Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
vT ULUS Yazan: Yüzbaşı F. W. von Herbert ĞNUT Mudafaasında İGİLİŞi Z ARİFİ Dir Çeviren: Nurettin ARTAM Bukovaya ricat emri verilmişti; Bundan müşirin haberi olmadığını biliyorum Biz hareket ettiğimiz zaman Ja- ek'ın takımı, gitmiş — bulunuyordu. Biz geri çekilirken bir çavuş ku- mandasında on iki nefer, gelişi gü- zel ateş ederek ricatımızı örtüyor- lardı. Düşman bayırı tırmanmak mecburiyetinde bulunduğu için biz, sıkışık bir vaziyette değildik. Gör- düğüm son manzara, karşı yamaç- tan aşağıyı doğru kalabalık bir rus yığınının inmekte olması idi. Bir dakika daha geç kalmış olsaydık, mahvolduğumuz gündü. Takımımı, mükemmel — surette harb vaziyeti almış olan takımın e- sas kısmının yanma hiç bir şey ol- maksızın götürdüm. Bizi oradan geriye gönderdiler ve taburun cerrahi ile bir onbaşı ve tıbbiye mektebinde talebelik etmiş gönüllü bir asker tarafından yara- lılarımız tedavi edildi. Jack'ın takımı benimkinden da- ha önce buraya gelmişti. Onlardan bir şehid vardı, fakat ağır yaralı yoktu. Mülâzım evvelin takımı bir iki dakika sonra geldi. Mevzi aldı- ğı sahanın önündeki bayır daha az dik olduğu ve düşman oraya kül- liyetli bir kuvvetle yüklendiği için onun takımı nıılırlı goıuı göğüse şmağ ştu. Bu ta- luınduı iki şehid, üç ağır yaralı, bir kaç ta hafif yaralı vardı. İlerle- yen öteki bölüklerin de geriye çe- kildiklerini haber almıştım. En son- ra çerkesler yayan olarak geldiler. Atlarma bakmağa bıraktıkları a- damlar, başka bir istikamete doğru çekilip gitmişlerdi. Bunlar, aradaki dar yolu israrla müdafaa otmı;lct ve çekilirken ateşi | di. man ziyadesiyle hayretler içinde kaldım. Her ne kadar rus gülleleri yakına düşmeğe başlamış idi isede henüz bir zarar verdiği yoktu; bi- zim mevzilerimiz de sağlamdı. Bu kumandanın harbi, Plevnenin tam şarkında bulunan bir teped n takib eden Müşir tarafından veril- mediğini biliyorum. Onun için bu- rada şöyle bir mütalaa yürütece- ğim : Liva kumandanı, henüz sayımız dolgun bir halde iken ve efradın maneviyatı yüksek bılunurken em- niyet, selâmet ve intizam içinde ri- cat etmemizi daha muvafık bulmuş. tu. Ricat için de henüz hiç harbe iş- tirak etmemiş olan iki tabur — tara- fından işgal altında bulunan Buko- vayı münasip görmüştü. Ondan sonra anladığıma göre bu noktaya yakın bir yerde bir rus ala- yı (üç taburlu Vologda alayı) beş türk taburu ile (bizden iki, sağ ce- nahtan üç tabur) karşılaşmıştı. Türk taburlarile rus taburlarının kuvvet. leri arasındaki farkı hesaba katacak olursanız, bu iki kuvveti müsavi sa- yabilirsiniz. Bundan başka bir baş - ka alayın (Galiç) Nikbolu yolu ile gelmekte olduğunu da biliyorduk. Maamafih bu kuvvet, çok geç gele- bilmiştir. İhtiyat bölüklerimiz, tepenin öte - ki tarafında, ihtimal ki bizim ricati - mizi gizlemek üzere, kayboldular. Bir nizamiye süvari bölüğünün de tırıs olarak ilerlediklerini gördüm. Benim takımım çekilen kuvvetin en başında bulunuyordu. Ben, bu takı - Bu adamların kendi atlarını bul- maları için günlerin geçmesini bek- Jemek lııım goldıguu ıoylıyecok yozi lursam okuy i karışıklık ve hrgııılık hıHundı bir fikir edinmiş olur. Ateş biraz tavsamıştı. Fakat tah- minime göre saat 6.30 da bir yay- lım ateşi bizi yerimizden oynattı. 'Tekrar vaziyet alarak yeni bir mu- harebeye hazırlandık. Şimdi Yanız bayırın cenub yamaçlarında bulu- nuyorduk. Cenub yamacının içtima noktası bizim altı bölüğümüzün iş- gali altında bulunuyordu. Üç bölük te ihtiyatta idi. Bölüklerden üç ta- nesi de geride işsiz bekliyordu. Miralayla iki Binbaşıyı ve erkâ- nıharblerini tepenin üzerinde ihti- yat bölükleri harbe sokacak ku- mın başında idim, her şeyi ve her ye- ri bilen Bakkal çavuş da yanımda kılavuzluk ediyordu. Yanımızda üst- leri yaralılarla yüklü tek atlı beş ta- ne araba da vardı. Fakat bunlar, bi- zi sola saptığımız zaman Plevneye doğru bizden ayrıldılar. Bir hayli müddet yürüdük. Arkamızdan ateş devam edip gidiyordu. Her halde kafilenin en arkada kalan kısmını ilerleyen düşman, gittikçe, daha fazla sıkıştırıyordu. Gülleler, sağımıza, solumuza dü- şüyor, fakat isabet etmiyordu. Buko- va'ya vardığımız zaman saat 7, 7 bu- çuk olmuştu.Muharebenin ikinci saf- hasına dair aklımda kalmış olan şey- BÜRAEGEEZİN TİZNTİNN HİKÂYESİ Turhalda herkes pancardan ve şe- kerden bahsediyor : — Ah bir yağmur yağsaydı ! — Bu kadar çok mu lâzım ? — Ekilen pancarlardan alacağımız şeker mikdarı belki 9, 20 fazla olur- du. — Pancarların şekeri mi çoğalırdı? — Hayır, pancarlar büyürdü. — Ne kadar pancar ekildiğini bi- liyormusunuz ? Böyle bir suali soran, pancarcılı- ğın ve şekerciliğin şaşılacak kadar cahili olduğunu hemen isbat etmiş olur. Zira pancar ekimi, tütün gibi, afyon gibi bir takım kanuni tahdid- lere değilse bile şeker fabrikalarının - iş icabı olan - takyidlerine tabidir. Pancar ziraati tekniğinin bu icab- larını şöyle telhis edebiliriz : “Pancar, arz ve tul derecelerine ve ekilen sahanın tabiatine uymak şar- tiyle 400 - 1500 metre yükseklikte, ilk ve son baharı normal olan ve yıl- da eni az 350 milimetreden yukarı te- ressubatı bülunan sahalarda yetiş- mektedir. v Teressubatı az, fakat diğer iklim şartları mevcud olan yerlerde ise em- niyetle pancar ziraati yapmak, ancak sulama kabil olduğu takdirde, müm- kündür. Kati bir mana ifade etmemekle be. raber pancara senede, orta hesabla 2500 suhunet derecesi lâzım olduğu ileri sürülmektedir. Pancar toprak içinde büyüyen bir nebat olduğundan ekildiği - sahanın turabrnebatisi, yani nebata yarayan toprak kısmının hayli derin olmasrı, toprağın gıda itibariyle pek fakir bulunmaması, ne fazla kumsal ve ne de suyu aşağı tabakalara birakmıya- cak kadar killi ve ağır topraklardan olmaması lâzımdır. Bu sebeble toprağa gıda verici ve hikem? vasıfları tadil edici gübrele- rin pancar ziraatinde rolü çok bü- yüktür. Yalnız memleketimizde umu- mi bir davâ olarak, gübre mikdarı zi- raat sahalarımıza nisbetle çok düşük- tür ve bu yüzden bütün tarlaların hayvan gübreıiyle gübrelenmesi ümlrli İseder örnm el karşırlamak için ancak mütemmim ma- hiyette olan şımik gübreler kullanı- lır. Memleketimizd nüz pek yayılmamış olan bu gübrele- ri köylüye fabrika dağıtmaktadır. Pancar, kimyevi reaksiyonu itiba- riyle de, hamızt olan toprakları sev- Modern ziraat usullerini öğreten bir ziraat şübesi: Pancarcılık takib ettiğini görürsünüz. Türk söylüsü için “göreneğe bağlı” derler. Ona nasihat vermeyin, yapacağı işi fili surette öğretin; doğru yolu Radyo ANKARA : ÖĞLE NEŞRİYATI: 12.30 u:ıh*j Plâk neşriyatı — 12.50 Plâk: Türk musf | ve halk şarkrları — 13.15-13.30 Dahili harici haberler. “h“w AKŞAM NEŞRİYATI: 18.30 M plâk neşriyatı — 19.00 Türk muııkıll * halk şarkıları (Hüsniye ve arkıdaşli” # 19.30 Saat ayarı ve arabça neşriyat — W' Türk musikisi ve halk şarkıları (Hi Riza ve arkadaşları) — 20.15 İktıııdîı“u nuşma: Şevket Süreyya — 20.30 Plâ dans musikisi — 21.00 Ajans haberleri | 21.15 Stüdyo salon orkestrası; 1 - Pu! Çi Le Villi, 2 - C. Franck: Danse lent& » Fetras: Mondanacht auf der Alster. Boldi: Chanson Boh&mienne — 21.55-22/ Yarınki program ve İstiklâl marşı. İSTANBUL ÖĞLE NEŞRİYATI: 12.30 Plâkla = musikisi — 12.50 Havadis — 13,05-14 Pi Turhal'da pancar YAZAN: Nasuhi Baydar râk uzun ve kısa müddetli münavebe- ler tesisiyle de bu işi rantabl bir ha- le sokmak mümkündür. Şeker pancarı filizlenmeğe başla- dığından hasadına kadar çok ihtimam istiyen bir mahsuldür. Tarlanın, ne- bat görünmeğe başladığından itiba- ren hiç değilse dört defa çapalanma- sı ve pancarın bir defa seyretilmesi ve bir defa da teklenmesi lâzımdır. Bu ameliyelerden her hangi biri ih- mal edilecek olursa iyi bir mahsul al- mağa imkân olmaz. Her nebat gibi pancarın da iki çe- şid düşmanı vardır : Böcekler ve hastalıklar. Fakat pancar bizde yeni olduğu ve fabrikalar bu ziraate bü- yük takayyüd gösterdiği için pıneı- ra muğâllaL olan böcekler âz ve Nnasz- talık ta ancak bir tanedir : Zerköspo- kullanıl he- | ra. Zerkospa, tuhaf bir kelime değil mi ? Pancarın nerelere, ne zaman ve ne kadar ekileceğini tayin etmek, güb- mez. Böyle topraklar da pül- luk, kültivatör, tırmık ve saire gibi ziraat aletleriyle hazırlandıktan son- ra ilkbaharda tohum ekilir. Memle- lerin doğru olduğ İhtimal ki huııı, zihnimin biraz h- r sebeb ol . Bütün hatır- mandalar verirlerken gördüm. Et- rafıma bakınırken bir bataryanın da bizden ayrılıp ileri gittiği zözı'i- me çarptı. Şarka doğru bir tepe ü- zerinde de piyadeler harbe gmşml! bulunuyorlardı. Her taraftan yeri sarsacak derecede şiddetli muhare- be gürültüsü geliyordu. Bütün cep- he boyunca mücadeleye umumi bir şekilde girişildiği anlaşılıyordu. Bu vadinin şimal ucunda ve bir mil kadar uzakta bulunan Buko'- va'ya ricat için emir aldığımız za- lı_vıhildilrim ıuıılırdı'r: Bölüğümle olan bir dmm kenarında, lıır kö - yuıı d a, bir il mev- ketimizde ekim martta başlryarak ma- yıs ortasına kadar devam eder. Şeker pancarı her sene ayni tarla- ya ekilmez. Tarlanın bu suretle de- ğiştirilmesine münavebe denir. Yağ- ınuru ız olan memleketlerde en iyi zi ılmı,uk Karnım fonı hıldı ıcık mıştı; y da kalan pek be, pancarın, kara nadas deni- len işlenişi, fakat üstüne her hangi de karnımı doyııucıiı benuınıyor— du. Matral bir mahsul ekilmiyerek dinlendiril- mesidir. Kara nadas münavebesinin ğa uğraşıyorduk ki derenin öteki kı- yısında bir rus müfrezesi görünü- verdi. Şiddetli bir ateş açıldı ve bu- nun neticesinde birkaç şehid verdik. — Sonu var — yapıl dığı yerlerde ise toprağa kuvvet veren bakliyeler ekilir ve bun- dan sonra pancar ziraatine geçilir ki bu suretle yapılan münavebelerden de iyi neticeler alınmıştır. Türlü nebatların bir sıraya konula- rel k, seyrelttirmek, — tekeltmek, çapalatmak, haşereler ve hastalıklarla uğraşmak, hasadını vaktinde yaptır- mak ve diğer bin türlü işleriyle uğ- raşmak üzere, bizde, her şeker fabri- kası geniş ziraat teşkilâtı vücude ge- tirmiştir. Fabrikada bir kaç ziraat mıntaka âmiri ve bunların başında.da bir ziraat direktörü vardır. Bu teşkilâtın vazifesine gelince : Pancar tohumu şeker fabrikalarınca çiftçiye bedava dağıtılır ve gene şe- ker fabrikalarının malr olan pancar ekme makineleriyle ve yukarıda bah- settiğimiz teşkilât vasrtasiyle ekti- rilir. Pancar ekildikten sonra bu teş- kilât ekim sahalarını dolaşmak sure- tiyle pancarın tenebbütünü takib edip yapacağı işler hakkında çiftçiyi ay- dınlatır. Bu teşkilât çiftçinin mürşi- sulama tesisatı di, mürakibi ve yardımcısıdır. Pan- car ziraatinde çiftçiye düşen vazife tarlasını tarif edildiği gibi hazırla- mak ve şeker fabrikalarınca ekilmiş olan tarlasından mahsul çıkınca bu- nun çapa ve trmarını yapmak ve ha- sadını bitirdikten sonra istasyonda kantara teslim etmektir. Şeker fabri- kaları pancarın istasyonlardan fabri- kaya naklini dahi üzerine almıştır. dakak Şimdi gene Turhala avdet edelim : Bu mıntakanın ziraat sahası Sivas şehri civarından başlıyarak demiryo- lunun iki tarafında yirmi beşer kilo- metre derinliğinde geniş toprakları içine almak suretiyle Samsunun Ka- vak istasyonuna kadar devam etmek- tedir. Ekim zamanında, bütün bu mıntakaya 200 kadar ekici ustası da- ğılır. Pancar ziraatine dair olan yukarı- ki izahları hatırlayınız, ve sonra, işin- de ehil bütün bir teşkilâtın ekimde, Daklnud, NAşŞCiç Ve HuwLülimiğıin asan cadelede ve nihayet hasadda köylü ile işbirliği ettiğini düşününüz : Bu işbirliğinin umumt ziraatimiz Üze- rindeki tesirlerini sizde, benim gibi, şöylece sıralarsınız : Şeker fabrikalarımz, kendi mınta- takalarında köylüye, 1 — Ziraatte münavebenin tabif ve- ya sunf gübre kullanmanın faydasını öğretmekte; 2 — Toprağı işleme tarzı, yani anız bozmanın, derin sürmenin ve hele sonbahar hafriyatının elde edi- len mahsul üzerinde kemiyet ve key- fiyet bıkımmdın yaptığı — tesirler hakk $ malümat v h 3 — Haşereler ve hastalıklarla na- sıl savaşılacağını fiğli surette anlat- makta; 4 — Pancardan sonra topraklarına ekeceği diğer mahsuller hakkında da bu suretle hareket etmenin, yani mo- dern ziraatin ne kadar verimli oldu- ğuna köylüyü inandırmaktadır. Türk köylüsü için “göreneğe bağ- lı,, derler. Görenek nazariye ile el- la türk iki AKŞAM NEŞRİYATI: 18.30 Pw dans musikisi — 19.00 Bayan İnci tll'lf’ dan şan: Piyano ve keman refakatiyle ” 19.30 Radyo fonik komedi: Fatma kl*: mahkemede — 19.55 Borsa haberleri 20.00 Mustafa ve arkadaşları - taraf! türk musikisi ve halk şarkıları — 20.30 H4 va raporu — 20,33 Ö, Rıza tarafından arâl söylev — 20.45 Nezihe ve arkadaşları tâff fiından türk musikisi ve halk şarkıları ($ at ıyın) — 21.15 Bedriye Tüzün tarafınd : Örkestra refakatiyle — 21.45 orR KESTRA 1 - Rossini: Diebisene E uvertür. 2-Tschaikovvsky : Pigue Dame f', tazi. 3 - Translateur: Ballnachtstravm. * Musigue: Tzigoanne — 22.15 Ajans leri — 22.30 Plâkla sololar, opera ve ol g) parçaları — 22.50-23 Son haberler ve ert' günün programı, AVRUPA : —— ÜFERA ve OPERETLER: 15 Prağ” 19.10 Frankfurt — 20.45 Monte Ceıxeî'î S 21 Milâno — 21.15 Paris - P. T. T. ORKESTRA KONSERLERİ ve SEN, FONİK KONSERLER: 11.10 Prag — Strazburg — 14.10 Laypzig — 15.25 Hati burg — 16.40 Kolonya — 16:45 London-RE gional — 18 Prağ — 20 Doyçlanzender ”" Prağ — 20.35 Sottens — 2110 Kopenlili 21.15 Droitvich — 21.30 Strazburg — 21, openhag. 0 ODA MUSİKİSİ: 16.50 Berlin — 214 Hamburg — 21,30 Stuttgart — 24 Keza. SOLO KONSERLERİ : 14,45 Stol — 16 Frankfurt, Münih — 16 15 Vırşovlj 1715 B ü — 19 Londi — 19,30 Stokholm — 20 Komııber Varşova — 22.20 Roma — 22.30 noyçlıı*" zender 23.5 Lüksenburg. NEFESLİ SAZLAR (Marş v. s.) Frankfort — 12 Königsber, Laypzig, MM — 18.25 Viyana — 22.15 London-Regiot ORG KONSERLERİ ve KOROLAR' 17.5 Stokholm — 17.15 Varşova — 19,35 V' yana — 20 Monte Ceneri, HAFİF MÜZİK: 6.30 Hamburg ve diğf alman istasyonları — 7.30 Prağ Laypzig, Münih — 10.30 Hamburg — ıı-l’ Berlin — 12 Breslav ve diğer alman istâf yonlar — 14 Stuttgart — 14.10 Frankfüf 14.45 Berlin — 16 Doyçlandzender, burg, Königsberg — 16.30 Frankfurt ” ııg âs Munâ a ıı::uım — 19.10 Hamburk olonya, Königs rı—lîl!ısmttgırt 20 Keza — 22.20 Münih — 22.30 Frankfurt Stütigart — 18.5 Varşova — 20 22.3(; S)mıwın 23.10 Budapeşte (Si DANS MÜZİĞİ: 21.45 den itibarerni V; yana — 22.35 Königsberg, Laypzig Doyçlandzender — 23.10-24 Brükııl 30 23-23.30, Krakovi, Lemberg — 23.25- London-Regional — 24 Droitvich — M’ Lüksemburg. İstanbul kültür kadrosund? Bakanlar heyeti İstanbul - vilây&? kültür kadrosuna yeniden 28 ilk t! risat müfettişliği ilâvesini kabul et * miştir B bette değişmez. Fakat zeki olan ka_f î el | lümüze doğru yol filiyatla gösterili” se onun eski göreneğinde israr € yecegme. şeker fabrikalarımızın t"' zim ve idare etmekte olduğu pantf' | ziraati en susturucu misal vâegı“xıı dir ? Fakat nasihat vermenin; ya.paod' işi fiğli surette öğretin: Köylün # doğru yolu takibte gecikmiyeceğ görürsünüz. Doktor Hikmet, geniş bir soluk aldı. Deıulılulır ki, İzmirden çıktığı dakikadan beri, ilk aldığı soluk budur ve sevinçten, az kalsın, ürkek kuş gozlü ıdı- mı bağrına basıp ö kti. O, deminki h biraz sıyrılmağa çalışarak sordu : — Bari size evinizden iyi bir haber getirebildim mi? “— Oh, teşekkür ederim, teşekkür ederim, çok ıyı va — Ne güzel fr. b Bir fran - sızdan hiç farkınız yok, doiı-uıu... Kuzenim, mek- tubunda, fransız edebiyatına da vukufunuzdan u- zun uzıdıyı bahsediyor. Ben de edebiyatın bir eski ıyım. Mutlak bazı antolojilerde benim adıma rastgelmiş olacalı Jean Savaliğ He- lebir düşünün, Bu isim size bir şey hatırlatmıyor mu? Şimdi, Paul Faure dıye bir kıymetsiz şair var. “M., şiir,,'in bab k geçiniyor. Halbuki ta Verlain zamanından beri bu çığırın yegâne sa- habi bendim, Sonra, yaşım ilerledikçe - daha doğ- rusu - Paul Faure beni taklide başlayınca bundan yvaz geçtim. Kendimi t iyle “sanat tenkidi,,": karşı mücad. ke BİR SÜRGÜN —30İ- topladı. Küçük sıska vücudu isterik bir enerjiyle gerildi ve ensesindeki kül rengi yeleleri diken diken oldıı: — Lâkin; dedi, Lâkin, ben, kendimi aslâ yenil- miş saymıyorum. Elimde bir mecmuam var. O be- nim kall dır. Mücadeled | diyorum ve b i artık yalnız değilim. Molon ;ıpkıııııı tekrar iki dıııın arasına sıkış- tırdı, elini yine deminki jestle palı iç ceble- rinden birine soktu ve oradan, âdeta sıyırırcasına çıkardığı, üçe katlanmış, uzun formada bir mecmua- yı doktor Hikmete uzattı: “— Alın, bir göz gezdirin.... Dedi. Bu, (Les annales littöraires)) genişliğinde, fa- » 'ne verdim. Yıllarca boliste ekolü lede bulundum. Ben, ustam Verlain gibi, bütün edebi ekollerin düşmanıyım. Zaten kabahatim de bu ol- du ya... Ancak, birbirlerini tutarak ve birbirlerinin reklamını yaparak suyun üstüne çıkan bir sürü tu- feyli ve nebati ehliyetler arasında tek bir adam, bir kocaman meşe ağacı da olsa, nihayet, boğulup git- meğe mahkümdur. Jean Lavaliöre'in bu son cümlesi gizli bir hıçkı- rıkla titredi; Ürkek gözlerinin üstünden kırınhlı kat, €en az on defa daha ince, ve son derece kö- tü kâğıda basılmış bir risale idi. Soluk, yeşil renkli, çırıl çıplak kabının üstünde bir kaç yazının fihristi ile şu iddialı unvandan başka bir şey görünmüyor- du: La Voie, Kabı çevirince baş sahifanın dörtte üçünü ancak doldurabilen ve J. L. inisialerine göre Jean Lavali- €re'in bir kronik: rast gelini- yor. İkinci sahifada, bir N&oclassime'den bahsedile- bilir mi? serlevhalı ve yarısı üçüncü sahifaya kadar geçen İ bir etüt... Daha sonra bir kaç şiir; bir lduğ Yasıl bir duygıınun gölgesi geçti. Fakat, birden, kendi YAKUB KADRİ bibliyoğrafya... Doktor Hikmet, rislaeyi evirip çevi- riyor ve sahibine ne diyeceğini düşünüyordu. Jean Lavaliğre onun bu tereddüdünü sezmiş gibi : “— Alâkadar old , Size bu nüshayı bıraka- yım; dodı. Suıırı tetkik oder okursunuz. Zaten a- . * a AR” SAA k hç .'I* Wm hediye ediyorum. Siz de arzu ettiğiniz takdirde.... Ve ufak mavi gözleri Doktor Hikmetin yüzüne o kadar yaivarıcı bir bakışla çevrildi ki, genç adam hayır. Diyemedi, “— Hay, hay; ne kadar takdim edeyim? “— O0!... Büyük bir şey değil. Zaten eımııııiyl- “— Böylelikle, fransız edebiyatının şimdiki vazi- yetini yakında görüp öğr ksiniz; diyordu. Bu mecmua için size bir mücadele organı dedim. Ben mücadeleyi severim. Fakat daima objektif olmak şartiyle... Tenkit, bazılarının zannettiği gibi bir sanat değildir, bir ilimdir, Deği ezeli kaid. leri - ne diyorum? - kanunları vardır. Edebi kıymet- leri Jules Lemaitre veya Anatol France usulüne göre ölçmeğe kalkışânların aklına şaşarım. Çünkü bu usulün adı, serapa usulsüzlüktür. Bu efendiler iddia ederler ki, kritik nisbidir. O halde ne kadar insan varsa, ne kadar zevk ve mizaç varsa, bir edebi eser hakkında o kadar kriterium olmak lâzım gelir. Buna nasıl imkân verirsiniz? Doktor Hikmet, şimdiye kadar okuduğu kitab- lardan, mecmualardan fransız edebiyat âleminde böyle bir meselenin münakaşa edildiğini müphem bir tarzda biliyordu. Fakat, şu dakikada, bu lakır- dıların hiç biri onu alâkadar etmiyor, bab gelen mektubu, içine sindire sindire bir kere daha okumak için bu acaib ziyaretçinin bir an evel git- dan bir fikir ve mücadele organı olduğu için k ç ini bekliyordu. Jean Lavaliğöre, halbuki, hiç de düşünmüyorum, Geniş bir ohıvm hüoıı dearamı- susmaya meyyal görünmüyordu. Uzun uzadıya kri- yorum. Yalnız aboneleri d mikdard tik hakkındaki iyesini tarif ve izah etti. Sonra thmmu.. bir çok misall irmeğe, bir sürü isimler - sayıp fdan da l dökmeğe bı.ılıdı Derken eski edebiyat âleminin yıı binden ab '“".' yordu. Dok- kıbelerine geçti. tor Hikmet kalktı. Kaıdıııııı ya: ih hizmetini Ad. ğız bunları anlattıkça zekâsma cazibeli gören bir küçük para çant bir inkişaf geliyor, gözlerinin içinde mavi kıvılcım aldı ve içinden bir Nıpolyon altını ayırıp ihtiyar şa- — pırıldıyordu. Kâh vecitli, kâh istihzalı, kâh sadece ire uzattı. Genç adam, bu hareketi, âdetâ refah ve şeytani tebessümlerle açılıp kap ağzı hayret dobddnıımınlırmıııhı(oldm bir devlet düş- yrici bir tazelikle çleşmişti. İskemlesinin üstün- kününe bir iy ş gibi sıkılarak — Sonu var —