29 Mart 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

29 Mart 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| E | Yakın Tarinin En Esrarlı Çehresi: 129 | Bulgar Dostlarımızı Gönderdik F &kat yalnız bırakmadim. Üç arkadaş nöbetle evde kalıyor, alara dalkavukluk ediyorduk. Ve ğ Sece, eşkiyalık hayatımda İle Yoldaşlar arasında kullanışım ln î-_’hret kazandığım kısa ve ka- Ünç ” Piçakla odalarına girdim. ,.lunu" de renkleri atmış, şakak- Mü Zonklamıştı. Üçü de Şakire ve t Baka sığınıyor, intikam almak- Vaz geçtiklerini, memleket - * gideceklerini, hayatlarının işlanmasını yalvarıyorlardı. iiylgğce' Mmukaveleyi Bulgar besa- Tttti âkdettik. Eşyalarını eve ge- Vize Pasaportlarını birer birer âym, Ctirdik. On gün içinde ayrı bi ,, Sünü de yolcu ettik. Aradan Pa; ayli zaman geçmiş ve Eşat , ğ, Va;j vekilliğinden çekilmiş- Viğ Bün köprü üzerinde tesa - *tmiştim. Mutat nezaketiyle hv * hatır sorduktan sonra, bir- © bir şey hatırlamış gibi ba- bön Sallamışş vye_. , Hani sana suikast yapmak tetmeetlen bir kaç Bulgardan bah- *tin, Ne oldu onlar. Bir da- huşî $ hakkında bir şey söyleme- Dîn bana. tş Tek dikkatli dikkatli yüzü- akmıştı. Ben de, emri hilâ- ÇN Yaptığım o işten dolayı yüre- Yü çç Falan ukdeyi o gün doğru- Çöylemekle çözüp atmıştım. Ca 3-.0nüne kadar, hikâyeyi kısa- “Ylemiş ve affını dilemiştim. Ve İntemiz yürekli, merhametli bi ”© hisli bir insan olan Paşa, Uag' Tİn; | yç%:â_hk " Sözümü kesmiş, kızaran m.ttız“ Yüzüme çevirmişti ve iti- K y ” tavırla: laRe Küzum Sadık, Baba. Gittik- '“3; İhandım, Fakat, şunu doğ- Teta Yle. Memlekete mi yoksa, ah- he p Ş, verdiğim teminat üzeri- tüp “Silıklı bir hayli gülüşmüş - E“t Paşadan en son aldiğım F*nde Zaz'lenin de ehemmiyeti ve Ş draktığı çok tatlı hatirasi Ueîımyıeı hafızamda kıymetli bir 'due:' Okuyucularıma da hikâye J'uik *k değeri vardır. Paşanın va- bi MEkâletinden — ayrıldığından hjıft“ı on gün kadar evveline Veşh £ €den bir gündü. Mutadı %*kı. Taporumu vermek, yeni %ü almak üzere makamına Ttim. Çok meşguldü. Karşı- '?ajlk'“&ime bekliyordum. Bır ı"ır%lbaŞlxıı kaldırdı. Üzüntülü İle; h Beklettim mi sizi Sadık Ba- İt kaha'-hat sizde, seslenmeliydi- üte.hnasım_ şllizuatme yüksek — terbiyesini, u Saket ve tevazuunu gös - ı!“h di Raporumu alıp masası ü- hlli; Oymuş, muhataplarını bü- q&m% tesirli gözlerini gözlerime xxş“ Vve; B Size, demişti. Çok mühim J ife veriyorum. Fakat bunu kîd%l;î_eğil, Mim Sıfır Bey ve ar- 4 İç, ile yapacaksınız. Kendisi- | '!ıd-ap €den emir ve direktifleri ÜÜy b Sizin de yardım edeceği- “hı:“y lerdim. Hemen şimdi birle- Örüşüp işe başlayınız el - Bo Bu vazifenin her halde ba- qu 381 lâzımdır. Yalnız teşeb - Cej Muhakkak muvaffakıyetle V A, Amesini temin için lüzum- x"îîql !ğanlıkların şayanı arzu ol- T ;"u bilhassa söylemek ıste - Yaş $ Sessizce ve zekâ kuvvetiy- tlMimmi'lldlı'. Daha fazla izaha- Ia*lyc_ Sifir size verecektir.Muvaf- Mi tinizi bekliyorum. t*lh;n ifirı mücadelenin başlan- Anberi tanıyordum. O da 'hkarve benim gibi arkadaşlara, hk g——a Ve korkunç devrin karan- | k'humeri“de, yolumuzu' ışıklan- arkadaştı. Bir saat sonra ğğhf hepimiz için göz, kulak ol- aa 'eh Ydık. Verilen vazife ger - ha iyetli ve o dereces de de ifası müşkül bir işti. Hele şartları pek ağırdı. O zaman İIs - tanbulda, düşman devletlerden bi- rine ait istihbaratı idare eden bir zatın evine girilecek, bütün evrak ve yesaiki ele geçirilecekti. Kısa- ca siyasi hırsızlık yapılacaktı. Mim Sıfırın verdiği bütün izahatı dinledikten sonra sordum: — Olur mu bu?.. dedim. Evrak ve vesikalar çalınacak, fakat ça- lanların hüviyetlerini meydana çı- karacak ortada hiç bir eser ve de- lil bırakılmıyacak. Burasını, kavrı- yamadım doğrusu. Ya eve girdi- ğimiz zaman, ev sahibi olan zat- la karşılaşır ve içimizden biri vu- rulursa, ne olacak?.. uhatabım — tatlı tatlı güldü M ve soğukkanlılıkla: — Ne olacak, dedi. Vurulan ar- kadaş ölecek ve gömülecek tabii. — Ya tutulursa?, — Söylemeğe lüzum var mı?.. Zevahiri kutarmak için -hiç şüp- he yok ki, bir hırsız gi.lıi' mahke- meye verilecek. Onun için tutıîı. mıyacak, vurulmıyacakî vurmağa mecbur halmıyacak şekillerde ted- bir alacağız, çok kurnaz ve dik - katli davranacağız Sadık Baba. Dişlerimle kemirdiğim dudakla- arasından: ruîı.mçok güç ve şartları ağır bir lşğğzü fırlamıştı. Mim Sıfırı(îa, üçlüğünü, şartların ağırlığı- îin kagbıî eğtmekle beraber teşeb - büsü kolaylaştıracak bir çok ma- İümat ve vasıtaların mevcut ol- “duğunu söylüyor, birer birer sa- 1p döküyordu ve: üt YP_ İşte, diyordu. Gireceğimiz evin dahili taksimâtını göster_en mükemmel bir kroki var elW- de. Sonra evin iç ve dış kapılari- le evrak ve vesaikin bulunduğu odanın da anahtarları var cebi - mizde. Bahçıvan ile sofracı kızın da yardımları temin edildi, — Bu ikisinin bize — yapacağı ardım ne?.. vi — Söyliyeyim Sadık Babal. I_iaıhî çıvan, ev sahibinin pek sevdiği iki büyük ve azgın köpeği ©o akşam evden uzaklaştıracak. — Ya sofracı kız?.. — Ona verdiğimiz vazife çok i i imi tte emmiyetli. O da, daimi sure :Ieı bekçi vaziyetinde evde bulu'n- durulan iki neferi o akşam bol iç- ki ve biraz da cilveyle sarhoş edip sızdıracak. 3 — Hakikat kızın işi muhim Fa_- kat bu kız tek başına iki ı.ıeien acaba — uyuşturup sızdırabilecek ? mi-_ 'Yanına bir arkadaş alacak bil. L u—- Güzel. Fakat, ya gireceğimiz , kızlar neferleri uyPtam n nkîu;ıhut ta bahçıvan kop.ekle.n n:ıka’nmamış ise.. Olur değil mi? Bu cihetleri düşümşıek lazım — Tabil. Bu vaziyette işi erte- i geceye bırakırız. mğ gerçekten iğne ile kuyu kaz- " kadar güçtü. Sonra, yanın- î:l:ilâhm olduğu haldî kuılan- ev sahibinin göz göre a- ak, ::î;ı l’mrşunlnra hedef olma_jş işin sonunda ölmek bir şey değil sız diye gömülmek, öl- Üi h.elîî; bir yüz karasiyle mah- Lneyııâe sürünmek çok acı ve acık- emi i hı bir şeydi doğrusu. bitmiş, her lJıklarımız uî;ıü tedbirler _ahnmıştı. i la beraber, evin bulunî Mlîn sîkta son tetkiklerimizi d a aliştık. Vazifeleri taksim ve cayin etmiştik. Mim Sıfırla be_n - girecektik. Erzincanlı Şakir ev: ihmale karşı, neferlerin yat- h!î oda nâpisını tutacaktı. Müş - ö Osman, Mustafa ve Derviş ;ğı’ıdilet, evin dışında bekliyecek, hariçten gelecek her hangi bir gehliçkeyi önliyeceklerdi. İki de 0- Sat Paşa, Bana, Kuzum Baba, Gittiklerine İnandım, Mmma, Memleketlerine mi, Ahrete mi, Diye Sordu tomobil emrimizdeydi. Nihayet eve girilecek geceyi de kararlaştırmıştık. O gün öğleden sonra bütün arkadaşlar toplanmış, yapılacak iş üzerinde bir daha görüşmüştük. Mim Sıfırın, orta - daki zorlukları birer birer kal - dırmak, hele evin içinde bir kaza- ya uğramamak için daha gündüz- den şeytancasına aldığı tedbirler, gözdürdüğü muvaffakıyetli işler, çok hoşuma gitmişti. İşin kolayca başarılacağına — bende de kanaat hasıl olmuştu. Akşama doğru bu- lunduğumuz yere gelen güzelce, şık giyinmiş bir kız, ev sahibinin yatak odasında bulundurduğu kü- çük düdüklerle, iki tabancanın mermilerini ve neferlere ait tü - feklerin onar bağ fişeklerini ge - tirmiş, köpeklerin gece on buçuk- ta evden uzaklaştırılacağını müj- delemişti. Fişeklerin yerine evvel- den hazırlanmış, barutları çıka- rılıp yerine kül konulmuş ben - zerleri verilmişti. Neferlere çeki- lecek gece ziyafeti için lâzım olan içkiler, mezeler, konserveler gön- derilmişti. ece saat tam birdi. Eyvdeki bütün ışıklar sönmüş, ka - pıda mendil sallıyan (Evdoksiya) nın sevimli yüzü görünmüştü. Ar- kadaşlar yerlerini almışlardı, Er- zincanlı Şakir, Mim Sıfır ve ben gireceğimiz evin — muntazam ve mis gibi kokan — bahçesindeydik. (Devamı var) Gideceğim köy kırk kilomet- deki bahçe sahibinin ağaçlarını ben yetiştirmiştim, Fakat ağaçlar onundu. Ona mandalin portakal göndermesini rica etmiştim. Eşe dosta gönderecektim, Vapurun uğ- ramasına iki gün kalaya kadar miyeceğimi sandı ki, yemişleri göndermedi. Parayı bulup yaya olarak köy yolunu tuttum. Kunduramın ökçesindeki nalın bir çivisi düşmüştü. Yürüdükçe, çılıng! Ding! Çılıng! eden nal rak- kas gibi fikirlerime tempo tutu - yordu., Acaba yürüyüşümü duyan- lar olaydı,nalın çıngırtısını, yürü- yüşümün kaidesi sanarak, kendi pa- pucumu, kanunu hilkat ve irfan diye, kendi tepeme dar külâh et- meğe kalkışmazlarmıydı? Ayağım mı başımda, başım mı ayağımda olduğunu şaşırdım. Her neyse, dü- şüne düşüne yol alıyordum. Na - lım da çıngırdıyordu. Böylece 40 kilometre yürüdüm. Köye vardım. Parayı verdim. Yemişlerin ertesi ğünü bir eşeğe yükletilerek şehire gönderilmesini temin ettim. Gü - neş batarken dönüş yolunu tuta- rak köyden ayrıldım. Ayın on beşiydi. Ay gündüzden bambaşka bir âlem yaratacaktı. Ben yola çıktıktan az sonra göğe, koskocaman ve tostoparlak bir ay fırladı. Bütün kâinat nur kesildi. Vadilerdeki koyu — ormanlıkların arasından, dağlar göğe karşı bir- biri ardınca apak yükseliyorlar, ve başlarına Oriyonu, Ülkeri za- tülkürsiyi taç ediniyorlardı. re mesafedeydi. Kıştı. Köy-' bekledim. Galiba parayı gönder - J ÜREMİYE KARŞI PERHİZ Müzmin böbrek iltihabının en büyük tehlikesi, böbreklerin iyi işlememesinden dolayı ürenin id- rarla çıkamıyarak kan içinde hbi- rikmesidir. Bu da vücudün zehir- lenmesi demek olur. Halbuki böb- rekte iltihap olunca, — onların çı- karmadığı şeyler yalnız üreden ibaret kalmaz, Kanın içindeki asit ürik Hle gene âz çok zehirli başka ddeler de çıkmazlar, kanda bi- rikirler, Bunların kanda ne kadar biriktiklerini en iyi haber verecek şey, tabii, kan tahlilidir. Ondan dolayı, müzmin böbrek iltihabm- da hekim kan tahliline lüzum gös- terince, onu yaptırmakta tereddüt etmemelidir. Bununla beraber, kanda üre miktarı tahlilde fazlaca görünün- ce de birdenbire telâş etmek hiç doğru olmaz, Çünkü böbrekte ilti- hap olmadan bile kanda üre nis- beti artabilir. Meselâ çok et yi- yenlerin böbrekleri sağlam olduğu halde kanları tahlil edilince, faz- la üre bulunur, Kanda üre asit ürik ile öteki maddelerin birik karşı per- hiz albüminli gıdaları hos.:ğhp;e- mekle olur. Bunlardan büsbütün sakınarak yalnız süt içmek lâzım olması da mümkündür, Fakat onu ancak hekim tayin eder. Pek te ilerlemiş böbrek illihabıııd_n gün- de 30 gram albüminli gıda yeme- ğe izin vardır. Bunun için de ye- ve tatlılarla taze yemişler insana haylice değişik gıda temin edebi- lirler, Meselâ iştahları az ve zaten is- tirahat halinde bulunanlara: Gün- de 30 giam etle 200 gram pata- tes, 100 gram pirinçten pilâv ve tatlı yahut yemiş yetişir, Fakat müzmin böbrek iltihabına tutulan- lardan çoğunun iştahı ziyade olur. O zaman günde 80 hattâ 120 gram et yahut o kadar balık veya iki, üç yumurta yemekle kanda üre- nin fazlalaşmadığı tecrübe ile an- laşılmıştır. Yemeklere tuz katmak meselesi karışıktır. Yakın zamana gelinceye kadar, müzmin böbrek iltihabı de- nilince, hemen tuzsuz yemek lü- zumu hatıra gelirdi, Halbuki şim- di biliniyor ki, pek ehemmiyetsiz bir böbrek iltihabında yemekleri tuzsuz yeyince kanda üre nisbeti ziyadeleşir de, biraz tuzlu yeyin- ce, o nisbet azalır, Şu halde böb- rek iltihabı ilerlemiş olup zaten bundan dolayı, kanda üre birikin- ce; büsbütün tuzsuz yemek kan- daki üreyi bir miktar daha arttı- rır. Onun için müzmin böbrek ilti- habından dolayı vücutta — tuzun birikmiş olduğuna delâlet eden — şişler bulunmayınca yemekleri tuzlu yemekte mahzur yoktur. He- le insan u bir danberi tuzsuz yediği halde, kanda ürenin MEL eĞ diğimiz yemeklerdeki albümi nis- betini hatırlamak faydasız olmaz: Yüzde 18 den 25 grama kadar albüminli olanlar; Et, balık, pey- nirler, mercimek, kuru bezelye, fasulye, — Yüzde 8 den 12 gra- ma kadar; Ekmek, makarna, yu- murta (Beherinde 10 gram), yağ- h yemişler, — meselâ estane. — Pirinçte yüzde 7 gram., — dört gramdan dahâ az: Süt, patates, ta- ze sebzeler, tereyoğ, taze yemiş- ler, bal, reçel, şeker... Bu nisbetleri hatırlayınca, her gün 30 gram albümini geçmemek şartiyle yemekleri arzuya göre ter- tip etmek mümkün olur. Biraz et- le, bol yeşil sebze, patates, pirinç ç ğ gösteren — alâmetler, kay, ishal, büyük halsizlik olun- ca, yemekleri tuzlu y te « reddüt etmemelidir. Lüzumunda hekim vücudün içerisine tuzlu su İle şırınga bile yapar. Üremiye karşı perhizde, içile- cek suyun miktarını azaltmağa hiç lüzum yoktur, Müzmin böbrek iltihabında tu- zun da, suyun da — azaltılmasına lüzum görülebilir; fdRat bu hasta- lığın başka bir şeklinde.... e Ankarada Bay Habip — Sizi yakın- dan muayene eden hekimlerin her biri başka bir teşhis koydukları halde, be- nim bu kadar uzaktan koyacağım teş- hise nasıl inanabilirsiniz? Ağaçlar dallarını ve yaprakları- nı kara kara dansözler gibi savu- Ta savura yamaçlardan koşup yo- lumun iki tarafında irkiliyorlar ve bir şeyler fısıldıyorlardı. Gali- ba benim geçip gitmemi bekliyor- lardı. Doymamı istemiyorlar miıy- dı ne? Fakat bazan susmakta ge- cikiyorlar, bazan da söylemekte acele ediyorlardı. Haspaların söy- diklerine kulak misafiri olayım dedim. İşittim, fakat anlamadım. Ateş böcekleri geceyi sanki toplu iğnelerile deliyorlardı. Fakat bir- denbire ay tutulmağa — başladı. Hattâ biraz sonra büsbütün tutul- müş bulundu. Kâinat zindan oldu. B ütün canlı ve cansız olanlar- da büyük bir korku ve uyanıklık vardı. Arkamda,'önüm- : de, dört tarafımda soluğorlar, ve karanlıkta seçemediğim, hareket- ler tarafından yapılma çıtırdılar ve pıtırdılar, hattâ bazan da gü- rültüler oluyordu. Etrafımda benimle beraber yü- rüyen adımları duyuyordum. Çi- men üzerine basılan adımlar ka- dar sessiz ve yumuşaktılar, Içim- den “İssız yerl'er'm ruhunu duyu- yorum,, — dedim, İnsanlar bazan yalnızlıktan hoşlanırlar. Fakat burada yalnızlığı değil, kalabalığı duyuyordum, Issız yerlerin meçhul ruhu çakal ve yabankedisi şekline bürünmüş, yanıbaşlarımda — dört ayak üzerinde yürüyorlardı. Kara çalıların artlarından kı - vılcımlar uçuyordu. Bunlar vah- şi hayvanların karanlıkta parlı - yan gözleriydi. Benimle kendile- ri arasında on on beş metrelik bir mesafe muhafaza ediyorlardı. Fa- kat birdenbire hem bir kedi mi - yavlayışına hem de bir arslan kükreyişine benziyen' devâsâ bir narâ, dağı taşı inletti. B u, yanımıza — yana$an bir parstı. Etrafımda benimle beraber yürüyen bütün hayvan - lar yanıma koştular. Korkuyor - lardı. Benim de ödüm patladı. E- limdeki sopanın ucuna beyaz men- dilimi — bağladım. Köylülerden duymuştum. Kurt alayına rastla- yınca, bellerindeki kuşağı çözüp, arkâalarına kuyruk gibi uzatıyor - larmış. Kurtlar, bu yeni çeşit iki ayaklı uzun kuyruklu hayvanın ne olduğunu bir türlü kestiremiyor - lar. Yılan desek önündeki iki a- yağı fazla, kertenkele desek, ar-, dında iki ayağı eksik diye diye avı elden kaçırıyorlarmış. Benim kuşağım yoktu. İşte ondan dolayı mendilimi s0- panın ucune bağladım, Ve sanki sopa, alnımdan bir metre yükse« ğe fırlıyan bir boynuzmuş gibi, onu alnıma tuttum. Bu sayım su- yum yok yollu bir teslim bayra - ğiydı. Hayvanlar beni, mutlaka İngiliz armasındaki ünikorn mito- lojik'e, yani tek boynuzlu bir kü- heylâna benzetirler diyordum. Ağ- zımdaki sigarayı da duman ve kı- 1 HİKÂYE | ÇINGIRAKLI PAPUÇ ; Yezıın: Halikarnas Balıkçısı hat 63333339333 3330 viler dmnm Savurtacak surette' îgiyor- dan ıkmht ilâhı Siva gibi ağzım- dum leıl dumanlar, püskürüyor- ToPl;ğuxlıııduı”“ gibi koşuyordum, ö ö ziller çaldı- Yordum, — Hala Ayı, kurt, ; i sırtlan, çakal V8. — yabankedisi, na katıştıra katışı © tozüu duma- maat koşuyor duk, çe cumbur Cce- fontene de taş çıka Pa da, Lfî- ra sıra böğürtüıer orduk. S- rıltılar, havlayışlar Ytılar, h- 4 Yışlar, miyavlayışlar, kükre hluyuşıar, luyordu. Bando muyişıel_ düyü- ika $, y e var ki, insan 0 N bir taşı, bir kil:metîuh_luk ye taşıyabiliyordu. Fakat 0: 'f'te_ metreye taşıyamıyordu, yordu. Ben de gitgide a y te. korkmaktan yoruıî;ıoî::î' Çiftlerin yanayakıla bi.rbirlex-ine' söz verişip, ebediyetlere kadar muteber olacak kâğıtlar imzala < şıp antlaşmalarının cinneti mu « vakkatesi gibi, — korku da galiba gelgeç bir deliliktir. Cesaret te galiba, korkunun ilk evlâdı ve göz ağrısıdır. Ben artık korkmak- tan usandım. Kaplan mısın, yılan mısın, nesin, beni paralıyasın var- sa, paralamazsan — hatırım kalır dedim. Ve bir kayaya yangeldim: Demincek, annemin aksütü gibi fitil fitil burnumdan gelen siga- ranın yerine, Hu sefer, şöyle bir keyiflisini rahat rahat tellendir - dim. Bütün hayvanlar, yanıma so - kuldular ve durdular., Birbirleri- ne bakınıyorlardı ve hiç bir şey yapmıyorlardı, düşündüm: Ayın tutulması, bu hayvanlara göre, gayri!tabil bir hâdiseydi. Fena halde korkmuşlardı. Kendi- leri gibi canlı bir hayvanın kun - dura nalını çıngırdata çıngırdata yürüdüğünü duyup görünce yanı- ma sokulmuşlardı. Müşterek; fe- lâket karşısında, kaplan yırtılıcı- lığını, kurt kurtluğunu, çakal ça- kallığını unutmuştu. Acaba insanın gönlündeki vah- şi cereyanlar hâddi kusvaya va- rınca, insan da kendi yarattığı fe lâketin büyüklüğünden korkacak, ve korksundan dolayı cesaretle - nip, aklını başına toplıyacak mı diye düşündüm. Kalktim, yürüdüm. Hayvanlar da, beraber yürüyorlar, Fakat bu sefer beni de kendileri gibi canlı saymaları hoşuma gidiyordu. Heş beraber yürüyorduk. Ağaçlıklar altından geçiyor, açıklıkları aşı - yorduk. Ne var ki, tutulan ay, ya vaş yavaş kurtulmağa başladı. Hayvanlar da tek tük yanımdan ayrılıyorlardı. Artık köy varoşla- rının birine yaklaşıyordum. Köy uyuüyordu. Bir mandalin bahçesinin ağaç- ları arasına daldım. Nihayet, ni- kabını üst başından büsbütün si- len ay, bütün ışığiyle, gökten tan olarak parladı. Bembeyaz çiçekli mandalin — ağaçları tepelerinden (Lütfen sayfayı çeviriniz) Yoruıu

Bu sayıdan diğer sayfalar: