Silâhlı vatanperver Arnavut çetecilerinden bir grup jiye Arnavutluğu isti- Jâya başladı, ilk ham- lede sahillerini tuttu ve bir kaç şehri zaptetti. Bu ilk mu- vaffakıyet acaba kolaylıkla devam edecek mi? İtalyan or- dusu, dahile doğru giderken ne gibi müşküllerle karşıla- şacaktır? Bu yazıda bunu göstermiye çalışacağız: Arnavutluk, tabii arızası çok o- lan bir memlekettir. Böyle olduğu halde bu arızalara göre yol ve köprü cihetinden inanılmıyacak derecede zengindir. Şimendifer ol- madığı için, bütün dikkat ve e- hemmiyeti, şehirleri | biribirine bağlıyan yollara ve arızaları aşan köprülere vermişlerdir. Vaktiyle Arnavut — İtalyen mühendisleri- nin - iştirakiyle bütün yolların plânları hazırlanmış ve yine bün- ların hepsi o Arnavut — İtalyan müteahhitlerine yaptırılmıştır. Büyük Harp sırasında İtalyan- lar Avlonyadan başlıyacuk ve Se- Yüze -yotu te ATNAYUTİUZU “TUPKİZ Yeye-bağlıyacak » bir “demiryolü Yapmak istemişler, fakat muvaf- fak olamamışlardı. Yiümekiği iki bin metreyi bu- lan Arnavut alplerinin hu- Sule getirdiği yaylanın bütün sat- hı mailleri, geçitleri, vadileri yı- lankavi yollarla süslenmiş ve tâ uzaklardan göze çarpan mütedd- dit gözlü beton köprülerle iltisak peyda ettirilmiştir. Geniş Adriya- tik sahillerinden başlıyarak bazan yavaş yavaş yükselen ve bazan da birdenbire dikleşen dağların ara- sından, kıvrıla" kıvrıla geçen yol- lar üzerinde bir sulh zamanında seyahat çok zevklidir. Her dem değişen manzaralar karşısında in- san, tabiatin bazan çok sert ve haşinliğine ve bazan da yumuşak ve munisliğine hayran olur, Arnavutlukta yollara 1925 se. pesinden itibaren başlanmıştır. İ- talya, Arnavutlara yardım maksa- dı altında ve bir gün kendisine lâ- zım olur zihniyetiyle bu yolların ve bu köprülerin: yapılmasında çok dikkatli çalışmıştır. Arnavutluk, Şimalden Conuba (400), Şarktan, Garbe (150) kilo- metredir. Şimalde İşkodra şosesi ismi verilen (120) kilometre uzun- luğunda bir şose, Yugoslavya hu- duduna dayanır. Bu şose İşködra ve Kosova vilâyetinin en ehemmi- yetli muıntakalarından geçer. Mer- kezde (130) kilometrelik Debre yolu, Arnavutların Kralı Birinci Zog büyük köprüsünü geçerek ve en münbit ve mahsuldar mıntaka- ları dolaşarak bir taraftan Yugos- lavya hududuna diğer taraftan Ti- randan Draç limanına gider. (50) kilometrelik Kruya — Nat (eski adi Akçehisar yolu ise Pes- kopya — Libraz (110); Tiran — Elbasan (54); Luşna — Fiyeri (30) kilometrelik yolları ile Vlora'ya ulaşır, Şa Yugoslavyada Astro- ga'dan gelen yol Arnavut. lukta Ubri gölü kenarında Pogra- deç eski adı Astrova'dan geçerek bir taraftan Elbasana ve diğer ta- taflan Göriceye ve oradan Yuna- Sarp dağlarda aşiret hayatı yaşıyan “Arnavutlar İtalyanlar, Arnavutlukta Kolay İlerliyebilirler mi? » Yazan: — — HALİL LÜTF Arnavut hükümetinin yerleştiği Elbasana giden yol üzerinde bir köprü e iğ nistanda Florinaya ve Yugoslavya- da Manastır ve Üskübe gitmekte- dir, > Cenupta Göriceden ayrılan bir yol da Leskovik'ten geçerek Yu- 'nistandan Yanyaya kadar uzar. Cenubu Garbide Ergeri yolu bir taraftan Yanyaya ve diğer faraf- tan Delvina'dan geçerek Saranda Adriyatik limanına varır. Arnavutlukta (2623) kilometre yol vardır. Arnavutluk yolları başka memleketin yollariyle mu- kâyese edilemez. Bu yolların Pılmasındaki müşkülât; arazi teşekkülâtı dolayısiyle bir çok zun ve kısa ve ekserisi çök alı ve masrafı köprülerin vücu- düne ihtiyaç gösterdiğindendir. 1921 senesinde o Arnavutlukta (960) köprü mevcut iken 1928 de (800) ve 1933 te (2600) ü tecavüz etmiştir. Bunlardan başka son se- nelerde daha bir çok köprüler de yapılmıştır. Arnavutlukta şoselerin genişli- ği 6 dan 8 metreye kadardır. Na- hiye ve köylere giden yollar daha dardır ve bunlarında yekünu 3500 kilometredir. Arnavutluğun ilk limanı Saran- da'dır. Draç limanı son zamanlar- da yapılmıştır. Avlonyanın eski- den kalma bir limanı vardır. Ye- niden tâmir edilmiştir. Şingin'de bir liman yapmak için hazırlık vardı. işkodrada Drim nehri üzerinde Buna limanı vardır. Çok iptidai kesi Bugünkü Elbasan şehrinden mamur bir sokak haldedir. Yazın sular azalır. Nak- Hyat olmaz. Ehemmiyetleri itiba- riyle Arnavutluk Ilmahları sirasi- le Draç, Avlonya, Şingin Saran- da'dır, Vapurlar yalnız Draç'ta rıhtıma yanaşır. Diğerlerinde &- çıkta demirlerler. B vu kısa izahattan sonra Ar- navutluktaki son harekâtı gözden geçirebiliriz: İtalyanlar, Arnavatluğun dört limanını işgal ettiler. Cenupta, Korfo adasınm tam karşısında iki saat mesafede Küçük Saranda ?i- manı. Bu liman, diğer Arnavutluk Tmanları gibi dahilden sahile tatlı bir iniş ile gelmiyor. Sehilden git- tikçe dikleşen, sertleşen ivleaçlı dağlar yükseliyor. İtalya bu W manı işgal etmekle Cenubi Arna- vutluğu Yunanistandan ayırmak ve büyük kasabalardan Ergeri ve Göricenin denizle olan rabıtasını kesmek istemiştir. 2 — Avlonya limanı, merkezi Arnavutluğun ve bilhassa Beratın denizle olan alâkasını temin eder. Arnavutluğun eski bir limanıdır. Karşısında, hemen limanm ağzın da İtaliyaya ait Sazan adası var- dır. Avlonya limanı Saranda ka- dar değilse de ona yakın sahilden dikleşen dağlarla çevrilmiştir. 3 — Draç limanı, Merkezi Ar- navutluğun on yeni limanıdır. Ve Tirana 45 kilometre mesafededir, Bu liman, gemilerin rıhtımı ya- naşmasina müsaittir. Sağ tarafta geniş bir plâj, solda tepe üzerinde Kral Zoğun yazlık sayfiyesi vardır. Burada diğer limanlarda olduğu gibi dik, sert ve yalçm dağlar görünmemektedir. İtalya- nın Tiran ve Elbasanı istilâ için bu yolu takiplen başka çaresi yok- tur. 4 — Şimelde Yugoslavya sabil- lerine yakın Şingin limanına ge lince, bu iman İşkodraya Drin şeh- riye birleşmiştir. Çok iptidaldir. İşkodranın işgali ve Şimali Arna- vutluğun Yugoslavya ile alâkasi- nın kesilmesi için geçilen yoldur. İtalya; harp vesaiti bakımın- dan Arnavutlukta kendisine karşt koyacak, belki çokluk bir şey bu- lamıyacaktır. Fakat Arnavutlerm ferdi kabiliyetleri, tanssupları, ce- saretleri, o vatanperverlikleri ile beraber tabiatin pek bi zorluklarını görecek k olan talya, Arnavutluğu, Arnavut- lar kadar bilir. Buna şüphe yoktur. Çünkü bütün yol ve köp- rüleri onların parası, onların mü- teahhitleri ve onların amelesi yap- miştir. BariKalar, İtalyahlarındır. Bütün hava seferleri kep İtalyan tayyareleri tarafından yapılmakta idi, Bütün bunlara rağmen Arna- vutlarm mukavemeti karşısında İtalyanın kolaylıkla muvaffak o- annedilmemelidir. Daha i zamanından kalma kuleler sarp, ve yalçın dağların te pelerine kurulmuş hisarlar ve is- tihkâmlar, derin vadiler, bilhassa bu sirada genişleyen, kabaran ne- hirler İtalyanın ileri hareketinde mühim manialar teşkil edesektir, Sayısız uçurumların üzerine ku- rulan sayısız köprülerin atılma- s1, dağların üzerinden geçen tek bir şosenin uçurulması, motörlü harp vasıtalarının kolaylıkla iler liyemiyeceğini anlatmağa kâfidir. Tayyare hücumları o Arnavutluk dağlarına karşı çok müessir ola mıyacaktır. Arnavutlukta arszirin ve tabi- atin haşin ve sertliğine şehir ve kasabaların seyrekliği ve köyler- de evlerin çok dağınık oluşu da tayyare hücumlarmın muvaffaki- yetsizliğini mucip olacaktır. Bilhassa Tirandan Elbâsana giden yol emsaline belki de tesa- düf imkânı olmıyan bir yoldur. Tirandan ayrıldıktan sonra nehir- lerden, ormanların içinden, dağ- ların tepesinden geçer. Öyle yol- lar ki iki tarafı sert bir diklikle İhen derin uçurumdur. Ve bura- lardan nakil vasıtaları çok ihtiyat- B olarak geçerler. Arnavut milleti, fakrine, silâh- sızlığına, henüz teşkilâtmm ta- mam olmamasına ve âni baskına uğramasına rağmen kahramanlığı sayesinde bir Avusturya veya bir Çeköslovakyaya benzemiyecektir. Balıkesirde Tükürmek Yasak Balikesir, (TAN) — Belediye, ba- Zi yerlere evvelce konulup ta bozu- lan tükrük hokkalarını tamir etti; miye, dükkânları da birer tükrük hekkası bulundurmmya mecbur tut- mıya kârar vermiştir. Bundan böyle, sokaklara tüküren. lerden 5 lira para cezası alınacaktır. GURBET HÂTIRALARI | FIR ATİ Kayıkçıları Gy Yazan: REFİK HALİD ? arşı yakaya geçmek için ge mi bekliyorduk. Bir zamanlar Fırat —bugünkü Ren ve Tuna ne ise, öyle— mamu- reler arasından, szametli şehirlere uğrıya uğrıys,, bağlar, bahçeler, hattâ ormanlar geçerek, gölgeli ışıklar altından gelin gibi süslü ve neşeli gidermiş... Sahil an u- gultusu ile dolu imiş; sulara sa- rayların aydınlıkları ve yüksek kubbelerin akisleri vururmuş.. Hükümdarlar uğrağı, elhangirler geçidi, bereketler diyarı imiş. Şimdi haşmetli kralların yerin- de, tek tük, dalgın çobanlar gezi- yor ve miğferli ordulara bedel yu- muşak tüylü koyunlar dolaşıyor. Dikili bir ağacı, ayakta kalmış bir bacası olmıyan korkunç bir boş- Yuk... Herşey “hâk ile yeksan”, tuz ile buz, un, ufak olmuş Çökmüş ve çömelmiş bu kuru arz parı da biz de kendimizi yassılmış ve yayvanlaşmış, renksiz ve kavruk hissediyoruz. Fırat artık, eski şevketini düşü. nerek şimdiki sefaletinden utan- mış gibidir, bomboş çölde başını eğmiş, yere geçmek, kaybolmak arzusiyle sürüne sürüne, sokula saklana pok şerefsiz ukıp gidiyor. Halbuki İlk buğday, ilk pirinç bu nehir kenarında kendiliğinden yetişmiş ve dünya © bura- dan dağılmıştı. Nil değil, Fırat me- ilk beşiği İlk yan Finike sahillerinde değil, Fırat ke- harlarında icat edilmiş, ilk kütüp- bane de yine burada kurulmuştu. Harun Reşidin Bağdattan kal karak, nehir boyu, seçme yemişler yetiştiren hadsiz, hesapsız bahçe- ler arasından geldiği devir o kadar uzak değildir, henüz hatırasını sak- lıyabilir! Yeşilli sarılı binlerce dilden dökülmüş renkli ışıklar ve atlas güneşlikli som yaldız ka- yıklardan yayılmış cilâlı akisler henüz hatırındadır. Tamtıraklı ka» r bülü kulağında, halhalli meler hâlâ hayalindedir. B“ bunları düşünürken ya yüzünde işliyen nehir geçme vasıtalarının en iptidaisi, en kabast ve en fena yontulmuşu olan hantal gemi, suya uzatılan uzun si- rıklara abana abana, gıcırdıya gi- cırdıya, güç belâ gelip kıyıya ya- Baştı. Yorulmuş olan kayıkçılar mola verecekler, yemek yiyecekler, bi- raz dinleneceklerdi. Güneş tam tepemizde olduğu için kendi gölgelerimiz bile bize sığınmış, sıcaktan kaçarak ayakla rmızm altına sokulmuştu. Kara camlı kocaman gözlüklerime rağ- men önümde ve etrafımda bir ci- va vıcıldısından başka renk ve ha- reket göremiyordum. Her taraf öyle göz alıcı, oynak ve kaypak ışıklı idi ki dünyanın topraktan de- Bil, eritilmiş bir kurşundan yara- tıldığıı vehmediyor, baktığım ye. ri keskin bareli bir pırıltıdan, bir gelik şüşaasından ibaret görüyor. düm. Kafatasımın içinde, sanki beyin yerine, o irilikte bir radinm cevheri taşıyordum; işık kemikle. rime işlemiş, iliklerime geçmişti. Gemiciler, nehir boyu, bağdaş kurup rahât rahat soğan ekmek yi. yorlardı. İçlerinde at kafalı, at diş- li, bir kıyafet değiştirme filminde Fernandel'i hatırlatan bir adam vardı. Bu benzeyişe gülümsiyerek kendisine baktığımı görünce bir il- tilat sandı, esniyen bir beygir te- bessümü ile; — Buyur, ya efendi! Diye ikramda bulundu. Bu, konuşmamıza vesile olmuş- tu. 'Anladıkları lisandan sordum: —— Bıkmaz mısınız siz bu bomboş çölden, bu çiy güneşten, şu bulâ- nik nehirden? Hep birden gülüştüler. Bizim gibi otomobille suyu ge .. çecek olan tahsil görmüş bir çift. lik sahibi söze karıştı; — Bey, dedi, şu gördüğün e- damlar doğduklarındanberi bura- dan ayrılmamışlardır; dünyanın ne olduğunu bilmezler ki bıksın- lar... Karşıki çadırlarda doğdu lar, bu ırmak kenarında büyüdü: ler, genç yaşta kayık yürütmiye a- Uştılar, ölünciye kadar da o işi gö- recekler. — Peki, dedim, çok yakında, şu sırtların arkasında büyük şehirler var, Akdeniz var, karlı dağlar, loş ormanlar, yemyaşil bağlar, yemişli bahçeler var. Niçin gidip görmü yorlar? — Gitmedikleri, o görmedikleri daha iyi... Sonra bizi karşıya ge girecek bir kayıkçı heslini nere- den bulacaktık! Onlar konuştuğumuz şeye güle- rek ve ekmeklerini dürerek zevk- le, iştiha ile karınlarını doyuru- yorlardı. Ny bu kadar bilgisiz, bom- boş, tamamiyle hiç bir ha- yat, insan İçin sürat asrında ve medeniyetin okapı eşiğinde de mümkün olabiliyordu... Demek şu seyrettiğim dört kafa yalnız bu dümdüz, kupkuru çölü, kenarında bir diken bile bitmiyen suyu, şu bomboş ufku ve ne gölge, ne akis vermeden üstlerinde dönüp dola- şan, batıp çıkan çıplak güneşle bön ayı dünya sanıyorlardı. Kafa- larında dünya bu derece ufalmış, siskalaşmış, kaditleşmiş, bir avuç kumi kesilmişti. Onlar için neler. mevcut değil di, ne derece güzel şeyler! Meselâ“ lâpa lâpi Yağan Karlar altında bir şam ormanı.. Portaksl ve turunç bahçelerinden seyredilen masma- vi Akdeniz... Büyük bir limana de- mir atmış kocaman transatlântik... Gecenin karanlığı içinde bir düşen yıldız süratiyle geçen ekspresler... Buzlu içkilerle donanmış masalar, şemsiyeli | koltuklariyle plâjlar, mermer ohavuzlariyle “teraslar... Güneşin böyle yerlerdeki gölge ve ziya oyunları. Ayın ağaçlara ve bacalara sarılan, demlara ve tarh- lara serilen tüylü ışığı! Bütün bunlar şuracıkta, kuru tepelerin biraz aşağısında, iki üç yüz kilometre ötede hazır duru- yordu. Lübnan dağlarında karlı çamlıklar, sahilde portakal bah- çeleri, Beyrutta büyük vapurlar, oteller, gazinolar, gölge ve ışık o- yunları, kaynaşan hayat ve fişkı- ran bir medeniyet vardı. Hiç birini bilmiyorlardı. Önle- rinden geçen adamlar hep aceleci idi; konuşmıya, arlatmıya vakit- leri yoktu; bir sahilden öbürüne aştılar mı, arabasına, atına, deve- sine atlıyan son süratle buralardan ayrılıyor, ufkun arkasına kaçıyor du. Kenarlarında kavakların gü- müşlendiği ovalara, yamaçlarında çınarların ohışıldadığı yaylalara, yelkenlerin şiştiği ve dumanların gölgelendiği denizlere kaçıyordu. Hiç olmazsa akşam rüzgâriyle se- rinleşip çalgı sesleriyle dolan Ha- lebe varıyordu; bir büyük şehrin uğultusuna kavuşuyordu. Fırat kayıkçıları değil bunları, meselâ, bahar gelince tomurcükla- nan, gönce ve çiçek veren bir gül fidanını bile görmemişlerdi; kaya» lar arasından fışkırmış taze yosun- Iu bir pınarın keyfini sürmemiş ler, bir avuç serin suyunu bile iç memişlerdi. Hattâ başında dört na- rin hurma ağacının gölge saldığı bir vaha kuyusunuda bilmiyor lardı. (Ovarn önünde sadece şı. ca- murlarını devire “devire zevksizce akıp giden ve sudan zi- yade bir lâv akınına benziyen Fır Tat vardı; şu tek ağacın yeşereme- (Devamı '2 uncuda)