta: — Bunun hakaret neresinde? Der gibi dudaklarını büktü. —Söz sırası kendisine gelince de: — Bayanın dedikleri doğrudur. de- di. Yalnız bir noktasına kadar... Dedi- ği mağazada çalışırım. Kendisi de bi- zim devamlı — müşterilerimizdendir. Ekseriya dükkânda müşterilere ben hizmet ederim. Elbette hürmet edece- ğim. Bugünkü günde müşterisine hür- met eder görünmeden para kazanan esnaf kaldı mı? Bundan başka ben ha- yatta kibâr yaşamış bir erkeğim. He- le bir kadına fevkalâde hürmette bu- lunmayı sosyete borcu sayarım, Bu da hakaret değildir. Ayak güzelliği meselesine gelince, bunu hatırlamıyo- rum. Fakat insanlık hali bu, eğer ha- kikaten ayakları güzelse, o dediği lâ- fi da söylemiş olabilirim. Ancak be- nim kanaatimce bu lâfda da haka- ret ve sarkıntılık yoktur. Biz, ekse- riya ayakkablarını müşterilerin koltu- ğuna bu lâflarla veririz. Önümüzdeki celsede bayanın şahid- leri dinlenecek. Ankara : ÖgleNeşrıyatı: 12.30 Karışık plâk neşriyatı — 12.50 Plâk; Türk musikisi ve halk şarkıları — 13.15 Dahili ve harici ha- berler — 17.30 Halkevinden naklen inkilâb dersi. Akşam Neşriyatı: — D, Gans muüsikisi — 19,15 Türk musikisi ve halk şar- kıları (Servet Adnan ve arkadaşları) — -0 Saat ayarı ve arabça neşriyat — 20.15 Rad- yofonik temsil (Gençler grupu tarafından) — 21.00 Konferans: (Cemal Gökdağ; kül- tür bakanlığı bedenterbiyesi direktörü) — 21.15 Stüdyo salon orkestrası: 1 - Ludwig Siede: Leuchtkaferchens Hochzeit, 2 - Ber- ger: Liebesleid. 3 - Drigo: Suite du ballet, les mıllıonı d'Arlequın 4 - Malv ezzi: Fiar d'Analı 5. : Adagio S to. 6 - Erigh Eineg: En War' mal ein Zi- geuner. 7 - Karsakow: Chanson İndoue — 22.00 Ajans haberleri — 22.15 Yarınki prog- ram ve İstiklâl marşı. İstanbul : Öğle Neşriyatı: , L türk musikisi — 12,50 Havadis — 13.,05 Plâkla türk musikisi — 13.30-14 Muhtelif plâk neş- riyatı AkşamNeşnyau: 18.30 Spor ve gençlik bayramı: Konferans, Turgut Kaya, Hukuk fakültesinden — 18.45 Plâkla dans musikisi — 19.15 Spor musahabeleri: Eş- ref Şefik — 19.55 Borsa haberleri — 20.00 Sadi Hoşses ve arkadaşları tarafından türk musikisi ve halk şarkıları — 20,45 Hava ra- poru — 20.48 Ömer Rıza tarafından arabça söylev — 21.00 Radife Neydik ve arkadaş. ları tarafından türk musikisi ve halk şarkı- ları (Saat ayarı) — 2145 ORKESTRA : 1 - Stravs: Danüb biö, vals. 2 - Aylenberg: Lö mulen. 3 - Smet: Promönad an mer. 4 - Dökturtis: Şanzone e Napoli — 22,15 Ajans haberleri — 22.30 Plâkla sololar, opera ve öperet parçaları — 22.30 - 23 Son haberler ve ertesi günün programı. Avrupa : OPERA VE OPERETLOR; 14.10 Layp- îız 19.10 Berlin — 20.30 Paris — 21 Mi- anı OÖRKESTRA KONSERLERİ VE SEN- FONİK KONSERLER: 12 Alman istas- yonları — 19.45 Bükreş, Kolonya, Varşo- va, Stokholm — 20.30 Breslav, Monte Ce- nerı. Prng. Sot(enı — 21 Roma — 21.30 — 22.5 ODA MUSİKİS! 16 Münih, Varşovı — 17 Berlin — 24 Frankfurt. SOLO KONSERLERİ: 13.5 Stokholm — 15.25 Hamburg — 17 Paris - P. T, T., Stutt- gart — 17.10 Prağ — 17.15 Milano — 17.30 Stokholm — 17.40 Kolonya — 18.15 Brük- sel — 18.20 Breslav — 20.30 Strazburg — 21.30 Keza — 22.20 Laypzig. NEFESLİ SAZLAR (Marş v. s.): 12.45 Prağ — 20 Vi ORG KONSERLERİ VE KOROLAR: 18.30 Paris - P. 'T. T, 19.25 Breslav — 20.20 Budapeşte — 20.20 Prağ, HAFİF MÜZİK: 6.10 Hamburg — 6.30 Laypzig ve diğer alman istasyonları — 8.30 Frankfurt, Kolonya, Künipberı Müuıh — 10.30 Viyana — 12 Bres! lonya, Münih — 14.10 ankfurt Ko!onn — 14.15 Berlin — 15.35 Keza — 16 Alman istasyonları — 16.10 Königsberg — 17.10 Münih — 18 Berlin, Viyana — 18.30 Frank- furt — 19.10 Münih — 19.15 Stuttgart —20 Frankfurt, Laypzig, Stuttgart, Tuluz — 21 Viyana — 22.30 Frankfurt, Hamburg — 22.50 Münih. HALK MUSİKİSİ: 5 Königsberg — 11.30 Stuttgart — 18.20 Kolonya — 19.10 Laypzig — 19.50 Brno — 22.30 Stuttgart. DANS MÜZİĞİ: 19.10 Kolonya — 20 Berlin — 22 Floransa, Post Parizyen — 22.15 Kolonya, Blegrad — 22.25 London - Recyonal — 23 Droytviç, Lüksemburg, Ro- ma — 23.10 Budapeşte — 23.15 Milano — 23.55 Tuluz. Ev kadınları! Tazv yemişlrin renginden ve asitlerinden manikürlü tırnaklarınızı korumak is- terseniz ellerinize ince lâs- tik eldiven takınız! Manikür, reçel ve şurup yapmağa mani değildir! Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu UUU zamanla gelin kuşağı gibi türlü renk- ler almış bir çok küçük camlı dört kö- şe pencereleri yıkıyor, eğrilmiş kapı- ların çivileriyle rezelerini parlatıyor- lardı. Ağaç dallariyle döşenmiş bir sun- durma üzerinde bir horos ötüyordu. Hava aydınlanıyor, kanaldaki sudan dumanlar çıkıyordu. Bir kıyıdan diğe- rine gerilmiş iplerde çamaşırlar — son derece geniş donlar, kaba bezden göm- lekler, yün çorablar — asılı duruyor, bunların altından geçmek için baş eğ- mek lâzım geliyordu. Allah bilir ne münasebetle burada duran çürümüş kazıkları, kümesleri, hangarları, kulübeleri. geride bırakıp beyaz ve içleri boş söğüdler arasından yanda bir diğer kanala sapıldı. Kanal bir körfezcikte nihayet buldu. Bu kör- fezciğin ortasında bir sandalda, başı omuzları arasına geçmiş, örme takke- li bir adam vardı. Petro bağırarak yerinden fırladı: — Demirci Garit Kist, sen misin? Adam ancak oltasını sudan çektik- ten sonra böyle bağırana baktı. Bütün halinden ne kadar soğuk kanlı olduğu anlaşılmakla beraber gene hayretten kendini alamadı. Felemenkliler gibi muşamba şapka, kırmızı ceket, bez kü- lot giymiş bir delikanlı, yaklaşmakta olan sandalın içinde ayakta duruyor- du... Fakat dünyanın hiç bir tarafında buna benzer, amirce, açık ifadeli, bi- raz çılğın gözlü bir sima mevcud de- ğildi... Garit Kist irkildi: Moskof ça- rı! Böyle sabah sisleri arasında, alel- ade bir sandal içinde, bu kanalda zu- hur ediveren Moskof çarı! Garit Kist kumral kirpikli gözlerini kırpıştırdı: Hakikaten çar, çarın sesi... Ona doğru kürek çekmeğe başladı: — Ey, sen misin, Piter? — 'Günaydın. — Günaydın, Piter... Garrit, nasırlı elini uzatıp ihtiyatla Petronun elini sıktı. Aleksaşkayı gör- dü: — Ey, demek ki sen de buradasın ha, çocuğum? Hakikaten onlar; ben de di- yordum ki... Memleketimize gelmek- le ne iyi ettiniz... — Bütün kış, Kist, tezgâhlarda ma- rangozluk edip çalışacağız... Bugün- den tezi yok, lâzım gelen âletleri ala- cağız... — Oomes ninede iyi âletler bulursu- nuz, hem de ucuz. Ona icab edenleri söylerim... — Daha Moskovada iken senin eve inmeği kararlaştırmıştım... —Sıkışacağız, Piter. Ben fakirim, evim şöyle böyledir... — Tezgâhda 1 gibi. — Ey, görüyorum ki şakayı halâ se- viyorsun, Piter... — Şakalaşmağa vaktimiz yok Kist: İki senede bir filo yaratmağa, sersem- liğimizi ve tenbelliğimizi yenmeğe, memleketimizde artık hiç bir şeye do- kundurulmayan beyaz eller bulunma- cağım gündelik masını temine çalışacağız...Sonu var) |

Bu sayıdan diğer sayfalar: