14 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

14 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Huyofı TEFRİKA No. 42 Tarihin Aşk Faslı Bafa, Osmanoğullarının Aşk Vadisindeki Alâkalarını Tamamile Anlamış, Plânını Tesbit Etmişti. ira Muradın “Babalık nime- tine,, karşı gösterdiği istiğna, Venedikli dilber için kuvvetli bir ders teşkil etmiş gibiydi, evvelâ sevgilisine güçlükle açılan yürek- lerde eş aşkının kiymetli yer tut- » Safonun düşü ine gö- re «imkân yoktu. Şu halde kendi mevkii de daima tehlikedeydi va bu tehlikeyi, yahut tehlikeleri şimdiden karşılamak gerekti. Safo, böyle düşündüğü için bir plân çizmek istemişti, bu plânın muvaffak olabilmesini ise şehza - denin nasıl bir soya mensup oldü- ğunu, dedelerinden ve büyük de- delerinden ne gibi düşünceler, his- ler, kanaatler tevarüs ettiğini öğ- renmiye bağlı görüyordu. Ne Murat,'ne çüceler onun nasıl bir maksat takip ettiğini sezmedik- lerinden, sezemediklerinden tercü- me ve telhis işile harıl harıl uğra- şıyorlardı. Halbüki o, Osmanlı ta- rihinin siyasi ve askeri taraflarını için için esniyerek dinliyor ve mü- tercimler bahsi bitirip susunca so- ğuk bir tavırla; “Çok güzel, çok gü- zel” deyip dersi kapatıyordu. Lâ- kin Osman oğullarının aşk hayatı- na tallük eden bahislerde tepeden tırnağa kadar dikkat ve heyecan kesiliyordu, kelime kaçırmıyordu. Mütercimler, bu bahisleri ev- velce dile almamak islemişlerken, onun gösterdiği alâka- ve yaptığı gibiydi. Artık Osmanın Mal ha - tunu, Orhanın Nilüferile Teodoru, üçüncü Muradın, Rum, Bulgar ve Sırp Prensesleri, Yıldırımın Bey- zası, ikinci Muradın Marası, Fati- hin Gülbaharları, Çiçek hatunları, Beyazıdın Ayşe sultanı, Yavuzun Hafsası, Süleymanın hürremi Safo için - eni konu - aydınlanmış mev- zulardı, keskin muhayyilesini işli- yerek onların hayatından bir takım hakikatler çıkarıyardu. O Osman oğulları tarihinde aş- km büyük bir rol oynadığını anla- makla beraber o ailenin en kuv - vetli bir aşkı eri küçük. bir sebsp- le feda ettiğini de kavramıştı. Me- selâ Mal hatun için aylarca 1ztırap çeken ve ona malik olmak uğrun- da bir çok tehlikelere göğüs gerip hattâ düelleo yapan Osman Bey, me- ramına nail olduktan sonra Mal ha- tunu silik bir şahsiyet haline sok- makta gecikmemişti. Orhan, çıldı- rasıya sever görünüp te nikâhla- dığı Nilüferin üzerine evlenmek - ten geri kalmamıştı. Murat, zaten kelebek gibiydi. Beyazıt, Beyzaya candan meshur olmakla beraber gayri tabit aşklar ardında — koş- maktan çekinmiyordu. (1) S afo, işte bu bilgiyle zekâsını ! cilâladı, iradesini kuvvet- lendirdi ve hissine hâkim olmak imkânlarını elde edıp kendisine namzetlendiğini duyalıdanberi za- manını, haremden ziyade selâm- lıkta ve açık saçık eğlenceler ara- sında geçiriyordu, arasıra körpe halayıklarla da mahrem sohbetler yapıyordu. Fakat üç günde, beş günde bir, tazelenmiş bir aşkla yine Safonun dizlerine kapanmak- tan kendini alamıyordu. Safo, onun için sanki bir yelpa- zeydi. İçindeki hovardalık, zen- dostluk ve aşk severlik ateşi sön- meğe yüz tutar tutmaz, yani ne- dimleriyle, musahipleriyle ve içe- rideki toy halayıklarla geçirdiği demlerden gına getirir getirmez, Safoya dönüyor, o yarı sönmüş iç ateşini yeniden âlev alev bir hale getiriyordu. Güzel Venedikli, bu haletin de farkındaydı, eşinin sönmek üzere bulunan bir kandile taze yağ koy- durmak için kedine döndüğünü anladı, plânına sön şekiller verir- ken bu noktayı da gözönünde tut- tu: Kandil yağı vermekte — şevk ile — devam edecek, fakat o ya- ği — yerine ve zamanına göre — pahalı satmayı da ihmal etımye— cekti. İşte bu durumda, bir kaç ay ıh- ha geçti, Safonun doğurma zama- nı yaklaştı.'O, ağır bir yük altın- da bulunuyormuş gibi daimi bir rahatsızlık hissettirdiğinden, şeh - zade için için üzülüyördü. ” Hele ihtar üzerine tercü ıâııgie,.ve_dısmıîş gaya — genişletmişler, biraz sonra da dersi zadeye tahakküm etmemek, onu ırnağına değmiyen — mahii eski padişahların evlenme hikâye- “lerine hasretmek zoruna düşmüş - lerdi. Safo, işte bu sayede Osmanlı devletini kuran, Ertuğrul zadaden kendi eşi Muradın dedesi Süley - mana kadar gelip geçen hüküm- darlar üzerinde müessir olmuş ve- ya olamamış kadınların hal tercü- melerini - fakat istidlâl suretile - öğrenmiş bulunuyordu. O, cücelerden öğrendiklerini Mu- rada tekrar etmekten zevk aldığı için şehzade de aile tarihine taal- lük eden noksanlarını tamamlamış işinde ve gidişinde serbest bırak- mak esasına istinat ediyordu. Kıs- kançlığı kendine yasak etmişti. Daima sabırlı, daima tahammüllü olacaktı ve “İmparatoriçe,, olmak geçirdiği aşk- saatlerinden - sonra, mutlak surette pişmanlık duyu « yor, hattâ bu kadarla da kalmı- yarak tenine, yüreğine © gellr ge- çer aşklardan kir bulaştığını ku- uğrunda her şeyi feda edecekti. Zeki kız bu azimle, bu kararla köşesinde — hem sakin, hem ne- şeli — bir hayat geçirirken şehza- deyi olanca dikkatiyle tarassut etmekten, cücelerine de tarassut ettirmekten geri kalmıyordu. Genç prens, çıldırasıya sever göründü- ğü Venedikli — dilberin analığa runtulayıp bir iç tiksintisi geçiri- yordu. O nedametlerin, o kurün- tuların sonu ise, tabiatiyle Safo- ya koşmak, onun sakin bir uysal- lıkla sunduğu heyecan içinde yı- kanmak oluyordu. Murat, yine böyle bir htiyaçla onun kucağına koştuğu günlerin birinde kadını pek bitkin buldü, — TAN hodkâm ve hodbin kalamadı, ye- şil zümrütlerdeki nemle kızıl du- daki eleme ilgi gi di, mü- tehayyir ve muztarip sordu: — Nen var? Safonun ceyabı, tek kelimeye sığmış hazin bir inilti oldu: — Ölüyorum! AA uradın gözleri - önünde bir tabut ve bir mezar açıldı. Her aşk gecesine, her aşk saatine yeni bir sima çizmek, yeni bir tât dökmek kudretini taşıyan Safoy- la beraber bütün o mucizevi ma- haretin, o çeşit çeşit tatların bu tabuta konulup o mezara gömüle- ceğini düşünerek yüreği burkul- du, damarlarında bir elem alevi dolaştı, ihtiyarsız ağlamağa ko- yuldu. Hem dizi dizi göz yaşı dö- küyor, hem Safonün ellerini öpe öpe yalvarıyordu:' — , Sen ölme Safo, sen ölme Sa- fo. Çünkü sen kalbimin — ışığısm, rTuhumun baharısın. Ve mühim bir şey, bir derman, bir şifa hatırlamış gibi yerinden fırladı, çılgın adımlarla selâmlığa çıktı, Kadı Üveys başta olmak ü- zere bütün nedimlerini, musahip- lerini yanına getirtti, henüz yaşı kurumıyan gözlerini, onların üze- rinde melül melül - gezdirdikten sonra, derin derin içini çekti: — Haseki, dedi, ölüyor. Nide- lim, onun derdine nice derman bü- lalım?. Kimse, “Dert nedir,, demedi, ez- ber derman — aramağa koyuldu. Çünkü maksat bir hastaya ilâç a- ramak değildi, şehzadeye hoş gö- rünmek ve onu - neşelendirmekti. Bu sebeple herkes aklına değil, ağzına geleni söylüyordu ve Mu- radın zaten karışık olan kafasını büsbütün karıştırıyordu. Yalnız, Kadı Üveys sakindi, murakabe geçirir gibi bir. durumdaydı. Şeh- zade bir aralık onun dalgınlığını farketti: — Ya sen defterdar, dedi, bir sağlık vermez misin?.. O, mühim bir şey söyliyeceğini hissettiren garip bir tavırla etrafa bakindıts 1 saci M L silünanana nn dğirlnm, * (D) Malhatün için Osmâan Beyle Es- kişehir Beyi arasinda rekabet Vardı. Osman Bey bir gün —kardeşi Gündüz Alpla»beraber— İnönü Beyinin hane- sinde iken Eskişehir Beyi tarafından baskına uğradı. Mütearrızın yanında Harmankaya hâkimi Köse Mihal - da vardı ve iki rakip arasında bir düello başlamıştı. Osman,, rakibini mağlüp ve firara mecbür etti:. Köse Mihalı da —GÜndüz Alpın yardımiyle— esir aldı. Osmanlı devletinin kuruluşunda büyük hizmetleri görülen Köse Mihal Bey bu zattır ve onun evlâdı da, torunları da ayni maksat uğrunda büyük himmet- ler göstermişlerdir. Kiraza, Çileğe, Şuruba, Şerbete Dair (Başı 5 incide) — Kiraz dolu bir sepettir, insan en güzellerini seçmek ister, bir de bakar ki, sepet boşalmış! Eski muasır edipler, işte, biri- birleri i için böyle nükteli, iltifatlı sözler. sarfederlermiş. Bizde de Tanzimat, Serveti Fünun, Fecriâ- ti ve eski Yeni Meemua muhar- rirleri de o yolu tutmuşlardı. Şim- dikiler aksine hareket ediyorlar, herhangi bir şöhret sahibinin eser- leri için diyorlar ki: — Çürük yemiş'dolu bir sepet- tir, insan kötülerinden ayıklamak istiyor, bir de bakıyor ki sepette iyisi kalmamış! iraz bilirmiydi ki, günün bi- rınde tötün diye bir ot çı- kacak ve insanlar bunu yakıp içmek için dallarını ke - sip kesip ağızlık yapacak? Ortaya - gelince evvelâ herkesin en iyilerini seçip sön racen fenalarını da, yine, son ade- dine kadar derece derece ayırıp bi- tirdiği yemiş kirazdır. Yahudiye atfolunan bir âdetten bahsederler: Kiraz tabağınm üstünü bir bez i- le örter, niyet çeker gibi kısmete ne çıkarsa seçilmeden yenilmesini te- min edermiş. Biraz ay'p olur ama bir cihetten daha âdilânedir. Bir cihetten diyorum, zira tam âdilânesi bütün kirazları ölçüden, muayeneden geçirip sofradakilere iri, ufak, çürük, ne varsa bunla- rın müsavi adet üzerinden taksi- midir. Uzun iş! Hem adalet ve müsavat dünya yüzünde tam ola- mıyacağına ve hayatımız tesadüf ve kısmetlere bağlı bulunmasına göre örtü, Davut Peygamberin -de hoşuna gideceği marifekli bir na —her işte ve bütün ömrümce olduğu gibi— hep çürük, ham, u- fak ve kurtlu kiraz çıkarmış; ya- nımdakine ise olgun, dolgun, kızıl, ve tombalak! Ne yapalım, kısme- tinde ne ise kaşığında o çıkar, der- ler. Mukadderatın önüne geçilmez; çürüğünden. bile yediğine şükre- der, hoşgörür, geçersin. Bilmeliyiz ki, dünya nimetleri Yahudinin üzerine bez örttüğü ki- raz tabağının içindedir, adalet ni- hayet o örtüden, hayat ise kismet- ten ibarettir. 14-5- 939 BULMACA 1 2/9 e V 611 0 8 10 ——— : _* Eğ SOLDAN SAĞA VE YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Bir isim €© Bir zamir, 2 — Beceriksiz © Aceleci. 38 — Bir memleket © Neferler. - 4 — Yakın değil © Dik. 5 — Bir harf © Bir sesli harf © Sız €© Bir yer, 6 — Bir nota © Anne baba çocuklar €© Bir nota. 7 — İranlı © Mahsul. 8 — Çıkış © Göndermek. 9 — Bir Rum çalgısı © Bir harf. 10 — Bir zamir €©& Bir harft © Ve © Bir millet. — Ç.ocuk Bilmecemizde Kazananlar 29 Nisan 939 tarihli Çocuk sayfamızdak? (Bilmece - Bulmaca) yı doğru halleden- lerden hediye kazananlarin listesi: DOLMA KURŞUN KALEMİ KAZANANLAR * Bakirköy orta okulu 490 Mukbil Dinc, Kıdıköy Kız Enstitüsü 128 Şadiye Uıunwr, 9 uncu ilkmektep 146 Adnan Özdik. MÜREKKEPLİ KALEM KAZANANLAR: Üsküdar birinci orta okul 181 Saim Kut- taş, Kabataâş tramvay caddesi 171 numa- rada Hasan, Erenköy 4 üncü mektep - 227 Melek Başer. ALBÜM KAZANANLAR Bafra Merkez ilkmektebi 506 Samiye Kurt, Merzifon orta okulu 47 Kemal Ye- şiltaş, Ankara Atatürk erkek ilkmekte- binde 141 Nihat Acar. RESİM MODELİ KAZANANLAR Nazilli Uzuncarşıda Ceşityeri sahibi öğ- lu Muzaffer Önal, Elazık müddelumum!? kâtibi Hayali oğlu İbrahim Eren, Diyar- bakır İnkılâp ilkmektebi 138 Ahmet. SULU BOYA KAZANANLAR Zile orta okul 30 Mehmet, Samsun 23 Nisan mektebi- 92 Fehamet Yöney, Cevs |han eski maliye müdürü oğlu Abdurraha KALEM BOYASI KAZANANLAR Zonguldak Mitha( paşa mektebi 18 Fah- riye Altınkol, Balıkesir As. $. Başk. Hakkı kızı Süzan Gürer, Denizli lisesi orta kısım 1292 Necati Yalvaç. PERGEL KAZANANLAR Gedikpaşa Neviye sokak 39 numarada Anahit Süzan Çapyan, Bevoğlü Kabris- tan sokak 186 numarada İbrahim, Hav- darpaşa Valdebağ F y Necati, KART KAZANANLAR Sıvas Meydan camii karşısında 5 nu- marada Şemsettin Elliay, İpsala Merkef ilkmektebi 28 Gönül Sayın, Eskişehir D. D- Yolları cer atölyesi ihzart sinı? 22195 Ö- mer Tunçel, Derince liman şefi oğlu Çe- tin Kampok, — Tövbe estağuml al Mamı kessen bır yere * bir adım atmam.. boüe — O halde, yarından tezi yok buradan çekil!p gi- arzuma ramettim., * *Yavyrumu bir kere görmeliydim.. Varlığımın kü- tesesee Yazan: Kerime Nadir Şerif, ilk zamanlarda evde bir başına kalmıyaca- ğından memnun göründü ise de, sonraları, her za- manki gibi geçimsizliğe başladı. Ev sahibi de biraz huysuzdu. Aynadan fena halde huylanıyordu. Şerif, sanki tuvaleti ve süsü pek se- vermiş gibi, herife nisbet etmek için onun yanında aynanın karşısına geçip sakalını tarıyor, uçlnrmı 'düzeltiyordu. Bir akşam eve geldiğim zaman, odamızdaki aynı- nın yerinde yeller estiğini gördüm. Şerif öfkeyle de- di ki: — Bu evde bir gün daha kalamam.. Başka bir ev bul.. Terbiyesiz herif aynayı alıp götürdü.. Arkad gönlünü yapıncaya kadar akla kara- yı seçtim. Ve ona bir el aynası almayı vaadettim. Fakat bu daha fena olmuştu. Çünkü, Şerif, ev sa- hibinin yanında ikide bir cebinden ayxayı çıkarıp yüzüne bakıyordu. Neyse ki, öteki artık ses çıkar- madı. * Alman makinistin daima yakama yapışacağını vekliyerek kuşku ile yaşıyordum. Halbuki “Semer- kant,, ta tam bir sene kaldığımız halde korktuğuma uğramadım. Fakat, sene nihayetinde, “Taşkent” den, bir mek- tup aldım. Bu, maarif nazırı vasıtasile “Kolca” dan gelıyordu. Lizetın yazısını tanır tanımaz, yüreğim i. Çocuk ifadesini and e okumağa başladm— 3 “Fena adam; İşte uzun bir sene geçti. Cehennem azabını tercih edecek bir ömür sürüyorum. Babamla annem beni reddettiler. Kasabadaki iyi kalbli bir komşumuzun yanında dokuz aylık yavrumla yaşıyorum. Daha dön- miyecek misiniz?, Ben uzun bir hastalık geçirdim. Öyle zayıf, öyle halsizim ki!. Yavrumuz erkektir. çok b diğini diyorum., Fakat o da has- Günah Bende mi? TEFRİKA No. 54 e. talandı. Şimdi ateş içinde yatıyor.. Çok sefalet çeki- yorum.. Bazan aç uyuduğum oluyor.. Artık merha- met etmelisiniz, bana dönmelisiniz.. Yahut ta beni yanınıza aldırınız.. Hergün ve her gece ağlıyorum.. Fakat, her şeye ragmen, sizi lânetle yadetmek iste« miyorum.. Yavrumuzun başı için felâketime nihayet verme- nizi rica eder ve sabırsızlıkla iyi haberinizi bekle« rim. ğ Lizet” Bu mektup beni derin bir yeise attı. O kadar ki, iki üç gece uyuyamadan yatağımda döndüm durdum. Bir akşam, Şerif yanıma sokularak dedi ki; — Halük Bey, seni pek kederli görüyorum.. Nen var . Büyük bir can sıkıntısı içindesin... Bu adamdan hakikati artık saklamak istemiyor- dum, Mektubu uzattım. Okuduktan sonra hayretle yüzüme baktı o zaman, vakayı, hiçbir noktasını sakl ona Donup kalmıştı. Yüzüme ciddi bir ktıhkır)ı ba- karak: — Bu vi rum, dedi. Cevap vermiyor ve düşünüyordum. Dakikalar sür'atle koşuyordu. Bir. türlü karar ve- remiyordum. Uzun bir sessizlikten sonra dedim ki: — Çocuğumu bir kere görmek isterdim, fakat, ne çare!. Benim için yapilacak tek iş, onu ailesile ba- rıştırmanın yolunu araştırmaktır... — Bu derece mantıksızlık tasavvur - olunamaz.! Lizetle ailesinin arasına ne yüzle gireceksin?.. — Araya ben girecek değilim., — Ya kim girecek?, ; — Bir başkası!. —— — Bu başkası kim olabilir?. — Meselâ sen!. Serif verinden sıcradı. gözleri büsbütün büyümüstü. A lığı nasıl bildin?. l B N bi y * deriz.. — Divane misin Halük Bey?.. Bu iki zavallı canı j yüzüstü bırakmıya nasıl vicdanın kail olabilir?.. — Viedan mı?. Ben kendimde böyle bir şey bu- lunmadığından eminim!.. — Yaptığın işler bu sözünü pek te doğrulımlvol' değil!.. Fakat, sen çok iyi bir adamdın!.. — Eskiden belki! Çünkü yanımda biri vardı kiı beni ıslah ediyor, insaniyeti ve doğruluğu bana aşı- liyordu.. » — Kimden bahsetmek istiyorsun?.. — Karımdan!.. — Öyleyse onu neden bıraktın?. — Sebebini söylemek küdretinde olsaydım, sana bunu evvelce bildirirdim.. Aramızda yine ağır bir sessizlik başladı. Şenf çok muztarip görünüyordu. Ben, verdiğim âni bir ka- rarla yerimden doğrularak: — Dinle Şerif, dedim. Yalnız itiraz etme!.. Sen, hemen yarın “Kulca,, ya hareket edeceksin.. Lizete bir miktar para götüreceksin.. — Sonra??., — Sonra, onu mümkün mertebe uaellı edip dö- neceksin.. — Zahmete değmez!. — Canım; biraz da ailesiyle aralarını bulmağa çalışırsın.. çük bir parçası olan bu mahlüku öpüp koklama- hydım.. Olenin içimde sıkışıp kalmış sevgisini ona vermeliydım. Fakat, bütün bunlar neye yarıyacaktı?.. Madem- ki onda, Nüvidden kalma bir benzerlik, bir koku yoktu.. Mademki o, aşkımın değil, ihtirasımın mah- sulüydü.. Şerit, gittiğinin yirminci günü bir mektup gön- Gerdi.. “Kulca,, damgasını taşıyan ve arkadaşımın çarpuk çarpuk yazısının sıralanışı olan bu mektu- . bü aynen kopye ediyorum: * Halük Beyciğim; Dört gündenberi Kulca'dayım. Lizeti pek hasta buldum Beni görünce, çok sevindiyse de, kendisi- ni yalnız teselli için geldiğimi anlayınca, büyük bir yeise düştü. Oturduğu ev, kasabanın içinde.. Fakat Bu âdeta bir virane!. Ev sahibi de artık onu, başın- dan atmak istiyormuş.. Zavallı kız, çok ağladı ve bana yalvardı.. Dayanamadım ve birlikte alıp götü- receğimi vaadettim, Şimdi biraz iyileşmesini bekli- yorum.. Tokmak gibi güzel bir oğlun var.. Annesi gibi, ben de onun, sana çok benzediğini farkettim. Bu iş zaten başka türlü neticelenemezdi, Bu kızi vahşiyane terk k, hiç bir i harcı değildir. Bana belki kızacaksın ama, her halde mesut bir yu- va kuracağından eminim... — Sana böyle bir şeyi, hiç bir zaman y ya- cağımı söyledim... — Oradaki bazı tanıdıkları vasıta edersin.. — Arlaşılen bu seyahati, bir çok kişinin senin hesabına yüzüme tükürmesi için yapacağım., — Meseleyi büyütüyorsun... — Ay, sence pek mi basit £ — Şüphesiz.. — O halde niçin kaç gündenberi ağzını bıçak aç: mıyordu?.. — Kararsızdiım da ondan. Artık katarımi ver. dim... f A | — Anlaşılmaz adamsın veıselâm Münakaşamız hayli uzun sürdü. Neticede, Şerifi Y daki para yol masrafımıza bol bol yete- cektir. Ön güne kadar hareket edebileceğimizi umu- yorum.. Sen biraz tedarikli bulun.. Hattâ, ele fırsat geçmişken başka bir eve taşın!.. O murdar herifir derdinden de kurtulmuş oluruz.. Selâm ve dualar ederim. Şerif ; Bu ahmağın, başıma böyle püsküllü bir belâ geti- receğinden ve kaş yapayım derken, göz çıkaraca- ğındi indim. İşi düzelteceği yerde, büsbütün sı.rpa sardırmıştı. Ne yapacağımı şaşırdım kaldım, Lizetin burayaâ gelişi, benim ayağımın bağlanması demekti. Bu hif işime gelmiyecekti. (Devamı var) -.. ! ç

Bu sayıdan diğer sayfalar: