Türk Safosunun beyan” TEFRİKA No. 2 Ev Sahibi Kim ? Türkler, Güzel Bafayı Yanlarına Oturftular ve "Eğer Dediler, Sen Olmasaydın Burada Pinekliyecektik,, Küçük Bafa da bu zümredendi. Büyük meydanda ulu orta sergi açıp alış verişe girişen iki Türkü ziyalete gelmek için kandırabil - miş olmak, bu güzeller güzeli mahlükun kıymetini, itibarını ço- galttığından Duçeyle has müşa - virler ve Senatörlerin ileri gelen- leri elçi Kubat Çavuşa da bilhas- #a onu musallat etmek istiyordu. Kız da serilikle yumuşaklığı, ateş kudretiyle pamuk zâafını inanıl - maz bir uygunlukla nefislerinde birleştirmiş olan Türklere karşı gerip ve tahlili güç bir ilgi besle- meğe başladığından (o hükümetin tekliflerini münakaşasız kabul et- miş bulunuyordu. İşte bu hissi ve — tâbir caiz ise — fikri dekor içinde herkes Türklerin gelmesini bekliyordu. Erkeklerin meraktan, Kadınların heyecandan hafakanlar geçirmeğe başladıkları bir sırada uşaklar — aralarındaki nizamı da unuta- rak ve birbirlerini çiğniyerek — — büyük salona üşüşmüşler, iki Tür- kün gelmekte olduklarını haber vermişlerdi. Belki bin, belki bin beş yüz çift göz, bu haber üzerine tek bakış halinde salon eşiğine di- kildi, misafir Türkleri kucaklama- ğa hazırlandı. Ş Onlar, kendi yurtlannda ayrı — ayrı birer kıymet teşkil etmekle olan bu küme küme kadınların, “bu yığın yığın “erkeklerin nasil “bir heyecan içinde bulundukları- nı sezmiş görünmiyerek ağır ağır yürüyorlar, önlerinde ( eğilenleri belli belirsiz bir tebessümle selâm- byarak salonun boş iskemleler $1- ralanmış köşesine doğru gidiyor- » ardı. Dikkat uyandıracak, hattâ ya « bancı gözleri kamaştıracak kadar renkli giyinmişlerdi. £ Başlarında külâh üstüne geçirilmiş — mak- dem denilen — birer fes ve fesle- rin üstünde saçaklı birer puşu vardı. Bir çeşit sarık demek olan Puşular Hindin en nefis ve en kıy- metli kumaşlarından o seçilmişti. © Arkalarında ferfene adiyle anılan © kolsuz birer salta ve onun altında © kisa birer şalvar vardı. Bellerin- Ressamı: Münif Fehim Resimlerin her hakkı mahfuzdur. Her Türkün ağzına üç beş yalvaran tebessüm ve üç beş kadeh birden uzanıyordu deki kuşaklar, başlarındaki puşu- nun kumaşındandı, pek zarifti. Kuşağa sokulan birer çeşit teban- cayla biri kısa, biri uzun biçak ise, altın yaldızlıydı, bıçak kabza- larında elmas dahi görülüyordu. Ziyafet salonundaki kalabalığı bilhassa ilgilendiren onların üzer- lerine aldıkları © yağmurluklardı. En pahali ve en güzel çuhadan bornoz biçiminde yapılan bu üst- Yüklerin etrafı ağır harçla süslü olup yakalarından birer düğmey- le ilikleniyor ve sağ, sol omuza #- tılıyordu. Bu durum, eski Romulı- ların tuğalarını £ andırdığından salondaki halka neşe vermiş ve Türklerin böyle bir benzerlik ha- tırı için o üstlükleri (| giydikleri zannolunduğundan kendileri uzun alkışlara lâyık görülmüştü. Elçiye ayrılan yerin yakınında iki yaldızlı koltuk ta deli Caferle Karakadıya tahsis edilmişti. Baş teşrifatçı (kendilerine yerlerini — yerlere kadar eğilerek — gös - terdiği vakti Karakadı, elini bı- çaklarından birinin kabzasına koy- du ve sordu: — Bizi buraya çağıran küçük kız nerede? Bu suali salon dışında bulunan- ların bile işitecekleri bir sesle teş- rifatçının kulağında gürlettiği için kendi seviyesindeki asilzade kızlarla bir köşeyö çekilerek” yan gözle Türk misafirleri süzen Ba- fa, telâş ve sevinç içinde bağırdı: — Buradayım ekselâns, huzu » runuzda eğilmek üzere hemen ge- Myorum. Duçelerin, Venediğe komşu hü- kümetçiklerin başında (o bulunan dukaların, prenslerin secdemsi in- hinalarla selâmladıkları bu gütel- ler güzeli kız dediğini de yaptı, büyük bir Kral veya İmparatorun huzurunda bulunuyormuş gibi söl dizini kırarak ve kollarını açarak o heybetli iki misafiri selömladı ve deli Caferin “Yanımızda otur, uzağa gitme,, demesi üzerine de bir iskemle alıp ikisinin arasına yerleşti. Âdeta sevinç ve kıvanç duyu - yordu. İçinde, tabiattan üstün ve tabiattan kuvvetli iki kartal ara- sında oturan bir güvercin heye - camı vardı. Bin bir (Oyuvayı bir demde tarumar etmek kudretinde bulunan bu büyük (Omahlükların kendine karşı hazik davranmala- rından, saygı (o göstermelerinden zevk alıyordu. Sonra bu çelikien yapılmış insanların özlerini göre- bilmek, sönük bir yanardağ sükü- neti altında sakladıkları Jâvları, alevleri keşfetmek için de daya- nılmaz bir merak duyuyordu. O sebeple gözlerini en son hadde ka- dar mânalaştırarak, dudakların elinden geldiği derecede tatlılaştı- rarak Türkleri söyletmeğe çalışı- yor ve aklıma geleni soruyordu. Deli Cafer de, Karakadı da onun boyuna öten sevimli bir serçe gi- bi aralarında cıvıldayıp durmasın- dan hoşlanıyorlardı, her sualine — fakat kısa kısa — cevap veri- yorlardı.. Bafa, bir aralık, mili vazifesi ni de hatırladı, deli Caferin kula- ğına eğildi: — Yeni padişahınız, dedi, çok şarap içermiş öyle Bu başlangıçla sözü, yahudi Don Mikeze getirecekti, Fakat deli Ca- fer, padişah sözünü duyar duy - maz şöyle bir doğruldu, kendine çeki düzen verdi: — Her koyun, dedi, kendi ba- cağından asılır. Adını andığın ki- şi de günah işliyorsa, cezasını çe- ker, Biz kendi işimize bâkalım. Ve o bahse hiç taallüku olmi - yan bir sual ile mevzuu değiştir. di. — Burada ev sahibi kim?.. Se- ni yanımıza çağirmasaydık, galiba kalabalık kervansaraya © konmuş garipler gibi burada pinekleyip duracaktık. Kız, Duçenin ve elçi Beyin he- nüz gelmediklerini ve onların teş- riflerile berâber tanışma merasimi. nin yapılacağını söyledi, sonra sö- zü hüsnü aşka çevirdi. Fakat de- li Caferle Karakadının heyecan göstermelerine, © nazik mevzu ü- zerinde — sergide yaptıkları gi- bi — uzun uzun söylenmelerine zaman kalmadı, salon kapısından bâş teşrifatçının sesi yükseldi: — Türk elçisi asaletlü Kabat Çavuç hazretleri, Venedik Doju fehametlü Jerom Priyoli hazret - leri... Duçe, Türk elçisinin konuklar. dırıldığı yere kadar gitmiş ve ken- disini alıp — muhteşem bir alay- la — büyük saraya getirmişti. Bi- ri o devirde dünyanın en kuvvet- li hükümetini, biri de entrikada gerçekten üstat tâcir bir cümhu- riyeti temsil eden bu iki zat yan yana yürüyerek salona girmişler. di. Elçi Kubat bu durumda mik teharrik bir mezar taşına yoldaş- lık eden korkunç bir ehrama ben- ziyordu: Duçe o kadar cılız ve çe- Mimsizdi, kendisi o derece boylu boslu ve heybetliydi. O, kılık ve kıyafet bakımından da Duçeyi silik ve çok ilik bir seviyeye düşürüyordu. Çünkü bir kavsıkuzahı kumaş olarak kullan- mış ve o kumaştan elbise yaptırıp giyinmiş gibi göz kamaştırıcı bir renk bolluğuna bürünmüşü. (Devamı vari Pirinç Mercimek Bezelye Yulaf Pirinç Nişastası Kornflör (Mısır Hülâsası) Bakla Fasulya Nohut Arpa ve saire Hububat Unları Bu mükemmel ve eşsiz müsfahzarat tabii ihtiyacımızın hakiki karşılığıdır. Tarihi test: 1015 İM. Nuri ÇAPA Beşiktaş Ankarada İki Bin ! Senelik Mezar Bulundu | . Ankara garında inşasına başlanan Devlet Demiryolları Umum Müdür- lüğü binasının temeli atılırken iki bin sene evveline ait olduğu tahmin edilen bir takım mezarlar meydana çıkmıştır. Mezarların duvarları Ankara ta- şından ve geniş tuğlalarla yapılmış- tır, Genişliği iki buçuk metre olup murabba şeklindedir. Irtifaı da iki metredir, On santim kalınlığında yek pare ve murabba şeklinde ve 75 san- tim genişliğinde bir kapısı vardir. içerde 2 ve 3 ölünün bulunduğu görülmüştür. İskeletlerden bazıları ufalanmış, bazıları da olduğu gibi kalmıştır. Bu iskeletler Tarih Fakül- tesine kaldırılmıştır. Hangi zamana ve hangi milletlere ait oldukları tet- kik edilmektedir. DENİZ ve LIMANDA 3 , Gemilere Süzülmüş Su Verilecek Limanda gemilere süzgeçten geç- miş su vermek için Denizbank bir permatid cihazı getirtmiştir. Galata- daki ambarların arkasına depo tesi- satı yapılacak ve bu cihazda süzülen su otomatik borularla rıhtıma gele- rek gemilere verilecektir. Cihazm montajına başlanmıştır. Gemilere verilecek suyun permatid cihazında süzülmesile gemi kazanları bir kısım maddelerle tahripten kurtarılmış o- lacaktır. Şir keti Hayriye Tarifesi irketi Hayriyenin ilkbahâr tari- fesi 15 nisandan itibaren tatbik edi- ecektir. Tarifede esaslı değişiklik ya- pılmış, yolcu vapurlarnın seferleri sıklaştırıldığı gibi, araba vapurları tarifesi de genişletilmiştir. >. Yazan: Kerime Nadir Onların neşen ve sunan putunmasırma ragmen, biz ciddi idik. Teessürümüzü azaltmak ve güya gö- nül almak için içlerinden biri: — Bu harptir.. Niçin kederleniyorsunuz? Yarın, ö- bür gün ayni halin bizim de başımıza gelmiyeceği ne malüm?. dedi. Rusların kahkahaları arasında, bazan kulaklarım başka sesler duyuyor, masanın üzerinde yanan isli lâmbanın titreyen şulesine gözlerim dalarak çok u- zaklara gidiyordum. 'Bu kadar süratle değisen vakalar, bu yıpratıcı, çe- tin hayat bir hakikat mi idi?. Yoksa, gözlerimi açın- ca dağılacak fona bir rüya mı görüyordum? Dalgınlığımı farkeden kumandan işaret etti; — Uykunuz ve galiba!, Yatmak arzu eder mi- siniz?, Birden silkindin:. — Hayır kumandan!.. Teşekkür ederim; Diğer iki arkadaşımızdan biri olan Behçet derhal kolumu çekerek sordu: — Ne söylüyor?.. — Uykum gelip gelmediğini soruyor. — Acaba nerede yatacağız?.. Kumandanın zeki bakışları üzerimizde idi. Mese- leyi anlamış olacak ki: — Uykusu gelen varsa, şu bitişik odada bir ot yı. ğını var.. birkaç saat istirahate elverir, dedi. 'Bu sözü tercüme eder etmez Behçet kalktı ve sal lanarak içeriye geçti. Gece hayli ilerlemişti. Rus za- bitlerinden biri armonik çalmağa, diğerleri de hep bir ağızdan şarkı okumağa başladılar. Biraz daha oturduktan sonra, biz de Behçeti takip Günah Bende mi? TEFRİKA No. 17 ettik, Köye birçok cephelerden esir edilmiş Türk asker- leri getirmişlerdi Öğleye doğru yol kolile Sarıkamışa hareket ettik, Muhafazamıza Ermeni askerleri veril- mişti. Kar diz boyunu aşkın; yollar uzun ve sarptı. Bir müddet yürüdükten sonra yorulmağa başlamıştık. Hele zavallı hasta veya yaralı olan nelerler geride kaldıkları için Ermeniler cebren yürütmek istiyor lardı, Hattâ birkaç tane inleyen ve dizleri büküldüğü için ilerliyemiyeni vurdular, Bu canavarlık tüylerimi ürpertiyordu. Ayni âkıbe- te uğramamak için son gayretlerini sarfeden bir sürü Mehmetçik, yürekler parçalıyacak bir manzara vü- . eude getirmekte idi. Böylece “Sarıkamış” yakmında bulunan kolordu karargâhına gelmiştik. Burada istievabımız uzun sürmedi. Muhafızlar bi- zi “Sarıkamış” a getirdiler ve büyük bir evde zabi- tani gecelendirdiler. İşte, ilk defa olarak, o gece derin bir uykuya kavu- şabilmiştim. Hiç rüya görmeden, sağdan sola dönme- den, bir ölü gibi sabaha kadar uyudum. * Ertesi günü bindiğimiz tren bizi (Kars - Tiflis) yo- ile “Bakü” ya getirmişti. “Bakü” da dört beş saat kaldıktan sonra Şimali Kafkasyaya mütevcecihen hareket ettik. Bindiğimiz vagonlar kapalı yük vagolnarıydı. Her bir vagonda, zabitan ve neferler ayrı olmak Üzere kırkar kişi idik. Aman Allahım ne hal! Muhakkak mezbahaya götürülen koyunlar bizden daha serbest ve rahattılar, Pislikten üzerimizde bitler yüzüyor, merhametten daha ileride bir acınmağa lâyık bulunuyorduk. Azak Denizi kenarındaki “Rostof,, isasyonunda aktarma yaptıktan sonra, katarımız Şarki Siberya- ya doğru hareket ederek bizi “Penza,, , “Samara, , “Ufa,, , “Omsk,, , “Novi - Nikolayski,, (1) ve "Kras- noyarsk,, yolu ile “Kansk,, a getirdi. * Burada, söylemeden (— geçemiyeceğim bir hâdise var ki, hâlâ gözlerimin önüne geldikçe tüylerim ürperiyor; “Novi » Nikolayski,, de bizi umumi bir hamama sokmuşlardı. Gösterilen mevkilerde soyunduk; yal- niz iç pantalonlarımızı ; çıkarmıyârak beklemeğe başladık. Karşıdan çavuş İlerlememiz için işaret ediyor, lü- kin büsbütün soyunmadığımızı görerek: — Haydi çabuk.. Çabuk soyunun!. diye bağır yordu. Bu emri dinlemeden yürümeğe başladık. Antrenin kapısı önüne gelmiştik. Ayrı bir yerde soyunmuş olan neferler de bizim gibi yarı çıplak bir halde ilerliyorlardı. Kapının önünde duran Süngülü sert bir sesle: — Böyle olmaz.. Hepsini çıkarın! dedi. Ve süngüsünü kaldırarak yolumuzu kesmek is tedi. Bu şaklıyan kumanda karşısında hepimiz dur- müuştuk. Çırçıplak soyunduktan sonra her şeye lânet ede- rek arkadaşlarımızı takip ettim. Şiddetli tezatların kaynağı olan ruhuma hitap etmek istedim. Fakat bana cevap vermedi. Kilitle- nen dişlerimi gıcırdatarak vicdanımın karanlıkla” rında kaybölan benliğime seslendim. Sudamın skis- lerinden başka bir şey duymadım. Çılgın bir isyan- la o siyah, simsiyah gecelerden daha siyah olan (1) Bu şehrin yeni ismi “Novi Sibirsk,, tir. İN vicdanıma hücum ettim. Lâkin kendimi kırık ve mağlüp me başka hiç bir meticeye varama- dım... İkinci Kisim, *Kansk,, Şarki Siberyanın küçük bir kasabası dır. 3000 hanelik kadar bir yerse de, askeri moktaj nazaran ehemmiyetli görünür. Zira gayet büyük ve muntazam bir garnizonu vardır. Tren kasabanın içinden geçer ve “Viladivostok,, a kadar gider... Eskiden burada Türkler otururlar. muş.. Lâkin şimdi ahalisini Rus ve Tatarlar teşkil ediyor... Ormanı çok olan Siberya bu ihsanını “Kansk, tan da esirgememiş... Bilhassa Şimal kısmı baştan başa ormanlık... Kasabanın ortasından “Kan,, ırma- ği akıyor... Havası biraz seri ve kürak.. Maama- fih heyeti umumiyesi itibariyle Şirin ve güzel bir memleket!,. *“Kansk,, m bir hususiyeti deha Var. Esirlerin gârnizonu Olduğu gibi, menfilerin de uzletgâhi!, Siyaset icabı sürülmüş bir çok ©$has orada mevcutf Şimdi gelelim bizim mekâmmız olan (o kışlalara: Kasabanın şimaline düşen ve Yaya olarak bir çey- rek Sant süren garnizon, ikişer katlı büyük ve krem rengi binalardan teşekkül etmişti. Her biri bir alay, yani 3000 kişi almağa müsait olan bu binaların et- rafı yüksek tahta perdelerle çevrilmiş; âdeta duvar halinde bir kale içine alınmıştı. Bu duvarların dört köşesinde, geceleri elektrik yanan dört kule üzerin- de Rus nöbetçileri vardı Kİ, bunlar esirlerin mu- hafazasını temin ediyordu. Türkler, Almanlar, Avusturyalılar, o Macarlar; velhasıl bütün milletler ayrı birer pavyonda otur- duğu halde, herkes birbiriyle serbestçe görüşüp ko- nuşabilmekteydi. Görülüyordu ki, harbin mMeşakından sonra, ka. Yuştuğumuz bu refah İnanılmıyacak (o nisbettedir. (Devamı var) /