omutan erlerini, en gür se. K siyle selâmladı; — Merhaba asker! Erler, hep birden yolunun üstü- “ne dizilerek cevap verdiler — Sağ ol! Fakat bu cevap, sanki ağızlar - dan değil de, göğüslerin derinlik - derinden geliyordu. Kışlanm taş duvarları, komutan farma sağlık diliyen erlerin sesini, geniş uğultularla, bir top mermisi gibi, uzak mesafelere naklettiler, Konwıtanın buraya, resmi bir vazi- fe yaptırmak için gelmediği yüzü- nün gülümseme: n belli idi, Askere "Rahat!" emrini verdik. ten sonra komutan, ön saflarda yer alan erlere seslendi: — Zeybek oynıyanlar çıksm!, Kendi ken . dime: — Mutlaka bir kışla eğ - lentisi seyre - deceğiz! diye düşünmüş tüm. Umi- dim boşa çık - madı. Zeybek oyniyacak er- ler, ikişer iki- ger ortaya gel diler, fakat komutanm karşısmda olduklarını bir türlü unutamıyorlardı, Kendi aralarında sik sık oynadıkları bu milli dansı, komutan önünde tek- rar etmek onları, biraz çekingen yapmıştı. Biribirlerine: — Hedi başla... — Yok.. Sen başla... Manasma gelen işaretler yaptık- tan sonra, nihayet bağlamanın ke- $ik tıngırtılarına ayaklarile tempo tutarak zeybek oyununa giriştiler. Icap ettiği zaman, ateş hattına da böyle güle oynıya atılan Mehmet- çiğin bu içten eğlentisi, beni deh - getli sardı. Şu dakikada, bütün dünya artist- lerini, bir araya toplıyan muhte - m bir süvareye çağrılmış olsam, lehmetçiği bırakıp gidemem. Mehmetler, oyun oynarlarken, bazan kendilerinden geçiyorlar. Bu kendinden geçiş onlara, nerede bu- Yünduklarmı unutturuyor ve O za- man, daha samim!, daha tatit olu- yorlar, Arada bir, bellerini öyle bir kı- vırışları, diz çöküp çöküp kalkarak, efevari iki yana, öyle bir sallanış. Tarı var ki, onları seyrederken, ken- dimi eski devirdeki Aydın efeleri arasında sanıyorum. Iraz sonra, ortaya Bolulular, zelince, oyun da değişti: Kas- tamonunun meşhur sepetçi havası başladı. Mehmetler, arkadaşlarının oyunu © mu, gözlerinin içinde tatlı gülüm- — seyişlerle, seyrediyorlar ve arada coştukça, el de çırpıyorlardı. Komutanın keyifli hali, onların da neş'elerini arttırmış. Gitgide garkılarına sira geldi. İlk önce bir teklifsizleğtiler, Nihayet, memleket garkılarma sıra geldi. lik önce bir Bolu çiftetellisi: Eminemin avlusundan kaz geçti, Güzel yavrum, bu sevdadan vaz- | geçti! Eminecik görünmesin gözüme Uyma dedim, uydu eller sözüne! Eminemin avlusunda arısı, Eminecik, şu dünyanm yarısı Eminecik görünesin gözüme , Uyma dedim uydu eller sözüne! Arkasından bir köy şarkısı: “A- man suna da boylum!” diye başlı - z yor. Bağlama çalanlar Antalyalı... Oynıyanlar İnebolulu... Bölünmez Türk vatanınn bu neş'eli çocukları, Karadenizle Ak- denizi bir kışla koğuşunda elele vermiş gibiydiler. Oyun faslı bitince komutan er - lerin vazifeye olan bağlılıklarından, çocuklarile iftihar eden bir baba © Sevinci ile bana tatlı tatlı bahset- pi © —Hele şu Antalyalılar. dedi, « bilseniz, ne temiz, ne çalışkan in- © sanlardır. Hiç unutmam: Umumi © Harpte, Kaş kasabalı bir neferim » vardı. Fedekârlığın örneği idi a pö Gizlenmiş bir topla atış tatbikatı yapan Mehmetçikler Mehmetçiğin içten gelen eğlentisi Yazan: SALAHADDIN GUNGÖR kurtaran bu kahraman neferi, ha- tırlarken gözlerimin yaşardığını duyarım.” iz komutanla konuşurken, ortaya dilsiz taklidi yapan bir er geldi. Zeki bakışlarile bizi süzdükten sonra, dilsiz taklidine başladı. Hakiki dilsiz olsa, mera- mını bu kadar mükemmel anlata - maâzdı, Kendi Samsunlu. Adı Bayram oğlu Veli... Arkadaşlarının söyledi. ğine göre, Sıvasta tam iki sene dil- siz taklidi yaparak, herkesi dilsiz olduğuna İnandırmış. Erler, böyle birkaç varyeteden sonra, hep bir ağızdan topçu mar şını söylemiye başladılar; içinden birkaç parçayı alıyorum: Milli savaşın bilin ki bizler, Tarihini güllemizle yazdık! Tufan kudursa hep denizler, Sinmez bu vatanda düşman artık Bilsin bunu kâinatta herkes, Hakkın sesidir bu gürliyen 8es! opların konuşma dilinden an Uyanlar, topçu Mehmetlerin marşını soğukkanlılıkla dinliye- mezler. Heyecan, bu marşın yazı - kışında değil, söylenişindedir. Ya - "Türk milleti; milli sava şın tarihini top güllesi ile yazma- dı mı?.. Top sesinin, bele milli var- lığm müdafaası için girişilen | bir harpte, hakkın sesi olduğundan kim şüphe edebilir?... lan mi Mizacin ne olduğunu bir Buk- rât Hakim bilirdi. Bir de çocuk anneleri bilirler. Çocuk âhnelerinin o bilgisi her. günkü görgülerine dayanır. Ayni anadan, ayni babadan dünyaya gel miş iki (kardeş, ayni muhitte ya- şarlar, ayni şartlara tâbi olurlar. Fakat ikisi de başka türlü görü. hürler. Biri şişman, uslu, hattâ miskinoe, öteki zayıf, yaramaz, ye rinde durmaz. İkisi de ayni hasta» tutulur, Fakat hastalık her- birinde başka türlü geçer. Anne bu iki çocuğu arasındaki farka na tura farkı de Bukrât Hakimin mizaç üzerine fikri insanın dört türlü ahlâttan mürekkep olduğu nazariyesine da- Yanırdı. Ahlâtın müvazene halin- de bulunması sağlık demekti. Fa- kat dünyada tam muvazene müm- kün olamadığı için, dört ahlâttan irinin fazla olmasına göre bütün insani lenfavi, asabi, demevi ve safravi diye dört türlü mizaca ay- rılırdı. O büyük hekimin fikirleri üs - tün geldiği müddetçe dört türlü mizaç tasnifini de herkes kabul etmişti: Pembe derili, yumuşak et li, biraz da yağlı kimselere lenfa- vi, parlakça gözlü, çok hareketi yerlerinde durmaz kimsele- kırmızı yüzlü, kısa boyunlu kimselere demevi; sarı benizli, çok düşünür, meraklı kim selere de safravi denilir ve herkes te bu tasniften memnun görünür- dü. Fakat Insan oğlunun fikri dat. ma yenileşmek İster, daima ten - kit arar. Büyük hekimin fi de nekadar derin sayılırsa sayıl- sın, bir zaman geldi, kâfi görül- medi. Hele dünyadaki insanların hepsi o dört türlü #nizacı lamıyacağı anlaşılınca © zaçların ii ya gelmesile hâsıl olan mürek » kep mizaçlar ayrıldı ve böyle ter« kipler yapıla yapıla gemicilerin SAGLIK ÖGÜTLERİ LOKMAN HEKİM Eski Mizaçlar. Yeni Mizaçlar rüzgâr gülü dedikleri alete benzi- yen mizaç puslası gibi bir şey kuruldu, Sonra gelen hekimler o mizaç İ puslalarını gülünç buldular. Mizaç yoktur, insanların hepsi biribirine benzer. İnsanların hepsi birer nu - maradan başka bir şey olamaz, dediler. Böyle düşünmek (fazla basitti. | insanlar biribirlerine hem benzer- ler, hem benzemiyen tarafları var dır. Onun İçin her insan dünyada bir numara değil, bir şahıstır. Sonra da bu düşünüş - doğrusunu isterseniz - İlim fikrine de ayki- rıdir. İlim. o hâdiseler ar sında benziyen ve benzemiyen ta- rafları ayırarak bunların münase- betlerini bulmaktır. Bundan dolayı insanları m lara ayırmak fikri geldi. dört mizacı artık herkesi hoşnut edemediğinden, bu sefer vücutte beslenme hâdiselerinin ağır veya çabuk yürümesine göre bütün in- sanlar iki türlü mizaca ayrıldı. Bir müddet sonra bu da yetiş- medi: Insanlar tiplerine göre uzun boylu, şişman, dört köşe gibi şe- killere ayrıldı ve şekil ile mizaç arasında münasebetler aranıldı. Daha sonra, dahili guddelerden çıkan maddelerin insanın gerek sağlığında, gerek hastalığında 6- hemmiyetleri anlaşılınca bu mad- d göre mizaçlar ayrıldı. En sonra sempatik il yatta ehemmi meydana çıktı, Bu sefer de mizax o sinirin İş- lemesine göre tasnif edildi. Bu fikirlerin o hepsi doğrudur. Fakat ayrı ayrı değil, hepsi bir a- raya getirilmek şartile. İnsanları birbirlerinden ayırt eden mizaç, na yalnız ahlâtın, na yalnız bes - lenme işinin, no yalnız şeklin, ne yalnız guddelerin, ne de yalnız sempatik sinirinin tesiridir. Mi - zaçta onların hepsinin tesiri var - dir. gene üstün | Fakat Bukrât Hakimin | | “Sakın kımıldanma gebertirim l Halil Bey, yava Halil Bey, Şahanm kolundan çe -| kerek içeri dalmıştı. Uç kişi de han- çerlerini çekmişler; takibe başlamış- lardı. Halil Bey. — Buradar!. Diye mırıldanmıştı. Ve sonra, dar ir dehlize dalmıştı. İ Dehlizi geçmişler; dik bir merdi - venin önüne gelmişlerdi. Burası, bir zeytinyağı kandili İle hafifçe tenvir| edilmişti. Kımıldama, gebertirimi merdivenden çıkmış. Önüne gelen; kapıyı sessizce açmıştı. Burada, ge -| nişçe bir sofa vardı. Halil Bey, ilk tesadif ettiği kapıyı | usullacık açmış, içeriyi dinlemiye baş lamıştı. Odada, hafif bir horultu var-| dı. Halil Bey, hemen bu horültuya | doğru sıçramış; orada Uyuyanın Üs- tüne çullanmış: — Kımıldama,.. Gebertirim. Diye mırıldanmıştı. i Korku ile titriyen bir kadın sesi, heyecanla yalvarmıştı. — Öldürme. Ne İstersen vere- yim... Param, şuradaki çekmecede... — Para istemiyorum... Çabuk, cevap ver, Kalotet hangi odada ya- .. Sen kimsin?.. Ondan, ne — Sen, benim sorguma cevap ver, Yoksa ölüyorsun. Halil, hançerin sivri ucunu, kadı- nın ilik gerdanına temas ettirmişti. Kadın, zangır zangır titriyerek ce- vap vermişti, — Karşıda.. Karşıdaki (o kapının içindeki dairede. — Kapı açık mıdır? — Hayır. İçeriden kilitliğir. yı açtırabilir misla?..) ahım. Sen, ona bir fe »| - Kadn! Eğer onu kurtarmaya çalışırsan, sen öleceksin. Düşün. Ya, onun hayatı. Ya, senin hayatm.. Kadın evvelâ bir dua mırıldandı. — Vaktim yok... Çabuk... Olüyo - sun. Kadın, boğazma batan demirin ucu altında kıvranmıştı. Kısık bir sesle homurdanmıştı. — Pek âlâ,. Kapıyı aştırırım. Fa- kat, beni öldürme. — Nasıl açtıracaksın?.. — Onu, bana bırak, — Fakat; ben de yanında buluna cağım. Eğer ihanet edersen, hânçer- le gırtlağını parçalıyacağım. Hadi, durma.. Yürü, bakalım.. Kadın, titriye titriye kalkmıştı. Karanlık sofada ilerlemiye başla” mıştı, Fakat orada, bir takım gölge- lerin kımıldandığını görür görmez. şaşırıp kalmıştı. — Hadi. Durma. Yürü. Kadın, kapınm önüne Parmaklarının ucu ile sonra, içeriye seslenmişti. — Eviyeniya!... Eviyeniya!.. İçeriden, ktsık bir ses gelmişti. — Kim 0?.. — Ben.. Efendola... — Ne istiyorsun — Saray müdürü Pakerdo gelmiş. Acele bir mesele için efendimizi gör mek istiyormuş. Kapıdaki nöbetçiler le haber göndermiş. — Bekle... Birdenbire ses kesilmişti. Bira£ sonra, içeriden bir takım kapı gıcır tıları ve mırıltılar ve ayak sesleri işitilmişti, Sonra, kapmın arkasında Ki demir sürgü çekilerek kapı açil- mış; dışarıya birdenbire bir mum Işi ğı taşıvermişti. İ Elinde iki mumlu şamdan (o bulu- nan yaşlıca bir kadın sofaya çıkmış, merdivene doğru ilerlemiye başlamış tr. Fakat orada, ellerinde hançerle bekliyen adamlar olduğunu görür görmez, elindeki şamdanı fırlatmış, bağırmak için ağzını açmişti. Lâkin, nefes almaya bile vakit bulmadan, Şahan üstüne atılmış; 6- liyle ağzmı tıkamıştı. Halil Bey, yıldırım sür'atile, kapı- dan içeri dalmıştı. Tam karşıya ge- gelmişti. vurduktan Sür'atle Halil Beyin yanma geli Halil Bey, hiç tereddüt etmeden) ez ye YAZAN: 2. Şenay pp şça seslenmişti: ! * — Tamam.. Canavarı, ininde yâ- kaladık. Diye mırıldanmıştı... Odanin orta- sında, her taraftan bürümelk cibin- lik sarkan yatağın üstüne atılmıştı, Henüz uykudan uyanmış olan Ka- lotet, sersemlikle şaşırmıştı: — A.O kim?. O kim”. Diye yerinden fırlamıştı. Fakat, kafasına inen bir darbeile tekrar yatağına yuvarlanmıştı. Şahan, dışardaki iki kadını, arka- daşlarının muhafazasına terketmiş. Halil Bey, burnundan kanlar fiş kıran Kaloteti göstererek; — Bu herifi kaçıracağız. Kaleden dışarıya çıkaracağız. Emir, derhal tatbik edilmişti. Ka- lotet, sımsıkı yorgana sarılarak as- kerlerden birinin sırtına yükletik mişti, Kelofet, şimdi seninle hesap günü geldi fızlarm yanma getirilmişler; ayakları bağlanarak ve ağızları tika narak orada terkedilmişlerdi. İki asker de, yorganı bir sedye gi- bi uçlarından tutarak, atların bulun duğu o harabeye getirmişlerdi. Halil Bey, yorganı yere bıraktır- mış, Kalotetin yüzünü açtırmış.. İs- ticvaba başlamıştı; — Eh. Kalotet.. İşte, seninle he- sap günü geldi. Söyle bakalım. Ev- doksiyayı ne'yaptın?.. — Yaa, demek ki söylemelk. ei miyorsün. Şu halde, zavali Ynannla - ra yaptırdığın işkencelerle gebere-| ceksin, Birdenbire Şahanm sesi işitilmiş- — Beyim.. Herifin sesi çıkmıyor. Sakın, daha evvel canı çıkmış, olma” de, ayni şüphe gelmişti Karanlıkta, Kalotetin üzerine eğil- mişti. Nefesini dinlemiş... Ve kalbini m e etmişti, Kalotetin nefesi kesilmişti. Kalbi de, tamamile hareketsizdi. Halil Bey; , — Ah, Evdoksiya.. Seni kurtarmı- ya Çalıştım... Fakat muvaffak olama dım., Diye söyleneğe. Ve oraya, çökü- vermişti. . . Ertesi gün, bütün Foça halkı, sa- raym basılması ve Kalotetin kaçirt- larak o metruk ahırda ölü olarak bırakılması etrafında bin türlü de- dikodularla meşgul olurken, on yedi Türk atlısr da yıldırım sür'atile Bur saya doğru ilerlemektelerdi. Foçalılar, bu baskınm Saruhan Beyi tarafından yaptırıldığını zan- netmişler: — işte. İntikam, böyle alınır. Demişlerdi... Ve, hiç sevmedikleri vermesine pek çok sevinmişlerdi. "Gidiniz, Imparatora söyleyiniz...., İznik ve Bizans sarayları, derin bir teessür ve telâş içindelerdi. Çün- kü Halil Bey, mahiyeti meçhul olan bir hastalıktan mustaripti. Yapılan bütün tedavilere rağmen, hastalığın önüne geçilemiyordu. Ha- lil Bey günden güne bir mum gibi e- riyordu. İmparator Yani Paleologos, müte addit defalar haber göndermiş; sev- gili kızım nişanlısını İstanbula aldır tarak orada tedavi ettirmek İste mişti, Fakat, Halil Bey, bü teklifi, her- defasında reddetmişti. Nihayet, İmparatordan Son (o bir len odanm kapısı, aralıktı. İçeride ni unuttu mu?, diye haber gönder hafif bir ışık vardı. Halil Bey, başını! mişti, içeri uzatmış, bakmış İ Halil Bey, bu habere kısaca Oce- Gürültü çıkarmaları ve saray hal-| Kolonya: km! âyâklandırmaları muhtemöl 0-İzig: Eğlenceli musiki; 19,10 Bükreş? Jan iki kadın da hançerlerin tehdidi| Radyo orkestrası; 19,45 Budapeşte? altına almış. Saraydan dışarı ÇıKa| Macar halk havaları; 20,30 Varşova? rılmış.. Kapı, sessizce kapatılmıştı. | Küçük orkestra; 21,10 Lâypzig: Beet. Kadınlar, kale kapısındaki muha-| 28 Varşov elleri | Lahti: Bugünkü program | İstanbul ; i Oğle neşriyatı — Saat: 12,30 PAK. la Türk musikisi; 12,50 Havadis | 13.05 Plâkla hafif müzik; 13,25 — 14 Muhtelif plâk neşriyatı, İ Akşam neşriyatı — Saat: 17 Ink lâp dersleri: Universiteden nakleni Mahmut Esat Bozkurt tarafından; 15,30 Plâkla dans musikisi; 19,30 Ço. cuklara masal: 1, Galip tarafından; 20 Rıfat ve arkadaşları tarafında "Türk musikisi ve halk şarkıları; 20,30 Safiye ve arkadaşları tarafından Türk musi ve halk şarkıları; 2£ Saat ayarı: Şehir Tiyatrosu dram kısmı tarafından bir temsi; 22 A. jans ve boran haberleri ve ertesi gil. nün programı; 22,30 Plâkla sololar; 23 Son, Günün program özü Senfonik konserler; 21,10 Budapeşte: Filharmoni; 22 Viyana: Romanesk operalardan. bafl konserler: 17,10 Prag: Hafif musiki; 1730 Varşova: Paul Rinas orkestrası; 19 üyük orkestra; 19 Lâyp. i hoven akşamı; 22,30 Varşov korosu; 22,45 Bükreş: Gece Büyük orkestra; 2310 e k konser; 23,30 Viyana Çift piyano, şarkı; 24,05 Budapeşte? Çigan musikisi ; Operalar : 21 Belgrat: Operadan nakil; 23 Nis . Kot - Dazür; Karbler de Leville oparası, Operetler: 22 Prag: Balet musikili piyes, Oda musikisi ; 21,25 Bükreş: Piyano Viyolonsel vesaire; 21,50 Stokholm: Piyano Klarinet - Viyolonsel triyosu; 22 Ki lonya:-Oda, düeti (Sopran, Kia ele Piyaro) Resitaller: 18,15 Varşova: Piyano . Şarkı, (Respigives.); 19,30 Nis . Kot . Das tür: Keman resitali; 22,10 Bükreşsi) 23 Budapeşte, Stokholm; 23.30 Ber.) lin, Breslav vesaire; 23,30 Lâypzigijl 24 Varşova (P1âk). İstanbulda Hükümete Ait Yerler Istanbul Kadastro Idaresi, hükü « mete sit bütün emlâk ve araziyi tes bit ederek bir Histe hazırlamıştır. Bu) | Hstede emlâk ve arazinin muharref ve nisbi &iymetleri gösterilmektedir. Bir çoğunun da fotoğrafları Tisteye bağlanmıştır —————— vap vermiş: — Gidiniz. İmparatora söyleyiniğ Onun arzularma hizmet etmek, ve vaatlerimi yerine getirmek isterdim. Fakat ne yapayım ki, buna mukte" dir değilim. Ancak; onu, Kalotet gir bi bir baş belâsından kurtarmıy$ muvaffak olduğum için biraz mü bu dessas Tekfurun ortadan kalkı-| terihim. İşte ona, bu kadarcık olsun bir hizmette bulunabildim. Demişti. İznikten yükselen meş'um bir feryat İmparator bu haberi alır aim Halil Bey onun gözünde bir kat dah$i büyüyüvermişti. — Mademki o, buraya gelmiyofei ona hizmet etmek için kızımı orayi göndereceğim. Diye, Orhan Beye bir mektup göl dermişti. Ve hazırlanması için d& kızına emir vermişti. Fakat, Prenses İren, bu hazırl! lara başlar başlamaz, İznikten m um bir feryat yükselmişti. Derdinin ve İstırabınm ne oldi anlaşılamıyan zavallı Halil Bey, V” haber gelmişti İmparator “dama-| sonbahar günü akşamı, yaprakli dım, benim her arzumu yerine geti. | dökülürken; —Evdoksiyanm, çil receğini vadetmişti. Şimdi, bu yagi. | bir aşk İle se iği— şahane göz! nl, hayatım bütün zevk ve sandetlei ne ebediyen kapayıvermişti. BITTI