ça Ra 7-4-939 ai 7G; İl Artık Hünkârın Dili Çözül Tefrika No. 7 Ne. 7 TAN müştü Lütfi Simavi Beye Kabinenin İyi Bir Sulh Temin Edeceğinden Şüpheye Düştüğünü Anlatıyordu — Kuzum Lütfi Simavi Bey, Be- ni yalnız bırakmayınız. Bugün her günden ziyade, şefkatli tesellinize muhtacım. Hem sizinle görüşülecek bazı mühim şeyler de var. Demiş, karşısında yer göstermiş- ti. Esvapçıbaşı ile müsahibine de tatlı diller dökmüş, kendilerini biraz sonra çağıracağın söyliye- rek, yalnız bırakılmalarını hisset- tirmişti. Zorla yumulmaktan kıza- ran yorgun gözlerini mabeyincisi- me dikmiş ve solumaktan kesilen nefesini dinlendirir gibi yavaş yâ- vaş: — Lütfi Simavi Bey, demişti, Hiç şüphe yok ki, tarihimizin en fecaatli anlarını yaşıyoruz. Çok tehlikeli, felâketli bir vaziyetin tehdidi altında bulunuyoruz. Ben, memleketin kurtarılması için çok, hem pek çok fedaklırlıklara kat- lanmak mecburiyetinde kalacağı- mızı tahmin ediyorum. Bu husus- taki düşüncelerinizi öğrenmek is- tiyorum. — Haklısınız padişahim. Fakat bu kadar teessüre, ümitsizliğe ka- pılmamanızı istirham edeceğim. Gerçi, tahmin buyurulduğu gibi, fedakârlık zarureti var ise de de- recesi pek şimdiden tahmin edile- mez. Bendeniz hâdiselerden, siya- si cereyanlardan istifade edilmesi bilindiği takdirde, az bir fedakâr- lıkla iyi bir sulh, bizi yaşatabile- cek bir istikbal temini mümkün o- labileceği kanaatindeyim. V ahdettin, oturduğu kanapede biraz kımıldandı. Dikkatle Lütfi Simavi beye bakarak: — Inşallah diyelim ama ben bu- nun teminini biraz güç buluyor ve bunun için vafir derecede yeisle- niyorum. Çünkü... Demiş ve gözlerini yere dik- mişti. Baş mabeyincisinin ümit ve- rici sözlerinden hiç te memnun- Tak, ferahlık hissetmemiş gibi s0- murtmuş, düşünmeğe koyulmuş- tu. Sözüne devam edemiyor, ata si- ra mütereddit nazarlarla muhata- bını süzüyordu. Yutkunuyor, tek- rar başını önüne eğiyor ve düşü- nüyordu. Hal ve tavrından fikirle- rini açıkça söylemekten çekindiği, bunun için nefsi ile mücadele etti- ği anlaşılıyordu. o Vahdetinin bu tereddütlü hali Lâtfi Simavi beyin gözünden kaçmamıştı. Hünkâri dillendirmek, düşündüklerini söy- letmek için önüne dökülmüştü, Ni- hayet: — Kulunuz.. dedi. Şevketli e- fendimizi bu derece yese düşüre- cek, istikbalden şüphe ettirecek ortada bir sebep göremiyorum. Ol sa bile, müsaadei seniyelerine gü- venerek arzedeyim ki, azim ve i- radei şahaneleri ile her müşkül çözülebilir, her mâni giderilebilir. Arzu ve iradei şehriyarilerine he pimizin minnet ve itaatle baş eğe ceğimizden, fermanınız ne olursa olsun, canla ve başla yerine getir- meğe çalışacağımızdan katiyen şüp- he buyurmamalısınız. Efendimizi böyle ümitsizliğe düşüren haller ne gibi şeyler ise, şimdiden icap- larına bakılmak üzere, ya lütfen bendenize, ya sadrâzam paşa kulu- nuza irade buyurulmak mümkün değil mi acaba?.. âtfi Simavi bey, hünkârın zayıf damarını bulmuştu. Ruhunu, gururunu bir hoşça ok- şamıştı. Bu mevzu üzerinde biraz daha söze devam ile muhatabının tereddüdünü yumuşatmış, dilinin bağını da gevşetmişti. Vahdettin yavaşça başını kaldırmış, gülür- seyen çehresini Lütfi Simavi be- ye çevirmişti. Ve ciddilikle: Gösterdiğiniz candan hürme- te, hakiki samimiyete teşekkür ederim Beyefendi. Nezaket ve &- saletinizden ben de bunu bekliyor- dum. Ati hakkında beni endişeye düşüren şeyi, aramızda kalmak şartile söyliyeceğim size. Bilmem, ne dersiniz, şahsına karşı büyük bir teveccüh, yüksek bir itimat beslemekle beraber Izzet paşanın, kabinesinin bize bir sulh temin edebileceğinden şüphe ediyor, çok ta korkuyorum. LüMi Simavi bey, Hünkârın di- li altındaki baklayı çıkarttırmış, kara yüreğini kemiren derdini döktürmüştü. Daha iki gün evvel, İzzet paşadan çok şeyler bekledi- ğini, bir münasebetle ve inanıla- cak bir ciddiyetle, söyliyen Hün- kârdaki bu fikir değişikliğine ger- çekten şaşıp kalmıştı. Zihninde bu- nun sabeplerini araştırırken, âyan reisi Ahmet Rıza beyle Damat Fe- ridin, son günlerde çok sıklaşan, saatlerce süren ziyaretlerini hatır- lamıştı. Hünkârda, İzzet paşaya karşı birdenbire hasıl olan bu 50- ğukluğa, itimatsızlığa bu zatlerla yapılan ve vukuu, mevzuu herkes- ten gizlenen gizli görüşmeler mi sebep oldu acaba, diye düşünceye varmıştı. Bunu pek ihtimalli gör. mekle beraber, hakikati daha et. raflıea ve açıkça öğrenmek için 'Hünkârı biraz daha deşmek, söy- letmek lüzumunu hissetmişti. Ve: — Efndimiz, demişti. İzzet paşa kulunuzu herkes gibi bendeniz de namuslu, görgülü, değerli, millet ve memlekete zamanına göre men- faatli, muvaflakiyetli bizmetler görmüş şerefli bir Müşir, tedbirli bir vezir olarak tanırım. Fakat, iyi bir sulh yapamıyacağı kanaatini uyandıracak kadar, nezdi şâhüne- lerinde, bizim bilemediğimiz her- hangi bir kusuru, muvaffakiyetsiz- liği var ise, ona diyeceğim yok. O halde sadaret makamına daha &- hil, daha münasibini aramak icap eder snırım. u'sözler entrikacı Vahdet- tini coşturmuştu. Yüksek sesle: — Evet Lütfi. Simavi Bey, de mişti. İzzet paşayı, saydığımız $i- fatların cidden lâyıkı ve sahibi ol- duğunu sanır ve ben de öyle tanır- dım. Fakat, son defa gösterdiği, göze çarpacak kadar büyük, iki kayıtsızlığı, tashih ve teviline ar- tik imkân kalmıyan bir muvaffa- kiyetsizliği bütün ümitlerimi kır. dı. Meselâ kendisinden beklenmi- yen bir gafletle, daha doğrusu ted- birsizlikle, İttihat ve Terakki zor- bâlarının memleketten kaçmaları» pa meydan vermesi büyük bir ku- sur değil midir. Hemde gizlice nazarı dikkatini celp ve vazifeye davet ettiğim halde beni aldattı, oyaladı. Bana hepsi hakkında ya- pılacak muamelenin kabinece dü- şünülmekte olduğundan ve biraz teenni ve itidal ile hareket edilme- si lüzumundan bahsettiği günün akşamı, Rauf beyi gizlice Talât paşaya gönderdi. Müttefiklerin, harp müsebbiplerinin kendilerine teslim edilmesi hakkındaki talep- lerini bildirerek bayağı firara teş- vik etti onları, Bu muhakkak, Hattâ firarlarını kolaylaştırdığı da söylenildi ya, onu birak. Sonra, kabul ve imza ettikleri mülarekename, ecdadımın perlak tarihine, milletimin pâk yüzüne 12- zet Paşa olile sürülmüş kapkara bir leke değil de nedir, sen söyle Lüt- fi Simavi Bey, haksiz mıyım? Bu mütarekenin daha mutedil şartlar- la yapılması çare ve imkânlarını gösterdiğim, icaplarını tavsiye etti ğim halde İzzet Paşa, kabine arka- daşları üzerinde başvekillik kuvvet ve tesirini hiç te gösteremedi. Şu dar zamanda, kendisinden büyük hizmetler beklenilen bir zatı, sırf bana olan sıhriyeti sebebi İle mu- rahhas yapmadılar, kendi bildikle- ri gibi hareket ettiler. Millet ve hükümetin elini kolunu bağlıyan, hattâ nefes almasına bile imkân bırakmıyan o ağır şartları kabul ve imzadan çekinmediler, Daha son ra da Izzet Paşa, “.. binmisbe mu. vafık şartlarla mülareke aktederek tecavüzatı âdayi durdurduk... te- ranesile imzalanan mütarekename- yi bir marifet ve muvaffakıyet gi- bi göstermek istedi bana. Doğru de- gil mi bunlar beyefendi, sen de söyle, Bu gaflar İzzet paşanın dil. lerde gezen büyük şöhretine yakı. şır şeyler midir? Vahdettinin fikri, gârazı olduğu gibi meydana çıkmıştı. Hele, us- traplu bir hafiye teşkilâtı ile Ba- bıâliyi iyice sardığı ve bu teşkilâ- tın hattâ vükelânın aralarında, zi- yaret ettikleri yerlerde görüşüp ko- nuştuklarını bile saraya bildirecek kadar dal budak saldığı, açıkçası bünkârın artık alçaklık ve bainlik sahasına atıldığı onlaşılmıştı. Lât- fi Simavi Bey bundan büyük bir teessür ve azap duymuştu. Hele hünkâr İzzet Paşanın şahıs ve kabinesi hakkındaki hükümlerini pek ağır ve haksız bulmuştu. Ceb- redememiş, nihayet o da baklayı ağzından savurmuştu. Vekarlı bir eda ile: — Şevketmeap, demişti. Madam- ki müsaade ve irade buyurdunuz, kulunuz da fikirlerimi serbestçe söyliyebilirim. Zatı şahaneleri de tasdik buyururlar ki, kaçan Ittihat ve Terakki erkânını kabinenin $- dereten tevkife kalkışması elbette bir kanunsuzluk olurdu. Gerçi ka- çanların sıkı bir göz altında bulun- durulmadıkları da söylenmiyor de. ğil Fakat, bütün mülki ve askeri inzibat heyetlerine mensp kimsele- rin, hemen ekseriyetle, kaçan pa- şaların ayrı ayrı lütuflarım gör müş. (Devami var) LOKMAN OĞLU bi Live İRMİN e 0232272323332 2332322373727227222227223237322332223>e 2722332723337 433 222333336 A ndraerin açıklarında küçük bir ada vardır. Onu saran deniz her zaman kızgır. ve kudur- gandır. Güneşli yaz günleri ada- yı kuşatan köpükler arasından bir şeyin sarı sarı parladığı görünür. Adaya korsanlar tarafından bir define bırakılmış olduğunu sanan- lar çoktu. Adanın kayaları üzerinde sıra sıra karabataklar oturur. Bir va- kitler oradaki karabataklarn kâç tane olduğu bilinirmiş. Orada hiç bir zaman on ikiden fazla veya on ikiden noksan karabatak bulun- mazmış. Tâ, tepede de on üçüncü karabatak yapayalnız otururmuş. Adanm karşısındaki kıyıda Vaser denilen yerde, kışın ancak bir ihti- yar kadın İle bir kız bulunurmuş. Yazın balıkçılar gittikten sonra, balıkçılarm orada bırakmış olduk» ları direklere, ve direkten direğe gerili iplere bekçilik ederlermiş. Balıkçılar sıcak mevsimde o İple- re balıklar asarak kuruturlarmış. Genç kızın kömür gibi kapkara saçları varmış ve kara böcek göz- leri insanlara pek tuhaf bir bakış- la bakarmış. Her nedense gözle- rinde, açıktaki adada yaşayan kara batakların bakışlarına benziyen bir hal varmış. Kız çocukluk çağından çıktıktan sonra bütün gençler, Vser'e gidip kuru balıkları getirmek için biri- birlerile kavgalaşıyorlarmış. Hattâ o kadar ki bir çok balıkçılar Vuer'e gidebilmek için bir senelik kârla- rından vazgeçtikleri vâkimiş. Bu 8i- ralarda evvelce nişanlanmış olan bir sürü gencin, nişanlılarile ars- ları açılarak evlenmekten vazgeç- mişler. B u hale sebep kara saçlı kı- zan gözlerindeki bakışmış. Çünkü hiç şehir ve hayat görmemiş olmasına rağmen kızda çekici bir İpofiz guddesinin bozukluğuva bağlanan hastalıklardan biri de çocuklarda fazla şişmanlıktır. Bu hastalık çocukluktan sonra genç- likte, olgunlukta bile gelebilirse de en ziyade çocuklarda olur. Bu da kız ve erkek çocuk ayırdetmez. On, on beş yaşıma kadar hiç Ve şişman sayılmayan çocuk birdenbi- re şiymanlamağa başlar, Zavallıya çok yemek yiyor, hareket etmiyoz, derler, Yemeğini azaltır, yürüme- sini arturır, koşar da, fakat gene zayıflıyamaz. Fakat bu şişmanlık acaip bir şeydir, Çocuğun yüzü, elleri ve kollarının aşağı kısmı şişman de- ğildir. Yatakta yattığı zaman iŞ“ manlığı belli olmaz. Ayağa kalk- tığı vakitte de giyimli ise şişman- lığın farkına varılmaz. Fakat ço- cuk soyununca karnında, bacaklar rinin yukarı kısmında, uylukla- rında, kollarının yukarı kısmında toplanmş olan yağların çokluğu insanı hayrete düşürür. Bazısının karnı üzerinde, birkaç çocuk do- Kurmuş kadınlar gibi, yarıklar bü- lunur, Çocuğun ağırlığını sorarsanız birkaç ay içerisinde on, on beş ki- lo arttığını haber alırsınız. Bu ka- dar çabuk ilerlemiş şişmanlıkta daima ipofiz guddesi hatıra gel melidir, bir de çabuk eriyen siş- manlıkta, O vakit gene ipofiz işe karışmış demektir... Bu kadar şiş- man çocuk çok ta üşür. İpofiz gud- desinin işlerinde bu da mühim bir alâmettir. Bu şişmanlık yirmi yaşından önce gelirse kadınlık veya erkek- lik tarafları da eksik kalır. Kizla- rın göğsü yağdan büyürse de me- meleri büyümez, kiz o günlerini iyi göremez. Erkeklerde bıyık ve sakal çıkmaz. Bütün vücut kılsız ÇOCUK kalır, Erkeklik duygusu uyanmaz, delikanlının sesi de çocukluktaki gibi ince kalır: Şişman bir hadım ağası... Yirmi yaşından sonra gelirse, kadınlarda o günlerin intizamı bo- zulur, gittikçe seyrekleşir, sonra büsbütün kesilir. Erkeklerde arzu azalır ve nihayet büsbütün söner. Kız olsun, erkek olsun cilt yeni doğmuş çocuğun cildi gibi yumu- şak olur, hem de hiç tüysüz, Has- talık yirmisinden, otuzundan son- ra gelirse cilt gene yumuşar, fakat ayni zamanda buruşur: Gençliğin- de güzel yaşlı bir bayanın yüzü gibi, Bu hastalık soya çeker. Şişmun çocuğun çocukları da şişman olar, demek istemiyorum. Çünkü o gü. zel hadım ağasının çocuğu olamar, Burada soya çekmekten maksat amcasında, halasında, kardeşlerin. de olur, demektir. Bazılarında gene kafatası içinde bir urdan ileri gelir. O zaman urun tesirile baş ağrıları, gözde bozuk- luk ta bulunur. Fakat en çoğunda, daha küçük yaşta gelmiş ateşli bir hastalıktan kalır. Hangi hastalık olduğu bilin- mezse de... Bazısında da anasında yahut babasında, yahut her ikisin- de de, bildiğiniz, o bulaşık hasta- liktan gelir. Böyle olması bir iyi- lik sayılabilir. Çünkü bulaşık has- talığın tedavisi şişman çocuğun şişmanlığını düzeltir, Ateşli bir hastalıktan sonra gel- miş olup ta, şişmanlık kendi haline bırakılırsa bir müddet sonra ken- di kendine durabilir. Zaten hor- monlarla da tedavi olunur. Kafatası içinde bir urdan ileri geldiği zamanda da ameliyat ya- pılır, röntgen ışıklarile tedavi 0- Tunur. HİKÂYE Andraer Karabatakları Yazan: JOAS LİE gey varmış. Ona tutulan tutulana, abayı yakan yakana imiş. O sene bir eve ve bir de dükkâ- na sahip olan bir genç onunla ev- lenmek istemiş. Kız cevaben “eğer önümüzdeki yaz buraya gelir de, bana münasip altın yüzüğü geti- rirsen sana varırım,, diye söz ver- miş. Yaz gelince delikanlı hemen Va- er'e damlamış ve kıza kızın istedi- dinden &lâ tam âyar has altın bir yüzük getirmiş. Kız “benim istediğim yüzük şu karşıdaki adanın kıyısında kazaze: de olan, batan eski kayıktaki sa: dıktadırı, demiş. “Eğer onu oradan gidip alacak kadar beni seviyor- san ben seninim,, diye ilâve eti Bunu duyunca gencin beti benzi kül olmuş, “seni seviyorum, fakat yüzüğü oradan gidip alırsam, ölü- me güveyi gidiyorum demektir, demiş. Ertesi sene Voer'e, koca bir ka- yığın sahibi olan bir genç uğra- mış, kıza ilânı aşk etmiş. Kız yine “eğer bana münasip yüzüğü geti- rirsen sana varırım., demiş. O genç te, ertesi yaz bir a yüzükle ki- za dönmüş, fakat kızm istediği y züğün nerede olduğunu duyunca yüzü kireç kesilmiş. Saçını başını yolarak, kayığa binip gitmiş. yazı müteskıp kış esnasın- da büyük bir fırtına olmuş. İşte o fırhna esnasında açıktaki 4- dada konan on Üçüncü kara bata- ğin kanada bindiği görülmüş. Dal- galar kıyıya koca bir kayık enkazı atmış. Genç bir gemicinin nâşı ka- masının kuşağile, kayık bastonuna takılı bulunuyormuş. Kız, “varacağım adam İşte bu- demiş. Genci ispirtoyla uğ- muşlar, uğuşturmuşlar, onu dirilt- mek için her çareye baş vurmuşlar, delikanlı dirilmemiş te dirilmemiş Kız onu göğsüne çekmiş ve bütün gece genci yüreğile ısıtmış, saba- ba karşı gemicinin yüreği çarpmı- Ya başlamış, gözlerini açar açmaz, rüyamda bir kara batağın kanat. ları arasında yattığımı ve başımı bir karabatağın göğsü üzerine yas- ladığım gördüm, demiş. Gemici altın saçlı ve mavi gözlü a A A A A A A A A A n GC «> imiş, ve tuhaf bakışlı kızden göz lerini artık ayıramaz olmuş. O da kıza evlenmeği teklif etmiş. Kiz “sana açık konuşacağım. çünkü se- ni kederden kurtarmak için göğsü- mün üzerinde yatırdım ve sana ha- yat verdim. Parmağıma yüzüğü taktığın zaman ben seninim. Fakat ancak bir gün müddetle senin ola- bilirim. Şimdi tâ yaza kadar bekle- mem lâzim. Yazın gelmesini sen ne kadar özlüyorsan, ben de ayni acı özleyişle bekleyip duracağım, de- miş. Yaz gelince gemici de gelmiş. Kız ona da yüzüğün nerede öldü- ğunu göstermiş. Oğlan pekâlâ kayığının küreğine sarıl zaman kız “dur, mademki gitmiye razısın, ben de sen raber geleceğim,, demiş ve girmiş oraya emici kızın gözlerine dalzin bir halde saatlerce kürek çekmiş. Nihayet adaya yaklaşmış- Jar, adanın kayslarına gürliyorek çarpan dalgaların serpintileri gök- lere kadar uçuyormuş. Kız “eğer senin canın kiymetli ise, vazgeçi geriye dön., demiş. Erkek “sen be- nim için hayattan da daha kıyınet- Wisin!,, diye cevap vermiş. Fakat tam genç bu sözü söyler- ken, demineek denizin ölüm okü- yan kabarışı birdenbire dinivermiş. Biraz evvel fırtınalarla sarsılan denizin yüzü ayna gibi sakin se- rilmiş. Erkekle kız adaya çıkmışlar. Er. «ek yüzüğü bulup kızm parmağına takmış. Şafak söküyor, tan yeri a garıyormuş. Kız “yaz günü güzel dir, ben de gencim! Senin gelini nim. Buyur gelin döşezine gide- lim,, demiş. Akşam olup ta güneş ufka yaslanınca kız göz yaşları dök müş ve gemiciyi öpmüş, artık ke- ranlık oluyor, demiş. Birdenbire Sanki kız süratle ihtiyarlamıya, hattâ yalnız ihtiyarlamıya değil fakat solup duman olup uçmuya başlamış. Güneş, deniz ufkunda tamamen batınca, erkek önünde, kayanın ü- zerinde, içi bom boş ancak bir kaç çamaşır parçasını görmüş. Akşehirde açılan Ulus kadın dersanesinden bu sene mezun olan kızlarımız ve muallimleri Adalet Sevinle liken ie İMAL A Sİ LİLY İİ iii LİLİ