Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 129 ab ELİ KAR e Bulgar Dostlarımızı Gönderdik Esaş Paşa, Bana, Kuzum Baba, Gittiklerine İnandım, Amma, Memleketlerine mi, Ahrete mi, Diye Sordu F aks yalnız bırakmadim. Üç bug, “Kadaş nöbetle evde kalıyor, ge lsre dalkavukluk ediyorduk. we , 2900, eşkıyalık hayatımda ü, /oduşlar arasında kullanışım İ, Shret kazandığım kısa ve kö- b, vi bıçakla odalarına girdim. ğa de renkleri atmış, şakak- Mi, zonklamıştı, Üçü de Şakire ve Haka sığınıyor, intikam almak- Vaz geçtiklerini, memleket - öm gideceklerini, hayatlarının a lânmasını yalvarıyorlardı. de“ Mmukaveleyi Bulgar besa- tir, ettik, Eşyalarını eve g& Viz Pasaportlarını birer birer &y, Eitirdik. On gün içinde ayrı bi, ünü de yolcu ettik. Aradan Pı, Vli zaman geçmiş ve Esat t gi 2li vekilliğinden çekilmiş * diş “ EÜN köprü üzerinde tesa - ha, , #niştim. Mutat mezaketiyle 9 hatır sorduktan sonra, bir- * bir şey hatırlamış gibi ba- He alamış ve: İı, |, 0i sana suikast yapmak Kii bir kaç Bulgardan bah- k, , ŞÜL Ne oldu onlar. Bir da- İŞ hakkında bir şey söyleme- “A bana, Ay Yerek dikkatli dikkatli yüzü- tay kmıştı. Ben de, emri hilâ- öy “Ptiğim o işten dolayı yüre- hı, Kâlan ukdeyi o gün doğru- Big ernekle çözüp atmıştım. W,, Süne kadar, hikâyeyi kısa- Çak? İŞ ve affını dilemişlim. ie, “MİZ yürekli, merhametli ve hisli bir insan olan Paşa, Yük Sözümü kesmiş, kızaran Müyi Yüzüme çevirmişti ve iti- Edir tavırla; kei, zum Sadık, Baba. Gittik Ming İandım, Fakat, şunu doğ- tat Yle. Memlekete mi yoksa, âh- Mi? © *e,. 2 verdiğim teminat üzeri- ti, "Blıklı bir hayli gülüşmüş - yn Paşadan en son aldığım Vâzifenin de ehemmiyeti ve ye Piraktığı çok tatlı hatırası a » hafızamda kıymetli bir okuyucularıma da hikâye değeri vardır. Paşanın va- Ne “ekâletinden ayrıldığından Mala, on gün kadar evveline ta, Sden bir gündü. Mutadı Üriiş Tâporumu vermek, yeni Üy, almak üzere makamına ilim. Çok meşguldü. Kerşi- May sizce bekliyordum. Bir e yağını kaldırdı. Üzüntülü ile: rleklettim mi sizi Sadık Ba- vi t sizde, seslenmeliydir k. An, yetiş yüksek | terbiyesini, v,, zaket ve tevazuunu gös * Nİ Raporuffu alıp missası Ü- Yy, Koymuş, muhataplarını bü- iy sir gözlerini gözlerime ve; WE Size, demişti, e Çok mühim Male veriyorum, Fakat bunu değil, Mim Sıfır Bey ve ar- tn ye yapacaksınız. Kendisi- Zi €den emir ve direktifleri Üy Sizin de yardım edeceği Hiyg öYlerdim. Hemen şimdi birle- Görüşün işe başlayınız el * Mi, « Bu vazifenin her halde ba- yen lâzımdır. Yalnız teşeb - Ma Muhakkak muvaffakıyetle İz e enmesini temin için lüzum- a lğanlıkların şayanı arzu ol- Yi, tn bilhassa söylemek ıste - h İ Sessizce ve zekâ kuvvetiy- Xi tlmalıdır. Daha fazla izaha- $, , Sifir size verecektir. Muvaf- iç ihizi bekliyorum Sıfırı mücadelenin başlan- iş Sberi tanıyordum. Oda İk, ”* benim gibi arkadaşlara, k pi, © korkunç devrin karan- Se önlerinde, yolumuzu" ışıklan- N : hepimiz için göz, kulak ol- a ti arkadaştı, Bir saat sonra Yık. Verilen vazife ger - © © eliemmiyetli ve o derece“ tomobil emrimizdeydi. Nihayet eve girilecek geceyi de kararlaştırmıştık. O gün öğleden sonra bütün arkadaşlar toplanmış, yapılacak is üzerinde bir daha görüşmüştük, Mim Sıfırın, orta - daki zorlukları birer birer kal - dırmak, bele evin içinde bir kaza- ya uğramamak için daha gündüz- den şeytancasına aldığı tedbirler, gördürdüğü muvaffakıyetli işler, çok hoşuma gitmişti. İşin kolayca başarılacağına & bende de kanaat hasıl olmuştu. Akşama doğru bu- lunduğumuz yere gelen gü; şık giyinmiş bir kız, ev sahibinin yatak odasında bulundurduğu kü- çük düdüklerle, iki tabancanm mermilerini ve neferlere sit tü - feklerin onar bağ fişeklerini ge » tirmiş, köpeklerin gece on buçuk- ta evden uzaklaştırılacağını müj- delemişti. Fişeklerin yerine evvel- den hazırlanmış, barutları çıka- rılıp yerine kül konulmuş ben - zerleri verilmişti. Neferlere çeki- lecek gece ziyafeti için lâzım olan içkiler, mezeler, konserveler gön- derilmişti. ece saat tam birdi. Evdeki bütün ışıklar sönmüş, ka - pıda mendil sallıyan (Evdoksiy nın sevimli yüzü görünmüştü. Ar- kadaşlar yerlerini almışlardı. Er- de de ifası müşkül bir işti. Hele şartları pek ağırdı. O zaman Is - tanbulda, düşman devletlerden bi. rine ait istihbaratı idare eden bir zatın evine girilecek, bütün evrak ve yesaiki ele güçirilecekti. Kısa- ca siyasi hırsızlık yapılacaktı. Mim Sıfırın verdiği bütün izahatı dinledikten sonra sordum: — Olur mu bu?.. dedim. Evrak ve vesikalar çalınacak, fakat ça- lanların hüviyetlerini meydana çi- karacak ortada hiç bir eser ve de- lil bırakılmayacak. Burasını, kavrı- yamadım doğrusu. Ya eve girdi- ğimiz zaman, ev sahibi olan zat- la karşılaşır ve içimizden biri vu- rulursa, ne olacak?.. uhatabım tatlı tafh güldü M ve soğukkanlılıkla; — Ne olacak, dedi. Vurulan ar- kadaş ölecek ve gömülecek tabii. — Ya tutulursa? — Söylemeğe lüzum var mı?. Zevahiri kutarmak için-hiç şüp- he yok ki, bir hırsız gibi mahke- meye verilecek. Onun için tutul- mıyacak, vurulmıyacak, vurmağa mecbur laalmiyacak şekillerde ted- bir alacağız, çok kurmaz ve dik - katli davranacağız Sadık Baba. Dişlerimle kemirdiğim dudakla- arasından: Eca güç ve şartları ağır bir gireceğimiz evin mis gibi kökan muntazam ve bahçesindeydik. (Devamı var) bu. gl fırlamıştı. Mim ve da, in güçlüğünü, şartların ağırlığı e kabul etmekle beraber teşeb - büsü kolaylaştıracak bir çok mar Jümat ve vaşıtaların. “mevcut ol duğunu söylüyor, birer birer sa- döküyordü ve: , ii İşte, diyordu. Gireceğimiz evin dahili taksimâtını gösteren mükemmel bir kroki var elimiz- de, Sonra evin İç ve dış kapılari- le evrak ve vesaikin bulunduğu odanın da anahtarları var cebi » mizde. Bahçıvan ile solracı kızın da yardımları temin edildi. —— Bu ikisinin bize (o yapacağı ne?. Yakin Sadık Baba, Bah- çıvan, ev sahibinin pek sevdiği iki büyük ve azgın köpeği o akşam evden uzaklaştıracak. — Ya sofracı kız?.. — Ona verdiğimiz vazife çok ehemmiyetli. O da, daimi sürelte ve bekçi vaziyetinde evde bulun- durulan iki neferi o akşam bol iç- ki ve biraz da ellveyle (sarhoş edip sizdıracak. z — Hakikat kızın işi mühim. Fa- iki neferi kat bu kız tek başına ; acaba (Uyuşturup sızdırabilecek Müzmin böbrek iltihabının en büyük tehlikesi, böbreklerin iyi işlememesinden dolayı ürenin id- rarla çıkamıyarak kan içinde bi- idir. Bu da vücudün zehir. lenmesi demek olur, Halbuki böb- rekte iltihap olunca, onların çi karmadığı şeyler yalnız üreden ibaret kalmaz, Kanın içindeki asit ürik #le gene âz çok zehirli başka maddeler de çıkmazlar, kanda rikirler, Bunların kanda ne kadar biriktiklerini en iyi haber verecek şey, tabii, kan tahlilidir. Ondan dolayı, müzmin böbrek iltihabın- da hekim kan tahliline lüzum gös terince, onu yaptırmakta tereddüt etmemelidir. Bununla (o beraber, kanda üre miktarı tahlilde fazlaca görünün miz. de birdenbire teli hi 'kadaş alacak | “© leni telâş eimek hiç — Yanına bir arkadaş doğru olmaz, Çünkü böbrekte ilti- tabii. hap olmadan bile kanda üre nis — Güzel, Fakat, ya gireceğimiz akşam, Kızlar neferleti uyutama - | mış, yahut ta bahçıvan köpekleri ıkaramamış ise. Olur değil mi? 7 cihetleri düşünmek lâzım. — Tabii. Bu vaziyette işi erte- i bırakırız. si gereki İğne ile kuyu kaz- kadar güştü. Sonra, yanın ilâhın olduğu halde kullan. ev sahibinin göz görü ü- şunlara hedef olmak, boti artabilir, Meselâ çok et yi- yenlerin böbrekleri sağlam olduğu halde kanları tahlil edilince, faz- la üre bulunur, Kanda üre asit ürik ile öteki maddelerin birikmesine karşı per. hiz albüminli gıdaları hesaplı ye- mekle olur. Bunlardan büsbütün sakınarak yalnız süt içmek lâzım olması da mümkündür. Fakat onu ancak hekim tayin eder, Pek te ilerlemiş böbrek iltihabında gün- da mamak, tacağı Esi ölmek bir şey değil de 30 gram albüminli gıda yeme- işin sonu diye görülmek, öl- ğe izin vardır. Bunun için de ye- de hele diğimiz yömeklerdeki albümin nis- mah- meyip koca bir e ie i hatırlamak faydasız olmaz: kerede sürünme! Yüzde 18 den 25 grama kadar b bir şeydi doğrusu. albüminli olanlar; Et, balık, pey- rlıklarımız bitmiş, her | mirler, mercimek, kuru bezelye, H ünü tedbirler (alınmıştı. | fasulye. — Yüzde 8 den 12 gra Jn beraber, evin bulun- | ma kadar: Ekmek, makarna, yu- Mim Sıfır! tetkiklerimizi | Murta (Beherinde 10 gram), yağ- duğu sokakta kri i taksim ve | 1 Yemişler, meseli (kestane, &e yapmıştık. Kit — Pirinçte yüzde 7 gram: — dört tmiştikk. Mim Sıfırla ben yal ip | gramdan daha ax: Süt, patates, ta- eri? Liman sabi xe sebzeler, tereyağ, taze yemiş her ihümale kargı, nelerlerin yat- || ler, bal, reçel, şeker. nı tutacaktı, Müş - oğı Ki | Mitat Ve Derviş tak, iler, evin dışında bekliyecek, bayanı gelecek her hangi bir Pt ikeyi önliyeceklerdi. İkİ de o- Bu nisbetleri hatırlayınca, her gün 30 gram albümüni geçmemek şartiyle yemekleri arzuya göre ter- tip etmek mümkün olur. Biraz et- le, bol yeşil sebze, patates, pirinç zincanlı Şakir, Mim Sıfır ve ben | i / l ij w GECCE (er köy kırk kilomet- re mesafedeydi. Kıştı. Kuy. deki bahçe sahibinin ağaçlarını ben yetiştirmiştim. Fakat ağaçlar onundu. Ona mandalin portakal göndermesini rica etmiştim. Eşe dosta gönderecektim. Vapurun uğ ramasıp& iki gün kalaya kadar bekledim. Güliba parayi gönder - miyeceğimi sandı ki, yemişleri göndermedi. Parayı bulup yaya olarak köy yolunu tuttum. Kunduramın ökçesindeki nâlin bir çivisi düşmüştü. Yürüdükçe, çılıng! Ding! Çılıng! eden nal rak- kas gibi fikirlerime tempo tutu - yordu. Acaba yürüyüşümü duyan- Jar olaydı,nalın çıngırtısını, yürü- yüşümün kaidesi sanarak, kendi pa- pucumu, kanunu hilkat ve irfan diye, kendi tepeme dar külâh et- meğe kalkışmuzlarmıydı? Ayağım wi başımda, başım mı ayağımda olduğunu şaşırdım. Her neyse, dü- şüne düşüne yol alıyordum. Na - lm da çıngırdıyordu. Böylece 40 kilometre yürüdüm. Köye vardım. Parayı verdim. Yemişlerin ertesi ünü bir eşeğe yükletilerek şehire gönderilmesini temin ettim. Gü - neş batarken dönüş yolunu tula- rak köyden ayrıldım. Ayın on beşiydi. Ay gündüzden bambaşka bir âlem yaratacaktı. Ben yola çıktıktan az sonra göğe, koskocaman ve tostoparlak bir ay fırladı. Bütün kâinat nur kesildi. Vadilerdeki koyu o ormanlıkların arasından, dağlar göğe karşı bir- biri ardınca apak yükseliyorlar, ve başlarına Oriyonu, Ülkeri za- tülkürsiyi taç ediniyorlardı. ÜREMİYE KARŞI PERHİZ ve tatlılarla taze yemişler insana haylice değişik gıda temin edebi- lirler, Meselâ iştahları az ve zaten iş- tirahat halinde bulunanlara: yp de 30 gıam etle 200 gram pal tes, 100 gram pirinçten pilâv ve tatlı yahut yemiş yetişir, Fakat müzmin böbrek İltihabına tutulan- lardan çoğunun iştahı ziyade olur. O zaman günde 80 hattâ 120 gram et yahut o kadar balık veya iki, üç yumurta yemekle kanda üre- nin fazlalaşmadığı tocrübe ile an- | laşılmıştır. Yemeklere tuz katmak meselesi karışıklır. Yakın zamana gelinceye kadar, müzmin böbrek iltihabı de- nilince, hemen tuzsuz yemek İü- zumu hatıra gelirdi, Halbuki şim- di biliniyor ki, pek ehemmiyetsiz bir böbrek iltihabında yemekleri tuzsuz yeyince kanda üre nisbeti ziyadeleşir de, biraz tuzlu ye; ce, o nisbet azalır. Şu halde böb- rek ilihabı ilerlemiş olup zaten bundan dolayı, kanda üre birikin- <c; büsbülün tuzsuz yemek kan- daki üreyi bir miktar daha artu- nr, Onun için müzmin böbrek ilti- habından dolayı vücutta — tuzun birikmiş olduğuna delâlet eden — Şişler bulunmayınca © yemekleri tuzlu yemekte mahzur yoktur. He- Je İnsan uzunca bir zamandanberi tuzsuz yediği halde, kanda ürenin çoğaldığını gösteren alâmetler, kay, ishal, büyük halsizlik olun- ca, yemekleri tuzlu yemekte te - reddüt etmemelidir. Lüzumunda hekim vücudün içerisine tuzlu su ile şırınga bile yapar, Üremiye karşı perhizde, | içile- cek suyun miktarını azaltmağa hiç lüzum yoktur, Müzmin böbrek iltihabında tu- zun da, suyun da © azaltılmasına lüzum görülebilir; fiat bu hasta- lığın başka bir şeklinde... * Ankarada Bay Habip — Sizi yakın. dan mutyene eden hekimlerin her biri başka bir teşhis koydukları halde, be- mim bu kadar uzaktan koyacağım tep- hise nasıl inanabilirsiniz? Li 2222373372229 HIiIKAYE ÇINGIRAKLI PAPUÇ Yazan; Halikarnas Balıkçısı GEL <<4 40000 y 09933333333 > Ağaçlar dallarını ve yaprakları. nı kara kara dansözler gibi savu- ra savura yamaçlardan koşup yo. lumun iki tarafında irkiliyorlar ve bir şeyler fısıldıyorlardı. Gali. ba benim geçip gitmemi bekliyor. lardı. Doymamı istemiyorlar mıy- di ne? Fakat bazan susmakta ge- cikiyorlar, bazan da söylemekte acele ediyorlardı, Haspaların söy- diklerine kulak misafiri olayım dedim. İşittim, fakat anlamadım. Aleş böcekleri geceyi sanki toplu iğnelerile deliyorlardı. Fakat bir- denbire ay tutulmağa © başladı. Hattâ biraz sonra büsbütün tutul. müş bulundu. Kâinat zindan oldu. ütün canlı ve cansız olanlar- da büyük bir korku ve Uyanıklık vardr: Arkamda, “önüm- « de, dört tarafımda soliorlar, ve karanlıkta seçemediğim, hareket- ler tarafından yapılma çıtırdılar ve pıtırdılar, hattâ bazan da gü- rültüler oluyordu. Etrafımda benimle beraber yü- rüyen adımları duyuyordum. Çi- men üzerine basılan adımlar ka- dar s6ssiz ve yumuşaktılar, Içim- den “Issız yerlerin ruhunu duyu- yorum,. o dedim. İnsanlar bazan yalnızlıktan o hoşlanırlar. o Fakat burada yalnızlığı değil, kalabalığı duyuyordum. Issız yerlerin meçhul ruhu çakal ve yabankedisi şekline bürünmüş, yanıbaşlarımda (dört ayak üzerinde yürüyorlardı. Kara çalıların artlarından kı - vilcımlar uçuyordu. Bunlar vah- Şi hayvanların karanlıkta parlı - yan yözleriydi. Benimle kendile- ri arasında on on beş metrelik bir mesafe muhafaza ediyorlardı. Fa- kat birdenbire hem bir kedi mi - yavlayışına hemde bir arslan kükreyişine benziyen devâsâ bir narâ, dağı taşı inletti. B U, yanımıza (oyana$an bir parst. Etrafımda benimle beraber yürüyen bütün hayvan - lar yanıma koştular, Korkuyor « lardı. Benim de ödüm patladı. E- limdeki soparın ucuna beyaz men- dilimi o bağladım. Köylülerden duymuştum. Kurt alayına rastla- yınca, bellerindeki kuşağı çözüp, arkalarına kuyruk gibi uzatıyor - larmış. Kurtlar, bu yeni Çeşit iki ayaklı uzun kuyruklu hayvanın ne olduğunu bir türlü kestiremiyor - ler. Yılan desek önündeki İki a- yağı fazla, kertenkele desek, ar- dında iki ayağı eksik diye diye avı elden kaçırıyorlarmış. Benim kuşağım yoktu. İşte andan dolayı mendilimi $0- panın ucune bağladım. Ve sanki sopa, alnımdan bir metre yükse ğe fırlıyan bir boynuzmuş gibi, onu alnıma tuttum. Bu sayım su- yum yok yollu bir teslim bayra - Şıydı. Hayvanlar beni, mutlaka İngiliz armasındaki ünikorn mito- lojik'e, yani tek boynuzlu bir kü- heylâna benzetirler diyordum. Ağ- zımdaki sigarayı da duman ve kı- am cak surette İçiyor di dap İNE ilahı Siva gibi ağzım dum, De 1 Simanlar, püskürüyor- Topuğum lan gibi koşuyordum, Maja ziller çaldı myordum, wi ki Dm yabarkedisi, Da katıştırı, kağ tozu duma- msat koşuyordu. cumbür ce fontene de taş Dik da, Lö- ra sıra böğürtüler, çiYorduk. Si cilalar, havlayışla,,“Stalar, bi- miyavlayışlar, kükreyı,,Mluyuşlar, luyordu. Bando mazi Ed e var ki, insa; N bir taşı; bir kile, lak ye taşıyabiliyordu. Fakat ge” Sta metreye taşıyamıyordu. yordu. Ben de gitgide Mİ â te, korkmaktan © yoruluyorg © i i ma, Çiftlerin yanayakıla birbirlerine süz verişip, ebediyetlere muteber olacak kâğıtlar imzala - şip antlaşmalarının cinneti mu - vakkatesi gibi, (korku da galiba gelgeç bir deliliktir. O Cesarat te galiba, . korkunun ilk evlâdı ve göz ağrısıdır. Ben artık Korkmak. tan usandım. Kaplan mısın, yılan mısın, nesin, beni paralıyasın var. sa, paralamazsan (o hatırım kalır dedim. Ve bir kayaya yangeldim: Demincek, annemin aksütü gibi fitil fitil burnumdan gelen siga- ranın yerine, Bu sefer, şöyle bir keyiflisini rahat rahat tellendir - dim. Bütün hayvanlar, yanıma s0 - kuldular ve durdular. Birbirleri. ne bakınıyorlardı ve hiç bir şey yapmıyorlardı, düşündüm: Ayın tutulması, bu hayvanlara göre, gayri'tabil bir o hâdiseydi. Fena halde korkmuşlardı. Kendi- leri gibi canlı bir hayvanın kun - dura malını çıngırdata çıngırdata yürüdüğünü duyup görünce yanı- ma sokulmuşlardı. Müşterek; fc- lâket karşısında, kaplan yırtılıcı- ğını, kurt kurtluğunu, çakal ça- kallığını unutmuştu. Acaba İnsanın gönlündeki vah- şi cereyanlar hâddi kusvaya va- rınca, insan da kendi yarattığı fe lâketin büyüklüğünden korkacak, ve korksundan dolayı cesaretle - Dip, aklını başına toplıyacak mi diye düşündüm. Kalktım, yürüdüm. Hayvanlar da, beraber yürüyorlar. Fakat bu sefer beni de kendileri gibi canlı saymaları hoşuma gidiyordu. He; beraber yürüyorduk. — Ağaçlıklar altından geçiyor, açıklıkları aşı « yorduk. Ne var ki, tutulan ay, ya vaş yavaş kurtulmağa başladı. Hayvanlar da tek tük yanımdan ayrılıyorlardı. Artık köy varoşla- rının birine yaklaşıyordum. Köy uyuyordu. Bir mandalin bahçesinin ağaç- ları arasına daldım. Nihayet, ni- kabını Üst başından büsbütün si- len ay, bütün ışiğiyle, gökten tan olarak parladı. Bembeyaz çiçekli mandalin ( ağaçları tepelerinden (Lütfen sayfayı çeviriniz)