Le e ee t- Ee Dilencilik suçlusu bir kadın mahkemede anlattı; Bay Hâkim, Sen Hiç Aç Kalmamışsın Galiba! Polis, Müddeiumumiliğe Zekiye isminde bir kadın ver- di. Bu dilencilik suçlusu bir saat sonra Sultanahmet Sulh Birinci Ceza hâkiminin önüne çıkarıldı. Zekiye bol çar .şaf giymiş, yüzünü sıkıca kapatmış, elleri bile görünmü- yordu. Hâkim Reşit sordu: — Bayan Zekiye! Ayıp/p< değil mi, sen dileniyormuş-| sun? Zekiyenin çenesi bir ma- okara gibi çözüldü, makine! gibi söylemiye başladı: © — Bay hâkim, sen hiç aç kalma- mamışsın galiba, Aç kalsaydın bana böyle bir sual sormazâm. Sen benim © karnım aç (olduğunu acaba bili, yor musun? Ben açtım. Ölecektim. Ekmek istedim. Dilenmedim. Hem © ben Hacı kızıyım.Dilenmenin ayıp ol © duğunu bilirim. Fakat açlık, sofuluğu © bozduruyor. Babam Hacı İbrahimdi, — Senin kocan yok mu? 52 yaşında olduğunu söyliyen Ze- kiye cevap verdi: © —Ben tam on senedir koca yüzü görmedim. Ekmek parası istemeyip «te ne yapacağım. Bundan sonra hâkim Reşit, kendi. sini bir hafta âmme hizmetlerinde ça. lışmıya mahküm etti, ma © Tütün İkramiyeleri Üsküdar askerlik şubesinden: © Üsküdar askerlik şubesinde mu- © kayyet ve ÜUskiidar emvalinden ma - #ş almakta bulunmuş olan derece ti. “zerinden mütekalt harp Tmalüllerile gehit yetimlerinin 937'yıı tütün ik- ramiyesinin kayıt muamelesine 1 «2 KA. sani 937 den itibaren başlana , Bu yoklama muamelesi kânunusa- mİ 937 nihayetine kadar devam ede- (finden bu bir ay müddet zarfında o elâkadarların gelip yoklama muame, R rini yaptırması lâzımdır. Bu yok- “ lamaya gelecek olan malüllerin maaş resmi senet ve müayene raporlarmı omaaş almakta olan şehit, yetimle. nin maaş resmi senet ve hüviyet ve on &#eneliklerini ala alâkası kesilmiş olan şehit ye - inin de nüfus, hüviyet ciizdan- lariyle yetlerinde mevcut vesaikini likte getirmeleri icap eder. Vakti üayyenesinde gelip yoklamasın: Dünkü Mahkümiyet Kararları Dün nöbetçi olan cürmümeşhut mahkemeleri Yılbaşı gecesinde ge - çen sarhoşluk ve zabıtaya hakaret davaları ile meşgul olmuşlardır: 1 — Muzaffer isminde biri, Bey - oğlunda İmam sokağında bir biraha- nede kavga çıkarmak, polise hakaret ve dayak atmak suçlarından birinci cem mahkemesinde, muhakeme edil- miştir. Mahkeme, Muzafferi 1 ay 28 gün hapse ve 70 lira para Cezasına mahküm etmiştir. Suçlu derhal tev- ki£ edi 2 — Nazar isminde bir genç Bey- oğlunda sarhöşlukla rezalet çıkardı ından sulh ceza mahkemesinde 7 gün hapse mahküm edilmiştir. 3 — Yine Beyoğlunda Yaşar minde biri sarhoşlukla rezalet çıkar- dığmdan 1 gün hapse mahküm ol - muştur. 4 — Alber isminde biri yine sar, boşluktan bir gün hapse mahküm'ol muştur . ŞERIR TİYATROSU DRAM KISM asın, | Bu aksam 20.30 da İl lü İL, SÜRTÜK “nl KULTUKLAR: 50 ŞU huruş sru'o ** Bu akşam 20.30 da Leylâ ve Mecnun Ve 14 de Çocuk VIYATROSU FATMACIK yaptırmıyanlar o 937 yılı ikramiye defterlerine dahil edilmiyeceklerdir. Bu gibilerin bilâhare vaki olacak mü racaatlarının da o mesmu olmıyscağı| Hân olunur. O zaman Muazzez deli gibi yukarı fırladı. Babasi- © le armesinin yatak odasındaki duvar dolabini “Üzeri yeşil etiketli küçtik beyaz şişeyi tanıyordu. Si- — mirli parmaklarla onu kavrıyarak aşağı koştu. Tahta açtı. ATROSU Operet Iınmı! Edebiyat öğretmenlerinden Üstat Tahir Olgun edebiyat tarihimize dair araştırmalarının birinci kismi- ni neşretti, Bu kısım “Füzuliye Da- ir, admı taşıyor ve Fuzülihin Ben- gu Badesinden, Şikâyetnamesinden, Leylâ ve Mecnunundan bahsediyor, Fuzulinin Bengu Bade adlı eseri esrar İle şarap arasındaki bir savaşı anlatır ve sonunda şarabı Üstün ge- tasavvufi mahiyette sanmışlar, ba- makla beraber eğlenceli olduğunu söylemişler, bazıları ds Fuzulihin bu eserle afyon ve şarabın zevkini an- latmak istediğine zahip olmuşlardır. Hepsi de yanlış. Bade Osmanlı oPadişahı Ikinci Be- yazıt İle İran Şahı Şah İsmaile işa- ret eden sembolik bir eser sayılabi- lir, Ustat Tahir Olguna göre Fuzu- li Bade ile genç Şah İsmaili, Beng ile de ihtiyar Beyazıdı anlatmak İs- temiştir. Şah İsmail işreti vahşet derekesine düşürmüş bir alkolik, asırdaşı olan Beyazıt İse ihtiyarirk dolayısile şaraptan elini çekmiş. fa- kat diğer keyif verici zehirlerden kurtulamamış bir tiryaki idi. Puzu- li, Bengu Bade arasındaki savaşla © zamanin bir mücadelesini inceden inceye tasvir “etmiş ve bü tasvire şahsi hislerini de karıştırmıştır. Uslat Tahir Olgun bu yoldaki de- lillerini &serinin metninde anlatmış ve eserin tasavvufi mahiyette olma- dıklan baska değersiz bir eğlence- den ibaret olmadığını da göstermiş- tir. Eserin ikinci bahsi Fuzulinin Şi- İ kâyetnamesine aittir. Fuzulinin bu yetnameyi, Nişancı Mehmet Pa- şaya yazdığını söylemek, ötadenber âdettir. Ustat Tahir Olguna göre bu yanlışı ilk defa, galiba merhum Nümunei Edebiyatta yapmış, oraya aldığı Sikâyetnameye not “Bağdattin Nişânci Mehmet Paşa - ya” ibaresini yüzmiş, Sofra gelenler de bu ibareyi olduğu gibi nakletmiş lerdir. Halbuki Kanuni Sultan Sü- leyman devrinde Mehmet Paşa adlı, | hele Paşa unvanlı bir nişancı yoktur. İ O halde bu nişancı kimdir? Üstat Tahir Olgun Osmanlılar devrinde “nişancı” kime denildiği hakkmda değerli birçok malümat İ verdikten sonra bu nişancının Celâl dana çıkarıyor ve bu tarihi araştır. ma ile edebiyat tarihimize giren bir yanlışı tashih ediyor. Eserin daha sonraki bahsi Fuzu- inin en güzel ve en duygulu eseri olan Leylâ ile Mecnuna, bilhassa İ Leylâ ve Mecnunun ne İçin yazıldı. zıları eserin bir kıymeti haiz olma-' Çünkü Bengu| Ebüzziya Tevfik, 1296 da bastırdığı | barel | zade Mustafa Çelebi olduğunu mey-! KITAPLAR ARASINDA Fuzulive dair tirir, Bazıları Fuzulinin bu eserini! İlile gölibe biraz da atıp tutmuştum. Yatan: Tahir Olgun, 64 sayfa, fiyatı 20 kuruş. ğına dairdir, . | Füzulinin kendisi bu şaheseri ni - gir yazdığını anlatırken — hulâsa- ten diyor ki — “Bir gün bir işret meclisinde dolu dolu ve biribiri ar- dınca kadeh kadeh İçki içiyordum. Ustüste içtiğim şaraplar, zevkimi gevkimi arttırıyordu. Meclis dertsiz ve gamsız bir bahar gibi İdi Ben de onun şakıyan bülbülü olmuştum. Ka- dehlerin verdiği neş'e o kadar İler- lemişti ki mecliste bulunanların ta- hammülü kalmamıştı. Gönüllerdeki sırlar meydane dökülmüş, temkinli davranmak ve herkesin Suyuna git- mek kapısı kapanmıştı. Rum diyarı- nım birkaç zarifi bana arkadaş ve dildaş olmuşlardı. Bunlar, ilmin en derin bahislerini bildikleri gibi inci saçarcasına söz söylüyorlardı. Ki - mi Şeyhi ile Ahmediden bahis aç yor, gizli birtakım malümat veriyor- du, kimi Celili ile Nizamiye dair bir şeyler anlatıyordu. Arkadaşlar be- ülm de halime göre güzel söz söyl yeceğimi biliyorlardı. Sarhoşluk ha-/ Sözlerimin yalan mı, doğru mu ol- duğunu anlamak için beni imtihaa okuna hedef ettiler ve: — Ustat, dediler, gizli bir hazine. | yi meydana çıkar, Leylâ ve Mecnun Acemüe çok yazıldığı halde türkçe- de yoktur, Sen o destanı nazmet te eski bir bostanı tazele! Bu teklifin bir imtihan olduğunu anladım. Zira Leyiâ Mecnun hikâye- sini yazmak, can belâsıdır. Lâkin ansızm uğradığım bu belâdan nasil sıyrılabilirdim? Allaha güvenerek bu işe başlamak, özür dilemekten iyi olacaktı. Artık dert diyarı yolculuğu- na çikiyorum. Bu yolculukta ba- na yoldaş olacak kim?..., . Fuzulinin bizzat anlattığı bu hâ- dise karşısında sorulacak susllerin bitişi — Fuzuli ile Büğdatta meclis ku- ran, belki de Şat kenarındaki hur malıkların koyu gölgeleri altında, yeşil çimenlerin Üstüne seccadeler yayarak, minderler sererek onunla hembezm olan Rum, yani Anadolu! ve Rümeli diyarının zarifleri kimler- di? Kimaenin merak etmediği bu bah- sl, Üstat Tahir Olgun araştırmış ve bu suzlin cevabımı vermiştir. İdu nebevi okutturulacağından arzu diğer kısımlarını bekler ve kendisini Sinemanın en büyük iki yıldızı CHARLES BOYER ve En güzel filmlerinde ASKIN UYANIŞI Bugün: MELEK Sinemasında İâveten: Paramount Journal ve renkli MİÇKEY MAVS MEVLÜT Merhum General Şükrü Naili Gök- berk'in ruhuna ithaf edilmek üzere yarınki pazar günil öğle namazından sonra Beyazıt camii şerifinde mevlü- | buyuran zevatm gelmelerini dile riz. Ailesi Sultan Süleyman Bağdat şehrine girmişti. Kanuni ile birlikte Bağda- da girenler arasmda zamanın ünlü şairlerinden ikisi de bulunuyordu. Bunların, biri Hayali, diğeri Yahya Beydir. Bu iki şair de Fuzulinin en meşhur eserlerinden olan “Su” ka- sidesine birer nazire yazmışlardı. Fuzuliyi seven ve kadrini bilen, yaz- dıkları nazirelerle Üstdğm kâ'bına varamadıklarını bilmekle beraber nazirelerini ona dinletmeyi özledik- leri şüphe götürmiyen bu iki şairin Bağdada kadar gittikleri halde Fu- zuliyi arayıp bulmamalarına, onunla görüşmemelerine, hattâ onunla bir âlemi âb kurmamalarına imkân ta- savvur olunabilir mi? Bu böyle olduğuna göre Fuzulinin Leylâ ve Mecnundan naklettiğimiz parçalarında işaret ettiği “Diya Rum” zariflerinin kim oldukları tavszzuh ediyor ve bunların o yani Hayali ile Yahyanım ondan Leylâ ve Mecnun destanmı rica ettikleri anla- şııyor. Neticede Türk edebiyatı “Leylâ Mecnun” şaheserini kazandı. Ustat Tahir Olgun bu bahsi de tamamladıktan sonra Fuzulinin bu şaleseri kime ithafettiği'bahsi ile meşgil ölüvor ve eserin muhteri vi- tugu bahisleri hulâsa eden bir fasık ile araştırmalarının ilk cüzünü biti- riyor. Ustat Tahir Olgun bütün bu özlü bahisleri, bu pek değerli buluşları 64 sayfalık bir risaleye sığdırmış ve edebiyat sevenleri hakikaten sevin » dirmiştir. Ustadın vadettiği araştırmaların tebrik ederiz. Hicretin 941 inci yılmdan Kanuni CLAUDETTE COLBERT er Bugünkü program İstanbul ; Öğle neşriyatı — Saat: 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50: Hava dis, 13,05: Plâkla hafif müzik. 13,2 — 14,00: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı — Saat 18,30 Plâkla dans musikisi. 19,00: Şehi) Tiyatrosu komedi kısmı tarafında! bir temsil 20,00; Türk Musiki He | yeti, 20,30: Münir Nurettin ve arka daşları tarafından Türk musikisi vi halk şarkıları. 21,00: — Orkestra: zamunde) (Dinamiden) vals, 3 — Mendelsohn: (Düvetto — Lied ohne Worte) ,4— Goldmark: tinden parçalar, 5 — Lehar: (Zigeui nerilebe) operetinden parçalar. 6 — Stolz; Schön). 22,00: Ajans ve borsa hai İberleri ve ertesi günün programı) 22,30: Plâkla sololar, 23,00: Son. (Saat ayarı) 1 — Schubert: (Ro uvertür, 2 — Strauss; (Sabah Kraliçesi) opere (Wien Wird Bel Nachterst| YENİ NEŞRİYAT Yeni Adam — 31 Kânunuevvel tas rihli 157 nei sayısı çıkmıştır. Ta asli” KAL Şia Metfur ". Memurlara ait ceza mevzuat ve hükümleri bir arada. Bilâistisna her memuru alâ- kadar eden bir kitap Yazan: Sümer Bank memurla- rından: ilhan Tarus Ömer Ker DOĞRUL Ouz Cihan Kitaphanesi En güzel, en neş'eli, en | zevkli Fransız filmi, ii | saat gülmek ve mun na gideli mek için | rejil Coşkunlar Barı Barda bulunanlar: Henry Garat - Mi- Mi. ie Perrey - Pizella - Monigue Rolland Bugin TÜRK sinemasmâz ilâveten EK- LER JURNAL. Bugün seat 1 de tenzilâtlı matine. Jah filân da yoktu, ölen bir insana ölümü. bütün dehşetile duyan bir insanın hitabı vardı. Arasıra yeisle İncelip titriyen, bazan tevekkül ve teslimiyete le ağırlaşan ve pesleşen bu sesleri, şimdi evinin Kuyucaklı Yusuf MEMLEKET ROMANI bahçesinde dimdik uzanan kaymakam muhakkak işitiyor Ve anlıyordu. Yusuf bundan emindi. İhti- mal cevap ta veriyor ve Sarı Hafız onun için ara- © merdivenler genç kadınm kendilerine bir an için do- kunan adımlarının şiddetile sallanıyor ve çıtırtılar — Sı — SABAHATTİN ALİ © Sıkarıyordu. Aşağı inip sokak Üstündeki odanm kapısına gelin. © ee bir çığlık kopardı. Babası orada, hemen önünde, eşiğin yanmda yüzl koyun uzanıyordu. Kollarmı ka 'pıdan gelecek birini kucaklamak ister gibi ileri uzat mıştı. Başı biraz sağ tarafa çevrilmiş ve ak saçları tahtalarm üzerine serilmişti. Muazzez bu hareketsiz vücudün üzerine atılarak 0- © Bu sarsmıya ve: “Babacığım... Babacığım... Bana baksana!, diye © bağırmıya başladı. “Babacığım, bak şiseyi getirdim., ? 'Babasınm başmı elile biraz kaldırdı ve mantarı © mi dişile çıkardığı şişeyi onun burnuna yaklaştırdı. © — Bu sırada elinin üstünde bir yaşlık hissetti. Dur « - du ve hayretle babasınm yüzüne baktı. Salâhaddin Beyin yarı açık gözlerinden yanakları — na doğru yaşlar süzülüyor ve bunlar henüz sicak- lağımı kaybetmeden kızının eline damlıyordu. Biraz sonra Yusufla beraber gelen ihtiyar doktor © hastayı yatağına naklederek dinledi, göz kapaklarmı — kaldırıp baktı, sonra şehadet parmağınm ucile on. ları tekrar kapattı; ve hüzünlü sallıyarak arkasma döndü: , “Allah bekilere ömür versin!” deği, © Ertesi sabah kaymakamm evinin önü Yar gi- bi kalabalıktı. On seneye yakm “yerde kalan ve hemen hemen kimseyi kendine düş- man etmiyen bu adama karşı Edremit halkı son ve “içten bir alâka göstermek İçin yığın yığın toplan- t. Bayram yeri camlinin önüne kadar bitin kenarları eömelip oturanlarla doluydu. Halk farkında olmadan bu adamla beraber başka bir şe- yin de gömüldüğünü, sessiz Edremitte senelerden- beri devam eden bir sükünetin artık maziye kurıştı. ğını hissediyordu. Dünyadan elini eteğini kesmiş bir kasabanın gene dilnya ile pek alâkası olmıyan bir kaymakamı vardı ve o şimdi burası ile bağlari- nı büsbütün keserek kasabayı ve halkını zamanın Yusuf şaşkın bir tavırla başını ilişti Derhal d müthiş bir sür'atle dönmiye başlıyan ve sarsıntıla- ri buralara kadar gelen çarkıma terketmişti. ve sapsarı kapmın önünde duruyor. du. İçerden gelen feryatları duydukça dişlerini si- kıyor, fakat bir türlü oradan ayrılamıyordu. Ha - yatta bir insanı bu kadar Üzecek bir hâdisenin mevcut olabileceğine o zamana kadar ihtimal ver memişti. Hiçbir şeye inanamıyor ve kendini korkulu bir rüyada sanıyordu. gişmişti ki, o civarda bulunanlardan hiçbiri ona yaklaşmıya cesaret edemiyordu. Mutat merasimle meşgul olan ve eve girip çı « kan ihtiyar Hasip Efendinin gözleri bir aralık ona höp Yüzü o kadar de- urdu. Kendisi ağlamıştı. Fakat Yu. sufun ağlamamış olması onu daha çok korkuttu. Omzundan tutarak: bir müddet ayni maktan harap dan süzülerek “Haydi evlât, Bu Hasip Efendi sabahtanberi dört tarafa koş- git biraz dolaş!” dedi. olmuştu. Bir kenarda bir dakika dinlenmek imkânı bulursa derhal gözlüğünü alnma kaldırıp ağlamıya başlıyor ve yaşlar ak sakalların- minlanına damlıyordu. Fekat o ol masa kaymakamın cenazesi kaldırılamıyacaktı. Ka dınlar yukarda bâygın bir halde yatıyor ve başla- rında dört beş koluşu bekliyordu. Lİ Ve sabun te- darikinaen muezzinie hâber vermiye kadar her şeye Hasip Efendi koşuyor, bir taraftan da kadınları susturmıya uğraşıyordu. Yusufun Muazzezi bile görecek hali yoktu, Asıl ondan, onunla karşi karşıya gelmekten korkuyor- du. Kâybettikleri şeyin büyüklüğünü o zaman da- ba çok anlıyecaklarını ve buna tahammül edemi- yeceklerini sanıyordu. Zaten mahallenin birçok ka- dınlarının arasında Muazzezle karşı karşıya gelmek manasız ve Üzücü bir şeydi. İki ayak taş merdiveni inerek 8ola kıvrıldı. Ke- narda dizilip gözlerile kendini takip eden birçok in- sanın önünden geçerek meydandski camiin yanma kadar geldi. Daha gitmek, belki de şehrin dışma çıkmak istiyordu. Birdenbire durdu. Başını kaldı- rarak yukarıya, minarenin şerefesine baktı. Oradan bütün kasabaya dalga dalga yayılan bir ses Yusu- fu olduğu yere mihladı, Sarı Hafız en yakıcı sesile salâ veriyordu. Yusufun camile, namazla, din ve imanla pek alış verişi yoktu. Hele babası, Şahindenin tabirile “kr. gl gâvur” du. Fakat minareden kopup bütün O meydanlardaki insanların yüreklerine bir kanca gi- bi takılan bu feryat onu kendinden geçirdi, Bu s€s- le dinin bir alâkası yoktu, Böyle olmasa Sarı Hafız da, pek dini bütün olmadığını bildiği ve camide an- cak bayramdan bayrama gördüğü Salâhaddin Bey icin bu kadar candan ,haykıramazdı. Burada Al- sıra böyle daha ateşli, daha manalı haykırıyordu. Yusuf yanıbaşındaki kavak ağacının kütüğüne da- yandı. Her tarafı titriyor ve şu anda ölüm karşısın- da ürptren bütün dirilerin tercümanı olan Sarı Hafızla bahçedeki ölü arasında cereyan eden mü- kâlemeyi dinliyerek dehşete düşüyordu. Yusuf bazı sabahlar erken okalkmca gene Sarı Hafızın salâ verdiğini ve ezan okuduğunu duy- muştu. Fakat bunlar onun üzerinde güzel bir se- sin yapacağı tesirden bâşka bir intiba bırakmamış- lardı. Halbuki şimdi dinlediği şey büsbütün başka idi. Burâda sesin hiç rolü yoktu. Burada mühim olan ifade edilen şeylerdi, ve bunlar insanı yerlere kapatıp yüzünü topraklara gömerek düşünmiye sü- rükliyecek kadar büyük, umumi, ve bilhassa “in- sanca" İdi. Bir müddet sonra etraftakilerin yerle- rinden kalktıklarını, cami? doğru yürüdüklerini gören Yusuf doğruldu. Cenaze namazma iştirak etti. Sessiz bir kafilenin içinde ve başi önünde me- zarlığa kadar gitti. Fakat o gün ve ondan sonra, günlerce, hep O rüya hali devam etti. İlk zamanlar Yusuftan te- selli bekliyen Muazzez birkaç gün sonra onun ha» linden korkmuya başladı. “Kendini topla Yusuf! Sen böyle yaparsan bizim halimiz ne olur?” dedi. O zaman Yusuf Müazzezin farkında olmadan yaptığı bu ihtarın manasmı düşünmiye başladı. (Arkası var)