25-4-939 o Hür —. Yazan: | M. Turhan TAN S: Kâtip, on yedinci asır or- talarında İstanbulun en ün- ? Belki DE kimse rkes onu Bugü a Devlet r frenk tarihçisi de kendinden bahsederken (Sarı Kâtip) der, a- sil adını yazmıya lüzum görmez Câtip, bu şöhreti zekâsına ki iğneli kuvvete b iz vrin nasıl bir mihve zerinde döndüğünü gayet iyi anla- iştı. Bundan ötürü saraya kafa tutar, kul sax dilile bombar- dıman eder ve yalnız Yeniçeri o- cağına kaside okurdu. Çünkü onun sahneye çıktığı günlerde Osmanlı atorluğu o ocağın elindeydi. Saray âcizdi. Kubbe altı kuklalar Sarı Kâtip, kuvvetin ocakta ol- duğunu kestirdikten sonra bütün zekâsile oraya hizmet etmiye ko- yulmuştu. Ocak ağaları cesur, fa- kat cahil adamlardı. Cerbezeli zekâ bu cahil kütleyi kolaylıkla teshir edebilirdi. Sarı Kâtip bu ne- 1 elde etmekte güçlük çekme- içinde ocaklının göz caklılar, onu, dilindekiiğ- nelerden dolayı sev İş ve kılıç üzerin- de nükte yürütmekten başka bir şey beceremezlerdi. Halbuki elde ettikleri nüfuz dolayısile hünkâr mecli, vezirler & ler meyanında İr mevzular üzerinde musshabe ve münakaşa etmek mecburiyet de küliyorlardı, Işts Sarı Kât le vaziyetlerde onlara “dil” olu- yordu, dinliyenlere de parmak ısır- arın İşaretile, bazan iğneler #okardı. Ağalarin kıymet verdikleri cihet te bilhas. sa onun sert, zehirli ve incitici ko- nuşması idi, Çünkü pala çekilemi- bu dil ayni tesiri yapı yordu ve dinliyenlere baş ucunda pala, i yatağan dolaşıyormuş hissini v yn bütçe açı- çareler ara- y iğalar bu müzakere mec ı > r getirmişlerdi. He. nüz on yaşında bulunan Dördüncü Sultan Mehmet, bir taht üzerinde oturtulmuştu. Bi annesi Kö- nunun $ mi N Defterdar mektir) Emir eni irat kay: nakları bulmıya imkân olmadığını, masraftan da kısmak çaresi bulun» madığını uzun n anlattıktan sonra şu mülâhazayı ileri sürdü: görmedikleri, bir yük yüklenmedikleri . halde hazi- neden aylık alanlar var. Bunların kimine âlim demişiz, kimine şeyh demişiz, kimine dul veya öksüz de- mişiz, bol bol aylık bağlamışız. Defterini yaptırdım, Açıktan aylık alan bu gibilere tam yetmiş milyon akça (bir milyon dört yüz bin dü- ka altını) verildiğini gördüm. İşte bu kadar büyük bir parayı suya a- tıp duruyoruz. Müsaade ederseniz u beba olup giden parayı hazine- arşı tutalım, sem Sultan örtü altından bile hissolunun tehlikeli etle atıldı, kimsenin ÖZ an o vermeden lamıya girişti — Günlerce düşünüp bulduğu- nuz tedbir bu mudur? Otuz bin ki şinin nafakasını kesip hazineyi zenginleştireceksin, öyle mi? Ya © biçarelerin okuyacağı lâneti kim üne alacak? Ben mi, arslanım mi? Mevzu nazikti, Rızk kesilmekten, beddua alınmak lânete uğ maktan bahsolunuyordu. Sonra bu- nu söyliyen bir kadındı, Valde su insani ve dini hisler kendi k du. Lâkin bir şe sultanın karşısında dilsiz kalma İşte bu cüreti, bütün labalık arasından Sarı Kâtip gösterdi — Sultanım, dedi, bu otuz bin kişi otuz bin dilenci demektir. Dev- etin dilenci beslemiye mecburi ti yoktur. Onların dunları da & para etmez. ramet olsaydı, kendilerini dilenei- rırlardı. Hem uzun dü- şünmiye ne hacet! Falan mollanın, lân dervişin duasile kale alındı ğını, ülke zaptedildiğini işittiniz mi siz? Şu muharebeyi kim kazan- dı, bu kaleyi kim aldi diye sorar sanız ya .sarhoş İbrahim Paşanın, ya kanlı katil başka bir paşanın adını duyarsınız. Demek isterim ki Acıdığınız adamların hayır duala- rı, bedduaları da tesirsizdir. Lânet- lerini ben üzerime alırtm. Valide Sultan, da bu mantika boyun eğmiş ve şuna buna len aylıkların bir sene için ve memesine muvafakat etmişti. S Kâtip ise bu maceradan sonra bir kat daha şöhret almıştı, $ da dilinden .korkulur. bir adam mevkiine. geçmişti YA ren yıllar geçti a- torlukta çeşit çeşit hidise- ler yüz gösterdi, sadrâzamlar dev- rildi, sarayda birçok değişiklikler oldu ve Sarı Kâtip bütün bu işle- rin içinde bulundu. O, her vaka- nın âdeta dili idi. Vakaları seyre- den halk daima onun sesini du dı, onun nüktelerile Felek dönektir. Sarı Kâ bel bağladığı mihver de bir gün sarsıldı, öcak ağalarının ikbeli gölgelenir gibi oldu. Ağalar yeni cereyanı durdurmıya azmet miş olmakla beraber pek te kuv vetli görünmüyorlardı. . Çünkü darbe derinden, halkın net den geliyordu. Sarı Kâtip tehlike- yi hemen sezdi. gürültüsü henüz mete karşi klerini birer birer Si er vermeğe başladi. Zeki a dam, di, kuvvetin teveccüh et- tiği yere yamanmak istiyordu. Fırtına kopup ta 'uğelar devri: ince Sarı.Kâtip te.gerçi zindana atılmıştı, kafasınm kesilmesi bile wukarrerdi. Fakat Sadrâzam Se Yavüş paşa onun kendisine hizmet ettiğini ileri sürdü, serbest bi na emir ver O da -ölüm tuln sevincile - verir rayına koştu, teşekkürler sun- uldu. Lâkin orada, Sarı i affetmiyen, hiri hıncından ku ni hayata ve belki ikbal kavuştuğunu görünce dayanama dı, Sadrâzama yüzünü çevird — Devletlü vezir, dedi, Sarı Kâ tip kuluna emret te kubbe altını bir târi etsin, Dinlenecek nükte- dir. Ss arı Kâtip sarardı, çünkü teh- likeyi ve maksadı sezmişi Ne çare ki kurtuluş ümidi zayıf mutlaka istenilen şeyi yapmak lâ zımdı. Bu sebeple dudakları tit- reye titreye anlattı — Gevezelik sultanım, geveze- lik. Bir gün kubbe altından geli- yordum. Ağalardan biri rastladı, nereden geliyorsun dedi. Ben de boş bulundum, edepsizlik ettim. “Esir pazarından geliyorum” de- dim. Bu çelebi işte o münasebet- sizliğimi Katırlatıyor. Seyavüş paşanm yüzü: solmuş- tu. Çünkü kubbe altındaki vezir lerin hep kölelikten gelme olduk larını telmih ederek Sarı Kâtibin o büyük divan yerini esir pazarına | benzetmesinde kendisinin de esli- | ni ihtar eden bir nükte vardı. Ken- disi de Abazanın köleliğinden gel- me bir vezir idi Bundan ötürü i, elile de uşaklarma bir işaret verdi. Bu, Sarı Kâtil d. miri, idi, wlerdanberi dilile İstanbulu korkutan Sarı Kâtip, kellenin git- ve © bulunduğunu anlar an- yerinden fırladı, hançerini çekti ve sadrâzama huykırdı: — Hür doğan hür ölür, banu da öğren kı . r elinde değil, di kendine ölüp gitmişti | | | Milli Şefimiz ve muhterem relikaları refakallerinde Başvekilimiz Hariciye Vekilimizle yavrulara iltifat ediyorlar, ve