—— 15-4-939 TAN Ğİ NN Iskender Bey Kimdir Ve Neler Yapmıştır? rnavutluğun ilk orta çeğ- larda, on beşinci asır orta" larında olduğu gibi, milliyet pren- siplerine değer vermekle seçkirle- şen yirminci asırda ortadan kalk- ması, haritadan bir çırpıda tarihe göç etmesi münasebetile bütün dünya gazeteleri tarafından neşro- lunan sütun sütun, sayfa sayfa ya- zılar arasında Kral Zogodan daha çok anılmış bir isim var: İskender Bey!.. Fakat bu isim sahibinin bu- gün de taze görünen büyük şöhre- tini ne suretle kazandığı izah edil. miyor, Kuru bir Iskender adı üze- rinde muhayyilelerin vâkıalar ku- rTuntulamasına yol açılıyor. Halbu- ki Iskender Beyin hayatı Türk ta- rihi ile sıkı sıkıya ilgilidir ve onu tarihe tanıtan da Türkler olmuş- tur. Bu sebeple kendisini bir mü sahabeye mevzu yaptık ve okuyu- cularımızın huzuruna çıkardık: Osmanlı Türkler Moranın, Ma- kedonyanın, Epirin. Bosnanın İşga- Jini tamamladıkları sırada Arna- vut Derebeyleri elinde bulunan malikâneleri de zaptetmişler ve o beyleri Türk tebaası arasına sok- muşlar idi. Ikinci Muradın ilk sal- tanat yıllarında, bu işler yapıldı ve o arada Ematya Beyi Ivan Kaster- yoti de itanta mecbur edildi. Her devrin kendine has siyaset usulleri vardır. On beşine 4 da galip hükümdarlar mağlüp prensleri yurtlarında ve hayatta bırak- mak için kendilerinden rehine alır- lardı. Ivan Kasteryoti dahi bu kai- deye uydu, küçük oğlu Janı sada- kat fehinesi olarak Sultan Mura- dın sarayına yolladı.-(1423). B üyük bir Osmanlı tarihi yaz mış olan Yorga, İvan Kas- inin dört oğlunu birden Os- manlı hükümdarına rehin yolladı. ğini yazan tariheileri tashih eder- ken (GC; 1. 8. 449) şöyle diyor: “İ- van Kasteryotinin üç oğlu vardı. Bunlardan ikisi kendi hallerinde w Venedik himayesinde olarak Debr< ve Mat kalelerinde yaşıyordu. İs- tanbula (!) gönderlien Jorjdur.” İstanbul 1453 te elimize geçtiği için Arnavut derebeyinin dört, üç veya bir oğlunun o şehre gönderil- diğini yazmak zaten saçmadır. 'Türk tarihlerinde yalnız Iskender Beyden bahsolunduğu için araya kardeşlerinin sokulması manasız- dır. Bu noktaları kısaca kaydettik. ten sonra İskender Beyin hsl ter. cümesine geçelim: Dokuz yaşında Osmanlı sarayı na gelen bu Arnavut prensi çok ze- ki ve çok güzel bir çocuktu. O beple Ikinci Sultan Muradın bi hassa dikkatini çekti, hususi ihti- mamlar gördü. Hemen sünnet ettirilerek İslâm dini ve Türk âdeti üzere terbiye © dilmiye başlandı. Onda Cibilli ola- rak mevcut olan silâhşörlük kabi- liyetini azami derecede inkişaf et- tiren, bileğini bükülmez suretle dikleştiren işte bu Türk terbiyesi- dir. Sultan Murat, büyük bir iti- na ile yetiştirdiği çocuğun atıcılık” ta, vuruculukta, binicilikte hızla seşkinleştiğini görünce una “Isken- der” adını verdi. Bu suretle rehin prensin askeri istidadını takdir ve tesbit etmiş oluyordu. pF“ İskender, Türk sarayı na ısınmş değildi. Kendi- sile ayni hayatı yaşayan yeğeni Hamza ile başbaşa kaldıkça ana di- Vini konuşur, yurdunun hasretini İnler ve istikbal için hulyalar mü- badele eder idi. Ona, Adirystiğin sesini Dicleye ve Sind'e duyurmuş, Epirli falankisleri (mizraklı alay- lâr) Pincap ovalarında gezdirmiş o- ni — yurdundayken — söyl, ler olmuştu. Bu garip kehan, Pânlar, Makedonyalı cihangirin a- e Yazan! :.......... Turhan TAN mi İskender Bev nası Olimpiyasm gördüğü meşhur rüyanın aşağı yukarı bir eşini de kendi anasının görmüş olduğunu İ- leri sürüyorlardı. Olimpiyas, ma- lâm olduğu Üzere, düşünde bir ej- derha ile koyun koyuna yatmıştı. Ematya derebeyi Ivan Kasteryoti- nin karısı da — küçük oğlu Torja hamile iken — rüyasında bir yılan doğurduğunu ve bu yılanın başı i- le Osmanlı ülkesini yutarken kuy- ruğu ile de Adriyatik denizine —hırçın hırçın — döktüğünü gör- müştü. HADİSELERİN RESİMLERİ : RE a Mareşal Gesring, Trablurtan İtalyaya dönmüş ve dün Romayı resmen ziyaret etmiştir. Kral v Mareşalini Trablus ziyareti Mussolini tarafından kabul atında Mareşal Balbo İle bir Bu resimde, Alman ada görüyoruz. edilecektir. in, İskender Bey işte bu rüyanin heyecanmı çocukluğundanberi u- nutamıyordu, içinde yaşadığı Os- manlı sarayını yutulacak bir lok- ma gibi görmiye yelteniyordu. Sultan Murat, nasıl bir hain kal- be kuvvet verdiğini sezmediğin- den ona boyuna ikram ediyordu. Hattâ on sekiz yaşına geldiği va- kit kendisine bir sancak beyliği verdi, o sıfatla bir çok harplerde bulunmasını mümkün kıldı. 431 de İvan Kasteryoti ölün- ce malikânesinin İskendere verilmesi lâzım geliyordu. Daha doğrusu genç Jorj, Sultan Murat- tan böyle bir cemile bekliyordu. Fakat Arnavutluğun merkeze bağ- lı bir vilâyet h. istiyen padişah, onun bu ümidini boşa çıkardı ve kenâisini sancak beyi olarak kullanmakta devam etti. Genç İskender tam 12 yıl, hm- emi içinde sakladı, baba mirasinı ağzıma almadı ve tam bir Osmanlı memuru gibi hareket etti. Fakat el altından Arnsvutlukla muhabere ediyordu, orada nüfuzları söndü- | rülmüş olarak yaşan bırakılan beylerle anlaşmıya çalı- şıyordu. Bu uzun ve hesaplı sabrım sonu yaman bir hamle oldu ve İ kender Bey yüzündeki maskeyi kanlı bir hareketle sıyırıp attı Vâkıanm tarihlere geçen şekli yudur: Osmanlılar Niş. sahrasında bir harp yapmıslar ve ricat etmek zörunda kalmışlardı. İskender Bey de ricate başlıyan ordu ile bera- berdi, Kargaşalık sırasında bir ge- ce yeğeni Hamzayı yanma aldi, Reisülküttabın (1) çadırına girdi. yatağanını reisin boğazına daya- dı, Kroya (Akhiser) kalesinin ken- dine teslimi İçin muhafıza hitap eden bir ferman yazdırdı, turası- nı çektirdikten sonra zavallı reis öldürdü ve yine yeğeni ile beraber oradan kaçtı. K ak prens, yol boyuna top- ladığı üç yüz Arnavutla ilkin Debreibalâya geldi, bir kaç yüz yardımcı daha buldu ve onları bir orman içine bırakarak Kroys- ya giti, Muhafız Türk, kendine gösterilen fermana itaat ederek kaleyi İskender Beye verdi, erte- si gece de —uykuya dalmış olan | bütün muhafız Türklerle bera- ber— genç ihtilâlei tarafından ök dürtüldü Bu hâdise, 1443 yılımda oldu ve bu tarih, İskenderin ölümüne ke- dar devam edecek bir harbin baş- lamasma İşaret teşkil etti. İsken- der, meydan harpleri yaparak de- il, dağlarda ve boğazlarda pu! kurarak ikinci Muratla ve onun &- | lümünden sonra Fetih Sultan Mehmetle tam yirmi dört yıl uğ- | raştı, Fakat (1467) yılında ölür- ken Arnsvutlukta yine Türk bay- rağı dalgalanıyordu ve kendisi sur bir maceraperest söhretinden başka bir şey kazanmış bulunmu- yordu. (1) Bu rivayeti Hammer, Lâmertin ve Yorga —düsünmeksizin— kaydeder- er. Halbuki 1443 te Osmanlı dı de (Reisülküttap) adli hir memur $u ve böyle hir tâbir de duyulmamıştı Ahmet Efen- yazdığı Sefinetürriesa'ya göre # r Pfendidir ki İnat r, Yine Retsülkütteplar- müellifi Hüseyin göre de Haydar vaka: dün Pedayiti Efendinin riva; Efendiden evvel divan yaz:larına memur olanlara emini #hkâm deriledi ve Rel sülküttephik —Kanunl Süleyman dev. | Tinde— tesir olunduktan sonra da bir hâyli zaman nüfuz ve kudret nigancı- larda kalmış olup Reizülküttapların Yı dıkları emirnameleri, o hükümnamel Onlar tashih ederlerdi. Relsülküttapi rın haysiyet kazanmaları (1591) tarihin- den sonradır. Büyük Hâmidin Aziz Hatırası Onünde... Dp gençliğin sevgi, saygı gurur ve iftiharla bir defa daha andıği Abdülhak Hâmide; bu milletin hafızasında ve kalbinde ebedi bir taht fethetmek; çok uzun ve çetin mücadelelere mal olmuş- tur. Arkasından “züp- pe” diye haykıran mütecaviz se lere, kulaklarını senelerce sonsuz bir sabırla tikayan büyük Hümit, sanatın şahikasına varan dimdik yokuşa hiçbir engel karşısında mo- “meczup”, eden tırmanmıştır. de eseri geçmiş bulunuyor: | ber! Mütevazi Hâmit, şimdi yeni harf- lerle basılan bu eserini bize takdim eden mukaddemede diyar ki: “— Fakirin bir eseri olduğu f- çin “Makber” i “şiir” diye telâkki etmek istiyen, okursa, mütaleasın- da benim şairliğimden bir nişan bulamaz. Ancak düşünürse, bir “feryat” duyar ki, isterse onu bir *şlir” zanneder: O “feryat” beşe- rin aezidir. “En güzel, en büyük, en doğre bir hakikati müthişenin tazyi: ki altında hiçbir şey söyleyeme- mektir. “Fakir” ise “hilabet” yar pıyor. “Insan, bazı kere, halırma geler bir hayali tanıyamaz, o kadar gü- #eldir. Zihninden uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kı binde doğan bir hissi bulamaz. o ka- dar derindir. Bu öciz ile bir “fer- yat” koparır, yahut pek karanlık bir şey söyler, yahut ta hiç bir şey söyliyemez de, kalemini ayağının altına alıp ezer: Bunlar şiirdir!” Ji ürk edebiyatında, kendi ne- vinin hakikaten en yüksek eseri olan “Makber” hakkında bu İisant kullanan bürük ve müteva- zi Hümit, en “saf” ve en “asil” şiire iştiyak duymuş bir sanstkâr- dır. “Makber” i yeni harflere çevir. mekle eski harfleri bilmiyen nes- le #engin bir eser kazandırmış o- Jan Doktor Sadi Irmağın dediği gi- bi. “Hâmidin şiirinin kabuğunda- ki pürüzlerden atlayıp içeriye gire- myenler, girmek istemiyenler, pri- mitif formun haricinde şiir kabul edemiyenlerdir. Onu Absurel bu- lanlar da, ondaki mesafe ve hacim» den ürkenlerdir. Hakikatte, Hâmidin, memleket kültürüne, ve memleket edebiya- tına temin ettiği kazanç, bir kaç kelimenin delâletile ifade olunamı- yacak kadar büy “Macerayı aşk”, “Sabir ve s&- bat”, “Içli kız”, “Duhteri Hindu” “Nestern”, “Tezer”, “Sahra”, “Ta rik”, “Makber”, odur” “Sefile”, “Pinten”, “ *Ga- ram”, ve “Yabancı dostlar” gibi, imleri aklıma geliveren *- serlerden her b bir faniyi ebe- dileşmek mazhariyetine kavuştura bilmek kudretine sahiptirler, Derlermiş ki, “Yalnız Fsust'u orijinal metninden okuyabilmek i- çin almanca, ve yalnız “Hamlet”ir bakir zevkine varabilmek için in» gilizce öğrenmiye değer!” Biz de o güne o gün diyebiliriz ki: “Sade Hâmidi anlamanın zev- kine varabilmek uğrundada. a rapçayı, farsçayı ve türkçeyi öğ- renmiye değer!” şimdi i Mi Hümit der ki: “.— “Makber”, makber de» gil bir türbe, türbe değil bir ma- bet, mabet değil bir küre, küre de- gil bir fezayı intiha olmalıydı. Halbuki bir makber bile değil “Makber” nuru ilâhinin indiği, fikri insaninin çıkamadığı bir muk ber olmalıydı. “Makber” bir mah- şer olmalıydı: Fakat heyhat!” Heyhat mı? Sade Abdülhak Hâ- midin büyük tevazuu ve büyük sa- nati huzurunda küçük kalan “Mak ber” de, bunların hepsi bir oraya toplanmıştır: Makber, hem türbe. hem küre, hem mabet, hem mah- şerdir. Ve Hâmidin sanatinin en- ginlerine açılabilen © bahtiyarlar, onda bunların hepsini bulmuşlar- dir! Ve yine, Doktor Sadi Irmağın de diği gibi: “.— Bize üçüncü sınıf adamları» ai bile milli deha diye sunan. ve bundan türlü üstünlük iddiası çr- karan bir milletler manzumesi İ- çinde, büyük Hâmidimizi, cesaret- le, iftiharla, emniyetle ileri sür. mek, genç nesle düşen milli bir va- sitedir!” N.S. Nezle - Baş ve Diş AĞRILARI — SOĞUK ALGINLIKLARI — NEVRALJİ — KIRIKLIK KIRGINLIK — BÜTÜN AĞRILARA GR İ P Karşı yegâne çare BİR KAŞE 'e aibkkkle4 sindi