11 Ocak 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ll SON POSTA W ü Sayfa 9 —. K B Çekmecenin “Son Postğ,, nın Hikâyesi nn sakladığı İE-% Yazan : Neyyir Kemal hAhmod Kâminin zihnini şüphe, bir *ğîu gibi oyuyordu. Yalnız zihnini Yüreğini de... Çünkü, her şeye Göğilen karısını sevmediğini hâlâ iddis ._î“ #üphe nasıl başlamıştı? Genç a - n0 bir akşam avukata uğramak üze- Nilteden erken izin almış, işi tah- hinden önce bitince de doğru evine &nda Uştu. Karıcığı onu ummadığı bir karşısında bulunca kimbilir ne ln olacak, güzel dudaklarını şI- tti bİr çocuk gibi büzerek ne tatlı nlzî ÂAh çok sevindim Kâmiciğim. Yal- Iktan boğuluyordum; diyecekti. bu ki hiç de böyle olmamıştı. Ka- mam genç kadın onu görünce kıp- çi 1z1 kesilmiş, acayib bir heyecan ge- TMiş, sonra Kâminin içeri girmesine Kit bırakmadan acele acele hole gir- 'b Yatak odasına geçmiş ve oradan: - Otur. Şimm.m.di geliyorum. diye Seslenmişti, * h:îmed Kâmi neden hemen onun ar- her dan gitmemiş de, yemek odasında hımzaminkl köşesine gömülüvermişti. Mrdu düşündükçe hiddetten kudur_u— Si l. Amma ne bilsin zavallı? Ne bil- h başmda örülen çorapları... Karısı dakika geçmeden gelmis, karşısma Tmus, masanın üstüne fırlatıverdiği gen Parcalarını eline almış ve -gözgöze sın yivek için olacak- bütün gece ba- ! kaldırmadan güya yeni örgüler çı- .ehv_m. gibi yapmıştı. Hattâ o kadar ,,h_vd'ği Tadyonun bile yanına uğrama- All“ - Ahmed Kâmi içinden: «Allah ah demişti, Türkâna ne oluyor bu !eşaı_ny, Dışından da anlamamazlıktan hh“'“i- Sorsa sudan bir cevab alaca- di Muhakkaktı Türkân sövlemek iste- büz Şevi zaten durmaz söylerdi. Oturup ki Yere düşünmektense yatağına çe- Misti. Karısı başka aksamlar erken- ©h vatmasın diye ona anlatacak bin bulurdu. Bu sefer örgüden yorul- !euş Bibi gözlerini uğustura uğustur> Bı"“!v sessizce yatağma uzanıvermiş- M“'—'ıe bu kadarla kalsa elbette Utulurdu. Fakat aksi sevtan ertesi âü: dairede kocasını maharetle alda- M Pene ve güzel bir kadından bohset- slerdi Bu vak'ayı dinlerken Ahmed Minin dün aksamki bulanıklıktan b lamıyan kafasında bir «voksa?» lirmisti: Yoksa genç ve güzel karısı telaç ? Mu aldatıyordu? Dün akşamki Âşının, hevecanının müânası ne idi? &den onu #örür görmez vatak odasına :om““u? Dönerken cebine kovduğu y Tim"'înî anahtarla nereyi, nicin l_ri— daş a Disti? Hem ondaki bu garabe* ilk îğ“di- Ahmed Kâmi sünhenin svd:rf- Sinda simdi her seyi daha iyi secebili- yoh:ıu' Türkân son günlerde adamakıllı tini akşamları ona süsliye püsliye an- latırken şu günlerde çarşı bahanesile uzun uzun, sik sık sokağa çıktığı halde bunlardan Ahmed Kâmiye en ufak bir ey açmamıştı. şey ö Ahmed Kâmi, bir esrar perdesini yırtmak istiyen polis hafiyesi gibi gün- lerle kafasını Türkânın o ilk şüphe ak- şamı sığındığı yatak odasının her kö- ş yora farketmişti: Mektub şesinde yora M kutusu yerinde değildi. Bu; üstü sedef kakmalı, irice çekmeceyi düğünlerinde bir dostları hediye etmişti. Türkân oınu k beğenmiş, önce mektub kutusu ola- îk kullanmîktansa mücevher mahfa- zası yapmak istemiş, sonra nedense vaz geçmiş, yatak odasının pencere içi gibi oyuk rafına ufak bir heykelle yanyana yerleştirmişti. O vakittenberi bu çekme- ce hep orada idi. Ve karısı ancak tozu- nu aldıkça ona el sürüyordu. Halbuki Ahmed Kâmi dün onu etajerin üstünde bulmustu. Açmak istemiş, kilidli oldu- ğunu ğörmüştü. O zaman Türkânın © aksam acele acele cebine yerlestirdiği anahtarın mânasını kavramıştı. Demek karısı gizli mektublarını burada saklı- yordu. Ahmed Kâminin teferrüata olan kavıdsızlığını bildiği için de çekmece ile alâkadar olabileceğini aklından bile geçirmiyordu. Kâmi kararını vermisti. Evet ayrılacaktı. O karar ve hızla bir gün öğle üstü evine döndü. Karısı yoktu. Bu saatte daima ertesi günün ;rîyeoeiîni almıya çıkar, bazan biraz vgecikirdi. Ahmed Kâmi doğru yatak odasıma gecti. Çekmece yerinde idi. Ve... Evde yalnız olduğundan emin ©- lan Türkân aceleden olacak anahtarı üstünde unutmuştu. Kapağı deli gibi açtı. İtina ile sarılıp yaldızlı bağlarla bağlanmış ve çekmeceye güçlükle sığ- dırılmış paketi çıkardı. Ellerinin ara- sında parçalanan kâğıddan ayaklarının dibine yumuşak bir şeyler yuvarlandı: Gri-mavi bir kazak, bir kravat, bir eşarp... Başka vakit örgüden sıkılan Türkân sevdiği erkeğe hoş bir sürpriz yapmak için dımağının ve zevkinin bü- tün inceliğini aşkının ilhamlarile bir- leştirmiş; alelâde yün çilelerinden eşsiz bir renk ahengi, harikulâde bir güzellik yaratınıştı. Ahmed Kâmi eğildi, eşar- pın arasından düşen küçücük kâğıdı aldı. ve «kızaran gözlerin, esrarlı gidiş gelişlerin» mânasını ancak o vakit an- ladı. Çünkü kâğıdda şu sözler yazılıy- dı: «Sevgili Kâmime, Üçüncü yıldönümümüzü kutlulamak için...» Ah ne olur bir gün daha beklese, bu tatlı sürprizi onun elinden alsa idi... Ne olur!. Almanyanın büyük bir deniz muharebesine hazırlandığı doğru.mu? (Baştarafı 5 inci sayfada) vak'ası modern Alman gemilerinin ne kadar zayıf olduğunu gösterir. Almanların yapacağı harb Biz yukarıdaki mütaleadan Almanla- rın bir deniz muharebesi yapamıyacağı kanaatine varıyoruz. O halde onların ha- zırladıkları harb şekli ne olabilir?.. De- niz harbi fenninde bir (küçük harb) kıs- mı vardır. Bu harb şeklinde donanmalar harbetmez. Fakat denizaltı, mayn, tay- yarelerle düşman donanmasına hücum, torpito muhribleri, ve hücum teknelerile düşmana gece hücum etmek gibi tâli ha- reketler yapılır. İşte Almanların yapa- cağı bir deniz taarruzu da, ancak, bu çerçeve içinde kalacaktır. Küçük harble gayeye vasıl olunabilir mi? Küçük harbi meydana çıkartan (Aube) ismindeki Fransız amiralidir. Fakat bu kâ şif amiral bile düşüncesinin ne kadar sa- kat olduğunu Faşode hâdisesinde anla- mıştır. Orada Fransızlar küçük kuvvet- lerle İngiliz deniz hâkimiyetinin mahve- dilemiyeceğini anlamışlardır. Ayni gayeyi Almanlar da Büyük Harbde güttüler. Tarihin gösterdiği bu iki büyük misal bize küçük harble hiçbir gayenin —elde — edilemiyeceğini — is - bat etmiştir. Küçük harb sade - ce Odüşmana zarar verdirir, — fa - kat bu zarar, hiçbir zaman, harbin gayesine tesir edecek kadar büyük ola- maz. Bu bakımdan ne kadar da muazzam olsa Alman hazırlığının iflâs edeceği şimdiden söylenebilir. F.L. G. Saravy Macar tak mı ile |- | berahere kaldı (Bastarafı 7 nci sayafada) lerden gelen bir Macar oyuncunün sıkı şütile içeri girdi ve böylece beraberlik temin edildi. Galatasarayın iyi bir müdafaa ile de- vamı ettirdiği oyun, daha ziyade Macar- ların Tehinde oöolmakla neticeyi değiş - tirmemiş ve heyecan itibarile pek zevk li olan maç da 1-İ berabere bitmiştir. F. T. C malüm kadrosile sahaya çık- tı. Galatasaray: Osman - Faruk, Hıris - to - Musa, Enver, Celâl - Salâhattin. Eşfak, Gündüz, Buduri; Bülend. Hakem: Halid Galib. Ömer Besim Dünyayı idare edenler (Bastarafı 6 ncı savfada) eylemiş olan General Franko şimdi siya- si sahadaki kabiliyetini inkişaf ettirmek- le meşgüldür. , İspanyayı Avrupa ateş çemberinden uzakta bulundurması Frankonun bu sa- hada da muvaffak olacağına bir delil sa- yılabilir... 0.T. Boşnak kölelerden biri boynunu bü - kerek: — Aman Sahbâ kalfa efendim, Altın küpü Mıgır ağanın dul karısı Nazik du - duyu getiren de bu İbşir köleniz idi... Cevabını verdi, öbürü de: — Mirasyedi Pamuk hanım da bu Re- ceb bendenize tutulup gelmişti... Diye ilâve etti. Sahbâ kalfa fettan bir kahkaha attı: ; — Haydi haydi... Siz Ferhad ile boy ölçüşmekten vazgeçin... Dedi, Sonra: — Sakın darılmayın ha,.. Lâtife edi - yorum... Gevher!i Hanım Sultan Efen - âıh:iz hepinizin hizmetinden memnun - Dıye ilâve etti. Receb, kaşlarını çata - — Şu benli Yusuf dedik'eri külhanbe- yi geleli Hanım Sultanımızın yüzüne hasret kaldık.. evvelce, haftada bir gece olsun hizmetini görmekle müşerref olur, tütün bahşişini alırdık... Dedi. İbşir de: — Vallah doğrudur Sahbâ kalfa.. dedi, bir aydan fazladır ki Gevherli Hanım Sultanımın güze!' yüzünü görmemişim - dir, altıncıkların da almamışımdır. Sahbâ kalfa sözü derhal değiştirdi: — İbşir, yiğitim... Bugün kızların ha- mam günüdür, ben oraya giderim... Ha- nım Sultanımız arattıkta söylersiniz... Dedi ve, kendi odasının karşısındaki kapıva doğru ilerledi. Sahbâ ka'fa kapıdan cıkar cıkmaz kö- le Receb derinden bir ah cekti: — Ah... Bu kıza fena tutkunum ben... Dedi. İbsir de içini çekti: — Ne söylüyorsun Receb, ben onun delisi divanesiyim?! Dedi. Receb: — Bre İbsir kan cıkar bundan... Dive bağırdı İbsir ise bilâkis gü'erek: — Bre Resab hic bir sey cıkmaz... Bre viğit bu Sahbâ kalfa sana bana nasib 6l- maz... Dedi. Foaslıpasa saravının, selâmlık kısmın - da. köleler. ir nölanları, ve harem ağa- ları jle se'Amlığın i#barlı mensubini icin güzel bir hamam ile sevisler. 1rcadlar, usaklar. ascılar ve hahervanlar icin ikin- ci bir hamam verdi. Haremde de, saramvın en güzel bir kösesini teski! eden altı kur- nalı gavet müzeyyen bir ücüncü hamam vardı. Cariyeler burada yıkanırlardı. Bu harem hamamının icinde, Gevherli Ha - nım Su'tanın halveti ise, çini. mermer ve altından vapılmıs bir nefise tdi. Gevherli Hanım Su'tan yıkanıp cıktıktan — sonra güzelce temizlenir, taşları — süngerlerle kurulanır, gümüş kafesten kapısı kilid - lendikten sonra çuha perdesi de indiri- irdi — Sahbâ kalfa hamama — geldiği zaman, cariyeler, henüz soyunmuşlar. türküler söyliyerek içeriye girmek üzere idiler. Otuz kadar kızdı. Hepsi, ana doğması, çırı'çıplak idiler. Yegâne örtüleri, to - puklarına kadar inen dağınık saçları idi. Sürmeli gözlü, şirin sözlü, inci dişli, tür- lü türlü söyleyiş'i oynak ve fettan, şuh ve işveli şeylerdi. Cariyeler hamama gir- dikleri zaman yıkanıp çıkmazlar, içerde, gülüp söyteşerek saatlerce kalırlar, tür - «Son Posta» nın tarihi tefrikası: 110 BİNBİRDİREK — 'BATAKHANESİ, Güze! kalfanın âşıkları U 4 Yazan: Reşad Ekrem lü oyunlar tertib ederlerdi. Sahbâ kalfak | dan çekindikleri ve kendisini biraz da çe« kemedikleri için, Gürcünün kendilerile | beraber hamama girmesini, kendi kanına dan olan kızlar bile istemezlerdi. t Sahbâ görünür görünmez: K — Kalfa geldi!. Kalfa ge'di!.. p: — Haydi kızlar koşun kalfamızı soya « hmn;.. t — Gülbeyaz!. Dolabdan kalfamızın | bohcasını çıkar,., — Anberbü, Şerâre, Gülbeşeker. .« lKıızlar gelin, kalfamızın şiltesini — seres | Diye sesler yükseldi. Sahbâ, koltuklaş rma giren cıplak kızların elinde, derhal hazırlanıvermiş olan baş köşeye oturtüle du. Üc kız. saç örgülerini çözerken, ikf | tanesi avağından terliklerini almış, ikist | de, belinden kemerini cıkararak entaris | sinin düğmelerini cözmüştü. Kızlar, ta faları, birkac dakika içinde, kendile gibi. ana doğması soymuslardı. Güzel Sahbânın da yegâne örtüsü, uzun gür sacları idi. bi Kızlardan biri Sahbâ kalfanın esvab. ve çamasır'arını ve mücevherlerini bt islemeli bohcava koyup sarmıştı. İki kız, kalfalarını koltuklarına girip sedden a: iî &ı aldılar. En öne gecen iki cariyeden bi rinin elinde darbuka, öbürünün elinde def vardı. Onun arkasındaki iki kız, iki #ümiüs sahım Teğeni, diğer ili kız da iki sömüs sar Teğeni tasıyordu. İcerive düre hulra ve def calarak, mani okuyarak gime; diler. z Urun defi inlesin Arif olan dinlesin Reni vardan amran DâAceoklerde inlesin! İcerde, Sahbâ kalfavı bas kurnaya © < turttular, Gümüs sac leğenlerinden b!x%_ ni kalfanın vanına kovarak gür saclarını —| Teğonin isine doldurdu!'ar. Sonra, otuz cas TivA Sahhönın karsısına dizilip bir manlı daha okudular: İ Oturmus kurna başına Savnkı da vurmüus tasına İnci aibi ter döküyor Gül #anakla yay kasına,. Sonra, gü'üserek kurnalara dağıldılan — Def ve darbuka calan kızlarla hanendi — bızlordan #n kadarmı a föbek tasına 04 — turdular. Sahbâ kalfa bu kızlardan birine seslendi: . ü — Kız Gülbeseker, pembe yas,mıkll'l Kamer hatun... Kız gel bakayım yınıî. ma!... v Sahhârm vanına. güzel bir kız ızelcnîv oturdu. Yüzünden icli bir kız olduğu o4 kunuvordu. Sahbâ kalfa kızın çenesini oksıvarak: — Ne yamıyor bakayım senin kürkçür ler kâhyası?!.. a Diye sordu. Kız. gözlerini yere indire.e — rek biran dalar gibi oldu: Bi — Adamcağız âkıbetini biliyor kalfamr — cığım.. hani sana evvelce söylemiştim ö «beni buraya düsüren, mahveden sen: Ha diye bana artık lânet te etmiyor. Hergün, yanma gittiğim zaman ağlayıp yılvıtgz' mağa başlıyor: «Coluk çocuk sıhlblyim.ş,» (Arkası var) — | aa isti. Eskiden gününün her saa> «Son Posta» nın edebi tefrikası: İÖ CSisli Akşam ğııîâ"f' elinde tutmak için manevralar Yapamar e acı!,.. Ben dünynâ' bP;g: Badet; © Ve yapmı cağım. En bü. i p;naşî;ıakta bulmıyan & Yanımda işi yok. h Halükla Lt ilk sö ka; tığımız an ilk sözü tunlar Pa rşılaştığım — Bana böyle soğuk durmanız için ne hi arkan Neden bu kadar değiştiniz? Ha- — o çöş değil miydik? e arkada Dilimin ucuna î:îiar gelen bu söz'eri ve onun, içlerinde öfke şim , gök rengi gözlerini görme- uzaklara bakıyorum. Yüzüne â Muhakkak bir şeyler T T FF | FE Rözlerimle hiyanet etmiş olaca- & evini, dosttuğunu ve içini a - solanca aşkile sevdiği Ha - ilişmememi istiyen bir kadına örü ? reva görürdüm? — im Söz d Pencereden yana İye; Ava galiba düzeliyor, dedim. Son- kınımdaki ihtiyar mühendise eğil - p li;ğg EF FE Geî'il Şüzel bir şey sordum. Birbiri- Za Ve g,, daha da talih h a ep aramız Mm. beni bir saniye olsun yalnız akânını bırakmadı. | dimi a sezecek. | nırma ettiğim vâde ağzımla de -| rİ: telgraf ç Nakleden: Neyy'r Kemal j Cuma, yani son gün, geldi. Ah?nlğ;;y:tmk o kaşi'ar_.si.piı_'lerğ_ıne dol_xun— mayâ bnşlammı_kı yüzünü _gurmek iste- miyordum. İlk günlerde beni epey eğlen- ti. Fakat bir zamandır —ne oldu - dirmiş BN â bilemediğim— © vâdden sıkı- Baraam. Üstüme düştükçe — boğulacak gibi oluyordum. Son gün | çaydan sonra ene hef Z i sevgi, saygı, şefkat ma Enl'erml başlayınca bilmem ne oldu, ken tutamadım: ” k Gösie S0 — Söylediklerinizin hepsi ya klınız fikriniz Nu_hd'a, dedim. ğ Birden beti benzi attı. Zavallı Seniha- cık hani «Nazlı» at idi. Gelsin de ağabey- a dini görsü KY smguğgn)îğrx şgImz_Ahyı_ede degıl bü - tün dünyaya karşı bir kinim, bır k;â Ka künlüğüm var. 'Yemekten sonra söze ka - rışmaya, üstüme e bi çiğa sıyrılmaya O çalış Şıı:ıîmlıîna?ilkeun Biy;' türlü eski — şenliğimi bulamıyordum. A B M Lt â tendi ile kolkola ala n wLezayh efıîâ?;;îmk Halük bey geldi: Y:rın oyuna geliyorum. Nazmiye de (9raf çektim. Gelecek. Artık kareyi ta- ici de bir hanım bulur - mam'amak ıçiin? siz de e gü - değil m girdi. mmuzPeki Halük. (Leylâ hanım bunları bul - söylerken Halükun gözbebeklerini ağır bir hava gibi çöken ' âiğ_msiyerek bakıyordu.) Sonra bana dön- : — Sen yalnız kalacaksın diye üzülü - yorum İncigül amma ne yapayım; şim - dıden' oyuna, dansa girmen doğru olmaz. «Analığı öğdü de hiç umurlamadı» der - ler. Biraz daha sabret. »— Zarar yok. Ben yalnızlığı severim. Siz oynarken erkenden yatarım, Ertesi akşam Leylâ Hanımefendinin e- vinde ıkşam yemeğinde birleşmeye ka - rar verildi. Tekrar görürüm diye Halük beye allahaısmarladık bile demedim. Sa- bal;ğyim de erkenden gitmiş. V (Celiruk ) den soğuk soğuk — ayrıldım. |Mediha hanımefendi. davetini neyz:ılketen tekrarlamaktan bile çekindi. Öyle ya, benim gibi aklının erdiği yolda yürüyen |başıboş bir kız, onun melek gibi çocuk- larımna arkadaş olabi'ir mi? | I.,eyli hanıma da söylemiş: - e Şaziye hanım bin itina ile büvü” tü, okut- 'tu, yetiştirdi. - Hoş Şaziye hanimefendi- nin de düşünceleri pek kafama uymazdı ya o da başka - ortada kalıverince, genç- tir, kimsesizdir diye buraya aldırdım. Fakat daha fazla kalırsa bizim için iyi ol- maz>» demiş. Leylâ hanımefendi bunları gülmekten |katılarak anlattı. İhtimal benim de güle- ceğimi sanıyordu. Halbuki ben çocuklu- ğumda dinlediğim «Kimsesiz kız», masa- lını hatırladım ve için için yandım. Leylâ hanım kedilere benziyor. Umul- madık zamanlarda pençeleri insanı inci- tiveriyor. Kim bilir, belki de bilmeden... Misafirlerden çoğu bizimle bir vapur- da İstanbula geldi. Daha evi iyi göreme- dim. Gördüğüm kadarı son derece zevkle la ne vakit birine baksam bütün etrafını rürüm. mem içih rica etti. Tatlılıkla reddettim. Güzel değil, fakat kibar bir insan. On da- kika kadar konuştuk. Daha doğrusu o ko- nuştu. Ben hemen yalnız dinledim, Ha'ük bey masanın üştündeki biblolardan biri- ni evirip çeviriyor, yerine koyuyor, tek- rar eline alıyordu. Çok geçmeden düşür- dü, kırdı. yemeğe gidileceği sırada geldi. Güzel bir beğinden tam üç kat yukarıda - minimi- ni bir oda ayırmışlar. Ha'ük beyle arkadaşı yemekten az önce geldiler. Evin beyi Pariste imiş. Gö- remedim. Halük bey miniminilerden birinin saç- larını oksşuyordu. (Ne şgirin, ne cici ço- Geçen durgun günlerden sonra birden | gene içimde bir afacan'ık hevesi uyandı. Nazmi beye alttan. alttan baktım. Gözle- cuklar!) Beni gayet resmi olarak arkada- | * h şına takdim etti ve hemen çocuğa döndü. ;sıb vücudlerin tatlı ahengi yok, Büstül yalı fakat iyi düzeltilmiş saçlarının | tında teni; boyanın sarı'ağile tezad yapae cak kadar esmer. Mahir bir makyaj esmer cilde boyanın olanca güzellik j retini katmış. (Kendile bu kadar uğru-ı-' mak kolay bir iş olmasa gerek. Fakat M — lihaya benzemekten bin kere daha iyi.)! Yürüyüşünde, oturup kalkışında mütenas, — v bacaklarına nazaran çok kısa. Ben nadir İ insanlarda - meselâ Halük beyde - görüe len vücud ahengine bayılırım. " rinde derhal bir alâka ışığı yandı. Tu- haf! Bu bakısta ne var sanki? Kime böv'i le baksam kavıdsız kalamıvor. Ben bunu | tâ çocukluğumda öğrendimdi. On dört| yaşlarında vardım. Bir gün Saziye hanı-l mın dostlarından ihtivar bir bey odama | hatırımı sormaya geldi. Dersten canım | sıkılmıştı. Adamcağıza alttan alttan bak- mışım. Saziye hanrma: — Cocuğun ne harikulâde gözleri var. He'e şu alttan bakıştaki seytanca mana- ya bakınız, dediğini duvdum. O gün bugündür, iste bu sevtan bakış- ihma! edip benimle meşgul olduğunu gö- Nazmi bey yanıma oturdu. Oyuna gir- Kareyi tamamlıyacak Naciye hanım döşeli. Bana dördüncü katta - evin üç be- kadın denemez. Koyu kökleri sırıtan bo- Leylâ hanımefendi yeni misafirindemi, — pek hoşlanmazmış. Bana daha vapurda, — iken söylemişti. Fakat Nazmi n hüe — şuna gidebilecek başka bir kadını hemert — bulamıyacağı için bunu çağırmaya moeı.,_ bur kalmış. ; Yemek çok neş'eli geçti: Leylâ hanımes, — fendinin ev hali büsbütün hoş, Meras!m, resmiyet bilmiyor. Dereden, tepeden, ge—% lişi güzel konusuyor, gülüyor, Naciye haşı < nımın benim Nazmi beyle ahbablığımdanı — sıkı'dığı apaçık. Neme gerek? Ben eğlene — meme bakıyorum. Azlık olduğumuz için — Halükla ister istemez bir iki şey konuşe — tuk. Birkaç defa da unutup en tabil bis — halle ve gülümseyerek yüzüne baktım. — «Bu ne?» demek ister gibi kaşının bit tanesi yukarı doğru büküldü. Oynama mecbur olduğum rolü hatırladım. Derhal soğuk ve yabancı tavrımı takındım. İ Yemekten sonra biraz dışarı çıkacake lardı. Ben de yatacaktım. Leylâ hanımes fendile misafirleri manto'larını giymeya — çıkmıslardı. Halük: l — Sizi bir türlü anlıyamıyorum, dedi, — bana böyle muamele etmenizde muhalka — kak bir sebeb var. ; (Arkası var) — ü

Bu sayıdan diğer sayfalar: