Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
ıi7 ııljhhîıffuuluııımm > at l Tefrika No. 52 Rum Çeteleri Baskına Hazırlanıyor Yapacakları Kahbece Baskın İçin Hazırlanmış, Tepeden Tırnağa Kadar da Silâhlanmışlardı Ferit şeytani bir gülümsemeyle: — Ârza ne hacet monşer. Ben dün listeyi şevketmeabın huzu- Tunda hazırladım ve iradesini bi- e istihsal ettim vükelâ heyetinin. Demişti. Bu söz karşısında İh- San bey afallayıvermişti. Muhata- bınin yüzüne bir müddet hayretle baktıktan sonra da, meraklı bir ta- Vırla sormuştu: — O halde ne diye bu adamlar- & uzun uzadıya müzakere ve mü- Nakaşaya giriştiniz. ve saatlerce didişmeğe lüzum gördünüz. İradei Seniyyenin hükmü budur deyip... Damat Ferit muhatabının sö- Zünü kesmiş ve alaylı bir eda ile: — Eh. İşte, bunu da lüzumsuz bir teamüle uyar gibi görünmek Zaruretiyle yapıverdik. Gerçi bi- Taz yorulduk amma netice iyi ol- du. — Hariciye nezateti erkânı ara- sında bir değişiklik yapacak mı- — Elbette İhsancığım. Yapacak değil, müsteşarım sıfatiyle sizin- le beraber yapacağız. Demiş ve bu eski dostunun da Yüreciğini şenlendirmişti Yani vükelâ heyetini teşkil edecek zevat, o gece yine damat Feridin nezdinda - toplan- Mıslardı. Nezaretlerde yapılacak tebeddülâtı müzakere ediyorlar, Hihat ve terakki mensuplarının t_e_'v'kif ve hapisleri keyfiyetini dü- Sünüyorlardı. Hepsinin gözlerini âra bir hırs bürümüştü. Bunlar Millet ve memleketin. acıklı hal Ve vaziyetine göz yumup ittihatçı- ardan alınacak intikamın şekille- "_flî kararlaştırırlarken, şehrin bir Öşesinde kanlı Bir facia oynanı- Yordu. Büyük veküçük Bakkal köylü- €rin teşkil ettikleri yirmi kişilik t" çete, Vasil namında bir komi- aCi başlarında olduğu halde Bos- ta"Clda, (Başıbüyük) ün gerisinde Ulunan sırtlar üzerindeydi. Aç İr kurt sürüsü gibi Kayışdağı sırt- arından inmişler, fundalıklara sin- Mişlerdi. Vaktin gecikmesini, el Ve eteğin ortadan çoekilmesini bek- İYorlardı. O zamanki “Mavri Mira,, lılar- dan Teoharis adında bir Giritli Ba- #idönükte Bakkal köylülerile, Sa- Mtandıra ve Maltepede bir hiyanet eşkilâtı kurmağa memur edilmiş- » Moda, Bostancı ve Maltepenin © zamanki rumları, bu teşkilâtın Setelerine, elbise, para ve erzak ve- Saire vermeyi taahhüt etmişlerdi. : Odada Aristidi isminde bir mek- P muallimi, Maltepede de Sofok- kı' I_Smüıde bi rkomisyoncu, bu teş- İlâtı temsil ediyor ve mahallerin- ;Ie_ Tum zenginlerinden açıktan lçıga Muavenet ve para topluüyor- ı:l'dı. O sırada, Maltepede otur- ü âkta ve halk arasında #aizciliği * cimriliğiyle meşhur olan Za- 'tis adında Karamanlı bir sarraf, Toklinin kendisinden — istediği Miktarı çok buluyor ve tabit ver- .*k istemiyor. Teşkilât mümessi- hi tarafından tâzyik ettirileceğini SSeden bu var yemez adam, ya- î'_ıah bu gizli işleri Osmanlı hü- Ümetine haber vereceğinden ba- 'Sle ötede beride boşboğazlık edi- ğîğ Bunu haber alan Sofokliyi Yi âm bastırıyor. - Gizli bir Türk î.a €si tarafından takip edildiği ihnına düşüyor. O sıralarda bir î:" Bostancı istasyonunda, Zafi- “a:ın hariciye nezareti umuru ti- © Ye umum müdürü Erşet bey- e l gizli görüştüğünü görüyor. Na halde de şüpheleniyor. hi beyin, binbaşı Nidat bey ıy“fmda bir biraderi olduğunu ve n, “ hanede birlikte oturdukları: Sğrenince şüphesi kuvvetleni- ;lrî Vehmi artıyor ve nihayet © te_g'da Meydana getirilen Vasil çe- m:ığ'le köşküne bir baskın yaptır- ş »Erşet ve Nidat beyleri dağa dirtmak kararını veriyor. Ce- tebaşı Vasil, bir kaç günler köşkü ve Erşet beyle biraderini gözlü - yor. Nihayet baskın gecesi de ta- yin ediliyor. Ve işte yapacakları kahbece ta- arruza da hazırlanmışlar, silâhlan- mışlardı. Gece yarısına yakın, bu kanlı teşebbüsten tabii haberi ol- mıyan ve her vakitki gibi huzur ve emniyetle yatağında uyuyan Erşet beyin köşkünü dört yanın- dan sarmışlardı. etebaşı Vasil imha hareke- Ç tine, köşkü bekliyen iki sa- dik köpeğe zehirli et atmakla baş- lamak istemişti. Fakat, hayvan olmalarına rağmen, efendisine ve ekmek yediği kapısına sadakatle bağlı bulunan bu köpekler, lisanı hal ve hareketleriyle, bu nankör- lere güzel bir ders vermişlerdi. A- tılan et parçalarını koklamağa bi- le tenezzül etmemişler, tehlike sezinledikleri bu vakitsiz ziyaret- çilere saldırmışlardı, havlamışlar- dı. Atılan kurşunlarla vücutları delindiği halde vazifelerini bırak- mamıişlar ve köşkün kapısında u- luya uluya ölmüşlerdi. Fakat yak- laşan tehlikeyi de efendilerine ha- ber vermişlerdi. Köpeklerin acı feryatları, köpek- lere atılan silâhların sesleriyle u- yanan Erşet ve Nidai beyler, uğ- radıkları taarruz karşısında hiç te şaşırmamışlardı. Türke yakışan bir atılganlık ve soğukkanlılıkla silâhlarını kap- mışlar, — balkonları tutmuşlardı. Patlıyan yirmi bir tüfeğe karşı iki cep tabancasiyle mümkün olan yı yar tan mışlardı. Ne yazık ki, o esnada karanlıktan istifadeyle köşke yak- laşan bir kaç nankör de baltalar- la kırdıkları kapılardan köşkün içine dalmışlar, kuduz köpekler gibi rastladıklarını dalamağa baş- Jamışlardı. İki kahraman kardeş, köşkün içine intikal eden bu müsademe- rin son safhasında da Türklüğü cidden şereflendirecek bir mertlik göstermişlerdi. Salgıncı kuduruk- ların karşısına da elierindeki mü- tevazı ve küçük çaptaki silâhlari- le dikilmekten çekinmemişlerdi. EKadınları koydukları odanın ka- pısında Türklük namus ve şerefi- nin birer çelik timsali gibi dur- muşlar, vuruşmuşlardı. Kadınların etrafı çınlatan acı feryatlarına, patlıyan silâhların boğuk takırdı- larına rağmen, hiç bir taraftan muavenet görmiyen zavallı kar- deşler, nihayet yere serilmişlerdi. Erşet bey başına inen bir balta darbesiyle, Nidai bey de başına isabet eden üç merminin tesiriyle ölmüşler, fakat şeref ve namusla- rinı alçaklara çiğnetmemişlerdi. Müsademenin başlangıcında bir fırsat bulup Bostancı zabıtasına koşan ahçı Bolulu İbrahim oğlu Mustafanın gayreti ve mıntaka po- lis komiser muavininin himmetiy- le, ihtiyat zabit namzetleri talim- gâhından çıkarılan bir kuvvet te o sırada köşkü sarmış ve ateşe baş- lamış bulunuyordu. Ansızın sarıl- dıklarını anlıyan nankörler, artık köşkün kadınlarına saldırmaktan, eşyasını yağma etmekten vaz geç- mişler, can kaygısına düşmüşler- di. Sinsi sinsi bir tarafa çekilmiş- ler, ateşin hafiflemesini beklemiş- ierdi ve buldukları açık bir yer - den kahbeler gibi birer birer sı- vışıp gitmişlerdi. D amat Ferit, yine tatlı bir ha- raret neşreden şöminenin karşısında, kürküne bürünmüş, koltuğuna büzülmüştü. Tıpkı bir hain çetesi reisi gibi, akşam ver- dikleri hainane kararları zihnin- den geçiriyor ve karşısında sabah gazetelerini yüksek sosle okuyan İhsan beyi dinliyor gibi görünü- yordu. Bir aralık silkinerek 'doğ- rulmuş ve: — Kuzum İhsancığım, demişti. Bugün Sait Mollaya gitmeyi ih- mal etme sakın. Kendisine teklif ettiğim adliye müsteşarlığını şim- dilik kabul etmesini ve ileride ne- zarete de tayininin mukarrer bu- lunduğunu söyleyiver. Bu kibar yobazın berikilere baş vurup hün- kâr üzerinde bir tesir yaptırma- sına meydan vermiyelim. Olmaz mı?. İhsan bey elindeki gazeteye dal- mış, biraz da solmuş ve sararmış- tı. Titriyen elinden gazete yere düşmüş, yaşı boşalan gözleri Fe- ridin yüzüne dikilmişti. Ağlar gi- bi bir sesle: — Çok fena bir haber ekselâns. Bizim hariciye nezareti ticaret umum müdürü Erşet beyle bira- derini vurmuşlar, Sözleri ağzından dökülüvermiş- ti. Ferit, gözlerini açarak yerin - den sıçramıştı ve: — Erşet beyle vurmuşlar ,dediniz?. — Evet efendim. — Nerede vurmuşlar, ukuyunuz rica ederim şunu?.. K — Başıbüyükteki köşkünde. — Anladım. İttihatçıların çe- tesidir muhakkak bu haltı karış- tıran. Geçen gün bizim Zeki bey, © civarda Selim namında bir itti- hatçının on beş yirmi arhadaşiyle gezdiğini, kapiten Benetin yanın- da çalışan mösyö Mihailidisten i- şitmiş ve bana da söylemişti. İda- reyi ele alır almaz, ilk yapılacak iş bunları ezmek, ve bu gibi kaı_ı- l teşebbüslere girişemiyecek bir hale getirmek olmalıdır monşer.. Sen de hâlâ Çamlıcadaki köşkün- desin değil mi?.. Hiç durmağa gel mez azizim, Allah muhafaza bu- yursun. Başına böyle bir kaza gel- biraderini mi BULMACA 12 3 4 5 6 T 585 9 10 Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli ı% İ(FİLİYİEMMEİN 2|Rİİ'SİA 3|iİsSİLİA * F AİL. 'İe Mi 'Hek |EİTMİ sSİFİMITMILİA| "İNİLİÇİE M AİTİDİAİT BUGÜNKÜ BULMACA F be Bele O YU AAA & S g n W | D M SOLDAN SAĞA - YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Kötü Evâki. 2 — Esarete düşmüş €© Familya. 8 — Kalığ © Yabis. 4 — Tren yolu © Bir nota © Kurum. 5 — Bir zamir © Bir harf © Sız EBir çalgı. 6 — Bir nota © Yetişmiş tohum © Bir harf. ? — Bir maden © Siırlar. â 8 — Büyük €© Bir zamir © Üstüne öteberi konur. 9 — Kötü © Ufuklar. 10 — Vapurda bulunur © Rabıt edatı. « Kızılcahamam Yatı Mektebi Lâğvedildi Kızılcahamam (TAN) — Buradaki yatı mektetbi lâğvedilmiş, yatılı tale- be, masrafları mektep idaresinden verilerek memleketlerine, yatı eşya- sı da Etimesut ilkmektebine gönde- rilmiştir. Bu mektepte yalnız nehari talebe okuyacaktır. meden hemen İstanbula naklet. Malüm ya, sen de onların gözüne | batanlardan biriydin... ' (Devamı var) S HAVADAN GELEN MİKROPLAR.. Havadan hastalık bulaşacağına daha mikroplar keşfedilmeıde_n pek çok önce zamanlardanberi i- nanirlardı. Sıtma - hastalığını bile bötakidilizdan kalkan miy ı rm havaya karışarak insanlara bulaşmasından ileri geldiğini id- dia ederlerdi. Pastör mikropları keşfetmeğe çalışırkan havadaki — mikroplarla pek çok meşgul olduğundan eski zamanlardan kalan fikir mikrop- ların keşfinden sonra pek daha zi- yade kuvvetlenmişti. Fakat şimdi havadan hastalık bulaşabilmesi bir yerde salgın hastalıklar çoğal- dığı vakit havadaki mikropların sayısı da artar. Bu hal, şüphesiz, tesadüf sayılamaz, fakat hastalı- ğt havadaki mikropların getirdi- ğine de inanılamaz. Havadaki mikroplar da, hastalık mikropları da henüz iyice bilemediğimiz hal- lerden istifade ediyorlar demek- tir. Veremlilerin »nefesinden kor- kanlar pek çoktur. Halbuki ve- remlinin öksürüğünden, söz söy- I inden salya damlaları çıkıp ta yakında bul kimseye ka- fikri pek zayıf kalmıştır. Vâkrâ o büyük adamın yaptığı gibi mikropları besl, ğ üsait dar gitmezse yalnız nefesinde mikrop olama. Verem hastanın ağ- yere düşer, oradan havaya bir şey, meselâ et suyu - ilkin a- teş üzerinde tutularak bütün mik- ropları telef edildikten sonra - a- çık havaya karşı bırakılınca birkaç saat içinde yeniden sayısız dere- cede çok mikroplarla dolar. Ayni et suyu hiç hava almıyacak bir su- rette muhafaza edilince içine hic- bir vakit mikrop girmez, Şimdi pek küçük sayılan bu tecrübe ha- vada pek çok mikrop bulunduğu- nu isbat eder. Bununla beraber, havanın mik- ropları o kadar da korkunç şeyler değildir. Bir kere, mikropların sayısı her yerde bir değildir. Yük- seklerde ve açık denizlerde pek az, hemen hiç gibi olduğu meş- hurdur. Bir evin damında bile pek az mikrop bulunur. Şehirlerde, kalabalık mahallelerde daha çok bulunur, fakat biraz hava cereya- ni olunca mikroplardan hemen hiçbir şey kalmaz. Ayni yerde havadaki mikropla- rın sayisı mevsime göre değişir: Şubattan temmuz sonuna kadar artar, ağustos iptidasından ikinci- kânun sonuna kadar azalır... Bir gün içinde bile değişir: En çok sabahın ve akşamınm sekizinde, en az sabahın ve aksamın ikisinde... Sonra da, havadaki mikropların en çoğu, hemen hepsi, zararsız şeylerdir. Kendilerini besliyecek olan her şeye musallat olurlar, fakat hastalık yapmdaan. Gerçi karışır, fakat kurumuş olarak ve pek nadir. O vakit te zararlı bir tesiri olamaz. Havanm hastalık nakletmesi yalnız başına değil, ancak havaya & Glatli: damlacıklerla ve havada uçusan hayvancıklarla o- lur. En tehlikelisi hastaların ağ- zından ve burnundan çıkan sayla damlacıklarıdır: Öksürürken, ak- sırırken, söz söylerken, Bu damla- cıklar bir buçuk metre uzaklığa kadar giderek mikropları götürür- ler ve böyle ıslak havayı teneffüs denlerin nefes cih girerler. Havadan gelebilecek hastalık mikroplarına karşı vücudümüzün — tabit müdafaası çok defa kifayet eder. Onun için hemen herkesin b“. K Ğ :_ A ve Yara : türlü türlü hastalık mikropları bulunduğu halde birçok kimseler hiçbir rahatsızlık hissetmeden on- lart vücutlarında taşırlar. Bir taraftan da sıcaklık, rüzgâr ve yağmur havadaki her türlü mikropları telef eder. Onlardan daha kuvvetli olarak, kuruluk, ışık, hele günesin doğrudan doğ- ruya gelen ışıkları... Mikrop almak bakımından, ha- vadan ziyade insanlardan ve ha- vada gezen hayvancıklardan çe- kinmelidir. Hava, asırlardanberi kendisine isnat edilen kabahat- lerden simdi hemen hemen tam beraet kazanmıştır. “Üç Günlük Hikâye 000000 E G Bay Hasan: — Takriben yırmi. Ahmet, lüks kamaraların bLirindeydi. Vapurun salonunun içinde sıralanan kama- ralardan biri. Marmaristen kalk- mazdan iki gün evvel bir mektup gönderdi. Marmarisli bir kadınla beraber yolculuk edeceğini, para- ları küçük bir çelik kasaya koyaca- ğını yazıyordu. — Peki bu parayı çıkartmak i- çin ne vereceksiniz” — Peşin iki yüz :lli, çıkarınca beş yüz daha.. Barın bir göşesinde kırk dokuz: luk Yeni rakısını çakıştırmakta o- lan Ateşoğlu Mura: Kaptan: — Yahu, a kardeşim. Azdır. Va- purun ne sularda olduğu belli de- ğil. O para, vapuru arayıp bulmak işi için bile kâfi ücret değil! diye atıldı. Bay Hasan: — Vapur kolay bulunur sanırım! Ateşoğlu: - — , — İş sanmağa kalınca kolay o- lur. Halamın sakalı olduğunu san- sam, halam amcam olur. O söyle- diğiniz sığın üzerinde yalnız be- nim bildiğim dört tane vapur leşi var. Hangisinin hangisi olduğu bu- lunacak evvelâ. Denizin dibinde Sarı çizmeli Mehmet Ağa, diyerek bir kadeh parlattı. Py tede mezelik portakalını so- yan ihtiyar dalgıç Yengeç dede ayağa kalkıp meflüç bacakla- rile yan yan yürüyerek geldi, mef- lüç kolunu kaldırarak, çam yarma- sı gibi Kara Alinir omuzuna elini koydu. — Ben de vaktile tıpkı senin gi- bi genç ve dinç, kuvvetli ve dim- diktim. Bak şu hale şimdi. (Ha dal bre yengeç, sünger ve para çıkar bre yengeç) diye para çıkaracağız derken canıma okudular, Senin ya- şında iken, dipte kolumun bacağı- min karıncalanıp gidişmesine ku- lak asmazdım. “A canım, soğuk algınlığı, kulunç filân — falan derdim. ” Bu kır beş kulaç ta oluyordu. Bir gün yirmi kulaca daldım. Yüze gelip dalgıç forma- sından sıyrılınca.. Ne hacet, işte görüyorsun ya: O zaman bu za- man kolum bacağım tutmuyor! Diyordu v2 gülüyordu. Heba ol- muş hayatına acıyordu. Gözlerinde bir yaş titredi. Fakat kendine acı- maktan utandı. — Gözüme sigara dumanı kaçtı. dedi. Hüznünü neşeyle örtmiye ça- lışarak- — Ha şunu da söyliyeyim, tu - tukluğum yalnız yer yüzündedir. Beni on beş yirmi kulaca indirin, gövdemin üzerine suların tazyikini bindirin. Bir de saatte dört beş mil dip akıntısı verin.. Vallahi denizin tabanı üstünde kuş veya balon ke- sililirm, diye ilâve etti. akat bu sözleri Katırcıoğlu Hasanın dinlediği yoktu. O vereceği parayı düşünüyordu. “Ye- di yüz elli lira” dedi. “Hem de yüz lira etmiyen kolay bir iş için” diye ilâve etti. Yengeç Dede: — Çok para değildir. Çünkü siz 300000000 Yazan: HALİKARNAS BALIKÇISI ******te demincek söylediniz ya.. Evvelâ güverteden merdiven başına gele- cek. Merdiveni inecek, Dört beş kere sağa sola dönecek. Her döne- metçe hava borusunun dirsek yap- ması, havanın kesilmesi ve dalgı- cın boğulması tehlikesi vardır. Bu iş sizin için bir yirmi bin lira mese- lesidir. Kara Ali içinse bir can me- selesidir.” dedi. Hasan paraları vermiye razı ol- duktan sonra bir hava makinesi ve bir yelkenli ile sığa doğru denize açıldılar. x Yelkenli Bodrum limanının yeşil sularından, liman dışı zümrüt sulara, sonra zindan gibi derinliklerin koyu — menekşesine geçti. Saatlerce yol alındıktan son- ra provada duran iki tayfa “işte sığ!,, diye bağırdılar. Denizin mas- mavi ovası üzerinde yeşil bir nokta görünüyordu. Üzerine varıp demir attılar. Devasa bir sığdı. Sanki de- rin diplerin toprakları, üzerlerine abanan Okyanusa karşı isyan et- mişlerdi de, yeşil karanlıklar: £ çinden irkile irkile, sudan dışarıya güneşe baş vermeğe savaşmışlardı. Dalgıçlar dipleri deniz aynalarile gözden geçirdiler. Sığın raf gibi bir çıkıntısının üzerinde koca hir ka- ra leke göründü. O karartı (Boz- kurt) vapuru idi. Dipteki * man- zarası pek hazindi. Direk ve baca- larının etrafında sürü sürü orfos- lar, vlâhoslar, ve fangri balıkları tembel tembel yüzüyorlardı. Kara Ali hemen muşambadan dalgıç tulumunu geydi. Başına miğ- feri taktılar. Boğazdaki maden çen- bere vidaladılar. Hava verecek ©- lan makinenin tekerleğini döndür- miye başladılar. Elbisenin tulumu içeri dalan hava ile şişti. Kara Ali bir saniye durakladı. Bu işte her zaman ölüm ihtimali vardı. Ne var ki bu işe alışkanlığı dolayısile, ar- tık tehlikeyi istihfaf ediyordu. E- lile hava valvını açtı. Denize dal- dı. -Miğferden hava kaçtıkça a- ğırlaşan gövdesi kolaylıkla dibe i- niyordu. Kara Aliden bulut bulut hava habbeleri uçuyordu. Bozkurt vapuru sanki dalgıca doğru yük- seliyordu. Vapura kondu. Dana gözlü renk renk balıklar ellerinin beyazlığını görünce, ellerine bu- runlarile tosluyorlardı. Ali onlara birer yumruk vuruyordu. Sürü sü- rü küçük balıklar, miğferin camı önünden geçiyorlardı. Bazıları bu- runlarını cama dayayarak ve ağız- la kulaklarını muntazaman kapa- yarak, Kara Aliye bakıyorlardı. E- ğer Ali acemi olsaydı, gözünün ö- nünde çakan ve dolanan, bu deniz âleminden başı dönerdi. Salonun kapısının kapkara mağarasından koca bir akya balığı ağara ağara güneşe çıkıp, mavi bir gümüşüyle parladı. Fa- kat Ali uzaktan uzağa, bir şeyin çat çat ettiğini duydu.Bu son sürat- le yanaşmakta olan bir köpek ba- lığının galsamalarını açıp kapar- ken, biribiri ardına vurulan Şap- laklar gibi çıkardığı sesti. Köpek balığı yetişerek dalgıiem camının önünde durdu, Gözleri otomobil fenerleri kadar vardı. Kurşuni ve donuk bakışile, Ali ile göz göze gel— di. Alinin içi iğrenti ile bulandı. (Devamı var) EDİBİNDE