BÜYÜK © ' Sağlık TÜRK er | İ TTğnyeM AcıHakikatler Oğütleri ST F:' dırdı, ekşi bir sesle bağırdı: n Bf n y I | ; No. 62 Yazan : Ziya Şakir Bütün mülklerine en küçük bir tecavüz bile vukua gelmemişti (Rus Çarlığı) dahilinde yaşıyan Ermenilerin vaziyeti: 1 — (Çarlık idaresi) nin en müt- hiş zulüm ve istibdadı altında kıv- ranıyorlar, 2 — Rus Çarlığı, Ermenilerin mek- teplerine ve kiliselerine ait vakıfları zaptetmiştir. 8 — İlkmekteplerde bile, Ermeni lisanile tedrisat yasaktır. 4 — Ermeniler, Çarlık dahilinde serbestçe seyahat edemezler. 5 — Çarlık idaresi, istediği zaman en yüksek —ruhani memurları bile azil ve tardediyor... Sürgüne gönde- riyor. 6 — Çarlık siyasetine uygun gel- miyen bir hareket zuhür ettiği za- man, bu işte maznun olan Ermeni- ler, bütün ailelerile Rusyaya tehcir ediliyor. T — Ber sene, (politika işlerine karışmak) töhmetile, Kafkas zindan larında veyahut Sibirya menfala - rında, üç binden fazla Ermeni mah- volup gidiyor. Ve saire... (Türk Ermenileri) nin vaziyeti: 1 — Türkiye hudutları dahilinde yaşıyan Ermenilerin din meseleleri- ni idare etmek için, (patrik) lik te- sisine müsaade edilmiş; (patrik) e de (manevi bir hükümdar) payesile, fevkalâde hak ve imtiyazlar veril - miştir. 2 — 1800 senesinin ortalarına doğ ru yazılan islahat fermanlarında — Ermenilere çok büyük bir tevec- cüh ve emniyet eseri gösterilerek — Türklerle müsavi haklara iştirak et- 3 — 1860 da, (dini, milli ve içti- mai) meseleleri müzakere ve idare etmek için (Ermeni Meclisi Umumi Millisi) namı altında bir meclis- te- sis etmelerine izin verilmiştir. 4 — Er ; bu lisl tarmhamen hür, Berbest ve müstâkil bir halde; kendi milli ve dini mese- lelerini müzakere, münakaşa.. — ve programlarını tatbika girişmişlerdir. 5 — Gerek (patrik) ve gerek di- ğer ruhani reislerle meclis azaları - nın intihaplarında, Türkler tarafın- dan en küçük bir müdahale göste - rilmemiştir. 6 — Kilise, mektep ve hastanele - rinin vakıflarıma; en küçük bir te - cavüz bile vukua gelmemiştir. (1) 7 — Ermeniler arasında zuhür eden (şahsi hukuk) meseleleri; - hükümetin mahkemeleri dururken - kiliselerde ve idare meclislerinde halledildiği halde, buna da ilişik e- dilmemiştir. 8 — Ermeniler; askere alınma - dıkları için, memleketin her köşe - sinde.. büyük bir emniyet ve ser - bestlik içinde... Ticaret, ziraat, sa - nayi gibi refah ve servet membala - rımı tamamen ele geçirdikleri halde, kendilerine en küçük bir müşkülât bile gösterilmemiştir , Endla « inde; 9 — Ruüs Çarlığınım zulmünden kaçarak Türklerin merhamet ve şef- katine iltica edenlerden hiçbiri, red- edilmemiş.. - bir çok vak'alarda, Çarlığın talep ve Israrlarma rağ - men - bir tek (Ermeni siyasi müc- rimi), ele verilmemiştir . 10 — Ermeniler, Türkiye hudut - ları dahilinde, - hiç bir kayıt ve şar- ta tâbi olmadan - seyahat ve ika- met etmişler; mal ve mülk edinmiş - lerdir... Anadolunun en güzel yerlerinde- ki Ermeni çiftlikleri; Boğaziçi sa - hillerindeki en muhteşem köşkler, yalılar ve korular... Beyoğlu cadde- ve sokaklarmdaki (saray misali, şeddadi) binalar; Ermeni milleti - nin Türkiyede nail olduğu refah ve saadetin, (mal ve can emniyeti) nin.. bilhassa (Ermeni hürriyet ve istik- lâli) nin en canlı birer âbide ve ha - tırasıdır . l11 — Dünyanın hiç bir köşesin - de, Ermeni (asilzade) liğine hiç bir kıymet ve ehemmiyet verilme - diği halde, Türkler bunu da hoş gör- müşler; (Kazar Emira), (Artın E- mira) ve saire gibi Ermeni asilza - delerine, Ermeniler kadar hürmet göstermişlerdir . Ve saire... Şu mukayeseleri ortaya koyduk- fan sonra, artık biz, kendiliğimizden hiç bir mütalea beyan etmiyoruz; ve bu bapta muhakemeyi, - bugün, muhterem karilerimize.. yarın da, tarihe bırakarak - sözü ,kısa kesiyo- ruz.. Gelelim meselenin (mabad) ine... Evvelâ şu hakikati büyük bir memnuniyetle arzedeyim ki; Erme- niler Türk topraklarında nail olduk- ları bu (lütuf ve saadet) i cidden takdir etmişler; tam (1861) tarihine kadar, gerek (Osmanlı hükümeti)- ne ve gerek (Türk milleti) ne karşı tam bir sadakat göstermişlerdir. Ve.. bu sadakat ve muhabbeti de, bizzat Ermeni patrikleriyle Ermeni ruha- ni ve mütefekkirleri güzelce idare etmişlerdir... Hattâ o derecede ki, Rusyada siyasete karışan Ermeni papazları ve komitecileriyle alâka - larmı kesmişlerdir. Bir misal... 1844 senesinde (Pat - rik Mateos) nasılsa çarlığa karşı bir temayül hissetmiş; Galatadaki Get- ronagan kilisesinde dini bir âyin es- nasında (Katagos - Nerses) (2) nin ı'ıdmx zikreylemişti... Bu; derhal a- 8ır başlı ve iyi düşünen bir çok Er- menilerin hoşuna gitmemiş: (Arkası var) ——— hâ:tıa)h?::::ıîhvtuklî:::ğ Yu:likulg Ermeni K ydeki yetimhaneye ve diğer Ermeni milli müesseselerine mü- him miktarda tahsisat verirdi, Hattâ, Pat- rikh in senelik bütçesinde bir açık zu- hur ederse, bunu kapamak ta bir teamül haline gelmişti. — Z. Ş. (2) “Katagos — Katogiğos,, Ermeni mil- letinin en büyük ruhani reisi, Idare merke- zi (Açmiyatzen) kasabasmdaki tarihi ma- nastır. Destur, ya Kebikeş... | bir bayan, Okuyucularımızdan bana gönderdiği bir mektupta: — Derimin üzerine, diyor, bazı vakitlerde, dokunduğum zaman kıI - zarıyor. Kızaran yer kaşınmıyor, a- cımıyor ama kahbarıyor... Diye anlattıktan sonra, kendisinin canmı sıkan bu halin nasıl geçece - ğini benden soruyor. Okuyucumuz bayanın merakını teskin için hemen söyliyeyim ki anlattığı hal sinirlilik - ten gelme ve hiç ehemmiyetsiz — bir şeydir. Eski, pek eski zamanlarda taas - suplarını şimdi de siyasi fikirler üze- rinde gösteren İspanyollar din uğru- na engizisyon yaparlarken bu halin pek büyük ehemmiyeti varmış. O za manlarda derileri böyle dokununca kızaran ve kabaran sinirli kadınlar şeytana uymuş büyücü diye tahılır we kızaran, kabaran yerler de şeyta- nın eline alâmet sayılırmış. Bizim memlekette öyle taassup hiç bir vakit görülmediğinden bu halin ne alâmeti sayıldığıma dair hiç bir rivayet yoktur. Yalnız kızaran yere parmakla, Destur, ya Kebikeş... diye yazılarak parmak izlerinin ye- ri bir kere kızarınca bu halin büsbü- tün geçtiğini rivayet edenler olmuş- ur. Bu türlü tedavinin ne suretle te- sir ettiğini pek iyi bilmiyorsam da, derinin böyle dokununca kızarma - sma hekim dilinde Dermagrafizm derler. Bu hal en ziyade sinirli bayanlar- da olur ve daha ziyade her ayın mu- ayyen günlerinde görülür. O zaman- larda - okuyucumuzun anlattığı gi- bi - derinin üzerine herhangi bir şey le, hattâ elle, parmakla dokunuldu- ğu vakit, dokunulan yer ilkin kansız biraz sonra bembe bir renk alır. Daha sonra da üç beş milimetre yüksekliğinde kabarır. Bu hal bazı- larında yarım saat, bazılarında da- ha ziyade, yirmi dört saate kadar, sürer. », vi Kabarması mutlaka Jâzım değil- dir. Bazılarında hiç kabarık olma - dan yalnız pembelik devam eder. Dermagrafizmin en çok görüldüğü yerler, arkanım ortası ile iki omuz - larm üzeri ve göğüs tahtasıdır. Bu Dermagrafizm sinirli bayan - larda hiç ehemmiyetsiz bir şeydir. Mahsus tedavi edilmeğe de değmez. Yalnız bir sinirliliğin alâmetidir ve sinirlere bakılması lüzumunu göste- rir. Fakat sinirli olmiyan erkeklerde meydana çıkınca - o vakit iş değişir. Ozlarda alkoldan, en ziyade rakı gİ- bi kokulu alkoldan, yahut başka-tür- lü aperetiflerden zehirlenme alâmeti olur. O zaman bu halin ehemmiyeti büyük olur, alkol tesiriyle dahili if- razat güddelerinin zehirlendiklerini ve büyük sempatik sinirinin bo - zulduğunu gösterir, hem de apere - tiften derhal vazgeçmek lüzumunu anlatır. t ü Lokman Hekim T “BEN HUR,, dan Muazzam, "KLEOPATRA,,dan YÜKSEK ve 10.000 lerce figüranla 3.000.000 lira sarfiyle yapılan FRANSA verecektir. Tarihin kaydettiği en kanlı günler - Eşi görülmemiş fedakârlık ve arkadaşlık sahneleri - en güzel AŞK'ı 10 SENEDE BİR GÖRÜLEBİLEN ŞAHESER YARIN AKŞAM i P E K sinemasına şeref iHTiİLALİ * . l Briç meselesi | KEMLİN © 10.2 DV.8S & *W 2.7.6.5.3 ü ğ £| $Rr1073 10754 & * R.V, & ADES64 v 104 * A6.5.2 * A9 (8) 4 pik oynıyacak. (W) karo (D) si ile oyuna başlar. Bu eli nasıl oynamalı? * Bu meselenin halli 3 Teşrinievvel cumartesi sayımızda çikacaktır. 29 Eylül sayımızda çıkan meselenin halli A9 54 3 salp ik bel. ESEA 8. 7.6 & & DV.10 R v v D R. 3NŞ * V. 10 R 4 . 3KD :R.Z Pi & D3 AN2 Koöz kör. (8) oynar ve bütün leve- leri yaparı” Leveler: ; 1 — (8) trefl (A) ni oynar ve üs- tüne yerden karo (AÂ) nı atar. 2 — (S) karo (D) ni oynar, (W) karo (R) sini kor, (N) keser, (E) karo (10) lusunu verir, 3 — (8) pik (R)si ile el alır. 4 — (S) kör (A) nı oynar. 5 — (8) trefl (2) lisini oynar. Bu elde: a) Eğer (E) karo atarsa (S) deki (3) lü sağlanır. b) Eğer (E) pik âatarsa (N) deki pikler sağlanır. * Bu meselenin, evvelce başka me- seleler münasebetile tarif edilmiş 0- lan Viyana açmazina bir misal oldu- ğu şüphesiz anlaşılmıştır; taktik şu- dur: Hasımda bir kâğıt sağlamak ve sonra o kâğiıdı muhafaza zaruretile hasmı başka bir kâğıt atmağa icbar etmek, Yarın akşam saat 21 de TURK sinemasında 1936 - 1937 yeni sinema mevsimine KATE DE NAGY - FERNAND GRAVEY - LUCİEN BAROUX gibi 8 meşhur sinema artistinin yarattıkları BİR MAYIS GECESi Aşk, entrika, şen, zengin ve eğlenceli sahnelerte dolu pek mükemmel L a başlıyor. K maştıran bir zenginlik ve ihtişam ÇILGIN GENÇLİK Fransızca sözlü ve orijinal büyük Metro-Goldvin filmi Baş rollerde: İspanyadan mufassal haberler. Almanyada: — BU AKŞAM MELEK'de Enfes bir film ve mevzu en yeni dans - revü ve şarkılar gözleri ka - şarkılı JEAN HARLOW-WILYAM POWEL Ayrıca: Paramount dünya haberleri NURENBERG KON- GRESİ. Rusyada; . yeni manevralar Fransada; grev ve sporlar Amerika- da: Cümhurreisi, İngilterede: Kralın yeni şatosunda. Yerlerinizi evvelden aldırın. Telefon: 40868 - NİNO da temsil edeceği Bu akşam SARAY Sinemasında Istanbulda ilk defa olarak dinliyeceğimiz tatlı Nsesli meşhur ve genç tenor MARILIINInmn - “MARİA GAMBARELLİ,, nin büyük bale heyeti refakatinde cazip sahneler arasında göz kamaştırıcı bir lüks ve ihtişam çerçevesi altın- AŞK SERABİI Fransızca sözlü filminin ilk iraesi için yerlerinizi ediniz. İlâveten: Fox Jurnal. Şik Bayanlar için bu kış modaları, İspanya muharebeleri... SD Ha evvelden temin Muzadı taaffün ve deriyi takviye hassalarına malikiyeti Krem Pertevin bugünkü şöh- ret ve şümülünün bariz delili- dir. NAKiLa Şişlide Osmanbeyde Rumeli caddesindeki Kadın berberi salonumu gene Osmanbeyde Sokoni Va » kum benzin deposu karşısında Suna gazinosunun bitişiğinde ye ni yaptn'dxğxm 243 No, lu dük- kâna naklettim. ŞUÜKRU ŞAŞMAZ Gece Yarısı No, ö7 Sabahat, uyku halinde bile alış - kanlığını kaybetmiyordu; başını köl- — Mevlüt, yine benimle uğraşma, Mevlüt, korkmuş gibi omuzlarını kısarak sinmişti: — Seninle ben, nasıl uğraşırım... Senin hakkından, anan gelir! Sabahat, öfke ile homurdandı: " — Anam kadar, başma taş düş- — Bün e mi? ' Mevlüt, İclâlin kadehine rakı koy- ŞN — — Aldırmaym İclâl Hanım; - biz, — karı koca, birbirimize iltifat etmeden Sabahatin sesi, tekrar duyuldu: — Mevlüt, uğraşma benimle.., Mevlüt ta bağırdı: — Sen de, buradakilerle uğraşma... İyYuyacak mısm, sızacak misin, ne İt karıştıracaksan, yap ta, herkesi İclâl, rakısmı içince tekrar doldur- Mahmüut Yisparcl muştu: — Bir tane daha..: — Biribiri arkasmma oluyor... | — Aldırmayım... Bize, başka türlü yetişemezsiniz... Sun'ullah, yavaşça Mevlüdun ko - lundan çekmişti, dudakları arasın - dan fısıldadı: — Pek üsteleme..: — Ne var? — Sâarhoş olmasm... Konuşacağız... — Biraz çakır keyif olmadan da konuşamayız... Ne o bizim dilimizden anlar, ne de biz ona meramımızı an - latabiliriz. > — Tadımı kaçırma... İclâl, onların fısıldaştıklarımı yarı duymuştu: a — Gizli gizli neler konuşuyor su - nuz? Sun'ullah, İclâle sokulmuştu: — Gizli değil... Hele, sizden, gizli değil... — Nedir? hiç — Söyliyeceğiz ama, zamanı var... Genç kadm, merakla bakıyordu: — Ne söyliyeceksiniz? — Mühim, çok mühim bir şey... İclâlin sağina Sun'ullah, soluna da Mevlüt otürmüştu; ikisi de hem, ça- bük söylemek istiyorlar ;hem de, ne- reden, nasıl başlıyalım? diye sorar gibi biribirlerine bakıyorlardı. Genç kadın, yalvarmağa başlamış- tı: — Ben, böyle meraktan, çok sıkı- lırım... Üzmeyin, söyleyin... Karşı köşede, uyuklar gibi oturan Sabahat, birden ayağa kalkmıştı, par maklarmın ucile gözlerini uğuşturdu, saçlarmı elile düzeltti ve kıvrak bir yürüyüşle İclâlin önüne geldi, durdu. eğildi: — Bize, ben söyliyeyim mi, İclâl Hanım? Meyvlüt, Sabahati elile itti, uzak - laştırmak istedi: — Sabahat, sen karışma... Sun'ullah da, hiddetlenmişti: — Sabahat, git yerine otur... Sulu- luğun lüzumu yok... Sabahat, bir silkinişte, onların elin- den kurtulmuştu: İclâle, onu yaklaştırmak istemiyen Mevlüdun omuzu üstünden bağırdı: — İclâl Hanım, sizi aralarına al - mak istiyorlar... Pardon, sizi ,aramı- za almak istiyoruz. Mevlüt, öyle öfkelenmişti ki yeşile çalar yüzü, mosmor olmuştu; dişleri- ni sıkarak alay etti: — Bevsinler, “pardon”u da var... *“Pardon"u biliyor! Sabahat, dolgun göğsünü Ssarsan, çıngıraklı bir kahkaha kopardı: — Biliyorum ya;- ne zannettin? Sun'ullah, dik dik baktı; yerine o- turdu: — Kabahat bizde ki, seni buraya getirdik. v Sabahat, masaya yaklaşmıştı; bir kadahe rakı doldurdu, içti: — Vay küçükbey; kendi evi imiş de sanki, adam davet ediyor; adam davet etmiyor... Elindeki perdahtlı zeytin çekirdek- lerinden yapılmış incecik tesbihi çe- kerek hep dinler gibi başını sallayan Bilâlin omzuna vurdu; — Sun'ullah Bey, caka kesmeden yapamaz!.. Bunun yutkunacak, ezilip büzülecek nesi var, anlamıyorum ki, Söyle be Bilâlciğim, öyle değil mi? Bilâl, gözlerini kaldırdı, aralarmda uzun bir mesafe varmış da, uzaktan güç seçiyormuş gibi baktı; — Ben, soğukluktan hazetmem... " Elile uzaklaştırdı: — Çekil karşımdan Allahaşkma... Sabahat, kollarmı kavuşturarak durdu; endamına mağrur bir kadın hali vardı, alaydan ziyade, tahkir e- den bir kahkaha ile güldü: — Buügün, hepinizin soğukluğu ü - zerinde... Elini alnından geçirdi, esnedi, kol- larını açarak gerindi. Bilâl, ondan gözlerini ayırmıyordu: — Sen, içeride bir yere kıvrılıp yat sana... Sabahat, kaşlarımı çatarak, gözbe- bekleri şimşeklene şimşeklene baktı: — Ben, kıvrilıp yatarsın... Bilâl, tesbihini cebine koydu, ağır ağır ayağa kalktı, Sabahatin koluna girdi: — Güzelim, aslanım... Uykusuz - sun... Git yat.. Sabahat, onun kolundan - sıyrıldi, masaya döğrüu gitti: — Çekil, istemiyorum... Yaklaşma bahna... Bilâl, gülümsiyerek, ona yaklaşı - yordu: — Sözlerimi yanlış anlıyorsun, Sa- bahat... Uykusuzsun, Yavrum; uyku- suzluk başma Vurdu... İçeriki odaya git, biraz uzan... Evet, kıvrılma, u - zan, yat... Sana, kıvriliıp yat, dedim- se, Balondaki kanapeye, insan ancak kıvrılıp yatabiliyor da, onun için söy« ledim... Pek boysuz da değilsin ki, kıv rılmadan yatabilesin!, Uzan, da de- Bem, gene kıvrılıp yatacaksın... Doğ- ru lâfa kızılır mı hiç? Bilâlin, kayıtsız, kayıtsız söylenişi- ne herkes gülmeğe başlamıştı; Mev- lât, Sabahatin kolundan tuttu, tatlı bir sesle: — Sabahat, sen git yat, biraz... de- di. Sun'ullah da, Mevlüda yardım edi- yordu: — Bir saat kadar, kestir... Kalkın- ca, içmeğe, dahâ idmanlı olursun. rsun ya? Sabahat, dudak büktü: — Ben, sizin kadar içki meraklısı değilim... Mevlüt, başInı sallıyarak tasdik e- diyor: — Elbette... Elbette.., Ona ne ştip- he... Bilmez miyiz? (Arkası var|)