Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
— & Sayfa SaezEA K “SON POSTA ...... S İkincikâll! üyük şair Mehme Akif hakkında ilmed Yazan 23/X11/939 - Ankara - Geçen gün hasta bir arkadaşımın hatırını yoklamiya gitmiştim; benden evvel gelmiş daha birkaç kişi vardı; biraz hastanın, hastalığın — lâkırdıları edildikten sonra söz döne dolaşa edebi- yata ve sonra -ev sahibinin, ziyaretçi- lerden birinin de baytar olmaları mü- nasebetile- şair Mehmed Akife intikal etti. Hem ev sahibi hasta, hem de misafir, baytar Akifin yakınlarından oldukları için hususi hayatından söz açarak Aki- fe isnad edilen (taassub) gibi bir şaibe nin asla doğru olmıyabkağını, sonra, hakikaten ehemmiyetli bir vak'a dolayısile terkettiğini anlattılar. Bir san'atkârın husust hayatile ya- rattığı bedialar arasında sıkı fıkı müna- sebet aramak ne dereceye kadar doğru olabilir? Ve san'atkârın edasının o yazı- lardaki müeddaya uymuyor diye hayatı görüş ve yaşayışını biyoğrafisi yazılır- ken bilerek ve istiyerek nasıl ihmal veya imhal edebiliriz? Gibi birçok mü- nakasalar yürütüldü. Akifin seyyal şiirlerinden bahsedilir- ken sözün bu vadiye dökülüşüne sebeb bay Eşref Edib tarafından merhum şair hakkında yazılan iki cildliik büyük e- serde bu cihetin noksan bırakılmış ol- Ması idi. Eşref Edibin pek kıymetli olduğu şüphesiz bulunan şair hakkındaki etü- dünü okuyamadım; fakat yapılan bu iddialara göre de, noksan bırakılan bu ciheti doğru bulmadım. Bunun içindir ki o mecliste cereyan edip de doğrulu- ğunda hiç şüphem bulunmıyan eksik- liği tamamlamak istedim. * Şair Mehmed Akif içerdi ve gençli- ğinde uzun müddet müskirat kullandı. Fakat bir hâdise öonu içmekten tama- men kurtarmıştı. Merhum; bir gün fazlaca içmiş bir halde iken kendisinin pek sevdiği; irfan kardeşi Babanzade Naim hoca merhu- ma bir mübahase neticesinde -haklı veya haksız- bir tokat indirmişti. Ertesi gün yaptığı bu hareketten dolayı -haklı da olsa- arkadaşına el kaldıracak kadar asabını bozan ickivi terketti ve ondan sonra bir daha da ağ- zına koymadı. Görülüyor ki Akif bu hâdisede sahibi bulunduğu iki büyük hasleti birden göstermiş oluyor. Birincisi müskiratın asabını bozacak kadar fena bir tesir yaptığını görerek birdenbire terkedivermesi ve hayatının sonuna kadar da bir daha ağzına alma- şairin | vaktile içki müptelâsı bile olduğunu vej|. 09 we 9 Mehmed Akif ile gene hayatının sonuna kadar dost kalmasıdır. Bu vak'a şair için bir nakise değil bilâkis bir meziyet teşkil eder ki husu- st hayatı yazılırken bu cihetin kale alınmaması, büyük bir — meziyetinin zikredilmemesinden başka bir şey ifade etmez, zannederim. * Bir vak'a dabha: Akife karşı bütün gençlik büyük bir hürmet eseri gösterdi; tabutunu son yerine kadar başları üzerinde götürdü. Daha sonra onun büyük kudretine ya- raşır bir mezar yaptırırken heykelini mezarının üzerine koymak istedi. Hemen her şiirinin başina bir ayet iliştiren şairin bazı dostları bunu onun dine olan sıkı rabitasile mütenasib gör- müyorlar, ve (Akifin ruhu bundan muazzeb olur) diyorlardı. Heykel, mezarma konuldu mu, ko- nulmadı mı onu da bilmem; fakat şairin hali hayatında geçen şu vak'a da böyle bir heykelden memnun veya muztarib olacağını pek güzel gösterir: Akif hakikaten mütedeyyin olduğu için namaz kılardı ve borç telâkki etti- ği bu işi de öyle alenen değil, evinin tenha bir odasına giderek eda ederdi. Bir gün gene bu vazifesini yaparken, evinde misafir bulunan ahibbasından bir zat odaya girmiş, şairin namaz kı- larken karşisına tesadüf eden duvarda bir resmin asılı bulunduğunu görerek, resme karşı ibadetin caiz olmıyacağını söylemişti. Şair Akif ona cevaben di- yor ki: — İslâmiyetin ilk günlerinde putpe- restlik vardı; ilk müslümanların, na- mazlarını kılarken karşılarında bir pu- tun bulunması onun gene eski taptığı bir şeye tapmakta olduğu fikrini vere- bilirdi; bu zehabı kaldırmak için puta -veya resme- karşı namaza o günlerde ması, ikincisi de Naim hoca merhum cevaz verilmedi. Fakat aradan o kadar ığimiz şey ler zaman geçti ve puta tapmanın mâna- sızlığı o kadar anlaşıldı ki artık bu memnuiyete de mahal kalmadı. Kalb Allaha müteveccih olduktan sonra kar- şıya tesadüf edecek hiç bir şeyin mâ- nası yoktur. Şu hikâye de şairin, dindarlığı ne kadar kayıdlardan ve şartlardan uzak- laştırarak sadeleştirdiğini ve... Ken- disinin mezarına konacak bir heykel- den ruhan memnun mu ve muztarib mi olacağını ve kendisinin nasıl bir muta- assıb! bulunduğunu açıkça göstermez mi? Hüseyin Rifat * Akifin dindarane olan şiirlerini, mü- taassıbdır diye sevmem dersem yalan söylemiş olurum; o, vatan aşkını, millet sevgisimi yurddaşlarına telkin edebil- menin ancak bu yolda kabil olabilece- ğine kanidi; onun eserlerini büyük bir heyecanla okudum ve hâlâ da oku- rum; nasıl ki dindar olmıyan şairlerin de şiirlerini ayni zevkle okudum ve o- kuürum. Yeter ki bu iki itikad sahibin- den biri ötekine hakaret etmiş olmasın; çünkü inanmak, inanmamak... Bunla- rın ikisi de birer «dinrdir. Netice olarak şunu söylemek isterim- ki kasten sönylenmemiş olan bu nokta- lar —şairimizin şanı, şöhreti — için değil,» hakkında yazılan eser için bir nakise teşkil ediyor; bir san'atkârın her hali, en küçük teferrüatına kadar yazılmalı ve bilinmelidir.... Hüseyin Rifat Denizyollarına aid çalınmış eşya bulundu Cide müddeiumumiliği; Devlet De - nizyalları Umuüm Müdürlüğünde me - mur olduğu anlaşılan Hasan Ertekin adında birinin evinde araştırma yap - mış; mühim miktarda çalınmış eşya meydana çıkarmıştır. Bu eşvanın Devlet Denizyolları U - mum Müdürlüğüne aid olduğu tesbit edilmiş olduğundan; memur hakkında burada kanunt takibatta bulunulmak üzere keyfiyet İstanbul Müddeiumu - miliğine bildirilmiştir. Hasanın Cihangirde ayni evde vakti- le beraber oturduğu arkadaşı Rasimin evinde de dün yapılan araştırma' neti- cesinde mühim miktarda eşya meyda - na çıkarılmış, müteakiben Mehmed A- tes adındaki kardeşinin evinde yapı - lan aramada da gene bir takım eşya e- le geçirilmiştir. Bu eşya arasında yağ- h boya, sabun vesaire bulunmaktadır. Bu işle ambar memuru Ziya da alâ- kadar görülmüş ve onun hakkında da takibatı kanuniye — yapılmasına karar verilmiştir. | Dünyayı idare edenler General Aleyhinde çok söylendi, ağır ithamla- | ra maruz kaldı, fakat nihayet kendi da- vasını kazandı. Bugünkü çılgın Avrupa içinde sakin sakin yaralarını sarmağa çalışan, bütün devletler ile dost geçinmeğe karar veren ve İspanyanın başında bulunan General Franko harbden sonra da iyi bir siyasi adam olduğunu göstermiş, İspanyayı Av- rupadaki ateş çemberinden açıkta bulun- durmağa muvaffak olmuştur. Son —seneler içinde ismi —pek sık geçen bu devlet reisinin hayatı dikkate şayandır. General Francisco Franco Baamonde, 17 Kânunuevvel 1892 tarihinde İspanya- da Ferrol şehrinde dünyaya gelmiştir. Bugün tam 47 yaşındadır. Bütün ecdadı bahriyeye mensubdu. Babası da bahriye müntesiblerindendi. İçinde doğmuş olduğu Ferrol şehri İs- panyanın başlıca limanlarından biridir. Küçük yaşındanberi denizciliğe —merak saran Franko bahriye mektebine girmek için müsabakaya hazırlanmış, fakat 1907 senesinde dühul imtihanları tasarruf do- layısile hazfedilmiş olduğundan bizzarur Toledo şehrinde bulunan piyade mektebi müsabakasına iştirak eylemiş ve bu mek- tebe girmişti. Franko buradan 1910 sene- sinde mülâzimievvel olarak çıktı. O sırada İspanya Fas — muharebesine girişmiş bulunuyordu. Faslılar İspanyol- ları adamakıllı mağlüb etmişlerdi. Bu mağlübiyet İspanyada efkârı umumiyeyi ikiye ayırdı. Bir kısım halk Faslılara karşı harbe devam eylemek, diğer kısım ise bu maceraya nihayet vermek arzu- sunda bulunuyorlardı. 1911 senesi Kânunusanisinde kralın Melillada yapmış olduğu seyahat harb ta- raftarlarına yeni bir şevk aşıladı. O an- larda da İspanya meselesi büvük devlet- lerin iştihalarını kabartmış bulunuyordu. Fransa Kasablankaya asker çıkardı. İn- giltere Tanca üzerinde hak iddia etti. Al- manya Agadire Panther harb gemisini gönderdi. Fasta harb gene başlamış, İspan- yollar gene müşkül mevkide kalmışlardı. O sırada Franko gönült'ü olarak Fasa gitmiş bulunuyordu. Yeni vücude ge- tirilen mahalli zabıta teşkilâtına Franko da dahil bulunuyordu. 1915 senesi niha- 42 gönüllüden sağ kalan yedi zabitten bi- ri idi. Franko 1916 senesi içinde vukubulan harbde yaralandı ve İspanyaya avdet et- ti. 1920 senesinde tekrar Fasa döndü. O sırada yerli askerlerden kıt'alar teşkil e- den Mil'an Astray ile fikren anlaştı. 1921 senesinde Frankonun kumandası altındaki kıt'alar Melillayı tekrar ele ge- çirdiler ve bu muharebelerde çok cesur, müdebbir bir kumandan olduğunu isbat etti. Fasta yeni bir isyan hareketi baş gös- termişti, İsyanı Fas mücahidlerinden El Resul idare ediyordu. Bu çetin harb so- nunda Franko gene galib olarak çıktı. Bu muvaffakiyetlerinden dolayı 30 uncu yaşına basan Franko albaylığa terfi et- tirildi. 1925 senesinde Fasta Alhucemas mev- yetinde Franko, ilk olarak yazılmış olan | Franko Franko, kızı ve köpeği tı. Bu hareketin kumandasını da ** ya tevdi ettiler. Franko burada dü YU rane harbederek bütün gayelerin * kuk etmesini temin etti. D, İspanya harbi bu suretle hitamâ "4 ken Franko 32 yaşında geneı'alliğe i seldi ve İspanyanın en genç gene"']ı rak temayüz etti. Franko mesleğini harbede ede ÖB miştir. Askerlerinin kuvvei manett, ne pek büyük bir ehemmiyet 8“ Ayni zamanda düşmanlarının kü menabiini de takdir edenlerdendir. 4 Fransanın en meşhur generallef”| olup Fasın fatihi ünvanını almış © Lyautey onu ve İtalyan generali aniyi devrin en şayanı dikkat danlarından ikisi addeder. İspanyada cümhuriyet idaresi tf eder etmez ihtiyaten, Franko Balt adalarına uzaklaştırılmıştı. 1934 seh”'i de İspanyâda Asturies mıntakasında h dt bir ihtilâl hareketi vukubuldu. BU reket Barcelona ve Madride yay 7 istidadını gösterdi. Bu hareketi bastırmak için hük Frankoya müracaat etti. O kendisif” beklenen hizmeti ifa eyledi. 1935 senesinde harbiye nazırı Gil les orduyu yeniden tensike karar, O sıralarda Fas kıt'aları başında P" | nan Frankoyu kendisine muavin t w etti. Bu sırada İspanyada yeni bir İf 8, hareketi baş gösterdi, bu hareket *, geçtikçe vüs'at peyda etti, hükümet Frankoyu Canaries adalarına gönde “’ tehlikesini azaltmağa çalıştı. Fakat y için devam eden ihtilâl nihayet bü dehşetile patlak verdi, Fasta bul kıt'alar da isyan ettiler ve Franko df ihtilâlcilerin başına geçti. Aylarca, yıllarca süren bu ihtilâl reketinin safahatını burada anlatacak " ğiliz, İspanyol dahili harbinin bütün » ferrüatı elân herkesin hatmndadırw panya bir harabezare döndükten Franko zafer kazanmış ve bu kan V8 teş memleketine diktatör olmuştur. y İhtilâl ve harb hareketlerinde iyİ bd' asker, iyi bir kumandan olduğunu * kiine bir ihraç hareketi kararlaştırılmış- (Devamı 9 uncu sayfada) 4 — Haydi kumandan; dedim, şuradan bir otomobile atlamanızı, kültür direktö- rile orta mekteb müdürünü de aldıktan sonra hapishaneye giderek Haşmet Gü- neşi, hep birlikte, buraya getirmenizi Ti- ca ederim, Kumandan: — Memnuniyetle; dedi, hep tevkif mi edeceğiz? Bazan da böyle tahliyeler ya- palım... Gittiler ve geldiler,.. Aman yarabbi!. Haşmet Güneş hakikaten bir ölü gibi. üstü başı perişan.. fakat kendisimüğtğı. den, başından da perişan:. saçlar kulak- larını örtüyor.. yüzünde en az on günlük sakal var... Kültür direktörile mekteb direktörü, Haşmet Güneşi orta'arına alarak karşı - ma oturdular. Ayakta duran jandarma kumandanı - na sordum: — Bir şey söylediniz mi? — Hayır!. Haşmet Güneş birdenbire — ağlamağa ladı! başğultür direktörü de ağlıyor! «Son Posta» nın tefrikası: 58 Jandarma kumandanı da ağlıyor!. Ben de ağlıyorum!... Hançeremi bir şey tazyik ediyor. Dal- Ba, dalga mütevaliyen gelen bu tazyiki durdurmak için her iki kelimede bir yut- kunarak söze başlıyorum: — Bay Haşmet Güneş!, Dünyanın hiç bir hâkimi, yer yüzünün hiç bir mahkemesi bu adli hatanın önün- den kaçamazdı. Hadisatın seyir tarzı, de- 1âilin aleyhinizdeki — tecellisi —Eğer bir şahid daha olsaydı— adliyeyi — belki de tamir kabul etmez bir hata felâketine sü- Tüklerdi. Bütün bu maceradan sonra na - siyeniz tekrar temizlenmiş, namusunuz dA ade edilmiştir. AA Haşmet Güneş ağır, ağır sordu: — Neelâ dirildi mi? — Heyhat! Fakat hâdise tavazzuh et - ti. Siz manevi bir ölümden kurtuldunuz. Geçirdiğiniz macera büyüktür. Mukadde- ratın önüne geçilemiyor bay Haşmet Gü- neş; hayatınızda böyle simsiyah bir safha da varmış... Şimdi artık hürsünüz. Açık alnınızla cemiyetin arasına karışarak hürriyetine şsahib her Türk gibi medeni haklarıniz - dan derhal istifade edebilirsiniz. * Ben bunları söylerken, Haşmet Güneş, iki elini birden kaldırarak: Yazan: Zeynel Besim Sun — Yalan!. Yalan!. Aslâ!. Ben öldür - medim!. Diye bağırmağa başladı. Evvelâ far - kında olmıyarak sözüme — devam etmek istedim; fakat ikinci, üçüncü, dördüncü defalar ayni nakaratı tekrarlayınca der - hal telefona sarılarak asabiye mütehs - sıslarından birisinden acele gelmesini ri- ca ettim. Geldi; Haşmet Güneşin karşısına otur- du. Bir saatten fazla onunla mMmeşgül ol - du. Biz, heyecan ve helecan içinde, dok- torun dudaklarından çıkacak söze iİnti - zar ediyorduk, Doktor,'nihayet ümideizlik içinde Bi münü verdi: — Delirmiş!. — Tedavi ettirelim doktorl, — Maalesef imkânsızdır. Son zamanda, bir iki ticari muanm'”, yüzünden, tekrar zenginleşen bağ kimseye zararı olmıyan bu zavallı * kurbanını istediği yere salıyor. | Doktorlar: i D Tabikte terkediniz. İstediği gibi (0 laşsın. Allahtan ümid kesilmez, a Demiş'er. mist' hl# y | Ekrem Çelik anlattı; birkaç gün firetten sonra kalktı, gitti; aradan zaman geçti; ben notlarımı tanzim edt rek bu eseri vücude getirdim. Fakat * lektrik ziyasının altında perişan yüzk” bir defacık görebildiğim Haşmet Gün'_' | şin Heybelideki asfalt caddenin keB'ç rından yükselen hazin sesi kulakları” dan hâlâ gitmiyor: — Yalan!. Yalan!. Ben öldürmedim!... —SON—