NA amaaa ÖV mma ——— 4-5-9) TA Mayıs 1939 ABONE BEDELİ Türkiye, Eonebi 1400 Kr. <1 Sene (o 2800 Kr ne #Ay 1500 2 “w » sAy yes » Tay — Milletlerarası posta. ittihadıns dahil olmıyan o memleketler için abone bedeli müddet sıreşiyle 30, 18 * 3,5 liradır. Abone bedeli peşindir. Aöree değişürmek 29 kuruştur. Cevap için mektuplara 10 kuruşluk | pul ilâvesi İğzımdar. i a m e” | BOTA Vilâyette Bir Kırtasiye Rekoru emleketin en mühim - varidat M membalarından birisi olan tü- tüncülüğümüzün inkişafı için - Tür. kiye tütüncüler birliği namı altında bir teşekkülün o vücude getirldiğini bundan bir sene evvel yazmış ve| müteşebbislerini de tebrik etmiştik. Bu defa kemali tcessüfle haber| alıyoruz ki, birlik şimdiye kadar! bir türlü faaliyete geçememiş. Se- bhi de kırtasiyecilik, Birliğin resmen vilâyete müraca» ati bir buçuk sene olmuş, bundan altı ay evvel de mizahmamesinde yeni cemiyetler kanununa göre tâdi-| lit yapılmış, fakat bir türlü münme- | le tekemmül ettirilerek birlik ku rulamamıştır. | Şu bir buçuk seneğenberi yapıl makta olan tahkikatın esası, cemi- yetler kanunu mucibince bu gibi birlik veya cemiyet tşkil eden mü- esseselerin hüviyeti hakkında tah- kikat yapmaktan ibaret imiş. İşte bizim de asıl mütessir ol #umuz nokta o burasıdır. Çünkü Türkiye tütüncüler birliğinin mecli- si İdaresini teşkil eden mücssislerin yalnız İstanbulda değil, bütün Tür- kiyede tanınmış ve maruf zevat ol- malarına rağmen bu mumele bir mçhul olan kimseler hakkında sen- bi “ne kadar imtidat eder? Öğrendiğimize göre | tütüneüler birliğinin meclis) idare reisi, İstan- bul 'Tienret Odası Reisi ve ayni xa manda maruf tüccarlarımız- Nemli i reis, tütün limited şirketinin müdürü umumisi Saffet, âzaları, keza senelerce İs- tanbul Ticaret Odası riyasetinde bu» lunmuş ve İstanbul mebusluğunu yapmiş olan tütün tüccarı Kavalalı Hüseyin, ve Herman Spirer tütün şirketinin müdürü o umumisi Tekin. alp, en zengin ve en maruf Cütün tüccarlarımızdan o Kozlucalı Hasan- dır, Ve bu işi aylardanberi takip edip te bir türlü çıkaramıyan birlik me- murühun elindeki numara 30909 ve tarihi de 3—3—39 dur, bu tarihten. beri de eyrak İstanbul emniyet &- güncü şubesinde bulunmaktadır. Usulen: verilecek müsaadenin bu kadar uzamasına sebep olan ayrı mâniler bulunup bulunmadığım bil miyoruz. Eğer hâdise, yukarda nak- lettiğimizden başkaca bir mabiyet arzelmiyorsa, yalnız tahkikatı bir seneden fazla süren bu iş, kırtasiye. tiliğin memlekete ve memleket ik- tmadiyatma vurduğu darbe için çok elim bir misal teşkil eder. Her idari şubeyi sıkı hir müraks- altında bulundurarak ona tabii *eyrini verdiren İstanbul Valisi Lüt- fi Kırdarın ve Emniyet Müdürü Sad- Yİ Akanın nazarı dikkatlerini cel Dederiz, ———— ———— ———— : Kırklarelinde Zehirli Gaz Kursu Kırklareli (TAN) — Bu sone açı- m zehirli gazlardan korunma ikin- *i kursu da on beş gün devam ettik- ten sonra bitmiş, 250 memler, bu hu- Me faydalı malümat edinmişler» Köylerde o muallimler ve gezici imüallimler vasıtasiyle de zehirli gazlardan korunma çareleri tarli ve telkin edilmektedir. ç lirik lir Kırklarelinde Yeni Hükümet Konağı Kırklareli (TAN) — İstasyon cad- desinde yeni hükümet konağının te- melatma merasimi yapılmıştır İHAFTANIN MUSAHABESİ TAN Kiraza, Çileğe, Şuruba, Serbete Dair M evsimin ilk kirazı bahçeden ve ilk çileği tarladan şehire indi. Mer gün, her gazetede ve hemen hemen her sütüt- dave her imza altında diplomat- ça ve yüksek po- litika bakımından yazılar okuma - ğa o kadar alıştık ki, — karilerimin bu kiraz ve çilek kelimeleri için- de ve ardından siyaset çıkmasını beklediklerine hükmedeceğim ge- liyor; böyle olmadığı için de â- det hilâfı bir iş yapmış, meselâ suvareye gümüşi vestonla icabet etmiş veya biletçiye sökmez para uzatmış gibi mahçubiyet duyuyo- rum. Halbuki dimağımızın midesi de, arasıra diplomatik dolmalara kısa bir perhiz yapıp, böyle sudan söz- ler, yemişli bahislerle hafiflese, fe- ruhlasa hiç te fena olmaz. Kafamızda, bâzı bazı, naneyle limon kabuğu, melisa ruhu, hattâ MEYVA İn İEtÇe ONUN İRK KAY: zetmesi ; lâzımdır; o dahı yemiş kürüne muhlaçlır. Bilhassa bulun- duğumuz mevsimde! Baharda, eskiden kan aldırırlar» miş. Yeni tıp o usulü o kaldırdı; Avrupa ortalarından gelen tolg - raflar, zaten kanımızı kurutmak- ta olduktan başka, harp tehditleri karşısında bu kan pek te alınmı- yacağa benzememektedir; icap ei» mez, inşallah ama, boşuna kıt mamak yalnız tıp bakımından de- Ali, milli noktadan da maslahata muvafık görünür. vet, kiraz ve çilek şehire in- di. Yemişçi (o sergilerinde, görücüye İK çı” kan veya gerdeğe ilk giren eski ha- nım kızlar gibi, yenilip yutulmıya car attıkları hal- de, benüz pek u- tangaç, pembe du- ruyorlar, o bana yerlerini yadırgı - şorlar “zehabını veriyorlar. Birisi: — Nazu dalımda bahar rüz- girlariyle he hoş sallanıyordum; ötmüyordum ama kuşlardan daha süslü, daha renkli ve daha neşe» Miydim. i Diğeri: — Yeşil yapraklarıma gömülü, yuvamda ne tatlı uyuyordum; uç” muyordum ama kelebeklerden da- ha şık, daha benekli ve ayrica ko kulu idim, Diyorlar gibi geliyor. Sanıyo- rum, önlerinden geçen tramvay- lara bakınca da şöyle düşünüyor. lar; — insanlar da, bizim Gibi, yan yana, üstüste ne kadar dar yere Si- kıştırılmış; galiba sepete doldurul- muş. Onları da, belki yiyecekler var... Kendilerinden yüz misli bü- yük ve obur devler! Kiraz yemişlerin ördeğidir. Ya- ni ,demek istiyorum ki, ördek gi- bi sudun hazzeder ve danilalar vü- cudünden, ördek tüylerinde oldu- ğu gibi pırıl pırıl yuvarlanarak a- kar, gider. Çilek ise: — Yıkansana! Diyenlere: miami GE ÜE? REFİK HALİD — Insan topraktan yaratılmıştır, su ile fazla oynamağa gelmez! Cevabını veren bektaşi babası- nın fikrindedir, su onun neşesini, tadını kaçırır. Çilek, öyle olmakla beraber yine din tavsiyelerine ria- yetkârdır. Yıkanmaz ama hiç ol- mazsa şeker tozu ile “teyemmüm” eder! Bence kiraz, suyu . çekilmemiş, sarilesrmemis bir yakuttur; ko- parmasalat güneşle kuruya Kuru- ya belki, yarın kıymetli bir-taş o lacaktı diye düşünürüm. Çilek ise yumuk bir tırtıla benzer, biraksa- Jar koza yapıp Xelebek çıkacak #a- nrrım! ileğin kendisini, . şerbetini, şurubunu, dondurma ve tat- Hanı, ille tarla sında eğilip eğilip şükranımı arz için reveranslar ya - , parak o yemesini pek severim de bilmecesini o be- genmem:; Bir kü- gücük dal, yeme- si bai! Kafiye düş“ künlüğü uğrunda, görüyorsunuz yâ, yerden bir karış uzayamıyan fide- Yi dal, yani pireyi deve yapmışlar, Sonra nerede çilekteki o rengi ka- dar uçuk, nazenin lezzet, nerede baldeki o iç yakıcı koyu tat! Ah, bal faydalı bir gıde, güzel bir ke limedir ama her dilde mevcut olan münasebetsiziklerin en kötüsü de ona ârız olmuştur, Bir hece ilâvesi- le en tiksindirici bir madde hali- ne girer, bu yüzden rağbetim ke silir. Çilek, pek balli, öz türkçedir, kiraz gibi aslı Lâtin veya şettali, zerdali nevinden Iranca" değildir. Galiba, hafif, hoş leke manasina " den geliyor, sonundaki “ek” eki ile yine isim oluyor; “el” den “elek” gibi... Çiçek kelimesinin de pek benzeridir ve “bul” ın aksine, böyle güzel bir benzeyişten dolar Yı da daha iştiha veriçi olmuştur. Acaba “çiçek” teki “çiçe” ne de mektir? Türkçede ana manasına gelen böyle bir kelime vardır. Ye- mişi doğuran demek mi? Yoksa ol- mamış, ham manasındaki çiğden mi emme in çiçek açma ma- nasına nildı şöre esası bu kelimedendir. Kğ “Bize ne, diyeceksiniz, hattâ sa- na ne? Dil encümeni azalığını gö züne kestirdin de dikkati üzerine çekmek için marifet mi ibraz & diyorsun? Bu encümenin, mebus- luğa “mahreç” olduğunu işit in gülibal Geçti Borun pazarı, sür & seğini Niğdeye” & Halbuki işin doğrusu bu değil dir. Oz türkçe davasındanberi me- rak saldığım, alıştığım bir hal. E- li neye sürülse tahlilini yapmak is- tiyen bir kimyager farzediniz; ben ona döndüm, Kalemime bir türkçe kelime dolaştı mı ayıklamadan ya- pamıyorum; rahatım da kaçıyor. ilek deyince aklıma şerbe- ti ve şurubu gelir, şurup bahsi de bana şu sowrayu hai Şurup meraklısı bir adam varmış, kendi elile çilek- ten, vişmeden, fi- renk üzümü ve menekşeden sekiz, on türlü şurup küynatır, her bi » rinden bir miktar karıştırarak bir şü rup kokteli yapar, Misafirine ik- ram edermiş. Bittabi misafirler do bu lâtif Çeşnili, çiçek kokulu kev- seri yudum yudum, dillerini da. maklarma vura vura, keyifle, ağır ağır içerlermiş, Bir gün mahalle imamı da ziyarete gelmiş, merak- hi Zat ona da bir bardak sunmuş. Fakat zevkten mahrum bu obur ve Ç gözlü softa derhal, bir nefeste, soluk almaksızın o canım şurubu midesine indirmiş. Bunu gören ev sahibi dayanamamış: — Behey adam, demiş, anladık, zevkin yok, fakat biç olmazsa “sünneti seniyye” mucibince üç nefeste içse idin! Taze meyüaların sade şerbeti de- Gil, hoşafı da nefis olur. Ben “ho. $A0* ın “hoş ab” yazıldığı devirde tahsil görmüşlerdenim; o zaman söylendiği gibi yazmamak bir hü. merdi. Ama “hoş ab” şeklinde yazı. Jan kelime de “hoşaf” taki ağız su lahdıran o misslsız güzelliği, can- bilığı bulamazdım. “Saf!” telâffu- zunda âdeta bir kepçenin kâseye dalışındaki mânah ses var, Hoşaf bahsi geçerken de asağı- daki fikra hatıra gelir. Bir adam taisafirliğe gitmiş. ha- va sıcak olduğundan ortaya, eski usul, bir kâsa buzlu hoşaf gelir » mişler ve misafire küçük bir ka- şık vermişler. Ev sahibi ise kep çeyi eline almış, doldurur doldurur içer ve her içişte: “Oh, öldüm!" dermiş. Misafir bakmış ki, kendi kaşiğına ancak bir yudum giriyor ve hoşafın zevki çıkmıyor, karşı- sındakine- — Efendi, demiş, hele şu kep geyi bana ver, bir kerecik te ben öleyim! iraza gelince mübareğin ne K şurubu olur, ne reçeli. Yal- niz, unutmiyalım, dudak teşbihine pek yarar! Frenk- ler, içine frenk ü- zümü ve ağac çi- leği karıştırdık - tan sonra peltesi- ni yaparlar. Ağaç çileği, nohuda vs ya zeytine bile eklense, yine rex geli olur, olur &- ma şeref onda kalır, Alafrangada dokuz yumurta sarısı, bir kilo kö- pürtülmüş kaymak, yarım şişe vermut ve et suyu ile koyu bir salça yapıp meselâ hıyar veya yer elmasının üstüne dökerler. Bu sal ça, değil böyle oldukça yutulur şeylere eski pabuç kırpıntısına dö- külse yine lezzetle yenilebilir sanı- rım, Marifet salçanın altındakinde değil, kendisindedir. Kiraz içkisi, haiis Alsase mar - kalı olmak şârtile hoştur, adına kirş derler; rengi karakulak suyu gibi berraktır, şişelerin şekli de, tombalak karnı ve upuzun boynu YE, TEnEsÜpsi içinde zarii ve inaldir, Çeri deni giliz içkisi de kirazdan yapılır. Bizim halk bilgimizde, yani Fol- klorumuzda kiraz şöyle der: — Arkamdan dut yetişmese be- nİ yiyenlerin boynu çöpüme döner di! Kendi kendini zem ve başka bir cinstaşını metheden tek geveze meyva bunu gördüm. Kiraz milli bir yemiştir. Zira dünyada en iyisi Anadoluda yetiş- tiği gibi aslıda bu memleket dendir. Adının halis türkçe oldu. ğuna dair bir hünerli tefsir yapı. lamadığına müteessifim. Elmaya alma diyen köylü, buna da şive» mize uygun olarak kirez der. Çe- kirdeklerile beraber yutulması â- dettir ve zannederim, kirazın de- min tekrarladığım zemmi bu şe kilde, zahmetsiz yenilip barsakla- rı zahmete sokup zedelediği için söylenmiştir. “Kirex” in sonunda» ki “ez” hangi dilden ve hangi a- sıldan gelirse gelsin muvafık, sıh- hi bir ihtar ise de dinlemezler. Ki- raz şeklinde söylediğimiz zaman da yine “az” "işaretine dikkat edi- niz, mânidar düşmüştür: Ez yel Az ye. Hattâ dişlerin ,müsaitşe “kirez” i “kır, ez” oku da o biçim- de ye! yea bahçeler, bağlar arasnda tek tük biten kiraz | ağaçları lâtittir & ma Anadolunun kiraz yayları hak- da bir fikir ve- da kirazların çi- çek açtığı mev- sim de pek itibar da imiş; bir çok garp muharrirleri, Lotiler ve Far- rerler methede © de bitiremezler. Bu münasebetle aklıma şu geliyor: Bizim edip se- firler Japonya vesaire gibi uzak Pitoresk yerlere zönderllse, acaba edebiyatımız Madema Chrysan- theme ve La Batsille âyarında şa- heserler kazanır mı? Kirazın Fransız edebiyatında bir yeri dâha vardır: Madame de Se- vigne, La Fontalne'nin hikâyeler! icin'der ki: m (Devamı 8 incide) — 5 elo 0 AYI7 Hürriyet i Ağaçları i Yazan: Sabiha Zekeriyt tel Hiinin, Almanya, Fransa a sına sıkışmış minmini (bl Lüksemburg o Dükalığı var, Bu kü çücük devlet, bütün tarihinde Ak manlar, Fransızlar ve Hollandalılar arasında taksim edilememiştir. Za 'man zaman gelen &tilâ ordular hürriyetine pek âşık olan bu mille G esarete düşürmüş, kafese girmiş kuş gibi, bütün hayatı hürriyet çırpınmakla geçmiştir. Ben bu küçük dükalığı Kozetin bebeğine benzetirim. Bu bir kıraat kitabı hikâyesidir. i Koret isminde bir çocuğun bir bes beğl varmış, bir arkadaşı ile kavga ya girişmişler, o, bebek benim de miş, öteki benim demiş, biri başını dan, biri ayaklarından bebeği çe yarı belinden ayırmışlar. ği Lüksemburg Dükalığını da bütü tarihinde Almanya başından, Fran sa ayaklarından çekmiş, bu küçük memleket bir türlü istikliline kas vuşamamıştı, Nihayet 1839 da büz İyük devletler Londra muahedesi ile, İbu küçük dükalığa istiklâlini vej miş, ve hürriyetini bu devletle; garantisi altına almıştı Yeni oOAlman istilâsı korkusu Merkezi Avrupada bir veba gibi es miye haşlayınca, odükalığın u, erkeği, çocuğu büyük bir telâş düşmüşler... 1939 Nisan ayında tiklâlirinin yüzüncü devir senesin | kutlularken, bu telâşlarını, ve hü riyete olan aşklarını şu şekilde izbat etmişler Bayram günü bütün halk, çeci ğundan yetmişine kadar, bütün mile let, hudut boylarına bürriyet ağı ları dikmişler. En ücra köyden, & kalabalık şehre kadar, genç kız, des likanlı, çocuk, ak sakallı, hepsi bil oğızdan “Lüksemburg, Lüksemburg: Vularındır., diye bağırarak, sokakla» rı dolaşmışlar. * Zavalh yavru istiklâl... İnsan on sekizinci. asırdanberi bu büz yet ağaçlarını ekti, Meyvalarmın olgunların topliyacağı anda, tin, kökünü maziden koparam, zulüm ve çapulculuk | rüzgür, hak, ne hudut, ne insanlık tanış yan istismar kasırgası, bu ağneları | kökünden koparmış, on sekizinci, dokuzuncu, yirminci asrm bütün fennini, ilmini, hak ve hukukunu demir bir topuz gibi medeniyetin Başına vurmuştur. ; Siz bu ağaçları göz yaşımızla hel ki bir daha sulayacaksınız... Bir İt İsim milletler esaretin zencirle; bu asrın muvakkat bir zam belki bir daha bacaklarında taşıya: /caklardır: Fakat asırların kinini, zı lüm ve istibdat karşısında hürriy. tn aşkımı kalbine sindiren insa; £ın bu zineirleri kökünden kopa cağı zaman uzak değildir. Bu, hürriyetle esaretin, “bari lıkla insanlığın belki de son kavga: #ıdır... Sizin hudutlarınızı bekliy: hürriyet ağaçları gibi, bütün in - lığın hudutlarını milletlerin kalp İlerindeki hürriyet ve istiklâl aşki İhekliyor... İstiklâliniz size kutlu sun... Ağaçlarınızın gölgesinde yasa» mak, ileri insanlığın size verdiği en hüytik haktır. Çanakkalede İlk Resim Sergisi yanakkale (TAN) — Halkevimiş de ilk resim sergisi, vali Atıf Ulug oğlunun bir hitabesi, müstahkem mevki kumandanı Tümgenerel Ali Riza Artunkalin vo kalablık bip halk kütlesinin hüzüriyle açılmıştır. 140 eseri ihtiva eden sergi, ha rağbetini kazanmıştır. Hikmet Dilmaçın etütleri, bi sa ani ve natürmortları fevkalâdı muvi görülmüştür. Kâzım De mir Araslinin peyzajları ve cami içi inileri, Çanakkale orta mektebi re sim muallimi Eşref Tutandın natür i mortları, Biga orta mektebi muali mi K. Çizerin kadın etütleri beği nilmiş ve takdirle & karşılanmıştır. Dimetoka muallimi Rasim U; karikatürleri, Saide Gölgenin çiçek resimleri itina ile yapılmış olduğu görülmüştür. © Sergi; 15 gün açık Kalacaktır . e