D 284 6- 835 BENCE İç turizme Onem vermeliyiz Cumuriyet devrine kadar, memleketimizde yol namına he men hiç birşey bulunmaması, yurdun ancak bir kısmında işle- yen trenlerin Türkün değil, fa » kat yabancıların flaydalanması - na hizmet etmesi, şehir ve kasa- balardaki otel ve han gibi yerle- rin pek kötü bir halde bulunma- sı, yollarda ne can, ne para gü- venliğinin kurulmuş olmaması yüzünden memlekette gezicilik yok gibi birşeydi. Halkın pek büyük bir çoğun- Tuğu doğduğu yerde büyür, doğ- duğu yerden başka hiç bir şehir görmeden, ölürdü. Bu bitki ha- yatı, ulusumuzu paslandırmış, hareket enerjisini kaybettirmiş ve uyuşturmuştu. Memlekette güvenliğin çoğal Ması, yolların artması ve hele demiryollarının devlet elinde, halkın ve memleketin asığlarına uygun bir şekilde işletilmeye baş Janmasından beridir ki bizde ge- zicilik hevesinin, yavaş yavaş, derece derece, uyanmaya başla- dığını görüyoruz. Bununla bera- ber geziciliği kolaylaştırmak için ne kadar tetbir alınmış ve imkânlar hazırlanmış olursa ol- sun, asırlarca sürmüş bir uyuşuk Juk alışkanlığının çalışmaları - mızda en büyük engel olarak karşımıza çıkacağını unutmıya- lum. Gereken bu alışkanlıkla sa- vaşmak, bu pasları silmek, bir kelimeyle turizm propagandası yapmaktır. Memleket içi turizmi için he- nüz böyle bir propaganda ve ör- güt girişimine başlamış, deği - liz ve bu alanda ise büyük işler görmeye imkân vardır. Bence pratik olarak tutulma- sı lâzımgeler ve tutülabilecek olan yol sudur: Devlet Demiryol Jarr, memleket içinde bir turizm organizasyonu meydana getir - şimdilik ıl_:ürün büyük şe - B UŞ açaak dlbigağönenleitm bisileiEte siki, hafta,bir ay devam edetek toplu ve ucuz geziler hazırlamalıdır. ,, Gezi merkezleri olarak başta Ankara olmak üzere, İstanbul ve İzmir seçilebilir. Bir doğu şehrinde oturan yurddaşlarımıza, pek az bir para ile Ankarayı veya İstanbulu gör mek, bü şehirlerde bir müddet kalmak imkânı verilse bu fırsat- tan faydalanmaya koşacakların sayısı herhalde pek çok olacak - tır. Herşeyden evvel turistlere bir hafta veya iki haftalık gezi - leri için, otel, tren, otamobil, ye mek, içmek, bütün harcalar için- de olmak üzere, toptan lâzım olan paranın mikdarı bildirilme- lidir. Uzak bir Anadolu kasabasın - da oturan bir yurddaşımız, bir iki haftalık bir geziye çıkmayı | , ister, fakat, çoğun, bunun ken - disine kaça mal olacağını kes - No, 40 YOSMA! Etem İzzet BENİCE «« Para bir şey değil. Ancak bu ağrılarınız beni de üzü- 'yor, Buradayken bir şeyiniz kal O mamıştı.. Dedi. Doktor bunları söyler - ken gerçekten içten bir sızı du - yarak söylüyordu. Onun gençli ğine, güzelliğine, yaradılışında- i üstünlüğe, gölgeli, iri kirpik |hi, simsiyah gözlerindeki ateşli- ğile bakarak sızlanıyordu. Doktor, derdini anlatırken bile bütün kıvraklığını, civelekli ğini üstünde taşıyan ergen kı - zın bakışlarma gözlerini düğüm lemiş, dalgın ve bir gönül tutuk- luğile bakar, söylerken dokto - rTun sözlerini karşıladı: — Sahi doktor yurdda iken çok iyileşmiştim. Hem sizinle ne iyi arkadaş ve tanış olmuş - tuk. Hiç sıkılmıyordum. Uzun Aazun konuşuyorduk. N Derdime ortaklık ediyordu « b aa A, Bulmacalarımız öz türkçedir. Şek- limizin boş gözlerine karulıklarını yer deştiriniz. Yedi gün arka » kaya bul- macamızı doğru çözülmüş olarak gön- derenler arasnıda kurga çekiyoruz. Armağanlar veriyoruz. Bulmacaları- mızı istediğiniz gün çözmeğe başlaya- bilirsiniz elverir ki yedi gün arka ar- kaya çözülmüş olsun. Karşılıkları “İs- tanbul (Tan) bulmaca servisine yol- layınız. e Yeni Armağanlarımız Birinciye: Atatürk resmi İkinciye: aZrif bir cüzdan, Üçüncüye: Bir stilo Dördüncüye: (Güzel bir koku Beşinciye: Bir not defteri veya si- nema artistleri albümü. ıe:ıson ö .E ” gel SOLDAN SAĞA : 1 — Her sabah okuduğunuz şey 11 2 — Beygir (2). Memleket (2). No- ta (2). lâhim (2). $ — Erkek (2). Bir oyun (5). 4 — Yatak (5). Akıl (2). Büyük baba (4)4 6 — İşte (2). Mahamti (6). 7 — Çalgılı lokanta (6). B—Dahil (2). Bir meyva (3). Dem (2). 9 — Nota (2). Kenar (3). Nata (2). 10 — Duman Iekesi (2). İstilhanı (2). Akıl (2). 11 — Kuşun eli (8). Park (5). 'YUKARDAN AŞAĞI 1— Bir av hayvanı (6). Kemiğin içindeki (4). 2 — Beygir (2). İman (5). Şart e- datı (2). 3—Yet (2). 4 — Hançere (7). Valide (3). S— Kırmızı (2). Bir vilâyetimiz (4) Vükim (2Y z aĞ dK üY 8 — Ücret, vücut #suyu (3). Geniş değil (3). 9 — Damen (4). 10 — Duvar (3). Hedef (4). l — Köpek (2). Sada (3). Büyük valide (4). tiremediği ve kesesine güvene - mediği için çekinir. İşte, bir tu- rizm bürosunun tertip edeceği toplu geziler, ona bu kolaylığı göstermiş olacaktır. Bugün bütün medeniğ memle ketler bu usulün büyük faydala- Tını görüyorlar. Küçük ölçüde olsun bir deneyelim. Alacağı - mız sonuçların önemi, bizi bu yolda daha büyük bir gayretle çalışmağa sevkedecektir. Yaşar NABİ Güvenlik — emniyet; geri — se- yahat; çoğunluk — ekseriyet, bitki asığ — menfaat; örgüt — irişim — teşebbüs; harca — masraf ; Çoğun — ekseriya: 80- NüÇ — netice; önem — ehemmiyet. nuz. Hastalığımı unutturuyor- xju:ııı:. Belki de sizden ayrıldı- Bim için yine bu dert ba- şıma bindi! Bu sözler bir ok gibi dokto- Tun yüreğine işledi ve onun her vakitki gibi durgun bakışlı göz- lerinde bir kıpırdanma yarattı. Güney'in elini avuçlarının içi- ne aldı, korkulu, üzüntülü, te- reddütlü bir içten coşuşla avuç içindeki bu minik, sıcak, yumu- şak elleri sıktı sıktı: — Doğru Güney, biribirimize çok alışmış, çok ısınmıştık!.. Dedi. Güney'in gözlerinde de birden bir parıltı yandı: — Hakikat mi doktor? Siz de mi böyle düşünüyorsunuz?. O, her vakitki ağır yapılı, ta- ne tane konuşan, söyleyişinde yüksek bir bilginlik otoritesine dil, duruşunda bu otoriteye gü- ven veren ak saçlı doktörun yü- zünde gülümseyen bir değişiklik oldu: <— Gerçek öyle... Dedi ve.. karşılıklı iki bakış biribirine bağlandı. Bu bağlanış ta biribirlerinin kalbini ve bü- « Fabrikası... Bizce ulus için tam erkinlik: Ekonomsal erkinliğe bağlıdır... Bellidir ki, ekonomsal erkinliğe iye (sahip) olmayan her hangi | bir ulus, yarr sömürge haline düşer. Şairin dediği gibi : Sana senden gelir bir işte an- cak dad lâzımsa Bu gerçekliği bir an gözden uzak tutmayan Türk cüumuriye ti, yabancı fabrikalardan kurtul mak ve yabancı ekonomsal bo - yunduruğa düşmemek için plân İr, özenli, yüksek teknike daya- nan programı ortaya attı. Ulu - sun bütün ekonomsal ihtiyaçla- rını kotarmak kararını verdi. Bir kaç yıllık metodik bir ça- lışma hemen yemişini verdi. Şe kerimizi, kumaşlarımızı, hemen her îîml kendimiz yapıyo - ruz, Ülkenin her bucağında gök lere yükselen fabrika bacaları, arı kovanına benziyen büyük fabrikalar ve tezgâhlar bize; eko nomsal kurtuluşumuzu müjde » liyen ünlü tanıtlardır. Fabrika- ların kurulduğu, yeni çalışma ve zenginlik kaynaklarının açıldığı bayındırlık alanında her gün bi raz daha ileri gidildiğini göre - rek sevinç ve kıvanç duyuyoruz. Bizim neslimiz, ekonomsal kö leliğin ne demek olduğunu bi - lir. Daha bir çeyrek yüz yıl ön- ce, Avrupa fabrikalarının sürü- tü (mahreci) daha doğrusu ha- rTaç verici değil miydik? Kazanç larımız, hep Avrupa kasalarma gitmeyor mıydı? Topumuz, tüfe ğimiz, çorabımız. sözün kısası her şeyimiz yabancı malı idi. O leri hatırlatmak, bugün- kü büyük işin değerini anlama- ğa yarar, . Bize bu sevinçli satırları yaz- dıran şey: Kayseride kurulan kocaman dokuma fabrikasının bir temmuzda işlemeğe başlaya cağı hakkındaki haberdir. Fab- ikanın büşün hadırlıki bit-. . Her uuıı saatte 1500 işçi ça lışacak ve günde üç devir olarak 4500 işçi işliyecektir. Fabrika bir yılda beş milyon kilo pa - muk harcayacak ve 30 milyon metre pamuklu bez dokuyacak » tır, . Devrimizde ekonomi siyasa - nin başlıca temelidir. Firenkler buna ekonomi politik derler, Her ulusun yaşayışı, yükseliş ve geli: . Bugünü ve yarını hep ekono - misinin iyi yönetimine bağlıdır. Batıda iç sıyasa bir ekonami me selesidir. Çünkü sıyasal partilerin proj ramlarındaki en büyük ıyınlırı: ekonomiko - sosyal nol dır. Sağ partiler liberal ekono- mik rejim ve durumun devamı - na, sol partiler ise, değiştirilme- sine tarafcıdırlar. Dış sıyasada da, uluslar arasındaki - ilgilerin Bu karşılıklı bakışlar çözülün- ce Güney'in yüzüne güneşin do- ğuşundan rengini alan bir kızıl- lık dağıldı ve.. ilk sözü: — Sizi kendizile çok oyala- mıyayım doktor. Hastalarınız var, Bir -ışka gün yine gelirim, Şimdilik esenle kalm.. Oldu. Doktor kıvrak, yumu- şak, tatlı, değişik bir sesle: — Yoo.. hayır.. hastalar bek- lemez. Diye karışık kelimelerle baş- Iryan bir cümle yaptı ve., devam etti: — Size şimdi bir reçete yaza- yım, Onu yaptırırsınız. Belki ağrılarınızın dinmesine yardım edecektir. — Peki doktor!. Doktor üç dört dakika sonra reçeteyi yazdı, verdi: — Günde üç tablet!. — Yemeklerde mi? — Sabah, öğle, akşam. Ye- meklerden birer saat sonra., . —— Hemen yaptırayım., Hergün 5 Söz KIRKINCI LISTE 1 — Maznun — Sanık 2.— Şahit — Tanık 3— Hurafe — 1 - Urasa 2 - (Evham ve hayalât) Sa- nıka Örnekler: 1 . Halkı urasa- lardan kurtarmak lâzımdır. 2 - Biz hesaplarımızı sanı- kalar üzerine kurmayız. 4— Hassasiyet — Duyganlık Örnel. Gazeteler hav. sav. gası işinde büyük bir duy- ganlık gösterdiler. 5 — Şayanı dikkat — Dikkatde- ğer Örnek: Uslübunuz dikkat » de“er bir gelişim içindedir. Not: Gazetemize gönderilecek ya- zılarda bu kelimelerin osmanlıcaları nin kullanılmamasımı rica ederiz. BAA AAA ——— aa z (münasebet) temeli ckonomiye dayanır. Hele şimdi, karşılıklı alış veriş sistemi, devletler ara sındaki ekonomsal ilgilerin ana çizgisidir. Eskidenberi iki kömeye ayrı- lan ekonomiciler zamanın etki- si ile bir çok noktalarda birleşti ler, En liberal milletler &cono- mie dirigöe yoluna girdiler. A- merika, İngiltere gümrüklerini sım sıkı kapadılar. Sosyal ve ekonomsal bir ta - kum yasalarla ferdin çalışması- na engeller çıkardılar. Kapita - lin (sermaye) uslara (akıl) şaş kınlık verecek rakamlara çık - masına karşı tedbirler aldılar. (İngilterede kalığ, miras yasa- sı gibi.) Altın, petrol ve daha ne bil - mem kralları, milyarlık kapital ler, halkm kanını sülük gibi e- men trüstler, büyük işçi grevle ri artık tarihe karışmağa başla dı, Kar! Marks ve Engels'in, 1BAR bildiriği ile ortaya attık. - ları smıf kavgası perisinin bit vehim olduğu anlaşıldı. Tarih, bu iki peygamberin bir çok u - ğgursamalarını (tefe'ül) yalanla- dı. Netekim, bunlar — zit liberal ekonomici peygamberlerin de bir çok savları boşa çıktı. Yeni ihtiyaçlar, yeni gerçeklikler do ğurdu. Denebilir ki, genel savaş tan beri dünyanın ekonomsal ya pısı bambaşka bir şekle girdi. Sanki, yepyeni bir kuruluş, bir yaradılış.. Ve bir çok yeni rejim lerl.. e Batının bu karışık durumu içinde Türk ekonomisi, tam er - kinlik kazandı. Bunun gönül a- çıcı bir görüsü var. Türk Cu - muriyeti kendisine tam erkinlik kazandıran bu yolda dura (se - bat) ile devam edecektir. İşte bu kadar. T Yusulf Osman BÜKÜLMEZ Bi d MA L L BüLMACA || Kayseri * İ *“Solmaz” ipek saçlı başını Ali- nin göğsüne dayamış.. Gözleri pencerenin dışındaki dalgalı de- y nizde, küçük yumuşak bir sesle konuşuyorlardı. Geniş divanın mor renkli, sırma benekli üs- tünde yer yokmuş sanki, biribir- lerine öyle sokulmuşlardı. Düq yadan, insanlardan uzak kendi sevgilerinin sonsuzluğunda ya - şıyorlar, her dakika öpüşleri k.au' az daha tatlılaşıyor, derinleşi - yordu.. Alinin elleri genç kadı- nn saçlarında... Göğsündeki ba şın, -küçücük pembe kulağına fısıldıyor : — Sevgilim... Kollarımın ara- sında olunca, taşan kokunla ba- şım dönüyor.' .Gözlerime güzün (güz - sonbahar) yaprakları düşmeye, — kurumıya başlıyan kestane ağaçları geliyor.. Kuru- yan kestane yapraklarının koku- sunu bilir misin sen?.. *“Salmaz,, yüzünde eşsiz tat- h bir gülüş onu dinliyordu. Ba: şını salladı: — Bilmiyorum sevgilim, sen anlat!.. Delikanlı söylemeğe başladı: — Kuru kestane yaprakları- nin baygın, gicıklayıcı bir koku- su vardır.. İşte senin kokun,. İn- bin bir düşünce ve Ürperiş veren kokun var setiin.. “Solmaz,r haşını ondan biraz çekerek yüzüne baktı: — Ya senin kokun sevgilim.. Gözleri öyle candan bakıyor, sesi öyle sıcaktı ki; Ali sözünü bitirmesine bırakmadı.. e »» Solmaza bir gün telefon etti- ler. Ali birdenbire hastalanmış.. Onu Avrupaya götürmüşler.. günlerce ağladı.. Yüzü solgun- laşmış, gözlerine neşesizliğin yavaş gidiyor, havalar serinli- yordu.. O, her gün sabahları ev- | den çıkıyor.. Uzun yollar yürü- | yerek, kocaman yapraklı kesta- neliklerin gölgeliklerine gidiyor du.Orada kurumuş otların üstü. ne uzanıyor,rüzgârla titriyen yap raklardan bir tane düşerse avuç- Jarına alarak koklüyor, gözleri- ne yaş, dudaklarına acı bir gü » lüş doluyordu.. Günler ne uzun geliyordu ona.. Ne uzun bitmek tükenmek bilmiyordu.. En so - acısı çökmüştü.. Sıcaklar yavaş | z (TANJIN ÖYKÜSÜ'THİKAYE | Kestane Yaprakları... nunda güz geldi. Bütün ağaçlar yeş'! yaprak urbalarını soyunu- r, kurumuş gibi çıplak kalı- yorlardı.. “Solmaz,, — odasının penceresinden uzun uzun dışar- lara baktı. Esia deli deli esiyor, yapraklar savruluyordu.. Düşün dü, artık kestaneliklerin gölge- sinde —uzanamıyacağım diye. Sonra ağır ağır yetinden kalka- rak üstüne bir pardösü aldı. So- kağa çıkmak n dışarı çıktı odasından.. Her zamanki yolunu tuttu.. Yerlerde kuru yaprak- lar savruluyor, her yanı bir gur- bet kokusu sarmış.. Kestanelik: lere ulaşınca, alçak dallardan kucak kucak yaprak topladı.. O yapraklır boparmasa kuvvetli bir rüzgârla yerlere düşecekti... | Yavaş adımlarla evine döndü., | Kapıyı angesi açtı. Yüzü gülü: yordu.. İşaret etti. — Şu odaya gir.. “Solmaz,, odanın kapısını ara layınca karşısında sararmiş yü- zü, incelmiş boynu ile Aliyi göre dü. Kucağındaki kestene dalla- rını bırakan kolları onun boy- nuna dolandı, Delikanlı nemli gözlerle ona bakıyordu. Solmaz güldü.. Yerdeki yaprakları gös- | tererek: —— Kendimi hatırlatmak için gönderecektim bunları dedi. Çığrıdan yanı Eskiden “Felek,, di, şimdi çığ rı. Ondan yanımız (şikâyet) çoktur. Gözümüzü kapayıp ba- şımızdaki dertleri (T. Kö.) dü- şündüğümüz gün, bütün yapa - mamazlıklarımızın — kusurlarını | (T. Kö.) öonda buluruz. Bu da bizim için bir avunç (teselli) olur. —3 Bu bir çeşit fatalizmdir ki, ne dense çoğumuz hep ©o hastalığa uğramışızdır. Kendi kendimizi avutacak yerde hiç bir yani dinlemiyen çığrıya karşı, başımızı ve beli - mizi doğrultsak da, ondan gele cek avunç yerine bileğimizin ve kafamızın işlekliğine güvensek.. q vakit (T. Kö.) ne çığrı gerek- tir, ne yanı., — İyi edersiniz., — Oruvar doktor.. «— Oruvar Güneyl. Güney odadan çıktıktan son- ra doktor bir saniye yalnız kal- dı, dilinin altından kopan keli- meler kendi kendilerine zihnin- den ve gözlerinin önünden ka. yıp geçiyorlardı: — Ne -a yakın kız.. Ne diri bakışları var!. Nesi var anlıyamıyorum? Nicin hasta?. Bu baş ağrıları nereden ge- liyor?. Ona karşı bir yakınlık, bir bağlılık duymağa başladım. Kendisini çok çabuk sevdi- riyor. Ve.. bütün- bu kelime, tablo, duygu deyimleri doktorun yü - reğinde yerleşen bir sızıyı da besliyordu! Doktor kitap okuyor Doktor Fazıl yatak odasında dolaştı, dolaştı: — Uykum yok.. Dedi. Kafasının Içi dopdolu idi. Yatağımın kenarındaki eta- jerden bir kitap çekti: — Akciğer vereminde ope - rasyon.. Bu adı kendisi de tekrarladı. Şezlonga uzandı. Okumağa baş- ladı. Yarım saatten çok okudu. Sonra bir bıkkınlık geldi: — Rahat değilim. Düzgün okuyamıyorum.. Diye söylendi, daldı. Gözü- nün önüne yurde yeni yatırılan hastalar geldi. — -aten kafasını en çok yoran, gözlerinin önünde geçit yapan hep yurda yeni ge- tirilen veremli bir genç kızdı. Bu genç kızm rontgen filmi, sağ ciğerdeki yara gözünün özcüünden gitmiyordu. Zitapta da o bölümü okuyordu. Sonra biraz da' daldı, Bu * Igınlık onun bakışların- da, kendi kendini çeviren sesli, sözlü bir film yaratıyordu. Nasıl doktor oldu?.. İlk başarıkları?. Ne vakit tanındı?. Nasıl para kazanmağa başla- ? ı?. < Yurdu niçin kurdu?, y Yurddaki hastalar... Kimler geldi, kimler geçti?. Daha ncler — pmak ister?. Bütün bunlar gözlerinden geçti. En son büyük bir tablo halinde Güney bakışlarına dol- du. Onun ilk gelişi, hastalığın- dan sızlanmaları, gelip gidişle- ri, yurd. yatırılışı, doktorun üzerind> uyandırdığı yakınlık, tanışındaki güç, üzerinde bırak- tığı duygülu izler, kendisini ara- tan bir sevgi hepsi ve her şey bu uzun filmin en doyulmaz hö- lümleri oldu. Ve.. doktor yine bu en son parçanın tadı ile dal- gınlığından ayrıldı: — Ne cana yakm kız.. Diye söylendi ve sözüne ck- ledi; — Kimsesiz de... Ve.. Güney'in hayalini gözle- rinin içinde hapsederek soyun- mağa ve uyumağa hazırlandı! Bir yün itir rken Güney odada tek başınaydı. Masmavi bir yün ceket ör? yordu; (Arkası var !