Çanakkale muharebesi Atatürk “Ça nakkale muharebesini anlatıyor © Arazi müsait değildi, hayvanları bıraktık yaya yürümeğe “başladık 1 — Neyle gidiyorsunuz efendi? — Ben, atla?... Bu kumandanlarda|.... atların üzerinde tabii, Biz hepimiz kıt'anm başımda gidiyoruz. Onlar ya- ya gidiyorlar. Bu zat kayboldu. Ön- dan sonra batarya kumandanını Te mur ettim. Bu da başmı alıp “Koca- çimen” tepesine kadar gitmiş. Delâ- letinden istifade edilemedi. — Yani müşkülât. Muharebenin kurşunlardan, güllelerden evvelki st - kmtıları! — Evet. Bizzat yol bulmak ve müf Tezeyi oradan sevketmek suretiyle Kocaçimen tepesine (gittim. Şimdi “Kocaçlmen,, tepesini tasavvur buyu- run. “Kocaçimen,, şibihcezirenin en yüksek tepesidir. Fakat Arıburnu noktası zaviyei meyyite içinde kaldı- ğından buradan görülmüyor. Şimdi gu haritaya bakalım. Gene, şal örtülü masanm başma geçtik. Ve 12 nisan muharebesine avdet ettik. Paşa: — Binaenaleyh, diye başladı, an- hyorsunuz ki, oradâ denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiç bir şey görmedim. Düşmanm karaya çıkmış piyadesinin henliz oradan w- zak olduğunu anladım. Efrat o müz- kül araziyi bilâtevakkuf katetmek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş um- kü pek ziyade derinleşmişti, Alay ve batarya kumandanma efradı tama- men toplayıp küçük bir istirahat ver-|*” melerini söyledim. Denizden mestur olarak 10 dakika kadar tevakkuf e- decekler, sonra beni takip edecekler- di. Ben de, orada bir Abdal geçidi vardır, O Abdal geçidinden “Conk.. bayırına gidecektim. Yanımda yave- rim, emir zabitim ve sertabib ile o- ralarda tekrar bulduğumuz fırka ce- bel topçu taburu kumandanı olduğu halde evvelâ atir olarak yürümeğe teşebbüs ettik, Fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık. Yaya o- larak “Conk bayırı, na vardık. Şim- di burada tesadüf ettiğimiz sahne en enteresan bir sahnedir. Ve vakanm en mühim anı bence budur. Sahilin tarassut ve teminine me- mur oralarda bulunan bir müfreze! efradmm “Conk bayırı, na doğru | koşmakta, kaçmakta olduğunu gör- dim, Size şu muhavereyi aynen oku- yacağım. Bizzat bu efradın önüne çi- karak: (Okumağa başladı) — Niçin kağıyorsunuz, dedim. — Efendim, düşman dediler. — Nerede? — Iste, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. (Defteri bıraktı) Filhaki- ka düşmanın bir avcı hattı 261 ra- kımlı tepeye yaklaşmış ve kemali ser- bestiyle ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: (Gülümse- di) Ben kuvvetlerimi bırâkmışım ef- rat on dakika istirahat etsin diye. Düşman da bu tepeye gelmiş. Demek /.... emrettim.. Yanıma gelmiş olan alay tabur ... kumandanı yüzbaşı Ata efendiye bütün taburu ile bu bölüğü takviye ederek 261 rakımı tepe üzerinde dilşmana taarruz etme- sini emrettim, Cebel bâtaryasma “su yatağında,, mevzi aldırarak dilşman i piyadesi üzerine ateş açtırdım. Dere- İye saptığı için biraz geciken diğer bir taburu,kumandanı üzerinden açı larak taarruza iştirak etti. Bundan sonra idi ki, alay kumandanına bü. tün alay: le benim teveih ettiğim İs- tikametlerde düşmana taarruz etme- sini emrettim. — O esnada nerede dunuz? — Ben de bataryanm yanmda idim. — O bizim ilk »lav saat kaç sula” rında taarruza başladı? , mel alayın taarruza başla” ması, durun size söyliyeyim, (defte- rine baktı ve) öğleden evvel saat on raddelerindeydi. O esnada ... nci fırkaya mensup süvari zabitanmdan mülâzimevel Salih efendi yanina geldi. Ve ... nci alayım “Kocadere, garbindeki sırtlardan (Kemalyeri) üzerinden düşmanla muharebeye baş- ladığını haber verdi, O zabitle mez- kür alay kumandanma, düşmanın 80l cenahıma taarruz etmekte olduğumu, .onci alayın da karşısmdaki düşme na taarruz etmesini, henüz “Bigalı, civarında bulunan 19 ncu fırka kıs- mı küllisini Kocadere istikametine celbedereğimi, bu emri kendisine isa) eden süvari mülâzimi Salih efendiyi tekrar nezdime İade etmekle beraber benimle dalma irtibatı muhafaza et- mesini, muharebeyi “Conk bayırın- dan idare edeceğimi emrettim, bildir- dim. “Bigalıda” bulunan fırka erkâ- nı harbine de emir atlısıyle bir emir gönderdim. Dedim ki: İzzeddin bey: Alay ... “Maltepe ve takarrüp et- mesin, Sıhhiye bölüğü “Kocatepe”ye gelsin (hepsi) alay... “Kocadere” şarkına takarrlip etsin. Ve bu raporu üçüncü kolordu kumandanına veriniz. — O raporu, askeri bir mahzur görmüyorsanız, istinsah edebilir mi- yim efendim .Çünkü harp meydanm- bulunuyor- İda hemen o müthiş vakalar cereyan etmekteyken şiddet ve heyecanla ya» #ılmış canlı ve kıymetli bir harp ta- rihi vesikası olurdu. — Hay hay, bunu verebilirim, ya- ZNIZ. Uçüncü Kolordu Kumandanlığıma Arıburnu şimalindeki sırtlar: Saat Dakika 12 Nisan 10 Zevvle Düşmanım karaya çıkmış bulunan piyadesi “Arıburnu” ile “Kabatepe, arasında bir buçuk kilometre kadar bir cephedeki gmrtları işgal etmiştir. nci alay düşmanı şark cephesin- ki bana benim askerlerimden daha yakın. Ve düşman benim bulundu- Zum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyete duçar olacaktı. O za - man, artık bu, bilmiyorum, bir mu- hakemel mantıkıye midir, yoksa sev- kitabii ile midir, bilmiyorum, kaçan | efrada: “Düşmandan kaçılmaz,, de- dim. — Cephanemiz kalmadı, dediler. — Cephaneniz yoksa süngünüz var dedim. Ve bağırarak bunlara sün- gü taktırdım. Yere yatırdım. Ayni zamanda “Conk bayırı, na doğru k lerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradınm “Marş marş” la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatmca düşman ef- radı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır. Bir koca muharebenin ufacık bir Jâhzaya bağlı olduğunu, hattâ bir memleket hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye düştüğü nü o dakikayı görür gibi canlanmış bir ifadeyle duymak insanın tüyleri- Bi ürpertiyordu. Mustafa Kemal paşa dedi ki: — Kolun başında bulunan bir bö- Mik yetişti. Bu bölüğe cephanesiz bö- Miğü takviye ederek ateş açmasını de sekiz yüz metre mesafede işgal e- diyor. Düşmanın tamamen $ol cena- hmda altı yüz metre mesafeden ta- arruza başladım. Yalnız piyadeden ibaret olan düşmanı bir alay tahmin ediyorum. Muharebe devam ediyor. Bir sant kadar ateş mukarebesinden sonra düşmanm 261 rakımlı tepeye kadar ilerlemiş olan kıtaatını ricate başladığı görüldü.,, Işte raporun size verebileceğim kadar kısmı bu. Gene hikâyemize devam edelim, olmaz mı? ... mel alay, verdiğim emir Üzeri- ne şiddetle takip ediyordu... nci alay kumandanmdan emrimin almıp alm,- madığına dair bir haber gelmedi. Bu- nunla beraber gerek bizzat, gerek ya- nımdaki zabitlerden tarassut için ile- ri gönderdiklerimin neticei tarassüdü muzdan bu alaym da taarruz etmek- te ve ilerlemekte olduğunu anladım. —— ———— —— Yugoslavyada büyük bir yangın Belgrad, 21 (Tan) — Yugoslav Makedonyasının Dâkovo kazasının Satnitsi köyünde çıkan büyük bir yangında pek çok ev yanmıştır. Za- rar çok büyüktür. Gelen haberlere göre, insanca da zayiat varmış. TAN Çanakkale muharipleriyle başbaşa Geliboluda her karış toprak bir şehit Mehmedcik âbidesidir Ne tarafa baksanız muhakkak umumi harpte şehit olan Mehmedciğin bir parçasını görürsünüz (Sureti mahsusada Çanakkaleye gönderdiğimi z arkadaşımızdan! Çanakkale, 21 — “Kilitbahir, e çıktığımız zaman; şiddetli bir yağmu ra tutulmuş gibi, sırıl sıklamdık, Sü- atte on mil süratle akan Boğazm ana forlu suları bizi, Çanakkaleden kar- şgiıya geçirinceye kadar, bize hayli he yecanlı, fakat o nisbette, zevkine do- yum olmıyan dakikalar geçirtti. Anadolu yakasmdan Rumeliye bu geçiş bana eski bir Osmanlı şairinin. o gün için belki bir mânası olan şu iki mısramı hatırlattı: “Keramet gösterip halka suya sec - cade salmuşsm | Yaküsın Rümelinin desti takvâ ile) alnışsın!,, Arkada bıraktığımız uzun seneler, © geçişle bü geçiş arasında ne derin farklar olduğunu, bir bakışla kestir- mek için bize yetiyor. Bir devir varmış ki, o devirde, bal ka keramet gösterilir. Suya seccade salmarak, bir yakadan öteki yakaya geçilirmiş. Vaktile; şahısların göster diği bu kerameti, şimdi bir millet gös teriyor. Bir zamanlar, kıyılarında ser best yaşamak hakkından bile mah - rum edildiği bir toprağa, yeniden bay rağını dikmek ve askerini geçirmek kutluluğuna eriyor. Çanakkalede savaşanlar arasında (Kilitbahir)in küçücük kahvesi, es ki Çanakkale savaşlarında, vazife al. mış mütekait zabitlerle dolu idi. Bun lar arasmda, Akbaş istihkâm park kumandanı Osman Hilmi ve topçu yüzbaşısı Hasan Tahsinle tanıştım. “Akbaş,, cephaneliğini, düşmanm elleri arasından ve gözleri inde?! Anadoluya geçirmekte en büyük ro- Vü olan Osman Hilmi, bana bu men- kibeyi baştan sonuna kadar anlattı. Yüzbaşı Hasan Tahsin, top başm- da, sakatlanan gözlerinde mavi göz - lüğü ve halâ kuvvetini kaybetm imanlı sesile bana, eski Çanakkale- nin tarihini çizmeye çalışırken as- keri müzede, bir yeniçeri, apansız canlanmış, yaşadığı günlerin heye- canmı hikâye ediyor sandım. Kahvede oturanların hepat ihtiyar değildi, Dünün Çanakkalesini yapan- larla, yarının Çanakkalelerine hazır- lananlar, bir arada idiler, Hasan Tahsin, anlatıyordu: — Harp başladığı günler, Derman burnunda, 12 inci batarya kumanda- w idim. Daha sonra, Namazgâhta 10uncu ba- tarya kumandanlığını yaptım. En ni- hayet Domuz derede ayni vazifemin başına geçtim. Azrail, kanatlarım aç mış, etrafımızda dolaşırken, ölüm, ne acayip günlerdi o günler, hatırı - za bile gelmiyordu. Düşman S“roz körfezinden aşırma endaht yapıp, bi- zim tabyeleri gümbür gümbür 5 - verken, biz aramızda şakalar yapar eğlence, cünbüş içinde vakit geçi - rirdik?,, Buve nerede battı? Bu sırada, Hasan Tahsin ile bir başka mütekait arasmda, Fransm arhlısı Buvenin battığı yer hakkım. da ihtilâf çıktı: Birisi, Buvenin Akyerler'de battı- ğı söylüyor, öteki de; — Hayır canım. Bilmez miyim ben, karanlık liman önlinde battı! di ye ısrar ediyordu. Çanakkaleye, ordunun yeniden gi- rişi, çoktan köşelerine çekilen bu mü tevekkil, ferağat sahibi, insanlara, âdeta gençlik aşısı yerine geçmişti Mümkiin olsa ve kabul edilecekierini bilseler, hiç durmadan, kimi bâtarya- smm başma geçecek, kimi siperinin içine girecek, kimi de, kılıcını eline takıp bombasını eline alarak, saflar arasma karışacaktı. Türkün hiçbir yaşta ölüm kabul etmez bir millet olduğunu anlamak için bu, altmışını, yetmişini aşkın | rg kısaca söyletmek kâfi ge- Kilitbahirde bir de şehit karısı karşımıza çikti. Kadıncağız, öyle coşmuştu ki, dur madan söylüyordu: — Dört çocuğum var, dördü de feda olsun Çanakkale uğruna!.. İs- terlerse, ben de giderim. Allaha şü- kür, gücüm yerinde!.. Sırtımda cep- hane de taşıyamam imı? İki yaralıya bir matra su da mı veremem!.. Beklemek için vaktimiz olsaydı, Zehra Kadin daha kim bilir neler atacaktı. Kilitbahirden istemeye İstemeye ayrıldık. Bizi bir zafer müjdecisi gi- bi karşılıyan halk, ardımız sıra, İs- keleye kadar indi. Otomobilimizle artık Maydos yolunda uçar gibi gi- diyoruz. Eski Çanakkale harbine iştirak edenlerden Süreyya, yolda geçtiği « miz yerler hakkında bana izahat ve- riyor: — Gördüğünüz e köy, Maydostur. Çanakkale muharebesinde tamamile yanmıştı. Hattâ, şu yıkık bina, has- tane idi, Yandığı zaman, içinde bir- kaç yaralımız da vardı. Hiçbiri kur- tarılamadı. Maydostan sonra Kilyaya geldik. Süreyya, yine anlatıyor: — Barbaros, işte şu sahillere #0- kulur, Ariburnundaki düşman gemi- lerine ateş ederdi. Istiklâl Harbin - den sonra, buraları Fransız işgalinde idi, Daha sonra, İngilizler karargâh kurdular. Toz ve misket! Bozuk bir yoldan, tepeden tırna « ğa kadar tozlara bulanarak gidiyo - ruz. Bir aralık arkadaşlardan biri, tozdan şikâyet edecek oldu. Süreyya, acı acı gülümsedi: — Ya, Mehmetçik, me desin ki, bu çorak topraklarda, yıllarca üğ- raştı, biz ter dökerken istırap çeki- 'oruz. Fakat Mehmetçik, ter değil, kandöktü. Toz değil, şarapnel mis « keti yedi. Geçtiğimiz küçlik tepelerin hepsi de toprak... Gelibolu yarımadasmda, kayalık arazi yok gibi.. Arada bir yalçın uçurumlar, yarlar, görüyoruz. Meselâ, şu Maltepe... Ne çetin, ne â- rızalı bir yer... Süreyya: — İşte, diyor, Atatürk, Anafarta- lara geçmezden önce, bu tepenin etek lerinde teşkil edilen ihtiyat fırkası - nın başmda bulunuyordu. Geçit yerlerinde sik sık, küçük lev- haler var. Üzerlerinde bir ok işareti ve yanımda şu yazı: — Kâmâlyerine gider! ... Bütün yollar, vaktile nasıl Roma - ya çıkarsa, Gelibolu yarımadasmda da bütün yollar Kamâlyerine çiki- yor. . Solumuza Kabatepeyi alarak yo - kuş yukarı tırmandık, Birkaç dakika sonra İngiliz mezar lığı göründü. Fakat. burasını, bana, dağ başm- dm. Çanakkaledeki Meçhul Asker ia şe lr klar aa “ “Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın" da hususi yetiştirilmiş bir çiçek bah gesi diye tanıtmış olsalardı inanacak tım, Mezarlığa benzer hiç bir tarafı nı göremedim. Küçük taştan, levha- ların başladığı yerden biraz İleride kocaman bir beyaz sütun yükseliyor du. İngiliz mezarlıklar omemuru, Mellington, anlattı: — Mezarlık, Tekçam mevkii Üze- rindedir. Biz bunun İngilizcesini ala rak adma Lane Pine diyoruz. İngi- liz askerleri, bu sahayı işgal ettikleri turihte, tek bir çam âğacı vardı. Bu uğaç, harpte parçalanmıştı. Sonra biz bunu sun'i olarak yeniden yetiştirdik. Fakat, geçenki Yırtımada kurudu. ” Vakia, mezarlıkların orta yerinde, dalları sararmış bir çam ağacı göf- dük: Yeşil top fidanların arasında, silinen bir eski şöhret gibi yıkılmak için bir rüzgâr darbesi bekliyordu. Bütün mezarlık, baştanbaşa kitabe ile dolu idi. Her kitabenin altında bir İngiliz muharibinin iskeleti yatıyor. Adları belli olan, olmayan, 086 ör lü, bu âbidenin küçücük bahçesi içi- ne sıkışmışlar. Halbuki Mehmetçik - ler, biraz da serazadliklarından ola- cak, Yarımadanın her köşesine öyle bir dağılmış dağılmışlar ki, hangi toprağı eşelesen, kazma, onlardan bi» rinin ya koluna, ya ayağına, ya kafa tasma rastlayacak. Bütün bir Yarım ada, başlıbaşma Şehit Mehmetçiğin mezarı... Tüneller gösteriyorlar. İngilizlerle aramızda geçen harplerin en dehşetli lerile bu tüneller vasıtalık etmişler. İki taraf ta, gizlice tünel kazıp, an- sızın düşman siperlerine kadar soku- tuyor ve bunları, patlayıcı maddeler- le doldurup geriye çekiliyor. Düşman, gafil davrandı mı, tünel- de korkunç bir patlama ve arkasın - dan bütün bir mangunm çöken bir tü nel ankazı altında kalışı... İngiliz siperlerile Türk siperleri, burada âdeta, el sıkışılır vaziyette, karşı karşıya! ğ Ve nihayet Cesarettepe üstünde Mehmet Çavuş âbidesi!.. Meçhul Mehmet Çavuşun bu tepe- nin üstünden bütün cihana, karşı, öyle mütevazi bir meydan okuyuşu, omuz.-silkip, dudak bükerek öyle bir “adam.. sen de!” deyişi var ki, an cak Mehmetlerde görülür. Hem bu Mehmet Çavuş, belli ki burada ev sahibi!.. Rendisine misafir gelenlere. bu misafirlik, onun canı ve kanı ba- hasına da olsa, Yine evinin en güzel 2.1.8880 es SAĞLIK ———— —— ÖĞÜTLERİ Yayla havası Istanbulda biz, hemen hemen deniz kenarı havasını biliriz. Oturmaya elverişli en yüksek tepemiz Çamlıca, onun da yüksekliği ancaküç yüz metredir. Buna da yaylâ veya dağ demek caiz olamaz. Anadolunun birçok yerlerinde ya- an şehirlerden ve kasabalardan yay- lalara çıkmak pek güzel bir âdettir. Zaten insanların yazm hava tebdili yapmaları âdeti böyle yaylâlara çık- makla başlamıştır. Kışm havanın şid detine karşı vadilerde, alçak yerlef- de barınan insanlar oturdukları yer- leri kirletmişler,oralarda sıkılmışlar, yaz gelince yüksek yaylâlara çık - mak ihtiyacını duymuşlardır. Pek yüksek, altı bin, yedi bin met- re yüksekliğinde yaylaların iklimin- de büyük hususiyetler vardır. Fakat Anadolunun yaylalarında bu kadar yükseklik arandamaz, oradaki yayla- lar ancâk sekiz yüzle iki bin metro a- rasında yüksekliktedir. Onların da iklimi her yerde büsbü- tün örnek olamaz, Bir kere yayla» nın 'az veya çok yüksek olması ikli- mini de az çok değiştirir, sonra yay- lalarm bazısı daha çok kurak, bazı- suda az çok rütubetli olur. Bununla beraber raylaların hepsi- ni biribirine benzeten, hepsinin arâ- sında müşterek iklim vasıfları var - dır, Her şeyden önce, yayla demek, ufki, düz bir satıh demek olduğun- dan orada güneş vadilerden daha er- ken doğar ve daha geç batar. Güneğ- ten en çok istifade eden topraklar yaylalardır. Gün yaylalarda daima da ha uzun olur. Sonra, yayinda gündüz sıcaklığı ile gece sıcaklığı arasmda fark azdır. Çünkü vadilerde, kenarlardaki yük- sekliklerden gelen güneş sksiyle ha- va daha ziyade ısmır, sıcak hava da» ha ağır olduğundan vadinin dibine, çöker, onun yerine gece daha soğuk bir gelir. Onun için vadilerde gece ile gündüz arasnda sıcaklık farkı daha ziyade olur ve İnsanlara sıkmtı verir. Yaylalarda böyle şey yoktur. Yayla hem gündüz fazla sınmaz, hem de geceleyin fazla 80 - ğumaz. Yaylalarda aker sa bulunmadığın- aitse işime in e EE : lutlar az olur. Bu da yayla havasi nm daha İyi olmasına hizmet eder. Fakat buna karşılık yaylada içecek ve kullanacak su, bulmak güçlüğü karşıya çıkar. Yaylaların etrafında dağ bulunma masmdan dolayı oralarda hava her istikamette, serbestçe ve daima eser bazı yaylalarm üzerinde dört türlü hava estiği görülmüştür. Yaylalar - dan başka her yerde, bir yıl içinde en çok esen “hâkim” rizgürlar bu « lunduğu halde yaylalarda böyle hâ- kim rüzgârlar yoktur.Yayla her isti- kamette gelen havaya açık bulunur ve bundan dolayı orada hava daima temiz ve daima saftır. Yaylâ havası “miinebbih” havadır, Yaylada oturan İnsanlar daha dinç ve daha kuvvetli olurlar. Onun için tarihte “cihangir, diye tanmmış İn“ sanlar hep yaylalardan inmişlerdir. Yayla havası havaların en iyisi- dir: Gençler için, kansızlar, zayıflar, boyunlarında yumruları olanlar, ha» fif veremliler, hastalıktan yeni kal « kanlar için. A Yayla havası havaların en fenas- dır: İhtiyarlar, tensiyonları fazla, sinirli, kan çıkarmaya istidatlı ve « remliler, pek ziyade erimiş hastalar için... ———— Bulgaristanda seçim Sofya, 21 (Tan) — Seçim kânunun da yapılacak değişikliklerden ve inti hap tarihine kadar olan müddetin de pek kısa olmasından dolayı 'Teşrini- evvel içerisinde yapılacak serbest me bus intihabatı tehir edilecektir. köşesini onlara ayırmaktan kendisini alamamış! Mehmet Çavuş âbidesi de, va Mehmetçikler gibi uzun sözü #e yor. m var: i 4 j i yazı olarak yalnız ş8 “Arburnuna ve Sedâilbahire çıktık lari gün, | “25 Nisan” 1015” ve bugünkü dostuna, karşı işte i kadar paziktir de... Geldiler ve gitti, ler.. Fakat nasıl gelip niçin gittiler” Mehmet Çavuş, bunun anlatı! tarihe bıraktı. Salâhaddin GÜNGÖF