Şİ a İV YON Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 21 Bafa ok Na O da Şehzade Muradın Güzelliği ve Tavırları Karşısında İliğine Kadar Sarsılmış, Neşelenmişti Hemen haber verelim ki, aşk kadı nı olarak doğan bu tam dişi mah- Jük, uzun uzun üzülmeden mera kını eşeye çevirmek ve yüreğine tutam tutam haz dökmek imkânı- nı bulmuştu. Çünkü şehzadey bünyece arzusuna uygun gördü - ğü gibi kendi güzelliğinin, cinsi cazibesinin bu delikanlı üzerinde derin tesirler yaptığını da sezmişti, Görüşü doğruydu. Çünkü şeh- zade Murat, o sırada henüz yirmi dört, yirmi beş yaşlarında bulu- nuyordu. Boyu kısa olmakla be - raber, endamız bir genç değildi. Teni beyazdı, Kaşları açık kumral- dı. Bıyıkları az ve Sarı, dudakları — çirkin görünmiyecek bir nis- bette — kalın, burnu (o kıvrıktı. Mahzun gibi duran mavi gözlerin de hayli bir derinlik bissolunu « yordu (1). afa, o dudaklarla; o gözleri — candan, yürekten — be- ğenmişti. Daha şimdiden kendi ince dudaklarını şehzadeninkilerin üzerinde tatlı tatlı dinlendirece - ğini ve o mavi gözlerin derinlik - lerinde de, kendi yeşil gözlerini uzun uzun dolaştıracağını düşü - nerek iliğine kadar neşeleniyor « du. Sezişi de doğruydu. Çünkü şey zade Murat, elmasın ve zümrütün iyisini bir bakışta anlıyan usta bir kuyumcu dikkatiyle kızı süzer - ken tabii durumunu bir lâhzada kaybetmiş ve eşi bulunmaz bir metâa rastlamiş gibi heyecana düş- müştü. Gerçi bir şey söylemiyor. du, vakarını muhafaza ediyordu. Lâkin ucu kıvrık burunun delik- lerinde garip garip açılıp kapan- malar, mahzun bakışlı gözlerin - de sık sık doğup sönen pırıltı kalın dudaklarında belli belirsiz titremeler vardı ve bunlar Bala - nın gözünden kaçmıyordu. bağlı olursa olsun, bütün kadım- ların kendisini sevmeğe mecbur oldukları kanaatini (taşıdığı için, Bafaya hulüs çakmak, cemilel göstermek lüzumunu hissetmiyor» du. Onca, gerekli olân şey, önü- ne getirilen o metat beğenmekten ibaretti. Bu meta bir at, bir tazı, bir papağan, bir zümrüt olabile- ceği gibi, bir kadın da olabilirdi ve hoşuna giden meta bedelini ödedikten sonra — cinsine, kabi- liyetlne, mahiyetine göre — vaxi- fesini tayin etmek hakkı — hiç bir istişare zaruretiyle mukayyet olmaksızın — kendinindi. 'u sebeple kızın düşüncelerile, duygularile ilgilenmiyordu, hattâ onun fikir ve terbiye baki mından da değerini araştırmı lüzum görmüyordu. - Kendine zım olan genç ve temiz bir etle uzun zoy, kıvrak endam, parlak göz, renkli yanak, kusursuz diş olup bazan bu kıymetli şeylerden ikisini, üçünü şahsında topliya- bilmiş halayıklar için avuçlar do- ı altin feda ettiği de görül « ştü. Halbuki Venedikten aşırı- ıp huzuruna çikarılan kız inci gibi, elmas gibi, zümrüt gibi pa- halı satılıp alınan nesnelerin en güzellerinin bir araya getirilme- siyle vücut bulmuş bir gerdanlı - ğa benziyordu. Kendi hazinesin - de bu ayarda bir meta yoktu. Ya- rı dünyaya hükmetmiş olan dede- si Sultan Süleymanın. sarayında da böylesinin görülmediğine emin idi. Çünkü —wbülüğa “ermediği bir devirde — o saraya — dedesi tarafından misafir olarak — da- vet olunduğu vakit gecesini, gün- düzünü halayıklar koğuşunda ge- girmiş ve ihtiyar padişaha güzel. liklerini dirhem dirhem satan © yüzlerce dişinin o hepsine müna- sip birer kıymet biçmişti, Bir yıldanberi tahtta bulunan Zira sarayda bulunan ca - suslarından aldığı raporlara göre o baba, hâril harıl “Güzel hala- yık,, aratıyordu ve can evinde yer alacak bir kız bulduramadığı için de boyuna şarap içip gecesini, gün- düzünü sızgın geçiriyordu. B u halde kendisi Kanuni Sul- tan Süleymandan da, oğlu Sultan Selimden de bahtiyardı, Çünkü onların eline düşmiyen bir güzellik hazinesine malik olüyor- du, eşsiz bir zevk âleminin anah- tarını elde etmiş bulunuyordu. Şehzade Murat, hayrelten haz- za, hazden sarhoşluğa intikal ede- rek Bafayı süzerken, işte bu mü- lâhazaları da, perişanlamış kafa- sında dolaştırıyordu, sevinçle gü- ruru birbirine karıştırarak garip bir istiğrak içine dalıyordu. Fukat korsanlara bir şey söylemek, gük- ten ayrılmış bir melek olduğuna İnanıverdiği Venedik dilberini de ayakta ve erkekler arasında dur- mak sıkınlısından kurtarmak lâ- zımdı. Ondan ötürü, sersemleşmiş iradesini müşkül bir iç hamlesile topladı, dardağan bir biçimde bu- lunan kavuğunu yay şeklindeki kumral kaşlarının üstüne yıktı. — İhtiyarlar! Dedi, çektiğiniz zahmetin yerinde olduğuna inan- dım, getirdiğiniz armağanı da be- ğendim. Kız, hemen içeri götürül- sün, Razide kallaya teslim edilsin. Siz de bir kaç gün konuğum olu- nuz, sarayımda dinleniniz. Sonra işinizin © başina — güle güle — gidiniz. Hazinedarım sizi biraz- dan görecektir. Deli Cafer, demindenberi kaba- Tan sinirlerini bir nebze olsun ya- tıştırmak iştiyakiyle hemen atıldı: — Şehzadem, dedi, hazinedarı- nızla görüşmemize sebep yok. Çünkü biz buraya halayık satmı- ya, ihsan almıya, bahşiş toplamı- TAN ruz, gönül kazanıyoruz, dua alı yoruz. Onun için izin ver de elini öpelim, yarın gün doğmadan ve sen yataktan çıkmadan biz yola düşelim. Şehzade, bir ayak önce kızı ha- reme yürütmek istediği için bu mevzu üzerinde tevakkufa lüzum görmedi, kelimeleri birbirine ka- rıştıarak son emrini . vermeğe yeltend — Peki, peki. Sizin ded olsun. Ben adlarınızı unutan. Siz de başınız sıkılırsa, bana a zuhal sunmaktan © çekinmey Baydi uğürlar olsun. K orsanlar orun elini öpelek, Bafayı da- “hoşça kal, bah- tan gibi alnın da açık olsun, diye selâmliyarak © ayrılırlerken güzel kız, yüzünü ciddileştirdi: — Durunuz, dedi, acele etme- yiniz. Prensiniz ne diyor, beni ya- nında alıkoymak mı, yoksa başka bir yere mi göndermek istiyor? Burada alıkoyacaksa, © vaziyetim ne olacak?.. Beni, esir pazarından üç beş altın verilerek alınan kız- larla bir mi tutacaklar? Yoksa taşıdığım asil kana hürmet mi e decekler?.. o Sonra'cücelerimden ayrılacak mıyım?.. Bütün bu meç- huller üzerinde beni tenvir etme den gitmenize (rıza göstermem. Günkü ben, size İtimat edip bura- ya güle güle geldim. Ayni itima- di asaletmeap prens te bana tel kin etmezse, burada bir dakika bile durmam, ardımza takılıp gi- derim, Şehzade Murat yepyeni bir is- tiğrak dakikası yaşıyordu. Çünkü kızın sesinde bambaşka bir güzel- lik bulmuş ve o sesin konuşurken bile terennüm zevkini hissettirdi- ğine iman getirerek ruhi bir kü- gülüş içinde bu muhayyel teren- nümü dinlemeğe koyulmuştu. Ke- limelerle alâkası yoktu. Zaten 1. talyanca da bilmiyordu. Fakat Bafanın ağzından bir ahenk şelâ- lesi döküldüğünü sanarak kulak- larını, kalbini, ruhunu ve bütün benliğini bu ahenge açık tutuyor- du. (Devamı var) (1) Peçevi (C.2. 5:3) — Şehzsde Murat dediğimiz Üçüncü Sultan Mu- radı şöyle tarif oder: Kösirden balâca alçak boylu; beyaz tenli, elh gözlü, ebruleri ve mehasini letafetnümunla- zı kumral ve lahmü, şahmde wasntül- hal idiler, Fakat Viyana tüp- inin «yazısı We mevcut bir seyahatnamedeki tarif söyledir. «Orta boyludur, teni beyaz» ir. Saçları ve sakalı , sarıdır. Sakalı «inin altından geçerek bir şaka- ğından öbür şakağını kadar uzar, bi- yıkları azdır, dudakları kalındır, bür. nü kıvrıktır, gözleri mavidir, ka mukavves ve kısadır. Bu tarif, Padi- 23-4-939 Doğumdan Sonra Çocuk Hıfzıssıhhası (Başı 5 incide) zayıf çocukların diğer çocuklara nazaran her zaman daha çabuk soğuk almaları meselesinin Sir ve hikmeti böylece meydana çıkmış bulunur. Yeni doğan çocuklarda da böy- ledir. Yeni doğan çocukların soğuk almalari daha yaşlı olan çocukla - ra nazaran daha süratlidir. Bizim için normal olan sicaklık yeni doğmuş çocuklar için soğuktur. Ve derha) üşürler. Ona göre çok dikkatli davranmak lüzimdir. Şu halde bir çocuğun ilk yaş. larında alacağı gıda mikdari hem neşvüneması hem de yaplığı bü- yük sarfiyat ve zayinta tetkabül edecek derecede olmalıdır. Zaten latın da bu yaşla onlara en çok if ottiği vazifei fiziyolojiye ha- zim ve uykudan ibaret gibidir. Çocuk hıfzıssıhhası noktai naza - rından burada israr edilecek nokta neşvürlema #ürati ve © nisbelte bedeninden vuku bulan sarfiyatın ehemmiyetidir. İşte burada esas olan bu muvazeneyi temin için ço- cukla çok yakından alâkadar ol- mak lâzmıdır. Çünkü bu küçük, mahlük kendisini ihata eden her türlü tehlikelere karşı tamâmen müdafaasız gibidir. Ölüme kadar müncer olan her türlü tehlikelere karşı âciz ve zebün bir haldedir. Çünkü yavru henüz âlemi harici ile tetabuk edememiştir. İlk yaştaki çocuk ölümlerinin en belli başlı sebebi beslenmenin nok #anından veyahud fena şeraltin « den ve ihtiyaçlarına tekabül ede « memesinden ileri gelmektedir. Gari maada yavru Üze- rinde daha birçok harici â- er icrayi tesir eder. Başta mü- hitin derecei harareti gelir. Yühi soğuk ve sıcak... Soğuk. — Küçük çocuklar eild- lerinden mühim mikdarda hararet kaybederler. Bu “sebeble soğuğa karşı son derece hassastırlar. Has» talıkları sebebile doktorlara müra- caat eden birçök küçük çocukla rin soğuk kurbanı oldukların her gün görmekteyiz. Bu bazan vücu- dun muhtelif uzuvlarında mühlik tezahürata sebeb olarak ölümü in- tac eder Zatürreeler, bronkonpo- moniler, İntani gripler, 'akelğer ihtika, vesaire gibi, Ikincisi soğuğun aksine olarak sıcak da çocukların sıhhati üzerine fiziyolojiye profesör Lero Bole'- nin fikrince hattâ birçok jratisyen doktorların tahmin edemedikleri kadar çoktur. Etrafın fazla sicak- lığı dola; le cildden vuku bul- ması tabii olan inğiü mümkün ©- lamayınca sıcak çarpması denilen irızalar baş gösterir. Birden bire yükselen bir ateş ile bu örızalar başlar; ve davam ederek bir çok ölümlere sebebiyet veriyor. 1023 senesinde Fransada bu ârızalar yü zünden 6000 çocuğun öldüğü ista- tistiklerle sabit bulunduğunu pro- fesör Lero Bole bu seneki açış dersinde bilhassa zikretmiştir. Yapıları grafikler haziran, teme müz, ağustos aylarında küçük ço- cuk ölümlerini pek çok arttığım ve eylülde birdenbire vefiyat mün hanisinin düşdüğünü göstermiştir. Şüphesiz bütün bu ölüm vaka larını çoğalışı yalnız sıcağa atf- edilemez. Ayni zamanda çocukla « rın beslendikleri inek sütlerinin bağırsaklarda husule | getirdikleri mühlik ishalleri de'bu hususta mahküm etmek mecburiyetinde « yiz. Fakat sıcağın, bilhassa yağ - mursuz geçen kuru sicağın küçük yavrular üzerindeki menfi tesir lerini tekrar zikretmekten fariğ olamıyacağız. Bunu böylece kay- delmekte maksadımz yazın ço cukların çok sıcak yerlerde bu- lundurulmamasını tavsiye içindir. Onlar dalma mutedil ve serin yer isterler, ipe hıfzıssıhhası nok- tai nazarından muhitin bu zikrettiğimiz tebeddülât ve tesir - lerinden sonra bilhassa onların gi- dasız kalmaları ve beslenme tarz- larının kâfi olmaması son derece mühimdir. Küçük yavrular açlığa tahammül edemezler. Doktor Le- se göstermiştir kı yeni doğan bir kedi yavrusu açlığa ve gıdağızlığa ancak o da büyük müşkilâtla beş gün kadar mukavemet edebiliyor Halbuki büyük bir kedi ayni şera- it altında yirmi beş gün açlığa da- yanabilmektedir. Bu tecrübeden başka doğrudan doğruya seriri tec rübeler de küçük çocukların liy kile gıda alamamilarının çok mü- him tahavvülât: bedeniyeye sebe- biyet verdiğini göstermektedir. Aynile az gıda gibi lüzumun- iz verilen gıda- Şehzade, kendini beğendirmek zorunda olmadığı ve hangi millete mensup, hangi içtimai seviyeye Günahn s2: Yazan: Kerime Nadir — Hişt. — Yarabbi) Ne yapayım?.. Nüvitle muhak«ax gö- Tüşmeliyim... — isterseniz şimdi buna muvaffak oluruz * — Nasıl! —Ben gider bir saat kadar Ali Rızanın Mi kalırım ve siz de bahçenin arka tarafında karısile rahatça konuşabilirsiniz.. — Nüvit benim bahçede olduğumu nereden bile. cek?.. — Avucuna küçük bir kâğıt sıkıştırması güç bir iş mi — Lâkin sizin bütün işlerden haberiniz olduğunu öğrenmesini istemem... — Bu daha iyi olur. Fazla itiraz edemedim. Kont ayağa kalktı. Kapıya doğru yürüdüğü sirada bir uşak salona girerek kon- ta yavaşça bir şeyler söyledi. Ben endişeliydim. U- şağın telâşından mühim bir şey olduğunu hissediyor- dum. Kont uşağa yüksek sesle: — dir mmm .. Buraya al!, dedikten sonra bana etmiyordu. 4, — Belediye reisi görüşmeğe gelmiş.. fazla kalmaz. Siz şu küçük salona geçiverin.. dedi. Bu emre itaat ederek gösterilen kapıyı açtım ve salondan ziyade kütüphaneye benziyen geniş odaya girdim. Fakat iki adım atmamıştım ki, vücudüm birden. bire titredi ve gözlerim karardı. Zira duvarda, bü- yük bir çerçevenin içinden annem bana gülümsüyor- du, Allahım! Bu kabil miydi?.. Hayatın benimle bu derece gaddarine istihza etmesine nasıl inanılırdı?, Demek annemi iğfal eden, babamla benim bahtsızlı- ğımıza sebep olan şu âlicenap konttu?!.. Ellerimi arkama kilitledim ve beni sakin bir tebes. babasının dâ şu kıratfa canlı bir elmas parçası görmediğine şüphe ya gelmedik. Sayenizde bizim da- hi birer hazinemiz var. Fırsat düştükçe yoksullara ikram ediyo- TEFRİKA No. 33 <-*--* sümle seyreden anneme kindar bakışlarımı diktim. Kont, birkaç sene evvel ölen karısından bir iki ke- re bahsetmişti. Fakat bu bahisler o kadar sathi idi ki, bu kontesin annem olduğunu bir an bile hatırıma getirmemiştim... Karşı tarafta küçük bir resim daha vardı. Yaklaş- tam. Burada kont ile annem yanyana oturmuşlar ve * aralarına küçük bir oğlan çocuğu almışlardı. Bu ç0- cuğun Piyer olduğunu anlar anlamaz kalbimde sanki bir damar koptu. Kendi kendime: — Tevekkeli değil, dedim. Senin uğruna, vatana ihanete kadar varan bir fedakârlıktan çekinme. dim... Birbirini takip eden bunca işkenceden sonra bu s0- nuncusu artık fazla değil miydi?. Kafam işlemiyor, düşünemiyordum... Yalnız nakarst halinde: — İntikam!. İntikam!, diye mırıldanıyordum. Ah bu İntikam!. Bana bunca iyiliği dokunan bir adama nasıl elim kalkabilecekti?.. Ne güç bir mevkide kalmıştım!.. Gözlerim hâlâ annemin gözlerinde olduğu halde hayalim pek uzak- lara, yıllarca geriye döndü. Şon dakikalarını yaşı- yan zavallı halağsdemin solgun yüzünü hatırlama. ğa ve o hazin anları düşünmeğe başladım. Sönen, zayıf bir sesin yalvarışları el'an kulaklar rımda idi. Ben bu yalvarışlara kati bir yeminle te- minat vermiştim. Derin süküt içinde bu yeminin akislerini duyar gibi oldum ve ürperdim. Niçin, evet niçin bir ölüyü kandırmıştım?.. Niçin tutmıyacağım vaadler için Allahı şahit etmiştim?.. Karşıda duran büyük aynanın içindeki hayalime gözüm ilişti. Hayır!.. Bu adam ben değildim. Bu adam, vledanının karası çehresine aksetmiş olan bir sefil, bir deni idi, Yumruklarım sıkılmış, çenelerim kilitlenmiş tit- şahlık zamanına ajtsir. Şehende iken sakalar olduğunu söylemiye lüzum yoktur, MT menfi tesirler yapar. ve çocuğun yaşadığı muhitin çok sıcaklığından mütevellid | teşiratı lar da doktor Dariyüsün tetkika- trına nazaran ayni derecede mah- zurlar tevlid etmektedir. Havanm yakârliktan, utancımdan (itriyirdum... Bu sırada odanın kapısı saçıldı. ve kont güler yüz- le içeriye girdi. Elinde bir kâğıt vardı. Gülerek de- diki: — Piyerden haber aldım.. Iki saate kadar burada bulunacağını bildiriyor. Sonra, cevabımı beklemeden ilâve etti: — Haydi artık gidebiliriz... Kımıldamıyordum. Soğuk kanlılığımı meğe çalışarak kendi kendime: — Yarabbi metanet ver. Cesaret ver. diye söy- leniyordum. Kont vaziyetimin farkina vardı. Yanıma yakla şarak; — Ne var?. Ne oldunuz?, diye sordu. Gülümsemek için kendimi zorliyarak büyük çer çeveyi işaret ettim: — Bu resmin sahibi hakkında lütfen biraz izahat verir misiniz?.. — Tanıyor musunuz?, — Gözüm ısırıyor... Kont bir tereddüt ânı geçirdi. Sonra birdenbire sordu: — Nerede gördüğünüzü hatırlıyor musunuz?.. — Hayır!.. — Evvelce hiç Rusyada bulundunuz mu?. — Hayır! — O halde bir yanlışlık var. — Ne gibi?.. — Zira bu resim ölen karımın resmidir. Kendisi bundan yirmi sene evvel Istanbulda bulunmuş. Fa- kat siz onu o tarihlerde görmüş olsanız bile hatır- kyamazsınız... — Doğru!.. Fakat garip şey. — Belki birine benzetiyorsunuz?.. —Belki!, Maamafih biraz daha izahat verirseniz memnun olacağım. Kontes Istanbulda iken siz be- raber mi idiniz?.. Bu sözüm üzerine kont bir kahkaha attı, Oradöki bir koltuğa oturarak: — Anlaşıldı, dedi. Siz bu hikâyeyi mutlaka dinle- mek istiyorsunuz., Bana da oturmamı işaret ettiği halde avakta kal mayı tercih ettim, kaybetme- İhtiyar asilzade endişesiz ve keyifli idi. Kısa bir düşünceden sonra söze başladi; — Ben “Marüsa” yı küçük yaştanberi tamrdım, Aradan seneler geçti.. Bu kıza son derece gönül bağ. lamıştım.. O da beni seviyordu.. Fakat tam on sekiz yaşına girmişti ki, birdenbire benden yüz çevirdi. İşi tahkik ettim. Moskova sefiri bulunan genç bir Türkle-seviştiğini öğrendim., Intikam sevdasına düş- medim; neticeyi bekledim. Fakat hata etmiştim.. Zira bu Türk Marusayı razı etmiş ve derhal evlen- mişlerdi... Sefir Istanbula döndüğü zaman tabii ka- rısını da beraber götürdü.. Ben de bir müddet bu mecerayı unutmuş göründüm.. Lâkin iki sene sonra, bir vesile ile İstanbula seyahatimde eski sevgilimin oturduğu yeri tahkik ederek öğrendim.. Marusa #le bir mülâkat temin etmek pek güç olmadı. Beni ga. yet iyi karşıladı. Ve benim deşmeme meydan kal madan, hayatından hiç memnun olmadığını, mer- leketin! terkettiğine pek ziyade nedamet çitiğini, e ğer bugün razı ölursam yine Rusyaya dönerek be. nimle evleneğini süyledi. Teredüdtsüz razı oldum. Bunun üzerine Marusa kocasını ve bir çocuğunu yüz üstü bıraktı ve birlikte Rusyaya döndük.. — Derhal evlendiniz değil mi?.. — Peki, karınız hiç eski kocasını ve çcuğunu dü. şünüp üzülmez miydi? —İik zamanları böyle bir şey hissetmedim. Lâ- kin #ekiz on sene sonra ona büyük bir dalgınlık ârız olmuştu., Hattâ birkaç defa gizli gizli ağladığını gördüm... Dalmiştım... Konta kinle, nefretle bakıyordum. Bu halimden birdenbire şüpheye düşerek doğruldu: — Bana niçin bunları söylettiniz7. Hem niçin yü- züme böyle bakıyorsunuz? Vaziyetimi bozmadan ve gözlerimi gözlerine di- kerek sordum: — Yaptığınız hareketin bir vicdansızlık, bir ak çakhk olduğunu tahmin etmemiş miydiniz?.. Kontun gözleri büyüdü. Yüzüme dikkatle, fakat dehşetle bakarak: — Yoksa bu cocük....: Devamı var)